Atatürk’ün İslam İnancı ve İslam’a Hizmetleri [Tüm Detaylarıyla!]

Ghost Killer

Yaşayan Forum Efsanesi
13 Ocak 2019
11,239
7,725
f49j70a.jpg



Atatürk’ün İslam İnancı ve İslam’a Hizmetleri


Bu konunun hazırlanmasındaki asıl gayemiz, Türk Milleti için yapmış olduğu emsalsiz hizmetlere rağmen ahlaksız tevziratlarla itibarsızlaştırılmak istenen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e; bu milletin bir evladı olarak sahip çıkmak ve ona bir zerre de olsa vefa borcumuzu ödeyebilmektir. Çünkü Resul-u Ekrem’in buyurduğu gibi ahde vefa imamdandır.

Gazi Paşa’ya ‘imansız’ diye iftira atanlar esasen kendi imanlarını tehlikeye atmıyorlar mı?

Zira, tarihi vesikalara göre birçok konuşma, yazışma ve söyleşilerinde ‘Müslüman’ üstelik ‘dindar bir Müslüman’ olduğunu söyleyen ve icraatleriyle bunu kanıtlayan bir Türk büyüğüne, her şeyden öte bir Mümin’e, ‘Hayır Müslüman değil’ demek kimin hakkı ve haddi olabilir ki?

Oysa Rabbimiz (cc), “… iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: Bu, apaçık bir iftiradır demeleri gerekmez miydi?” diye buyurmuyor mu? (Nur Suresi 12 ayet)

Yine ulu Rabbimiz (cc) “… Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa, bu büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?” demiyor mu? (Nur Suresi 16 ayet)

Yoksa Peygamberimizin (sav) dediği gibi, ‘Kalbini mi açıp baktınız?”

Velhasıl-ı kelam Gazi Paşa’nın İstiklal Harbi’nde yaptıklarını anlatmaya gerek yok zaten. Bunu bütün dünya biliyor.

Biz bu dosyamızda Paşa’nın İslam’a bakışını ve yüce dinimize hizmetlerini belgeleriyle anlatmaya çalıştık.

O, “Filistin için kanımızı dökmeye hazırız!” diyecek kadar Siyonizm karşıtı yürekli bir mümin, Resul’ün mübarek kabrini yıkmaya yeltenen Suudi Kralı’na, ‘Dünyayı başınıza yıkarım’ diyecek kadar Peygamber hayranı, gerçek İslam alimlerine büyük hürmet eden samimi bir Müslüman’dı.

O; kulun Allah’tan başkasına kulluk etmesine itirazı olan, din tüccarlarını hazzetmeyen, yüce dinimizin para, makam ve mevki için kullanılmasına karşı çıkan ve ‘din adamı’ kisvesi altında ‘vatan hainliği’ne izin vermeyen bir liderdi.



h7fao2l.png



i5z8s3s.jpg



TÜRK MİLLETİ ‘LİDER ÜLKE TÜRKİYE’ HEDEFİNE MİLLİYETÇİ-MUHAFAZAKAR KİMLİĞİ İLE VARABİLİR

Atatürk, gerek etkileyici kişiliği, gerekse ahlaki meziyetleri ile tüm dünyanın kalbinde taht kurmuş, eşsiz bir liderdir. Çöküş arifesinde olan, enkaz haline gelmiş bir imparatorluğun, kölelik tehdidi ile karşı karşıya kaldığını sezinlemiş, milletimizi esaretten kurtarmak için büyük bir milli kurtuluş hareketi başlatmıştır.

Cumhuriyet tarihimiz süresince, kritik dönemler atlatan milletimiz, bir çok problemin üstesinden, yalnızca Atatürk gibi düşünmeye ve milliyetçi-muhafazakar kimliğe sahip çıkmakla gelinebileceğini artık kavramış durumdadır. Türkiye’nin 21. yüzyılda, büyük önderin hedef gösterdiği “muasır medeniyetler” arasında yer alması ve ülkemizin “lider ülke Türkiye” olması için Atatürk’ün açtığı bu yolda emin adımlarla ilerlenmesi gerekmektedir.

