Atatürk İlkeleri ve Büyük Türk Devrimi

'Halaskâr

Kıdemli Moderatör
4 Ara 2020
1,176
1,062
Midgard
5oMSID.png




ATATÜRK İLKELERİ VE BÜYÜK TÜRK DEVRİMİ



Atatürk'ün Elde Etmek İstediği Hedefler:

a) Ulusal egemenlik: Bir ulus, sentezlerinden bağımsız olarak ortaya çıkan, onu oluşturan insanların toplamından farklı ve ayrı olan bağımsız bir kişiliktir. Egemenlik ulusun genel iradesidir. Bu irade, güç olarak millete aittir. Egemenlik, kişisel iradeye değil, ulusal iradeye dayanır(1). Aynı zamanda, ulusal egemenlik, ulusun bölünmez iradesidir. Sevgili Atatürk, bu durumu, " Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir."olarak ifade etti. Atatürk, devlet hayatımıza egemenliğin Sultan'a değil, kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu fikrini getiren büyüktür.

b) Ulusal bağımsızlık: Atatürk milliyetçiliğinin (ulusçuluk) altında yatan bir kavram “tam bağımsızlık” fikridir. Atatürk, " Tam bağımsızlık dendiği zaman doğal olarak siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel ve diğer konularda tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bunlardan herhangi bir birinde bağımsızlıktan yoksun kalmak, ulus ve ülkenin gerçek anlamıyla bağımsızlıktan yoksun kalması demektir."diyor.
Türk Milleti (Ulusu) tarih boyunca özgürlüğü ve bağımsızlığı için yaşadı. Ne yazık ki, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kabul edilen kapitülasyonlar, bağımsızlığımıza atılan ilk gölgelerdi. Kurtuluş savaşımız başladığında, birçok aydın, kendimizi yönetemeyeceğimizden şüphelenerek Amerika ya da İngiltere'nin egemenliğini kabul etmemizi istedi. Bu, Türk özgürlüğünün ve bağımsızlığının sona ermesi anlamına geliyordu. İşte ulusumuzu özgürlüğe ve tam bağımsızlığa geri getirme hedefine dayanan Kurtuluş Savaşımızın özü ve ruhu.

c) Milli birlik ve beraberlik: milli birlik ve beraberlik, Türk milletini oluşturan insanların, ülkeyi ve milleti birbirini seven, birbirine inanan ve birbirine güvenen vatandaşlar olarak yetiştirme hedefi etrafında toplanmasıdır. Kurtuluş savaşımız başladı, gelişti ve ulusal birlik gücümüzden cesaret alarak kesin bir zafer kazandı. Bu bağlamda, büyük lider Mustafa Kemal Atatürk şöyle dedi“…Türk Ulusu, ulusal birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir…”.
Eğitim ve öğretim ulusal niteliklerden uzaklaştıkça, ulusal birliği sağlamak mümkün değildir. Halkımızı çeşitli kamplara bölmek, ilerici-gerici, Sağ-Sol, Sünni-Alevi ya da bir ya da başka bir parti demek, ulusal birlik ilkesini baltalayacak bir tutumdur. Türk milletini bir bütün olarak birleştirmek, ülkede ortak değer yargılarına sahip olmak, kader, keder ve mutluluk, ulusal birlik ve birliğimizin en temel unsurudur.

d) Yurtta barış, dünyada barış: Türk devleti, uzun ve zorlu Kurtuluş Savaşı'ndan sonra kurulmuştur. Trablus, Balkan ve 1. Dünya Savaşları milletimizi yordu; ülkemizin çoğu yıkıldı ve geri kalanımız harabeye döndü. Türkiye Cumhuriyeti'nin yaralarını sarması için hem içeride hem de dışarıda uzun süre barış içinde yaşamak zorunda kaldı. Bu ortamda Atatürk, " Milletin hayatı tehlikede olmadıkça savaş bir cinayettir. (16 Mart 1923)" demiştir.
Atatürk, seçimler nedeniyle 20 Nisan 1931'de Türk milletine bir bildiri yayınladı. Bu ifadede, “Yurtta barış, dünyada barış” için çalışıyoruz ifadesi sadece o yılların özel sorunları için bir kelime değildi. Bu ilke, Birleşmiş Milletler Örgütü'nün bugün benimsediği ve pratikte benimsediği bir slogan haline geldi.
Atatürk, Hitler'in Nazizm teorisinin Mussolini'nin faşist diktatörlüğüyle dünya barışını nasıl sarstığını yakından izledi. Savaştığı büyük savaşlar ve bu savaşlarda kazandığı zaferler nedeniyle Atatürk'ü savaş isteyen bir kişi olarak görmek doğru değildir. O bir askerdi. Hayatının çoğunu savaş alanlarında geçirdi. Ama kan dökülmesini hiç sevmezdi. "Benim gerçek görüşüm, milleti savaşa götürdüğümde vicdanımda acı hissetmemem gerektiğidir. Öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz.(1923)(2)

e) Modern uygarlık seviyesine ulaşmak: Türk Devrimi Kurtuluş Savaşı'nın başarısı ile başladı. Mustafa Kemal, ordularımızın İzmir'e girdiği gün “Ulusal Savaşımızın bu aşaması kapandı. Şimdi ikinci aşamayı açmalıyız.” diyerek, gerçek savaşın uygar bir ulus olma savaşı olduğunu vurguladı.
Atatürk için asıl amaç "modern medeniyet" tir. Bu medeniyet aynı zamanda Batı Uygarlığıdır. Cumhuriyetin ilan edildiği günlerde bir Fransız gazeteciye verdiği röportajda: “Biz daima Doğu’dan Batı’ya yürüdük. Eğer bu son yıllarda yolumuzu değiştirdiysek itiraf etmelisiniz ki, bu bizim hatamız değildi. Bütün çalışmalarımız Türkiye’de modern, yani Batılı bir hükümet meydana getirmektir. Uygarlığı girmek isteyip de Batı’ya yüzünü dönmemiş ulus hangisidir.”(3)

f) Pozitif bilimin rehberliği ve akılcılık: Atatürk, “Ben manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim (bilim) ve akıldır... Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirildiğini iddia etmek aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur. Benden sonra beni izlemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin kılavuzluğunu kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.” (4) diyerek, çağımızda bilgi ve aklın liderliğinin her şeyden önce olduğunu vurguladı.



nAVhzi.png





Atatürk İlkeleri:


9ukxHc.png





1-Cumhuriyetçilik(5): Atatürk Samsun'a gittikten sonra vatanımızı düşmanlardan korumayı ve gücünü halktan alan bir yönetim kurmayı amaçladı. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Türk devrimlerinin en büyük temeli Cumhuriyet’tir (29 Ekim 1923). Cumhuriyetçilik, Kurtuluş Savaşı yıllarının başından beri Türk Ulusunun, ihaneti ortaya çıkan Padişahlık yönetimine karşı duyduğu tepkinin sonucudur. Öte yandan Cumhuriyetçilik, halkçılığa dayalı demokrasinin milliyetçilik kavramıyla birleştirilmesinden ve laikliğin harcı ile örülmesinden kaynaklanan bir hükümet anlayışıdır. Sevgili Atatürk “Türk Ulusunun doğa ve törelerine en uygun olan yönetim, Cumhuriyet yönetimidir.” diyor. Mustafa Kemal Atatürk, devrim ve ilkeleri arasında seçkin bir yere sahip olan Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etti.
Aynı zamanda 1982 Anayasasının 1. maddesi "Türkiye devleti bir cumhuriyettir." der ve devletimizin Hükümet biçiminin bir cumhuriyet olduğunu garanti eder.



GWNHJ5.png




2-Milliyetçilik (Ulusçuluk): Ulus toplumun gelişmesinin bir aşamasıdır. İnsanların oluşturduğu bir toplum, bir ulus olma özelliklerini kazanana kadar birçok aşamadan geçti. Ulus, toplumun son aşamalarından biridir.
Erken çağlarda, Türkler, Türklüğün milliyetçi bilincinden çok, ait oldukları soy gruplarına, kendi boylarına ve kabilelerine daha fazla bağlı kaldılar. VIII. Yüzyılın başlarında Göktürkler, “Orhun yazıtlarında” “budun” kelimesini bilinçli olarak ölümsüzleştirdiler.
Bir toplumun bir ulus haline gelmesi için, tarih, dil, kültür ve duygu birliğine sahip olan ve ülkenin maddi ve manevi değerlerine sahip çıkan insanlar olmalıdır. Bugün somut olarak yaşayan ulus, halk olarak adlandırılır. Bir millettin içinde sadece bir halk vardır. Bir halk bir ulus anlamına gelmez. Çünkü, tıpkı halk arasında tarihin ortak bir bilinci uyandırılmadığı gibi, ayrı bir kültür yaratılmamıştır. Bu birliği oluşturan insanlar arasında bir dil ve soy bağlantısı vardır. Bir milleti ırk olarak da tanımlayamayız. Irk, genetik özelliklere, kan gruplarına, renklere ve vücut yapısındaki belirli özelliklere dayanan bir kavramdır. Bu kavramın insanlığın bugünkü aşamasında ulusun yerini alması imkansızdır. Dahası, binlerce yıldır, dünyadaki insanlar ve insan toplulukları, savaşlar, göçler, ticaret, kültürel değişimler ve diğer birçok sosyal hareket ve ilişki gibi nedenlerle karışmış ve birleşmiştir. Ve ümmet sadece bir din birliğidir. Eğer ümmet bir millet anlamına geliyorsa, Türkleri, Arapları ve İranlıları bir millet saymak gerekir. Ancak, din ve soyağacında bir olmasına rağmen, milletler olarak bölünmüş toplumlar da vardır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk milliyetçiliği fikri gelişmedi. Devletin yapısı dinin temellerine dayandığından, Türk halkı kendilerini ümmet olarak görüyordu. Öte yandan, özellikle 19.yüzyılda İmparatorluğu oluşturan Türkler dışındaki topluluklar, yüzyılın ilk yarısından itibaren kendilerini ayrı bir millet olarak görmeye başladılar. Buna neden 18. yüzyılın sonunda gelişen 1789 Fransız Devrimi'nin getirdiği milliyetçilik akımının yaygınlaşması oldu. Devlet içindeki her azınlık kendini ayrı bir ulus olarak görmeye başladı. Öksüz Türk'lüğümüzü bile gizlerdik.
Milliyetçiliği temel bir ilke olarak benimseyen Atatürk, Yıldırım Orduları grubuna komuta ettiği için her fırsatta Türk Milleti ifadesini kullandı. Amasya Deklarasyonu (Tamimi) de olsun, Erzurum ve Sivas Kongresi'nde olsun... Saray ve Bab-ı Ali ile birlikte “Tebaay-ı Şahane”, “Darı-i İslamiye”, “Memalik-İ Osmaniye”, Tebaay-ı Osmaniye” gibi sıfatlar tarihe geçti. Bu ifadeler Türk Milleti ve Türk vatandaşı olarak değiştirildi.


BcIPj7.png




Mustafa Kemal ile berraklaşan Türk milliyetçiliğinin temel ilkelerini aşağıdaki gibi özetlemek uygundur:

a- Misak-ı Milli (Ulusal Ant) tarafından çizilen sınırlar içinde bütün bir vatan. Bu, bölünmeye tahammül edilmeyen Türk vatanıdır. Bu, Türk'ün Dünya açısından dayanabileceği fedakarlığın son raddesini gösterir.
b- Atatürk milliyetçiği, anti-emperyalisttir. Bu, yabancı uluslar tarafından özgürlüğün ve bağımsızlığın zedelemesine ve zorlanmasına karşı olmak demektir.
c- Atatürk milliyetçiliği, İmparatorluğu başka bir biçimde sürdürecek ütopik inançlara olduğu kadar ırkçılığa da karşıdır.
d- Atatürk milliyetçiliği, insanlık ve medeniyet tarafındadır.
e- Atatürk'ün bu niteliklere sahip milliyetçiliği, milliyetçiliği reddeden ve inkar eden ve onu tasfiyeyi öngören her türlü ideolojiye aykırıdır.
f- Atatürk milliyetçisi, Türk vatanına yerleşen ve azınlık gözüyle Türk vatandaşı olan insanları farklı görmez. Atatürk milliyetçisi, ırksal veya dini ayrımcılıktan kaynaklanan sıfatları kullanamaz.”(6)
Sevgili M. K. Atatürk, "Ne mutlu Türk’üm diyene!"derken aslında Türk olarak doğabileceğinizi söylüyor, ancak Türk hisseden herkesin de Türk olduğunu belirtiyor.