Atatürk, sadece siyaset adamlığı ve askeri kişiliğiyle değil, aynı zamanda ahlaki kimliği ile Türk Milleti’nin önünde çok güzel bir örnektir. Atatürk, İslam ahlakıyla ahlaklanmış, tam bir Osmanlı beyefendisidir. İnsanlara karşı son derece müşfik ve hoşgörülü olan Atatürk’ün yüreği, millet ve insan sevgisiyle doludur. Onu tanıyanlar her zaman bitmek bilmeyen sabrını, fedakarlığını, insan sevgisini takdir etmiş ve medeni kişiliğini gıpta ile izlemişlerdir. Cemiyet hayatına değer vermesi, sosyal ilişkilerdeki başarısı ve candan konuşmaları ile tanınan Atamızın tüm bu özellikleri, aslında onun güzel ahlakının bir yansımasıdır.


h7fao2l.png



h3547eq.jpg



“ELHAMDÜLİLLAH HEPİMİZ MÜSLÜMANIZ, HEPİMİZ DİNDARIZ” (1923)

Atatürk hiçbir zaman İslam’a karşı olmamış, tam tersine birçok platformda kendisini ‘samimi bir Müslüman, dindar biri’ olarak tanımlamıştır. Onun mücadele ettiği, din maskesi altında insanların sömürülmesi, dini kullanarak kendine makam, mevki ve çıkar sağlayarak dini yozlaştıranlardır.

16 Mart 1923’de Adana’da Türk Ocağı’nda esnaf ve sanatkarlarla yaptığı konuşmasında Gazi Paşa şunları söylüyor:

“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, büyük ölçüde din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı, hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, hep din kisvesi altındaki küfür ve melânetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar.

Halbuki elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız.

Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında aldığımız dersler, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidirler.”


h7fao2l.png



8jnw24l.jpg



“TÜRK MİLLETİ DİNDAR OLMALIDIR, YANİ BÜTÜN SADELİĞİ İLE DİNDAR OLMALIDIR”

Gazi Paşa dönemin ünlü Fransız gazeteci Maurice Perno ile 11 Şubat 1924 tarihinde yaptığı söyleşi de hilafet ve İslam anlayışına dair önemli açıklamalarda bulundu.

Perno’nun,”Şu halde yeni Türkiye siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak mı demek?” şeklindeki bir sorusuna şu cevabı veriyor:

"Siyasetimizin dine aykırı olmak şöyle dursun, din nokta-ı nazarından eksik bile hissediyoruz” yanıtını vermişti.

Atatürk devamında bu sözleri ifade etmişti:

"Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Halbuki Türkiye’ye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası geldiğinde aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşmazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız.


h7fao2l.png



al9w4b2.jpg



ATATÜRK’ÜN BALIKESİR HUTBESİ (7 Şubat 1923)

“ALLAH BİRDİR, ŞANI BÜYÜKTÜR”


Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde okunan mevlitten sonra minbere çıkarak yaptığı konuşmada cemaate şöyle seslenmiştir:

“Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur'ân-ı Azimüşşan'daki açık ve kesin hükümlerdir.

İnsanlara manevi mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak'tır.

Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazret-i Peygamber'in mübarek yollarını takip ederek bu dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine ait konuları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde, Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni bu şerefe kavuşturan Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.”


h7fao2l.png



dg9b031.jpg



"HZ. MUHAMMED (S.A.V.)'İN MEZARINI YIKILMAKTAN ATATÜRK KURTARMIŞTI"

Bir dönem milletvekilliği de yapan Prof. Nevzat Yalçıntaş, Suudilerin Hz. Muhammed'in mezarının yıkılmasına yönelik 1926 yılındaki teşebbüsünü 2008 yılında gündeme getirmişti.

Yalçıntaş, Kanal D'de yayınlanan Abbas Güçlü'yle Genç Bakış programında şunları söylemişti:

"Suudi Arabistan sınırları içindeki tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hz. Muhammed’in kabrine geldiğini öğrenince bir telgraf çekerek, ‘Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim’ demişti. Bunun üzerine Suudiler Hz. Muhammed’in kabrine dokunamamıştı. Ama bu telgraf yok edildi.”