KR72mt.png




3-Laiklik: Dinin ve devlet işlerinin ayrılması anlamına gelen laiklik, dar ve geniş olmak üzere iki biçimde anlaşılmaktadır.
Dar bir laiklik anlamında, devlet yine din işleri dışında yönetilir, ancak devlet dini örgütleri korur, dini organizasyonu ve dini inançları destekler. Geniş laiklik anlamında, devlet işleri yine din işlerinden ayrılır, ancak Devlet bu durumda dine yardım etmez, onu korumak ve geliştirmek için çaba göstermez. Bu kesinlikle bir dinsizlik uygulaması değildir. Dini örgütleri ve din adamlarını devletin baskısı altında tutmanın laiklikle hiçbir ilgisi yoktur.



ikDd9b.png




Türk devriminde laikliğe geçişin ilk adımı şüphesiz Saltanatın kaldırılmasıdır (1 Kasım 1922). Saltanatın kaldırılması ve Osmanlı hanedanının yurtdışına gönderilmesiyle, kalan hilafet kurumunun gücü büyük ölçüde azaldı. Böylece, siyasi ve dini iktidarı elinde tutan kurum, güçsüz bir halifelik bırakarak parçalandı. İkinci adım Halifeliğin kaldırılmasıydı (3 Mart 1924). İstanbul'da zaten zayıflamış Halifeliğin kaldırılmasıyla, gericilerin ve muhafazakarların devrim ilkelerine karşı muhalefeti büyük bir darbe aldı. Üçüncü adım şeriat ve evkaf vekillerinin kaldırılmasıdır (3 Mart 1924). Şeriat'ın vekaletname dini ve devlet işlerini koordine etti ve dine uyum için devletin diğer kurumlarının operasyonlarını denetledi. Laikliğe aykırı olan bu durumu düzeltmek için Şeriat vekaletnamesi kaldırıldı ve yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Laikleşme açısından bir başka adım da Tevhit-i Tedrisat'ın kabulü, yani öğretimin birleşmesidir(3 Mart 1924). Sonuç olarak, hepsi farklı yerlere bağımlı olan ve din eğitimi alan ve Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı kuruluşlar üzerinde devlet kontrolü getirildi. 10 Nisan 1928'de camilerde okunan vaaz Türkçe'ye çevrildi ve Anayasa'dan " Türk devletinin dini İslam'dır." maddesi kaldırıldı. 1930'da kadınlara Belediye seçimlerinde oy kullanma hakkı verildi ve kadın hakları laik önlemlere getirildi. 1934'te Türk kadınlarına seçim hakkı verildi-seçimlerde, kadın-erkek ayrımı sona erdi ve kadınlarımız laik Türkiye'de yerini aldığında hukuk alanında laiklik tamamlandı. 5 Şubat 1937'de anayasanın 1. Maddesi, Türk devletinin “laik" olduğunu belirten bir cümledir. Nisan 1937'de” devletin resmi dini " hükmü kaldırıldı ve laik düşünce tamamlandı.


4-Halkçılık: Atatürk'ün anladığı anlamda halk nedir? Halk kavramını açıklığa kavuşturduktan sonra, “halkçılık ilkesi”ne odaklanmaya çalışacağım.



xBOltI.png




Atatürk'ün düşüncelerinde, halk ekonomik yeteneklerine göre bölünmez. Başka bir deyişle, sömürülenler ile sömürülenler arasında ayrım yapmak pek olası değildir. Onun anlayışına göre, insanlar sosyolojik bir kategori de olamaz. Başka bir deyişle, tarihin derinliklerinden beri herhangi bir sosyal toplumun gelişim aşamalarında görülen herhangi bir “klan, kabile, kabile, boy veya soy " un tersi olarak kabul edilemez. Ne de “halk” demek yönetilen ahali anlamındadır. Atatürk'ün kendi el yazması, "Medeni Bilgiler" adlı eserinde: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir." diyor. Bu tanımda, halkın ve ulusun birleştiği ve bir bütün oluşturduğu açıktır. Sosyalizm ya da komünizm anlamında, “insanlar” ve “Cumhuriyet” deyimleri tamamen farklı anlamlara sahiptir. Bu anlayışa bağlı olanlar, ulus anlayışı yerine “halklar”, halk yönetimi yerine “proletarya diktatörlüğü” ve Cumhuriyet yerine tek partili, muhalefeti olmayan bir parlamento ilkesini benimsemişlerdir. Onun için Atatürk, " Türkiye'de Bolşevizm olmayacak. Çünkü Türk hükümetinin ilk amacı insanlara özgürlük ve mutluluk vermektir." dedi. Ümmet ve teokratik anlayışta, kavramların aynı karışıklığı vardır.
Kemalist görüşe göre, halkın tek bir anlamı vardır: Türkiye tek sınıflı bir ülkedir ve bu sınıfın adı halktır. Anayasamız, işbölümünün toplumda, ülkemizde nasıl davranacağına bakılmaksızın, tüm vatandaşlarımızı yasa karşısında eşit hale getiriyor. Başkalarının, klanın ve soyunun çıkarları için herhangi bir üstünlüğü tanımıyor. Bu konuda Sevgili Atatürk'ün sözlerine bakalım: "Biz, ülke halkı, bireyler ve çeşitli sınıfların üyeleri birbirimize yardım ediyoruz, aynı gücü ve doğayı görüyoruz. Hepsinin faydalarını aynı derecede ve aynı eşitlik duygusuyla sağlamak istiyoruz. Bu tarzın devlet yapısının güçlendirilmesi için ulusun genel refahı için daha uygun olduğuna inanıyoruz. Gözlerimizde, bir çiftçinin, çobanın, işçinin, tüccarın, sanatçının, doktorun, askerin ve sonuç olarak herhangi bir sosyal kurumda çalışan bir vatandaşın hakları, faydaları ve özgürlüğü eşittir.(8)”
Sonuç olarak, Atatürk halkçılığı, insanların ve toplumun refahını ve mutluluğunu öngören, ulusal birlik ve bütünlük içinde birleşerek yaşamayı amaçlayan ve devletin bu hedefe ulaşmasına yardımcı olma görevini üstlenen bir halkçılıktır.



UvmVft.png




5-Devletçilik: Kurtuluş Savaşı sona erdiğinde, Türk milleti kelimenin tam anlamıyla bitkin, yorgun ve fakirdi. Sahip olduğumuz tek güç, Kuvay-ı Milliye'nin yarattığı yüksek manevi güçtü. Ulusal ekonomiyi sağlam temeller üzerine kurmayı amaçlayan ekonomik devrim, “devletçilik” in bir ifadesi olarak Kemalist düşünceye geçti ve Atatürk'ün ilkeleri arasında yer aldı. Gazi M. Kemal Atatürk, kılıç Zaferini ve ekonomik zaferi birlikte gördü ve değerlendirdi. Bu nedenle, sanayileşmeye yönelik ulusal bir ekonomiyi gerçekleştirmek için Atatürk tarafından kalkınma atılımları yapılmıştır. Bu konuyu üç bölüm altında incelemek yararlıdır:
a) 1923 öncesi ekonomik durum: 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti tam anlamıyla yarı sömürge bir devletti. Cumhuriyet kurulduğunda ve Lozan'dan ayrıldığımızda, 200 milyon liradan fazla borcumuz vardı.
1923'te Türkiye'de sanayi olarak adlandırılabilecek neredeyse hiç kurum yoktu. Küçük atölyelerde, el sanatları düzeyinde basit üretim yapıldı. Ülkemizin hemen hemen tüm üretim ve temel gereksinimleri (şeker, kumaş, kereste, çivi ve iğnelerden her şey) dışarıdan alındı ve bir avuç para ödedi. Yer altı ve yer üstü zenginliklerimizden habersizdik. Kapitülasyonlar Türkiye Ulusal ekonomisini tamamen felç etmişti. Limanlarımız arasında yolcu taşıma hakkımız bile yoktu(Kabotaj Hakkı). İçtiğimiz sigaralar, bindiğimiz tren ve tramvaylar, kullandığımız elektrik her zaman yabancı tekellerdi.

Tarım alanında da büyük bir depresyon vardı. Zaten ilkel bir durumda olan tarımımız, köylü nüfusunun savaşlarda erimesinin bir sonucu olarak iyice perişan edildi. Yiyeceğimiz buğday bile genellikle dışarıdan getirildi. İşin en acı kısmı, yokluğu her alanda hissedilen teknik personel eksikliğiydi. Sınırsız hammaddeye sahip olan ülkemiz, Batı emperyalizminin çiftliği haline geldi. Atatürkçülüğün en önemli özelliklerinden biri de bu alanda kendini göstermiştir. Atatürk, Türkiye'yi mümkün olduğunca ekonomik olarak dışa kapatmaya çalıştı. Böylece yerli Türk sermayesi ve Türk emekçi halkı gelişebilecekti.

Kurtuluş savaşımız sırasında, Ruslardan bazı maddi yardımlar alınmasına rağmen. Ama aslında Ruslar, Asya Türklüğünün kardeşlerine yardım etmek için aralarında topladıkları parayı bize teslim ediyorlardı. Ancak soydaşlarımızdan toplanan altın, Moskova darphanelerinde Rus Rublesi kalıplarına döküldü ve Türkiye'ye gönderildi.

b) Atatürk döneminde ekonomik durum: Atatürk Türkiye ekonomisinde radikal önlemler almak üzere 17 Şubat 1923'te İzmir'de “Türkiye İktisat Kongresi” ni topladı. Bu kongreye işçiler, çiftçiler, tüccarlar ve sanayiciler de dahil olmak üzere ülkenin dört bir yanından 1135 delege katıldı. 15 gün boyunca çalışmalarına devam eden bu Kongre, "İktisat Andı" içerek dağıldı.
Atatürk'ün ekonomi politikası iki aşamada uygulanmıştır. Birincisi,” halkçılık ve yarı devlet müdahaleciliğine dayanan liberalizm " yöntemlerinin bir karışımıdır. İkincisi, karma ekonomiye dayanan ve 1932-1938 dönemlerini kapsayan” planlı kalkınma " dönemidir.
1923-1932 dönemi: bu dönemi kapsayan ekonomi-politika, “sınıfsız, ayrıcalıklı, kaynaşmış bir kitle”olarak halkçılık ilkesine dayanan Kurtuluş Savaşı'nın yaralarını iyileştirmek için uygulanan bir yöntemdir. Bu nedenle, liberalizm tarafı ağır basan, yani ülkeyi hızlı ve güvenli bir şekilde geliştirmek, özel girişime öncelik vermek öncelikliydi.
1932-1938 dönemi: bu dönemde uygulanan ekonomi politikası devletçilik idi ve ekonomi hızlı kalkınmanın gerçekleştirilmesi planına bağlandı. Böylece, "ilk beş yıllık sanayi planı" 1933 ve 1937 yılları arasında hazırlandı ve başarıyla uygulandı. 1936 yılına gelindiğinde, "ikinci beş yıllık Sanayi planı" da tamamlandı. Ancak Atatürk'ün bizden erken ayrılmasıyla bu plan yürürlüğe giremedi.”(9)
Bugün uygulamak zorunda olduğumuz şey, Atatürk'ün kendi sonuçlarını uygulayarak elde ettiği ekonomik yoldur. Buna ek olarak, kapitalist veya sosyalist yollarla daha hızlı geliştirilebileceğini iddia etmek Atatürkçü dünya görüşüne aykırıdır.



fTA5sp.png




6-Devrimcilik: Atatürk devrimi kendi düşünce ve eylemlerine göre şöyle tanımlar:
"Türk milletinin son yüzyıllarda geride kalan kurumları yok ederek en yüksek medeniyet gerekliliklerine uygun olarak ilerlemesine izin verecek yeni kurumların yaratılmasıdır.”
Atatürk, tüm başarılarının kaynağının Türk milleti olduğuna inanıyordu. Devrimlerin “Atatürk devrimleri” olarak adlandırılmasını iyi kabul etmez ve “Türk Devrimi” olarak düzeltirdi(10). Atatürk, bu düzeltme ile devrimi “çoğul" hale getirmenin doğru olmayacağını belirterek, gerçeğe daha uygun olacağını belirtti.
Atatürk devrimciliği sadece Türk toplumuna özgü değildir. Atatürk'ün sorunlara bakış açısı, zaman ve mekan bakımından sınırlı kalan bir düşüncenin çok üzerindedir. Türk toplumu için bulduğu çözümler, özel tarihsel koşulların ötesinde, tüm insan topluluklarını kapsayacak ve hepsine uygulanacak olan derinlik ve genişliktedir. Bu açıdan Türk Devrimi evrenseldir.



nAVhzi.png




Büyük Türk Devrimi:




IBoFtj.png




Türk Devrimi bir bütündür. Fakat onu incelemek ve açıklamak açısından, onu “Siyasi devrim”, “Yasal devrim”, “Eğitim Devrimi”, “Ekonomi alanında devrim” ve “Diğer devrimler” gibi bölümlere ayırıyoruz. Aslında, tek bir liderlik ışığının ürünü olan Türk Devrimi başlamış, gelişmiş ve bitmeyen bir olgudur.

1-Siyasi Devrim: Türk devriminin siyasi yönü ile incelenmesi gerekmektedir. M. K. Atatürk, ulusal egemenliğe dayalı yepyeni bir Türk devletini 23 Nisan 1920'de kurdu. Devrimin tüm aşamaları bu devlet içinde gerçekleşti. Devlet siyasi bir kurumdur. Bu siyasi Kurumu önce değiştirmek ve daha sonra devletin devrimci yapısıyla geliştirmek mümkündür. Bu nedenle M. K.Atatürk tarafından kurulan devletin hangi devrimleri gerçekleştirdiğini inceleyelim.
a) Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922): Türk milleti tarih boyunca başında bir hükümdara sahip olmaya alışmıştı. Eski Orta Asya Türklerinde Hakanlar, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde “Sultan” veya “Padişah” olarak yaşadılar. Eski Türk anlayışına göre egemenlik kutsal bir kavramdı. Göktengri bu kutsallığı bir aileye verdi. Aile üyelerinden başka hiç kimse ulusu yönetme hakkına sahip değildir. Türkler İslam'ı kabul ettikten sonra, bu kutsal egemenlik kavramı da yeni dini kurallarla desteklendi. Böylece, eski Türk anlayışı İslami ilkelerle uyumlu hale geldiğinde Saltanatın önemi daha da artmıştır. Ve 17.YY.dan sonra, onlara” Halife" ünvanını vererek daha da güçlendirdiler. Bu nedenle, Atatürk egemenliği Padişahtan aldı ve gerçek sahibi olan millete çok dikkatli ve ihtiyatlı bir şekilde verdi.
b) Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923): İktidar, “Cumhuriyet” rejimindeki ulus, “oligarşi” deki elit ve “monarşi” deki kişi tarafından yönetildi. Ama Türkiye'ye baktığınızda, egemenlik ulusun elindeydi, ancak Hilafetin gücü hala varlığını hissettirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi devrimci bir Meclisti. Bu Meclis, kişisel egemenliğe karşı isyan etti ve millete egemenlik vermek istedi. Uygulamada bir cumhuriyet vardı, ancak sistemin resmi adı bir cumhuriyet değildi.(11)
Ali Fuat Bey (Okyar) başkanlığındaki hükümetin Ekim 1923'te istifa etmesinden sonra, yeni bir hükümet kurma sürecinin işletilmesi istendiğinde bir kriz ortaya çıktı. O zamanki uygulamaya göre, bakan adayları açıklandıktan sonra, milletvekillerinden birinin belirli bir çoğunluk tarafından bakan seçilmesi gerekiyordu. Her türlü hesap, siz-ben farklılıkları, gelecekteki siyasi emelleri, aşırı duyarlılık gösteren bir süreçte sistemi tıkadı, istenen çoğunluğa ulaşılamadı.
28 Ekim akşamı Çankaya'da yemek verildi. Daha sonra akşam yemeğinde Gazi, “Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz!" sadece" dedi. Bir cumhuriyet; yani, ulusun yasama, yürütme ve yargı yetkilerine hakim olacağı ve elinde tutacağı bir hükümet biçimi... Saltanata karşı, ulusal egemenliğin konumu... Bu, özgürlüğe, bireyselliğe ve vatandaşlığa yönelmenin en önemli aşamasıdır.
1921 Anayasası, savaş koşulları tarafından oluşturulan bir Anayasaydı. Şimdi, bu Anayasaya ek maddeler yerleştirerek, sistemin tanımı yapılmalıydı. Gazi Paşa'nın önerisi doğrultusunda İsmet Paşa bir önerge hazırladı ve meclise sundu. Bu önergede, egemenliğin koşulsuz Türk milletine olduğu belirtiliyor; hükümet biçiminin halkın kendi kaderinin belirlenmesine dayandığı vurgulanıyor ve daha sonra " devletin hükümet biçimi bir cumhuriyettir." deniyordu.
c) Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924): Hz.Muhammed'in Yardımcısı “Halife” olarak adlandırılır ve unvanı ve pozisyonu “halifelik” olarak adlandırılır. Hilafet, 1517'de Yavuz Sultan Selim'in zamanından beri Osmanlı padişahlarının elindeydi. Böylece padişahlar devlet işlerini birlikte yürüttü.
Vahdettin, İngiliz himayesine sığınarak ülkeden kaçtığında, Parlamento 18 Kasım 1922'de Halife ile aynı soydan gelen Abdülmecit Efendi'yi seçti. Osmanlılarda Halifeliğin kaldırılması, herhangi bir fikir adamının zihnini geçmedi. Aydınların çoğu, Hilafet Kurumunun, şer'i doğası ve kanlı maceraları hakkında gerçek bir bilgiye sahip değildi.

Hıristiyanlığın bir “Papa”ve bir “Patrik” olduğu için İslam'ın bir Halifeye sahip olması gerektiğine inanıyorlardı. Ayrıca, 20. Yüzyılda, Papalık ve Patrikhanenin Hıristiyan dünyası üzerindeki etkisinin büyük ölçüde yüzyılda sona erdiğini de bilmiyorlardı.
Özgürlük Savaşının ön saflarında yer alan Mustafa Kemal'in sağ kolu Rauf Bey (Orbay) bile halifeliğe olan bağlılığını açıkça ifade etti ve Mustafa Kemal'e karşı döndü. Ancak Mustafa Kemal parlamentoyu fikirlerini kabul etmeye zorladı ve hilafet 431 sayılı yasa ile kaldırıldı. TBMM, aynı gün çıkarılan bir yasa ile şeriat ve Evkaf vekillerini kaldırdı ve aynı gün çıkarılan bir yasa ile Türkiye'de ilk kez eğitim kurumları birleştirildi (3 Mart 1924)(Tevhid-i Tedrisat).
İstanbul'un sokakları”Yaşasın Gazi Paşa” sesleriyle çalıyor.(12)

d) Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925): Tekke ve zaviye, İslam'da çeşitli dini düşünce hareketlerinin toplandığı bir dizi yerdi. Bu hareketlere “mezhep” denir. Mezhep üyeleri, Tanrı'ya daha çok yaklaşmak için hangi yolda çeşitli yöntemler belirlediler. Çeşitli meslek örgütlerinin, bir dizi mezhebin üyeleriydi. Bu nedenle, mezheplerin büyüklerine çok saygı duyuldu ve neredeyse kendi tarikatlarında hüküm sürdüler. Tekke ve zaviyeler kelimenin tam anlamıyla dini sömürü merkezleriydi. İslam'ın ilkeleri mezhepleri içermiyordu. Buna rağmen, mezhepçilik gelişti.
Gerçek laiklikte, vatandaşın Tanrı'yı arama yöntemine karışılmazdı. Ancak tekke ve zaviyelerde, vatandaşın vicdanı baskı altına alındığından, aslında bu yerler laik bir devletin ülkesinde bulunmamalıdır. Buna ek olarak, Nakşibendi tarikatı gibi dini topluluklar rejime ve devrime karşı çalışıyorlardı. Şeyh Sait ayaklanması da böyle bir kışkırtmanın sonucuydu. İşte, bu çağdışı yerler, 677 no.lu yasalarla kapatıldı.(13)
"Arkadaşlar, Efendiler ve ey millet, Türkiye Cumhuriyeti şeyhlerin, dervişlerin, müritlerin, maczupların memleketi olamayacağını biliyoruz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır!”
M. Kemal Atatürk (14)

2-Hukuk Devrimi: bir devletin hukuk düzeni, o devletin yaşam olanaklarını belirler. Hukuk düzeni iyi işliyorsa, günün gereklerini yerine getiriyorsa, adaletsizliklere son veriyorsa, bu devlet sağlam ve uzun ömürlü olacaktır.
Her devletin hukuk sistemi, o devletin kuruluşuna uygun olmalıdır. Dini temellere dayanan devletin yasal kuralları dini ilkeleri yansıtmaktadır. Öte yandan, laik bir devletin yasal kuralları dini ilkelerle ilgili olamaz. Büyük Türk Devrimi'nin oluşturduğu yeni devletimizin iki siyasi temel taşı Cumhuriyet ve laikliktir.
a) Eski yasamıza bir bakış: Tüm yaşam ilişkilerini düzenleyen kurallar “hukuk”tur. Osmanlı İmparatorluğu'nda bu kurallar doğrudan dinden geldi. Herhangi bir ilişki kurmak için önce Kur-an'a bakıldı. Eğer Kur'an bu konuda bir hüküm bulamazsa, Peygamberin (Hadis) sözleri araştırılacaktır. Burada bir düzenleme bulunamazsa, benzer olaylara çözüm şeklinde uygun bir yol tutulacaktır. Buna kıyas deniyordu. Eğer bu gerçekleşmezse, katiplerin birleştiği çözüm yoluna karar verilir. Buna icma deniyor. Kuran'a uymaları çok önemliydi.
İslam hukuku, özellikle aşağıdaki noktalarda, gelişmiş ve uygar anlayışla uyumsuzdu:
Kamu yönetimi açısından, kadına herhangi bir hak verilmedi. Özel hayat meselelerinde erkekler ve kadınlar arasında tam bir eşitsizlik vardı. Boşanma hakkı sadece bir erkeğe verildi. Miras alanında, kızlar erkeklerden yarısı kadar hak kazanabilirdi. Bir kadın ekonomik hayata katılamadı. Mahkemelerde, iki kadın ve bir erkek tanığın yerini alacaktı.
Gayrimüslimler kendi dini hukuklarının uygulanmasını isteme hakkına sahipti. Osmanlı ülkesinde hukuk Birliği yoktu. Hukuk düzeninin bu başarısızlıklarını düzenlemek için II.Mahmud'un saltanatından bu yana bazı çabalar sarf edilmiştir. Ticaret Ve Ceza Kanunu gibi Batı'dan bazı düzenlemeler yapıldı. Yeni yasaları uygulamak için mahkemeler kuruldu. İslam hukukunun dağınık kurallarının bir bölümü toplandı. Buna” Mecelle" denir.
b) Yeni hukukun ilkeleri: hukuk düzeninin mihenk taşı "Medeni Hukuk" tur. Kişilerin hakları ve borçları; ailenin kurulması, işleyişi ve sona ermesi; miras ilişkilerinin düzenlenmesi; insanlar ve şeyler arasındaki her türlü ilişkinin doğumu, devamı ve sona ermesi; birbirleriyle çeşitli işlemler yapan insanlar her zaman medeni hukuk meseleleridir. Bir Türk vatandaşının hayatını düzenleyen tam bir Medeni Kanun mümkün olan en kısa sürede yapılmalıdır. İki olasılık vardı: ya bir yasa hazırlanacaktı ya da gelişmiş ülkelerin yasalarından biri de aynı şekilde kabul edilecekti.
Bu iki yolun ikincisi tercih edildi ve nihayetinde İsviçre Medeni Kanunu'nu kabul etmeye karar verildi. Bu yasa bir uzman Konseyi tarafından Türkçe'ye çevrildi ve 4 Kasım 1926'da yürürlüğe girdi. Türk Medeni Kanunu, hayal edilemeyecek kadar kısa bir sürede kamulaştırıldı. Medreselerde yetişen hakimler yavaş yavaş görevden alındı. Sevgili Atatürk 1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'ni açtı. Bu liseden mezun olan avukatlar her zaman yeni bir hukuk anlayışına göre eğitildi. Böylece kısa bir süre içinde, tüm yasal organizasyon gençlerin ve devrimcilerin eline geçti.
Yasal devrimin temeli olan kadın ve erkek eşitliğinin sağladığı ilerleme tartışmasız açıktır. Kentleşme ve sanayileşme geliştikçe, Türk kadını bu eşitliğin yarattığı fırsatları daha iyi değerlendirecektir.