Bu arada Washington merkezli düşünce kuruluşu GulfInstitute'a göre, son 20 yıl içerisinde, Mekke ve Medine'de bulunan tarihi eserlerin yüzde 95'i yıkıldı!


h7fao2l.png



pl6tnys.jpg



ATATÜRK’ÜN 1937 NUTKU:

“PEYGAMBER’İN SON ARZUSU YANİ MUKADDES TOPRAKLARIN İSLAM HAKİMİYETİNDE KALMASI İÇİN KANIMIZI DÖKMEYE HAZIRIZ!”


Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde bulunan evraka göre Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından saklanan 1937 tarihli belge Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı bir nutuktan söz ediyor. Bu yazı Milli Arşivde (030 10 266 993 25) numaralı dosyada duruyor. Bombay Chronicle gazetesinde Atatürk’ün TBMM’de yaptığı bu konuşma yayınlanmıştır.

27 Temmuz 1937 tarihinde Hakimiyet'i Milliye Gazetesi’nde yer alan konuşmanın Filistin ile alakalı bölümünde Atatürk, “Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslâmiyet'e lâkayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Peygamber'in son arzusu yani, mukaddes toprakların daima İslâm hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeğe hazırız” diyor.

Mustafa Kemal, nutukta şu tarihi sözlere yer veriyor: “Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip kudretimizi bildiğimiz için İslâmiyet'in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslâmiyet'e lâkayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Peygamber'in son arzusu yani, mukaddes toprakların daima İslâm hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeğe hazırız. Cedlerimizin, Selâhaddin'in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlarla mücadele ettikleri toprakların yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda, bütün İslâm âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.”


h7fao2l.png



ndsukua.jpg



“MAKBULE RAMAZAN GELİYOR”

Atatürk, İslam dininin sosyal ve toplumsal boyutuna çok fazla önem vermiştir. Müslümanlar için kutsal ayların ve günlerin toplumsal dayanışmayı, birlik ve bütünlüğü pekiştirdiğini düşünen Atatürk, özellikle Ramazan ayına çok büyük bir önem vermiştir.

Atatürk, Ramazan aylarındaki manevi havadan etkilenmiştir: zaman zaman oruç tutmuş, oruç tutanlara kolaylıklar sağlamış, onlara büyük bir saygı duymuş, hatta Ramazan aylarında bazı kişisel zevklerinden vazgeçmiş, dahası sıkça Kuran okumuş veya özel hafızına Kuran okutarak dinlemiş, akşamları hafızları çağırtarak onlarla Kuran ve din sohbetleri yapmıştır.

Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım bu konuda şunları söylemiştir:“…Her Ramazanın bir günü ve ekseriyetle Kadir gecesi bana iftara gelirdi. O gün, imkan bulabilirse oruç da tutardı. İftar sofrasını tam eski tarzda isterdi. Oruçlu olduğu zaman iftara başlarken dua ederdi.” Atatürk’ün Ramazan ayında kız kardeşi Makbule Hanım’a; “Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme…” diye hatırlatmada bulunup, hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içinde para verdiği bilinmektedir.


h7fao2l.png



i4bguy3.jpg



HAFIZ OKUR: RAMAZAN’DA KUR’AN OKUTUR, HUŞU İÇİNDE DİNLERDİ”

Atatürk’ün özel hafızı Hafız Yaşar Okur, Atatürk’ün Ramazan aylarındaki davranışlarını şöyle gözlemlemiştir: “… Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez ince saz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil Geceleri de saz çaldırmazdı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kuran’ı Kerim’den bazı sureler okuturdu. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu içinde dinlerdi. Ruhunun çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı. Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerin ruhuna Hatim-i Şerif okumamı emrederlerdi. O günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle cami hıncahınç dolardı…”


kjhq2t8.jpg


HAFIZLARLA DİNİ SOHBET EDERDİ

Şimdi de Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu‘ya kulak verelim: “Atatürk ramazan geceleri başta Saadettin Kaynak Hoca olmak üzere o devrin hafızları olan Hf. Yaşar, Hf. Zeki, Hf. Küçük Yaşar, Hf. Burhan, Hf. Hayrullah beyleri davet ederdi ki bu hafızlardan Hafız Yaşar aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Alaturka Müzik Şefiydi. 1930 yılında emekli oldu. Ama ölene kadar hep Atatürk’ün yanındaydı. Soyadı Kanunu çıkınca Atatürk ona ‘Okur’ soyadını vermiştir. Atatürk davet ettiği bu hafızlardan tek tek din konusunda bilgiler alırdı. Ayrıca çok üzerinde durduğu Türkçe Kuran’ı Kerim hakkında görüşlerini de sorardı.