NRcKUM.png




3-Eğitim Devrimi: bir ulusun gelişimi, sağlam bir sosyal yapıya sahip olması, kesinlikle eğitimine bağlıdır. Bu nedenle, devrimci rejimler eğitim sistemine büyük önem vermektedir. Rejimin sürekliliği ve amacının gerçekleştirilmesi, nesiller yetiştirerek mümkündür.
a) Eski eğitim sistemine bir bakış: Osmanlı Devletinin eğitim sistemi de dindardı. Tanzimat dönemine kadar devlet vatandaşın eğitimi ile ilgilenmedi. Yalnız ileri gelenleri eğitmek için kurulmuş bir saray okulu (Enderun) vardı. Bunun dışında vakıflara bağlı mahalle okullarında genç nesiller yetiştirildi. Burada çocuğa Kur'an okumaktan ve yazmaktan başka bir şey öğretilmedi. Mahalle okulunu bitirenler istedikleri takdirde medreseye giderlerdi.
b) Eğitimin birleşmesi ve bir eğitim sisteminin kurulması: devrimci kadro, özellikle Atatürk, Türk vatanının geleceğinin ancak eğitim sorununu çözerek başarılabileceğini biliyordu. 3 Mart 1924'te ilk adım atıldı, Eğitim Birliği sağlandı. Kısa bir süre sonra medreseler kapatıldı.
c) Harf devrimi: öğretmeyi zorlaştıran en önemli dezavantaj, Türk dilinin Arap alfabesiyle yazılmasıydı. İslam'a girerek, Türk dilinin ilkelerine hiç uymayan bu alfabeyi alarak zengin dilimizi bozdu. Türk dilini bin yıldır içine düştüğü bu çıkmazdan kurtarmak sadece Atatürk'ün işi olmuştur.
1927'de Atatürk bu konuda aktif hale geldi. Latin alfabesi, Türk dilini yazmak ve okumak için en uygun harfleri taşıyordu. Bir Bilim Kurulu bu alfabeyi inceledi ve yeni Türk harflerini belirledi. 9 Ağustos 1928'de Atatürk, Sarayburnu'nda ünlü konuşmasını yaptı ve harf devrimini müjdeledi. 1 Ekim 1928'de yeni Türk harfleri Kanunu (K. no:1353) yürürlüğe girmiştir.
d) Üniversite reformu: 31 Mayıs 1933'te "İstanbul Üniversitesi'nin kurulması Hakkında Kanun" kabul edildi. Bu yasa “Darülfünun "u kaldırdı ve yerine bir "üniversite" kurdu. Bu, tüm araştırma ve kültür problemini çözmedi. Ancak Türk biliminin temelini oluşturdu. Bugün ülkemizde 187 üniversite varsa, Atatürk tarafından kurulan ilk üniversiteden doğmuşlardır. Üniversiteler kolayca gelişmiş kurumlar değildir. Bir üniversitenin kök salması en az yarım yüzyıl sürer. Türk üniversiteleri de bu şekilde kök salmış olacak. Ulu Önder Atatürk, üniversite reformuyla gerçek bilgiye kapılarımızı açtı. Önemli olan da bu.
e) Tarih ve dil anlayışının değiştirilmesi: Türk devriminin temeli, Türk milliyetçiliğidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde ortaya çıkan Türkçülük akımı, Atatürk ile gerçek yolunu buldu.
Türk milleti hemen hemen her dönemde tarihin seyrini etkiledi. Bu kadar büyük ve köklü bir ulusun tarih anlayışı Osmanlı döneminde öldürüldü. Bunu ifşa etmek, Türk milletini tarihini inşa etmeye özendirmek gerekiyordu. Bu amaçla Atatürk, 15 Nisan 1931'de “Türk Tarih Tetkik Cemiyeti” kuruldu. Daha sonra “Türk Tarih Kurumu” adı altında büyük bir bilimsel üne kavuşan bu dernek sayesinde Atatürk, Türk geçmişini karanlıktan kurtarmanın yolunu açtı.
Bir toplumun en önemli varlıklarından biri dildir. Düşünce, dil ile mümkün olan zihinsel bir aktivitedir. Bu da, tüm dalları ile kültür doğurur.
Türk milleti, yüzlerce yıldır kendi diline sahip çıkmamıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nda, Sultanlardan insanlara kadar Türk olan herkes Türkçe düşündü ve konuştu. Bununla birlikte, düşünceleri yazı yoluyla sistematize etmek ve onları bilimsel ve kültürel hayata dökmek gerektiğinde işler değişecektir. Osmanlı anlayışı da yazı dilini Osmanlı yaptı. Farsça Türkçe Arapça, Farsça ve Türkçe, İslam kültürünün hakim olduğu Türk vatanında yapay bir dildi. Medreselerde bilimin dili arapçaydı. İslam Edebiyatı da tarihsel kökenleri açısından İran'a dayanıyordu. Türk düşünür bu iki dil arasında kaldı. Meşrutiyet ile birlikte Türk dilini arındırma çabaları başladı. Atatürk bu çalışmaları genelleştirdi ve 12 Temmuz 1932'de “Türk Dil Kurumu” olarak adlandırılan “Türk Dil Araştırmaları Derneği”ni kurdu. Bugün, Türkçe bir bilim ve kültür dili haline geldi. Bu, devrimin önemli sonuçlarından biridir.

4-Ekonomik Devrim: bu konu devletçilik bölümünde 1929 öncesi ve sonrası ekonomik durum olarak belirtilmiştir.

5-Diğer Devrimler: devrimin temel seyrinde, radikal değişimlerin hızlandırılmasına yardımcı olmak için başka adımlar atılmıştır.
a) Kılık-Kıyafet Devrimi: Osmanlı ülkesi vatandaşları kostüm-kıyafetlerle tamamen karışık bir görünüme sahipti. Sayıları yüz binlerce kişiyi aşan Müslüman ve Hıristiyan din adamları, cüppeler ve türbanlarla dolaştılar. Birçok vatandaş potur, şalvar, külah giydi. Ama fes çoğu erkeğin başındaydı. İlk bakışta, ulusun kılık değiştirmesine müdahale etmek sakıncalı görünebilir, ancak laik bir devlette yaşayan bir vatandaşın “dini” kılıklarda dolaştığı bir çelişkiydi. Atatürk de dahil olmak üzere Kurtuluş Savaşı'nda kalpak giydiler. Kalpak, Kurtuluş Savaşı'nın sembolü olmuştur.
M. K. Atatürk, Ağustos 1925'te Kastamonu'ya gitti. 25 Ağustos'ta Kastamonu'ya geldi. Kastamonu muhafazakar olarak bilinen bir yerdi. Atatürk halkı kafasında bir şapka ile karşıladı. Halk heyecanla karşılık verdi ve fesi başlarından attı. Atatürk'ün girişimi başarı ile sona erdiğinde, 25 Kasım 1925'te "şapka kanunu" çıkarıldı.
Atatürk, Orta Çağ kılığında bir Türk kadınının dolaşmasını Türklüğe büyük bir hakaret olarak görüyordu. Gerçekten de, İslam'dan önce Türk kadını bir öcü gibi dolaşmadı, her alanda erkeğiyle birlikte olurdu. Kadınlarımız haklarını elde ettikçe, modern ve onurlu bir şekilde giyinmiş erkeklerinin yanında yer alacaklar.
b) Soyadı Kanunu: 1934 yılına kadar Türklerin soyadı yoktu. 1934'te kabul edilen yasaya göre, Türk'ün kendi isminden başka bir soyadı taşıması gerekiyordu. Atatürk soyadını Millet adına meclise verdi. 2258 Sayılı Kanun ile Gazi Mustafa Kemal Paşa, Atatürk soyadını aldı. Aynı yıl, Osmanlı sosyal yapısını hafızada tasvir eden ünvanlar kaldırıldı.
c) Ölçülerin değiştirilmesi: 1926'da yayınlanan 698 Sayılı Yasaya göre, takvim 1931'de ağırlık ve uzunluk ölçülerine değiştirildi, böylece tüm dünya tarafından kullanılan modern önlemlere geçti.




nAVhzi.png





KAYNAKÇA:


(1) Prof. Dr. Hamza Eroğlu, Kemalizm, (Olgaç Matbaası-1981), s.99-100
(2) M. K. Atatürk, konuşmalar ve açıklamalar, c. 1, S. 412
(3) M. K. Atatürk, konuşmalar ve açıklamalar, Ağustos 1925, c.II, S. 191.
(4) Prof. Dr. İsmet Girit, Kemalizm: modernleşmenin "pragmatik-demokratik" ideolojisi, 03.06.1981 Milliyet Gazetesi, S. 2
(5) Arapça “Millet” yerine, Türkçe “ Ulus” sözcüğünü, eski gazetenin adı“ Hakimiyet-i Milliye” yerine "Ulus" olarak Atatürk değiştirdi.
(6)Av. Necdet Öklem, Türk Devrim Tarihi (2.Baskı), 1977, Ege Ün. Matbaası, s.314-317
(7)Ahmet Mumcu, Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, Ankara 1971, s.142
(8)Prof. Dr. Afet İnan, Kemal Atatürk'ün Medeni Bilgiler ve el yazmaları, S. 424-426.
(9) Hacı ANGI, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Angı yayınları, 3. Baskı, ANKARA-1983
(10)Prof. Dr. Hikmet BAYUR, Atatürkçülük Nedir?, Varlık Yayınları-İstanbul 1965, İkinci Baskı, s.173-178
(11)Prof. Dr. Kemal Arı, Türk Devrimi tarihi 2., Zeus Kitabevi 2013, s. 79-84
(12)Ercüment Demirer, Halifeliğin kaldırılması, (01.02.1982 Cumhuriyet Gazetesi), S. 2
(13)T.C. Genelkurmay askeri Tarihi, Türk Devrimi tarihi, Gnkur.Basımevi, ANKARA-1971, s. 141-142
(14)Atatürk'ün Kastamonu konuşması, 30 Ağustos 1925

 
Son düzenleme:

AXPA

Kıdemli Üye
13 Ocak 2018
2,343
150
New World
Konu biraz uzun olduğundan boş bir vaktimde okuyacağım.

Teşekkürler paylaşım için...

Saygılar,
 

'Halaskâr

Kıdemli Moderatör
4 Ara 2020
1,176
1,062
Midgard
Görselleri tekrar ayarladım komutanım.. Ufak tefek bazı eklemeler de yapacağım.. Siz sağolun..

+++++++++++++++++++++++++++++++++++


pdf den word e olan bazı anlam kaymalarını giderdim.... eğer yanlış, eksik veya hatalı olduğunu düşündüğünüz yerler olursa lütfen bana mesaj atın..

Kaptan Swing


:Smiley1022::Smiley1008:
 
Son düzenleme:

icehead

Uzman üye
19 Şub 2022
1,137
833
Tıpkı Asya oğuz boyları gibi devrim yapmış.
asyadaki atalarımızın kopyası(!)
şunlara Türk devrimi demeyin bunlar avrupadan aldığımız yeniliklerdir.
 

JohnWick51

Uzman üye
20 Mar 2022
1,866
770
28
5oMSID.png






ATATÜRK İLKELERİ VE BÜYÜK TÜRK DEVRİMİ






Atatürk'ün Elde Etmek İstediği Hedefler:



a) Ulusal egemenlik: Bir ulus, sentezlerinden bağımsız olarak ortaya çıkan, onu oluşturan insanların toplamından farklı ve ayrı olan bağımsız bir kişiliktir. Egemenlik ulusun genel iradesidir. Bu irade, güç olarak millete aittir. Egemenlik, kişisel iradeye değil, ulusal iradeye dayanır(1). Aynı zamanda, ulusal egemenlik, ulusun bölünmez iradesidir. Sevgili Atatürk, bu durumu, " Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir."olarak ifade etti. Atatürk, devlet hayatımıza egemenliğin Sultan'a değil, kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu fikrini getiren büyüktür.



b) Ulusal bağımsızlık: Atatürk milliyetçiliğinin (ulusçuluk) altında yatan bir kavram tam bağımsızlık fikridir. Atatürk, " Tam bağımsızlık dendiği zaman doğal olarak siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel ve diğer konularda tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bunlardan herhangi bir birinde bağımsızlıktan yoksun kalmak, ulus ve ülkenin gerçek anlamıyla bağımsızlıktan yoksun kalması demektir."diyor.

Türk Milleti (Ulusu) tarih boyunca özgürlüğü ve bağımsızlığı için yaşadı. Ne yazık ki, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kabul edilen kapitülasyonlar, bağımsızlığımıza atılan ilk gölgelerdi. Kurtuluş savaşımız başladığında, birçok aydın, kendimizi yönetemeyeceğimizden şüphelenerek Amerika ya da İngiltere'nin egemenliğini kabul etmemizi istedi. Bu, Türk özgürlüğünün ve bağımsızlığının sona ermesi anlamına geliyordu. İşte ulusumuzu özgürlüğe ve tam bağımsızlığa geri getirme hedefine dayanan Kurtuluş Savaşımızın özü ve ruhu.



c) Milli birlik ve beraberlik: milli birlik ve beraberlik, Türk milletini oluşturan insanların, ülkeyi ve milleti birbirini seven, birbirine inanan ve birbirine güvenen vatandaşlar olarak yetiştirme hedefi etrafında toplanmasıdır. Kurtuluş savaşımız başladı, gelişti ve ulusal birlik gücümüzden cesaret alarak kesin bir zafer kazandı. Bu bağlamda, büyük lider Mustafa Kemal Atatürk şöyle dediTürk Ulusu, ulusal birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.


Eğitim ve öğretim ulusal niteliklerden uzaklaştıkça, ulusal birliği sağlamak mümkün değildir. Halkımızı çeşitli kamplara bölmek, ilerici-gerici, Sağ-Sol, Sünni-Alevi ya da bir ya da başka bir parti demek, ulusal birlik ilkesini baltalayacak bir tutumdur. Türk milletini bir bütün olarak birleştirmek, ülkede ortak değer yargılarına sahip olmak, kader, keder ve mutluluk, ulusal birlik ve birliğimizin en temel unsurudur.



d) Yurtta barış, dünyada barış: Türk devleti, uzun ve zorlu Kurtuluş Savaşı'ndan sonra kurulmuştur. Trablus, Balkan ve 1. Dünya Savaşları milletimizi yordu; ülkemizin çoğu yıkıldı ve geri kalanımız harabeye döndü. Türkiye Cumhuriyeti'nin yaralarını sarması için hem içeride hem de dışarıda uzun süre barış içinde yaşamak zorunda kaldı. Bu ortamda Atatürk, " Milletin hayatı tehlikede olmadıkça savaş bir cinayettir. (16 Mart 1923)" demiştir.


Atatürk, seçimler nedeniyle 20 Nisan 1931'de Türk milletine bir bildiri yayınladı. Bu ifadede, Yurtta barış, dünyada barış için çalışıyoruz ifadesi sadece o yılların özel sorunları için bir kelime değildi. Bu ilke, Birleşmiş Milletler Örgütü'nün bugün benimsediği ve pratikte benimsediği bir slogan haline geldi.

Atatürk, Hitler'in Nazizm teorisinin Mussolini'nin faşist diktatörlüğüyle dünya barışını nasıl sarstığını yakından izledi. Savaştığı büyük savaşlar ve bu savaşlarda kazandığı zaferler nedeniyle Atatürk'ü savaş isteyen bir kişi olarak görmek doğru değildir. O bir askerdi. Hayatının çoğunu savaş alanlarında geçirdi. Ama kan dökülmesini hiç sevmezdi. "Benim gerçek görüşüm, milleti savaşa götürdüğümde vicdanımda acı hissetmemem gerektiğidir. Öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz.(1923)(2)



e) Modern uygarlık seviyesine ulaşmak: Türk Devrimi Kurtuluş Savaşı'nın başarısı ile başladı. Mustafa Kemal, ordularımızın İzmir'e girdiği gün Ulusal Savaşımızın bu aşaması kapandı. Şimdi ikinci aşamayı açmalıyız. diyerek, gerçek savaşın uygar bir ulus olma savaşı olduğunu vurguladı.

Atatürk için asıl amaç "modern medeniyet" tir. Bu medeniyet aynı zamanda Batı Uygarlığıdır. Cumhuriyetin ilan edildiği günlerde bir Fransız gazeteciye verdiği röportajda: Biz daima Doğudan Batıya yürüdük. Eğer bu son yıllarda yolumuzu değiştirdiysek itiraf etmelisiniz ki, bu bizim hatamız değildi. Bütün çalışmalarımız Türkiyede modern, yani Batılı bir hükümet meydana getirmektir. Uygarlığı girmek isteyip de Batıya yüzünü dönmemiş ulus hangisidir.(3)



f) Pozitif bilimin rehberliği ve akılcılık: Atatürk, Ben manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim (bilim) ve akıldır... Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirildiğini iddia etmek aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur. Benden sonra beni izlemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin kılavuzluğunu kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar. (4) diyerek, çağımızda bilgi ve aklın liderliğinin her şeyden önce olduğunu vurguladı.







nAVhzi.png










Atatürk İlkeleri:






9ukxHc.png










1-Cumhuriyetçilik(5): Atatürk Samsun'a gittikten sonra vatanımızı düşmanlardan korumayı ve gücünü halktan alan bir yönetim kurmayı amaçladı. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Türk devrimlerinin en büyük temeli Cumhuriyettir (29 Ekim 1923). Cumhuriyetçilik, Kurtuluş Savaşı yıllarının başından beri Türk Ulusunun, ihaneti ortaya çıkan Padişahlık yönetimine karşı duyduğu tepkinin sonucudur. Öte yandan Cumhuriyetçilik, halkçılığa dayalı demokrasinin milliyetçilik kavramıyla birleştirilmesinden ve laikliğin harcı ile örülmesinden kaynaklanan bir hükümet anlayışıdır. Sevgili Atatürk Türk Ulusunun doğa ve törelerine en uygun olan yönetim, Cumhuriyet yönetimidir. diyor. Mustafa Kemal Atatürk, devrim ve ilkeleri arasında seçkin bir yere sahip olan Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etti.


Aynı zamanda 1982 Anayasasının 1. maddesi "Türkiye devleti bir cumhuriyettir." der ve devletimizin Hükümet biçiminin bir cumhuriyet olduğunu garanti eder.







GWNHJ5.png








2-Milliyetçilik (Ulusçuluk): Ulus toplumun gelişmesinin bir aşamasıdır. İnsanların oluşturduğu bir toplum, bir ulus olma özelliklerini kazanana kadar birçok aşamadan geçti. Ulus, toplumun son aşamalarından biridir.


Erken çağlarda, Türkler, Türklüğün milliyetçi bilincinden çok, ait oldukları soy gruplarına, kendi boylarına ve kabilelerine daha fazla bağlı kaldılar. VIII. Yüzyılın başlarında Göktürkler, Orhun yazıtlarında budun kelimesini bilinçli olarak ölümsüzleştirdiler.

Bir toplumun bir ulus haline gelmesi için, tarih, dil, kültür ve duygu birliğine sahip olan ve ülkenin maddi ve manevi değerlerine sahip çıkan insanlar olmalıdır. Bugün somut olarak yaşayan ulus, halk olarak adlandırılır. Bir millettin içinde sadece bir halk vardır. Bir halk bir ulus anlamına gelmez. Çünkü, tıpkı halk arasında tarihin ortak bir bilinci uyandırılmadığı gibi, ayrı bir kültür yaratılmamıştır. Bu birliği oluşturan insanlar arasında bir dil ve soy bağlantısı vardır. Bir milleti ırk olarak da tanımlayamayız. Irk, genetik özelliklere, kan gruplarına, renklere ve vücut yapısındaki belirli özelliklere dayanan bir kavramdır. Bu kavramın insanlığın bugünkü aşamasında ulusun yerini alması imkansızdır. Dahası, binlerce yıldır, dünyadaki insanlar ve insan toplulukları, savaşlar, göçler, ticaret, kültürel değişimler ve diğer birçok sosyal hareket ve ilişki gibi nedenlerle karışmış ve birleşmiştir. Ve ümmet sadece bir din birliğidir. Eğer ümmet bir millet anlamına geliyorsa, Türkleri, Arapları ve İranlıları bir millet saymak gerekir. Ancak, din ve soyağacında bir olmasına rağmen, milletler olarak bölünmüş toplumlar da vardır.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk milliyetçiliği fikri gelişmedi. Devletin yapısı dinin temellerine dayandığından, Türk halkı kendilerini ümmet olarak görüyordu. Öte yandan, özellikle 19.yüzyılda İmparatorluğu oluşturan Türkler dışındaki topluluklar, yüzyılın ilk yarısından itibaren kendilerini ayrı bir millet olarak görmeye başladılar. Buna neden 18. yüzyılın sonunda gelişen 1789 Fransız Devrimi'nin getirdiği milliyetçilik akımının yaygınlaşması oldu. Devlet içindeki her azınlık kendini ayrı bir ulus olarak görmeye başladı. Öksüz Türk'lüğümüzü bile gizlerdik.

Milliyetçiliği temel bir ilke olarak benimseyen Atatürk, Yıldırım Orduları grubuna komuta ettiği için her fırsatta Türk Milleti ifadesini kullandı. Amasya Deklarasyonu (Tamimi) de olsun, Erzurum ve Sivas Kongresi'nde olsun... Saray ve Bab-ı Ali ile birlikte Tebaay-ı Şahane, Darı-i İslamiye, Memalik-İ Osmaniye, Tebaay-ı Osmaniye gibi sıfatlar tarihe geçti. Bu ifadeler Türk Milleti ve Türk vatandaşı olarak değiştirildi.