Atatürk, Cemil Said Bey‘in Kuran tercümesini getirtti. Bizlerin tercüme konusunda tek tek fikirlerini aldıktan sonra hemen hemen sabaha kadar tartıştık. Daha sonra ayağa kalkarak ceketlerinin önünü iliklediler. Kuran-ı Kerim’i ellerine alıp Fatiha Suresi’nin Türkçe tercümesini açıp halka okuyormuş gibi ağır ağır okudular. Bu hareketleriyle bizlerin halka nasıl hitap etmemiz gerektiğini göstermek istiyorlardı.

Sonra Atatürk: ‘Sayın hafızlar, içinde bulunduğumuz bu kutsal ay içinde camilerde okuyacağınız mukabelelerin tamamını okuduktan sonra Türkçe olarak da cemaate açıklayacaksınız. İncil’de Aramca yazılmış ama sonradan bütün dillere tercüme edilmiştir. Bir İngiliz İncilini İngilizce, bir Alman İncilini Almanca okur. Herkes okunan mukabelelerin manasını anlarsa dinine daha çok bağlanır” dediler.

Belki de Atatürk’ün Kuranın anlaşılır hale gelmesi içi göstermiş olduğu çabalar O’nun bu kadar iftiralara maruz kalmasına neden oluyor. Herkes tarafından anlaşılan bir Kuran dinin aslında bizlere dayatıldığı gibi olmadığını gün yüzüne vuracağından korktukları için mi Atatürk’ü din dışına itmeye çalışıyorlar? Kim bilir. Unutulmamalıdır ki Yarasalar karanlıkta beslenir.


h7fao2l.png



mfc3khq.jpg



ATATÜRK’ÜN İSLAM’A HİZMETLERİ

- DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NI KURDU

3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan 429 Sayılı Kanun’la Diyanet İşleri Başkanlığı kurulda, Ankara Müftüsü Börekçizade Mehmet Rıza Efendi Diyanet İşleri Başkanı olarak atandı.

- İMAM-HATİP OKULLARI VE İLAHİYAT FAKÜLTELERİ AÇTI

Atatürk, “Her kişi kendi dinini, din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası okuldur” diyerek imam-hatip okullarını ve ilahiyat fakültesini açtı.

-İLK KUR’AN-I KERİM MEALİNİ VE TEFSİRİNİ YAZDIRDI

Gazi Paşa, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşunun 2. yılında 21 Şubat 1924 tarihinde yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Türkçe okunup öz kaynağından öğrenmesi ve daha iyi anlaşılabilmesi için mealin hazırlanması için Elmalı Hamdi Yazır’a ricada bulundu. Bunun için Diyanet bütçesine 20 bin liralık ek ödenek konuldu. Elmalı Hamdi Yazır, ”Hak Dini Kur’an’ın Dili, Yeni Meailli Türkçe Tefsir” adlı 9 ciltlik ilk Türkçe maili hazırladı. Eser Türkiye’nin her yerine ücretsiz dağıtıldı.Yine Cumhuriyetin ilk Kur’an tefsiri Atatürk’ün isteği ile hazırlatılan, Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’nin “Hülasatü’l Beyan Tefsiri Kur’an” isimli eseriydi. Atatürk bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kur’an Türkçe olmalıdır. Türk Kur’an’ın arkasından koşuyor. Fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde ne var bilmiyor.”

- HADİS MEALİ HAZIR HAZIRLATTI

Gazi Paşa, Türk milletinin İslam dinini ‘hurafelerden’ veya ‘din tüccarlarından’ değil bizzati kaynağından yani Kur’an ve hadislerden öğrenmesini arzu ediyordu. Elmalı Hamdi Yazır’ın hazırladığı ilk Türkçe Kur’an mealinin yanısıra sağlam bir hadis kaynağına ihtiyaç olduğunu gören Atatürk, Ahmet Naim Efendi’ye bu görevi vermiştir.