BcIPj7.png








Mustafa Kemal ile berraklaşan Türk milliyetçiliğinin temel ilkelerini aşağıdaki gibi özetlemek uygundur:



a- Misak-ı Milli (Ulusal Ant) tarafından çizilen sınırlar içinde bütün bir vatan. Bu, bölünmeye tahammül edilmeyen Türk vatanıdır. Bu, Türk'ün Dünya açısından dayanabileceği fedakarlığın son raddesini gösterir.


b- Atatürk milliyetçiği, anti-emperyalisttir. Bu, yabancı uluslar tarafından özgürlüğün ve bağımsızlığın zedelemesine ve zorlanmasına karşı olmak demektir.

c- Atatürk milliyetçiliği, İmparatorluğu başka bir biçimde sürdürecek ütopik inançlara olduğu kadar ırkçılığa da karşıdır.

d- Atatürk milliyetçiliği, insanlık ve medeniyet tarafındadır.

e- Atatürk'ün bu niteliklere sahip milliyetçiliği, milliyetçiliği reddeden ve inkar eden ve onu tasfiyeyi öngören her türlü ideolojiye aykırıdır.

f- Atatürk milliyetçisi, Türk vatanına yerleşen ve azınlık gözüyle Türk vatandaşı olan insanları farklı görmez. Atatürk milliyetçisi, ırksal veya dini ayrımcılıktan kaynaklanan sıfatları kullanamaz.(6)

Sevgili M. K. Atatürk, "Ne mutlu Türküm diyene!"derken aslında Türk olarak doğabileceğinizi söylüyor, ancak Türk hisseden herkesin de Türk olduğunu belirtiyor.







KR72mt.png








3-Laiklik: Dinin ve devlet işlerinin ayrılması anlamına gelen laiklik, dar ve geniş olmak üzere iki biçimde anlaşılmaktadır.


Dar bir laiklik anlamında, devlet yine din işleri dışında yönetilir, ancak devlet dini örgütleri korur, dini organizasyonu ve dini inançları destekler. Geniş laiklik anlamında, devlet işleri yine din işlerinden ayrılır, ancak Devlet bu durumda dine yardım etmez, onu korumak ve geliştirmek için çaba göstermez. Bu kesinlikle bir dinsizlik uygulaması değildir. Dini örgütleri ve din adamlarını devletin baskısı altında tutmanın laiklikle hiçbir ilgisi yoktur.







ikDd9b.png








Türk devriminde laikliğe geçişin ilk adımı şüphesiz Saltanatın kaldırılmasıdır (1 Kasım 1922). Saltanatın kaldırılması ve Osmanlı hanedanının yurtdışına gönderilmesiyle, kalan hilafet kurumunun gücü büyük ölçüde azaldı. Böylece, siyasi ve dini iktidarı elinde tutan kurum, güçsüz bir halifelik bırakarak parçalandı. İkinci adım Halifeliğin kaldırılmasıydı (3 Mart 1924). İstanbul'da zaten zayıflamış Halifeliğin kaldırılmasıyla, gericilerin ve muhafazakarların devrim ilkelerine karşı muhalefeti büyük bir darbe aldı. Üçüncü adım şeriat ve evkaf vekillerinin kaldırılmasıdır (3 Mart 1924). Şeriat'ın vekaletname dini ve devlet işlerini koordine etti ve dine uyum için devletin diğer kurumlarının operasyonlarını denetledi. Laikliğe aykırı olan bu durumu düzeltmek için Şeriat vekaletnamesi kaldırıldı ve yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Laikleşme açısından bir başka adım da Tevhit-i Tedrisat'ın kabulü, yani öğretimin birleşmesidir(3 Mart 1924). Sonuç olarak, hepsi farklı yerlere bağımlı olan ve din eğitimi alan ve Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı kuruluşlar üzerinde devlet kontrolü getirildi. 10 Nisan 1928'de camilerde okunan vaaz Türkçe'ye çevrildi ve Anayasa'dan " Türk devletinin dini İslam'dır." maddesi kaldırıldı. 1930'da kadınlara Belediye seçimlerinde oy kullanma hakkı verildi ve kadın hakları laik önlemlere getirildi. 1934'te Türk kadınlarına seçim hakkı verildi-seçimlerde, kadın-erkek ayrımı sona erdi ve kadınlarımız laik Türkiye'de yerini aldığında hukuk alanında laiklik tamamlandı. 5 Şubat 1937'de anayasanın 1. Maddesi, Türk devletinin laik" olduğunu belirten bir cümledir. Nisan 1937'de devletin resmi dini " hükmü kaldırıldı ve laik düşünce tamamlandı.






4-Halkçılık: Atatürk'ün anladığı anlamda halk nedir? Halk kavramını açıklığa kavuşturduktan sonra, halkçılık ilkesine odaklanmaya çalışacağım.







xBOltI.png








Atatürk'ün düşüncelerinde, halk ekonomik yeteneklerine göre bölünmez. Başka bir deyişle, sömürülenler ile sömürülenler arasında ayrım yapmak pek olası değildir. Onun anlayışına göre, insanlar sosyolojik bir kategori de olamaz. Başka bir deyişle, tarihin derinliklerinden beri herhangi bir sosyal toplumun gelişim aşamalarında görülen herhangi bir klan, kabile, kabile, boy veya soy " un tersi olarak kabul edilemez. Ne de halk demek yönetilen ahali anlamındadır. Atatürk'ün kendi el yazması, "Medeni Bilgiler" adlı eserinde: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir." diyor. Bu tanımda, halkın ve ulusun birleştiği ve bir bütün oluşturduğu açıktır. Sosyalizm ya da komünizm anlamında, insanlar ve Cumhuriyet deyimleri tamamen farklı anlamlara sahiptir. Bu anlayışa bağlı olanlar, ulus anlayışı yerine halklar, halk yönetimi yerine proletarya diktatörlüğü ve Cumhuriyet yerine tek partili, muhalefeti olmayan bir parlamento ilkesini benimsemişlerdir. Onun için Atatürk, " Türkiye'de Bolşevizm olmayacak. Çünkü Türk hükümetinin ilk amacı insanlara özgürlük ve mutluluk vermektir." dedi. Ümmet ve teokratik anlayışta, kavramların aynı karışıklığı vardır.


Kemalist görüşe göre, halkın tek bir anlamı vardır: Türkiye tek sınıflı bir ülkedir ve bu sınıfın adı halktır. Anayasamız, işbölümünün toplumda, ülkemizde nasıl davranacağına bakılmaksızın, tüm vatandaşlarımızı yasa karşısında eşit hale getiriyor. Başkalarının, klanın ve soyunun çıkarları için herhangi bir üstünlüğü tanımıyor. Bu konuda Sevgili Atatürk'ün sözlerine bakalım: "Biz, ülke halkı, bireyler ve çeşitli sınıfların üyeleri birbirimize yardım ediyoruz, aynı gücü ve doğayı görüyoruz. Hepsinin faydalarını aynı derecede ve aynı eşitlik duygusuyla sağlamak istiyoruz. Bu tarzın devlet yapısının güçlendirilmesi için ulusun genel refahı için daha uygun olduğuna inanıyoruz. Gözlerimizde, bir çiftçinin, çobanın, işçinin, tüccarın, sanatçının, doktorun, askerin ve sonuç olarak herhangi bir sosyal kurumda çalışan bir vatandaşın hakları, faydaları ve özgürlüğü eşittir.(8)

Sonuç olarak, Atatürk halkçılığı, insanların ve toplumun refahını ve mutluluğunu öngören, ulusal birlik ve bütünlük içinde birleşerek yaşamayı amaçlayan ve devletin bu hedefe ulaşmasına yardımcı olma görevini üstlenen bir halkçılıktır.







UvmVft.png








5-Devletçilik: Kurtuluş Savaşı sona erdiğinde, Türk milleti kelimenin tam anlamıyla bitkin, yorgun ve fakirdi. Sahip olduğumuz tek güç, Kuvay-ı Milliye'nin yarattığı yüksek manevi güçtü. Ulusal ekonomiyi sağlam temeller üzerine kurmayı amaçlayan ekonomik devrim, devletçilik in bir ifadesi olarak Kemalist düşünceye geçti ve Atatürk'ün ilkeleri arasında yer aldı. Gazi M. Kemal Atatürk, kılıç Zaferini ve ekonomik zaferi birlikte gördü ve değerlendirdi. Bu nedenle, sanayileşmeye yönelik ulusal bir ekonomiyi gerçekleştirmek için Atatürk tarafından kalkınma atılımları yapılmıştır. Bu konuyu üç bölüm altında incelemek yararlıdır:


a) 1923 öncesi ekonomik durum: 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti tam anlamıyla yarı sömürge bir devletti. Cumhuriyet kurulduğunda ve Lozan'dan ayrıldığımızda, 200 milyon liradan fazla borcumuz vardı.

1923'te Türkiye'de sanayi olarak adlandırılabilecek neredeyse hiç kurum yoktu. Küçük atölyelerde, el sanatları düzeyinde basit üretim yapıldı. Ülkemizin hemen hemen tüm üretim ve temel gereksinimleri (şeker, kumaş, kereste, çivi ve iğnelerden her şey) dışarıdan alındı ve bir avuç para ödedi. Yer altı ve yer üstü zenginliklerimizden habersizdik. Kapitülasyonlar Türkiye Ulusal ekonomisini tamamen felç etmişti. Limanlarımız arasında yolcu taşıma hakkımız bile yoktu(Kabotaj Hakkı). İçtiğimiz sigaralar, bindiğimiz tren ve tramvaylar, kullandığımız elektrik her zaman yabancı tekellerdi.



Tarım alanında da büyük bir depresyon vardı. Zaten ilkel bir durumda olan tarımımız, köylü nüfusunun savaşlarda erimesinin bir sonucu olarak iyice perişan edildi. Yiyeceğimiz buğday bile genellikle dışarıdan getirildi. İşin en acı kısmı, yokluğu her alanda hissedilen teknik personel eksikliğiydi. Sınırsız hammaddeye sahip olan ülkemiz, Batı emperyalizminin çiftliği haline geldi. Atatürkçülüğün en önemli özelliklerinden biri de bu alanda kendini göstermiştir. Atatürk, Türkiye'yi mümkün olduğunca ekonomik olarak dışa kapatmaya çalıştı. Böylece yerli Türk sermayesi ve Türk emekçi halkı gelişebilecekti.



Kurtuluş savaşımız sırasında, Ruslardan bazı maddi yardımlar alınmasına rağmen. Ama aslında Ruslar, Asya Türklüğünün kardeşlerine yardım etmek için aralarında topladıkları parayı bize teslim ediyorlardı. Ancak soydaşlarımızdan toplanan altın, Moskova darphanelerinde Rus Rublesi kalıplarına döküldü ve Türkiye'ye gönderildi.



b) Atatürk döneminde ekonomik durum: Atatürk Türkiye ekonomisinde radikal önlemler almak üzere 17 Şubat 1923'te İzmir'de Türkiye İktisat Kongresi ni topladı. Bu kongreye işçiler, çiftçiler, tüccarlar ve sanayiciler de dahil olmak üzere ülkenin dört bir yanından 1135 delege katıldı. 15 gün boyunca çalışmalarına devam eden bu Kongre, "İktisat Andı" içerek dağıldı.


Atatürk'ün ekonomi politikası iki aşamada uygulanmıştır. Birincisi, halkçılık ve yarı devlet müdahaleciliğine dayanan liberalizm " yöntemlerinin bir karışımıdır. İkincisi, karma ekonomiye dayanan ve 1932-1938 dönemlerini kapsayan planlı kalkınma " dönemidir.

1923-1932 dönemi: bu dönemi kapsayan ekonomi-politika, sınıfsız, ayrıcalıklı, kaynaşmış bir kitleolarak halkçılık ilkesine dayanan Kurtuluş Savaşı'nın yaralarını iyileştirmek için uygulanan bir yöntemdir. Bu nedenle, liberalizm tarafı ağır basan, yani ülkeyi hızlı ve güvenli bir şekilde geliştirmek, özel girişime öncelik vermek öncelikliydi.

1932-1938 dönemi: bu dönemde uygulanan ekonomi politikası devletçilik idi ve ekonomi hızlı kalkınmanın gerçekleştirilmesi planına bağlandı. Böylece, "ilk beş yıllık sanayi planı" 1933 ve 1937 yılları arasında hazırlandı ve başarıyla uygulandı. 1936 yılına gelindiğinde, "ikinci beş yıllık Sanayi planı" da tamamlandı. Ancak Atatürk'ün bizden erken ayrılmasıyla bu plan yürürlüğe giremedi.(9)

Bugün uygulamak zorunda olduğumuz şey, Atatürk'ün kendi sonuçlarını uygulayarak elde ettiği ekonomik yoldur. Buna ek olarak, kapitalist veya sosyalist yollarla daha hızlı geliştirilebileceğini iddia etmek Atatürkçü dünya görüşüne aykırıdır.







fTA5sp.png








6-Devrimcilik: Atatürk devrimi kendi düşünce ve eylemlerine göre şöyle tanımlar:


"Türk milletinin son yüzyıllarda geride kalan kurumları yok ederek en yüksek medeniyet gerekliliklerine uygun olarak ilerlemesine izin verecek yeni kurumların yaratılmasıdır.

Atatürk, tüm başarılarının kaynağının Türk milleti olduğuna inanıyordu. Devrimlerin Atatürk devrimleri olarak adlandırılmasını iyi kabul etmez ve Türk Devrimi olarak düzeltirdi(10). Atatürk, bu düzeltme ile devrimi çoğul" hale getirmenin doğru olmayacağını belirterek, gerçeğe daha uygun olacağını belirtti.

Atatürk devrimciliği sadece Türk toplumuna özgü değildir. Atatürk'ün sorunlara bakış açısı, zaman ve mekan bakımından sınırlı kalan bir düşüncenin çok üzerindedir. Türk toplumu için bulduğu çözümler, özel tarihsel koşulların ötesinde, tüm insan topluluklarını kapsayacak ve hepsine uygulanacak olan derinlik ve genişliktedir. Bu açıdan Türk Devrimi evrenseldir.







nAVhzi.png








Büyük Türk Devrimi:










IBoFtj.png








Türk Devrimi bir bütündür. Fakat onu incelemek ve açıklamak açısından, onu Siyasi devrim, Yasal devrim, Eğitim Devrimi, Ekonomi alanında devrim ve Diğer devrimler gibi bölümlere ayırıyoruz. Aslında, tek bir liderlik ışığının ürünü olan Türk Devrimi başlamış, gelişmiş ve bitmeyen bir olgudur.




1-Siyasi Devrim: Türk devriminin siyasi yönü ile incelenmesi gerekmektedir. M. K. Atatürk, ulusal egemenliğe dayalı yepyeni bir Türk devletini 23 Nisan 1920'de kurdu. Devrimin tüm aşamaları bu devlet içinde gerçekleşti. Devlet siyasi bir kurumdur. Bu siyasi Kurumu önce değiştirmek ve daha sonra devletin devrimci yapısıyla geliştirmek mümkündür. Bu nedenle M. K.Atatürk tarafından kurulan devletin hangi devrimleri gerçekleştirdiğini inceleyelim.

a) Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922): Türk milleti tarih boyunca başında bir hükümdara sahip olmaya alışmıştı. Eski Orta Asya Türklerinde Hakanlar, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Sultan veya Padişah olarak yaşadılar. Eski Türk anlayışına göre egemenlik kutsal bir kavramdı. Göktengri bu kutsallığı bir aileye verdi. Aile üyelerinden başka hiç kimse ulusu yönetme hakkına sahip değildir. Türkler İslam'ı kabul ettikten sonra, bu kutsal egemenlik kavramı da yeni dini kurallarla desteklendi. Böylece, eski Türk anlayışı İslami ilkelerle uyumlu hale geldiğinde Saltanatın önemi daha da artmıştır. Ve 17.YY.dan sonra, onlara Halife" ünvanını vererek daha da güçlendirdiler. Bu nedenle, Atatürk egemenliği Padişahtan aldı ve gerçek sahibi olan millete çok dikkatli ve ihtiyatlı bir şekilde verdi.

b) Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923): İktidar, Cumhuriyet rejimindeki ulus, oligarşi deki elit ve monarşi deki kişi tarafından yönetildi. Ama Türkiye'ye baktığınızda, egemenlik ulusun elindeydi, ancak Hilafetin gücü hala varlığını hissettirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi devrimci bir Meclisti. Bu Meclis, kişisel egemenliğe karşı isyan etti ve millete egemenlik vermek istedi. Uygulamada bir cumhuriyet vardı, ancak sistemin resmi adı bir cumhuriyet değildi.(11)

Ali Fuat Bey (Okyar) başkanlığındaki hükümetin Ekim 1923'te istifa etmesinden sonra, yeni bir hükümet kurma sürecinin işletilmesi istendiğinde bir kriz ortaya çıktı. O zamanki uygulamaya göre, bakan adayları açıklandıktan sonra, milletvekillerinden birinin belirli bir çoğunluk tarafından bakan seçilmesi gerekiyordu. Her türlü hesap, siz-ben farklılıkları, gelecekteki siyasi emelleri, aşırı duyarlılık gösteren bir süreçte sistemi tıkadı, istenen çoğunluğa ulaşılamadı.

28 Ekim akşamı Çankaya'da yemek verildi. Daha sonra akşam yemeğinde Gazi, Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz!" sadece" dedi. Bir cumhuriyet; yani, ulusun yasama, yürütme ve yargı yetkilerine hakim olacağı ve elinde tutacağı bir hükümet biçimi... Saltanata karşı, ulusal egemenliğin konumu... Bu, özgürlüğe, bireyselliğe ve vatandaşlığa yönelmenin en önemli aşamasıdır.

1921 Anayasası, savaş koşulları tarafından oluşturulan bir Anayasaydı. Şimdi, bu Anayasaya ek maddeler yerleştirerek, sistemin tanımı yapılmalıydı. Gazi Paşa'nın önerisi doğrultusunda İsmet Paşa bir önerge hazırladı ve meclise sundu. Bu önergede, egemenliğin koşulsuz Türk milletine olduğu belirtiliyor; hükümet biçiminin halkın kendi kaderinin belirlenmesine dayandığı vurgulanıyor ve daha sonra " devletin hükümet biçimi bir cumhuriyettir." deniyordu.

c) Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924): Hz.Muhammed'in Yardımcısı Halife olarak adlandırılır ve unvanı ve pozisyonu halifelik olarak adlandırılır. Hilafet, 1517'de Yavuz Sultan Selim'in zamanından beri Osmanlı padişahlarının elindeydi. Böylece padişahlar devlet işlerini birlikte yürüttü.

Vahdettin, İngiliz himayesine sığınarak ülkeden kaçtığında, Parlamento 18 Kasım 1922'de Halife ile aynı soydan gelen Abdülmecit Efendi'yi seçti. Osmanlılarda Halifeliğin kaldırılması, herhangi bir fikir adamının zihnini geçmedi. Aydınların çoğu, Hilafet Kurumunun, şer'i doğası ve kanlı maceraları hakkında gerçek bir bilgiye sahip değildi.



Hıristiyanlığın bir Papave bir Patrik olduğu için İslam'ın bir Halifeye sahip olması gerektiğine inanıyorlardı. Ayrıca, 20. Yüzyılda, Papalık ve Patrikhanenin Hıristiyan dünyası üzerindeki etkisinin büyük ölçüde yüzyılda sona erdiğini de bilmiyorlardı.

Özgürlük Savaşının ön saflarında yer alan Mustafa Kemal'in sağ kolu Rauf Bey (Orbay) bile halifeliğe olan bağlılığını açıkça ifade etti ve Mustafa Kemal'e karşı döndü. Ancak Mustafa Kemal parlamentoyu fikirlerini kabul etmeye zorladı ve hilafet 431 sayılı yasa ile kaldırıldı. TBMM, aynı gün çıkarılan bir yasa ile şeriat ve Evkaf vekillerini kaldırdı ve aynı gün çıkarılan bir yasa ile Türkiye'de ilk kez eğitim kurumları birleştirildi (3 Mart 1924)(Tevhid-i Tedrisat).

İstanbul'un sokaklarıYaşasın Gazi Paşa sesleriyle çalıyor.(12)



d) Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925): Tekke ve zaviye, İslam'da çeşitli dini düşünce hareketlerinin toplandığı bir dizi yerdi. Bu hareketlere mezhep denir. Mezhep üyeleri, Tanrı'ya daha çok yaklaşmak için hangi yolda çeşitli yöntemler belirlediler. Çeşitli meslek örgütlerinin, bir dizi mezhebin üyeleriydi. Bu nedenle, mezheplerin büyüklerine çok saygı duyuldu ve neredeyse kendi tarikatlarında hüküm sürdüler. Tekke ve zaviyeler kelimenin tam anlamıyla dini sömürü merkezleriydi. İslam'ın ilkeleri mezhepleri içermiyordu. Buna rağmen, mezhepçilik gelişti.

Gerçek laiklikte, vatandaşın Tanrı'yı arama yöntemine karışılmazdı. Ancak tekke ve zaviyelerde, vatandaşın vicdanı baskı altına alındığından, aslında bu yerler laik bir devletin ülkesinde bulunmamalıdır. Buna ek olarak, Nakşibendi tarikatı gibi dini topluluklar rejime ve devrime karşı çalışıyorlardı. Şeyh Sait ayaklanması da böyle bir kışkırtmanın sonucuydu. İşte, bu çağdışı yerler, 677 no.lu yasalarla kapatıldı.(13)

"Arkadaşlar, Efendiler ve ey millet, Türkiye Cumhuriyeti şeyhlerin, dervişlerin, müritlerin, maczupların memleketi olamayacağını biliyoruz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır!

M. Kemal Atatürk (14)



2-Hukuk Devrimi: bir devletin hukuk düzeni, o devletin yaşam olanaklarını belirler. Hukuk düzeni iyi işliyorsa, günün gereklerini yerine getiriyorsa, adaletsizliklere son veriyorsa, bu devlet sağlam ve uzun ömürlü olacaktır.

Her devletin hukuk sistemi, o devletin kuruluşuna uygun olmalıdır. Dini temellere dayanan devletin yasal kuralları dini ilkeleri yansıtmaktadır. Öte yandan, laik bir devletin yasal kuralları dini ilkelerle ilgili olamaz. Büyük Türk Devrimi'nin oluşturduğu yeni devletimizin iki siyasi temel taşı Cumhuriyet ve laikliktir.

a) Eski yasamıza bir bakış: Tüm yaşam ilişkilerini düzenleyen kurallar hukuktur. Osmanlı İmparatorluğu'nda bu kurallar doğrudan dinden geldi. Herhangi bir ilişki kurmak için önce Kur-an'a bakıldı. Eğer Kur'an bu konuda bir hüküm bulamazsa, Peygamberin (Hadis) sözleri araştırılacaktır. Burada bir düzenleme bulunamazsa, benzer olaylara çözüm şeklinde uygun bir yol tutulacaktır. Buna kıyas deniyordu. Eğer bu gerçekleşmezse, katiplerin birleştiği çözüm yoluna karar verilir. Buna icma deniyor. Kuran'a uymaları çok önemliydi.

İslam hukuku, özellikle aşağıdaki noktalarda, gelişmiş ve uygar anlayışla uyumsuzdu:

Kamu yönetimi açısından, kadına herhangi bir hak verilmedi. Özel hayat meselelerinde erkekler ve kadınlar arasında tam bir eşitsizlik vardı. Boşanma hakkı sadece bir erkeğe verildi. Miras alanında, kızlar erkeklerden yarısı kadar hak kazanabilirdi. Bir kadın ekonomik hayata katılamadı. Mahkemelerde, iki kadın ve bir erkek tanığın yerini alacaktı.

Gayrimüslimler kendi dini hukuklarının uygulanmasını isteme hakkına sahipti. Osmanlı ülkesinde hukuk Birliği yoktu. Hukuk düzeninin bu başarısızlıklarını düzenlemek için II.Mahmud'un saltanatından bu yana bazı çabalar sarf edilmiştir. Ticaret Ve Ceza Kanunu gibi Batı'dan bazı düzenlemeler yapıldı. Yeni yasaları uygulamak için mahkemeler kuruldu. İslam hukukunun dağınık kurallarının bir bölümü toplandı. Buna Mecelle" denir.

b) Yeni hukukun ilkeleri: hukuk düzeninin mihenk taşı "Medeni Hukuk" tur. Kişilerin hakları ve borçları; ailenin kurulması, işleyişi ve sona ermesi; miras ilişkilerinin düzenlenmesi; insanlar ve şeyler arasındaki her türlü ilişkinin doğumu, devamı ve sona ermesi; birbirleriyle çeşitli işlemler yapan insanlar her zaman medeni hukuk meseleleridir. Bir Türk vatandaşının hayatını düzenleyen tam bir Medeni Kanun mümkün olan en kısa sürede yapılmalıdır. İki olasılık vardı: ya bir yasa hazırlanacaktı ya da gelişmiş ülkelerin yasalarından biri de aynı şekilde kabul edilecekti.

Bu iki yolun ikincisi tercih edildi ve nihayetinde İsviçre Medeni Kanunu'nu kabul etmeye karar verildi. Bu yasa bir uzman Konseyi tarafından Türkçe'ye çevrildi ve 4 Kasım 1926'da yürürlüğe girdi. Türk Medeni Kanunu, hayal edilemeyecek kadar kısa bir sürede kamulaştırıldı. Medreselerde yetişen hakimler yavaş yavaş görevden alındı. Sevgili Atatürk 1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'ni açtı. Bu liseden mezun olan avukatlar her zaman yeni bir hukuk anlayışına göre eğitildi. Böylece kısa bir süre içinde, tüm yasal organizasyon gençlerin ve devrimcilerin eline geçti.

Yasal devrimin temeli olan kadın ve erkek eşitliğinin sağladığı ilerleme tartışmasız açıktır. Kentleşme ve sanayileşme geliştikçe, Türk kadını bu eşitliğin yarattığı fırsatları daha iyi değerlendirecektir.







NRcKUM.png








3-Eğitim Devrimi: bir ulusun gelişimi, sağlam bir sosyal yapıya sahip olması, kesinlikle eğitimine bağlıdır. Bu nedenle, devrimci rejimler eğitim sistemine büyük önem vermektedir. Rejimin sürekliliği ve amacının gerçekleştirilmesi, nesiller yetiştirerek mümkündür.

a) Eski eğitim sistemine bir bakış: Osmanlı Devletinin eğitim sistemi de dindardı. Tanzimat dönemine kadar devlet vatandaşın eğitimi ile ilgilenmedi. Yalnız ileri gelenleri eğitmek için kurulmuş bir saray okulu (Enderun) vardı. Bunun dışında vakıflara bağlı mahalle okullarında genç nesiller yetiştirildi. Burada çocuğa Kur'an okumaktan ve yazmaktan başka bir şey öğretilmedi. Mahalle okulunu bitirenler istedikleri takdirde medreseye giderlerdi.

b) Eğitimin birleşmesi ve bir eğitim sisteminin kurulması: devrimci kadro, özellikle Atatürk, Türk vatanının geleceğinin ancak eğitim sorununu çözerek başarılabileceğini biliyordu. 3 Mart 1924'te ilk adım atıldı, Eğitim Birliği sağlandı. Kısa bir süre sonra medreseler kapatıldı.

c) Harf devrimi: öğretmeyi zorlaştıran en önemli dezavantaj, Türk dilinin Arap alfabesiyle yazılmasıydı. İslam'a girerek, Türk dilinin ilkelerine hiç uymayan bu alfabeyi alarak zengin dilimizi bozdu. Türk dilini bin yıldır içine düştüğü bu çıkmazdan kurtarmak sadece Atatürk'ün işi olmuştur.

1927'de Atatürk bu konuda aktif hale geldi. Latin alfabesi, Türk dilini yazmak ve okumak için en uygun harfleri taşıyordu. Bir Bilim Kurulu bu alfabeyi inceledi ve yeni Türk harflerini belirledi. 9 Ağustos 1928'de Atatürk, Sarayburnu'nda ünlü konuşmasını yaptı ve harf devrimini müjdeledi. 1 Ekim 1928'de yeni Türk harfleri Kanunu (K. no:1353) yürürlüğe girmiştir.

d) Üniversite reformu: 31 Mayıs 1933'te "İstanbul Üniversitesi'nin kurulması Hakkında Kanun" kabul edildi. Bu yasa Darülfünun "u kaldırdı ve yerine bir "üniversite" kurdu. Bu, tüm araştırma ve kültür problemini çözmedi. Ancak Türk biliminin temelini oluşturdu. Bugün ülkemizde 187 üniversite varsa, Atatürk tarafından kurulan ilk üniversiteden doğmuşlardır. Üniversiteler kolayca gelişmiş kurumlar değildir. Bir üniversitenin kök salması en az yarım yüzyıl sürer. Türk üniversiteleri de bu şekilde kök salmış olacak. Ulu Önder Atatürk, üniversite reformuyla gerçek bilgiye kapılarımızı açtı. Önemli olan da bu.

e) Tarih ve dil anlayışının değiştirilmesi: Türk devriminin temeli, Türk milliyetçiliğidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde ortaya çıkan Türkçülük akımı, Atatürk ile gerçek yolunu buldu.

Türk milleti hemen hemen her dönemde tarihin seyrini etkiledi. Bu kadar büyük ve köklü bir ulusun tarih anlayışı Osmanlı döneminde öldürüldü. Bunu ifşa etmek, Türk milletini tarihini inşa etmeye özendirmek gerekiyordu. Bu amaçla Atatürk, 15 Nisan 1931'de Türk Tarih Tetkik Cemiyeti kuruldu. Daha sonra Türk Tarih Kurumu adı altında büyük bir bilimsel üne kavuşan bu dernek sayesinde Atatürk, Türk geçmişini karanlıktan kurtarmanın yolunu açtı.

Bir toplumun en önemli varlıklarından biri dildir. Düşünce, dil ile mümkün olan zihinsel bir aktivitedir. Bu da, tüm dalları ile kültür doğurur.

Türk milleti, yüzlerce yıldır kendi diline sahip çıkmamıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nda, Sultanlardan insanlara kadar Türk olan herkes Türkçe düşündü ve konuştu. Bununla birlikte, düşünceleri yazı yoluyla sistematize etmek ve onları bilimsel ve kültürel hayata dökmek gerektiğinde işler değişecektir. Osmanlı anlayışı da yazı dilini Osmanlı yaptı. Farsça Türkçe Arapça, Farsça ve Türkçe, İslam kültürünün hakim olduğu Türk vatanında yapay bir dildi. Medreselerde bilimin dili arapçaydı. İslam Edebiyatı da tarihsel kökenleri açısından İran'a dayanıyordu. Türk düşünür bu iki dil arasında kaldı. Meşrutiyet ile birlikte Türk dilini arındırma çabaları başladı. Atatürk bu çalışmaları genelleştirdi ve 12 Temmuz 1932'de Türk Dil Kurumu olarak adlandırılan Türk Dil Araştırmaları Derneğini kurdu. Bugün, Türkçe bir bilim ve kültür dili haline geldi. Bu, devrimin önemli sonuçlarından biridir.



4-Ekonomik Devrim: bu konu devletçilik bölümünde 1929 öncesi ve sonrası ekonomik durum olarak belirtilmiştir.



5-Diğer Devrimler: devrimin temel seyrinde, radikal değişimlerin hızlandırılmasına yardımcı olmak için başka adımlar atılmıştır.

a) Kılık-Kıyafet Devrimi: Osmanlı ülkesi vatandaşları kostüm-kıyafetlerle tamamen karışık bir görünüme sahipti. Sayıları yüz binlerce kişiyi aşan Müslüman ve Hıristiyan din adamları, cüppeler ve türbanlarla dolaştılar. Birçok vatandaş potur, şalvar, külah giydi. Ama fes çoğu erkeğin başındaydı. İlk bakışta, ulusun kılık değiştirmesine müdahale etmek sakıncalı görünebilir, ancak laik bir devlette yaşayan bir vatandaşın dini kılıklarda dolaştığı bir çelişkiydi. Atatürk de dahil olmak üzere Kurtuluş Savaşı'nda kalpak giydiler. Kalpak, Kurtuluş Savaşı'nın sembolü olmuştur.

M. K. Atatürk, Ağustos 1925'te Kastamonu'ya gitti. 25 Ağustos'ta Kastamonu'ya geldi. Kastamonu muhafazakar olarak bilinen bir yerdi. Atatürk halkı kafasında bir şapka ile karşıladı. Halk heyecanla karşılık verdi ve fesi başlarından attı. Atatürk'ün girişimi başarı ile sona erdiğinde, 25 Kasım 1925'te "şapka kanunu" çıkarıldı.

Atatürk, Orta Çağ kılığında bir Türk kadınının dolaşmasını Türklüğe büyük bir hakaret olarak görüyordu. Gerçekten de, İslam'dan önce Türk kadını bir öcü gibi dolaşmadı, her alanda erkeğiyle birlikte olurdu. Kadınlarımız haklarını elde ettikçe, modern ve onurlu bir şekilde giyinmiş erkeklerinin yanında yer alacaklar.

b) Soyadı Kanunu: 1934 yılına kadar Türklerin soyadı yoktu. 1934'te kabul edilen yasaya göre, Türk'ün kendi isminden başka bir soyadı taşıması gerekiyordu. Atatürk soyadını Millet adına meclise verdi. 2258 Sayılı Kanun ile Gazi Mustafa Kemal Paşa, Atatürk soyadını aldı. Aynı yıl, Osmanlı sosyal yapısını hafızada tasvir eden ünvanlar kaldırıldı.

c) Ölçülerin değiştirilmesi: 1926'da yayınlanan 698 Sayılı Yasaya göre, takvim 1931'de ağırlık ve uzunluk ölçülerine değiştirildi, böylece tüm dünya tarafından kullanılan modern önlemlere geçti.







nAVhzi.png










KAYNAKÇA:






(1) Prof. Dr. Hamza Eroğlu, Kemalizm, (Olgaç Matbaası-1981), s.99-100


(2) M. K. Atatürk, konuşmalar ve açıklamalar, c. 1, S. 412

(3) M. K. Atatürk, konuşmalar ve açıklamalar, Ağustos 1925, c.II, S. 191.

(4) Prof. Dr. İsmet Girit, Kemalizm: modernleşmenin "pragmatik-demokratik" ideolojisi, 03.06.1981 Milliyet Gazetesi, S. 2

(5) Arapça Millet yerine, Türkçe Ulus sözcüğünü, eski gazetenin adı Hakimiyet-i Milliye yerine "Ulus" olarak Atatürk değiştirdi.

(6)Av. Necdet Öklem, Türk Devrim Tarihi (2.Baskı), 1977, Ege Ün. Matbaası, s.314-317

(7)Ahmet Mumcu, Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, Ankara 1971, s.142

(8)Prof. Dr. Afet İnan, Kemal Atatürk'ün Medeni Bilgiler ve el yazmaları, S. 424-426.

(9) Hacı ANGI, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Angı yayınları, 3. Baskı, ANKARA-1983

(10)Prof. Dr. Hikmet BAYUR, Atatürkçülük Nedir?, Varlık Yayınları-İstanbul 1965, İkinci Baskı, s.173-178

(11)Prof. Dr. Kemal Arı, Türk Devrimi tarihi 2., Zeus Kitabevi 2013, s. 79-84

(12)Ercüment Demirer, Halifeliğin kaldırılması, (01.02.1982 Cumhuriyet Gazetesi), S. 2

(13)T.C. Genelkurmay askeri Tarihi, Türk Devrimi tarihi, Gnkur.Basımevi, ANKARA-1971, s. 141-142

(14)Atatürk'ün Kastamonu konuşması, 30 Ağustos 1925

Ellerine saglik
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.