Ahmet Naim Efendi titiz bir çalışma sonucunda Buhari’nin hadis kaynağını Türkçe tercüme etmiş, ilk 3 ciltten sonra eser Kamil Miras tarafından tamamlanmıştır. 1932 yılında bastırılan eser yine Atatürk’ün talimatı ile Kur’an meali gibi Türkiye’nin her yerine ücretsiz dağıtıldı.

Gazi Mustafa Kemal, İslam kaynaklarını Türkçe’ye çevirttirmekle kalmayıp, bunları bastırarak geniş halk kitlelerine ulaşmasını sağlamıştır.


ipxuhak.jpg


GAZİ PAŞA’NIN DİNLE İLGİLİ SÖZLERİ

-'... Elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız...'

(16 Mart 1923, Adana Türk Ocağı, Esnaf ve Sanatkarlarla Toplantı)

-Kur’an’ın tercüme edilmesini emrettim… İlk defa olarak Türkçe’ye tercüme ediliyor. (Hz.) Muhammed’in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim.( Atatürk ve İnkılap, 30 Kasım 1929)

-"Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır

demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum."

-"Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; "Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme"der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi." (Din Toplum ve Kemal Atatürk, Ercüment Demirer, s.10)

-"Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur."

-"Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur"; "Din vardır ve lazımdır."


h7fao2l.png



istwbx4.jpg



Kuran'ı süs olmaktan Atatürk kurtardı




Eğer bugün bizler yüce kitabımızı okuyabiliyor isek; anlayıp tartışabiliyor isek bize bu olanağı sağlayan da Kemal Atatürk olmuştur. Osmanlı Devleti zamanında Kuran’da na yazdığını bilen insan sayısı çok çok azdı. Çünkü; kitabımız Türkçe’ye çevrilmiş değildi. Bunu fırsat bilen o dönemin hocaları da Kuran’ı kendi işlerine geldiği gibi gösteriyorlar; milleti kandırıyorlardı.
Kemal Atatürk; halkımızın yüzyıllar boyunca Kuran’dan uzak tutulduğunu gördü; milleti, kutsal kitapla buluşturdu. Bunun için parasını cebinden vererek büyük din bilgini Elmalılı Hamdi
hocaya, Kuran’ı Türkçe’ye çevirtti.

Böylece; vatandaş orada ne yazıldığını öğrenme olanağına kavuştu. Kuran da duvar süsü olmaktan ancak bu yolla kurtuldu. Yani; Osmanlı Devleti zamanında ‘duvar süsü’ haline getirilen Kuran; cumhuriyet döneminde gerçek yerine yükseltilmiştir. Başbakan Erdoğan; Kuran-ı Kerim’in ilk kez Mustafa Kemal Paşa sayesinde süs eşyası gibi kullanılmaktan kurtarıldığını artık görmelidir.

Atatürk döneminde Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesine şiddetle karşı çıkanlar; bu işi din düşmanlığı gibi gösterenler; şimdi o çevirilerden milyonlarca basarak halka dağıtıyorlar.
Soruyorum: Sonunda kim haklı çıktı? Kuran’ı Türkçe’ye çevirterek onu halka okutturan Büyük Atatürk mü yoksa o günlerde Kemal Atatürk’e ‘Dinsiz! İslam düşmanı!’ diye saldıran yobaz takımı mı?



h7fao2l.png



Elmalılı Hamdi Yazır Hocanın Hayatı Hakkında Detaylı Bilgi İçin Bakabilirsiniz;


T I K L A


qmvsrao.jpg



Bunun yanında 23 Nisan 1920’de Cuma günü Hacı Bayram-ı Veli Cami‘nde kılınan namazın ardından Büyük Millet Meclisi, dualar eşliğinde saat 13:45’te en yaşlı üye Sinop Mebusu Şerif Bey’in nutkuyla açıldı… Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa yurt geneline gönderdiği bildiri ile ülkede Kur’an-ı Kerim ve Buhari-i Şerif hatimleri yapıldı…


1931 yılında Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’ye gelen Japon Büyükelçi Torijori Yamada’ya şunu söyler:

Konu: Japonya’ya cami yaptırılmasıdır…
“DAHA SAVAŞTAN YENİ ÇIKTIK… ÜLKEM ÇOK FAKİR… BORÇ HARÇ İÇİNDEYİZ, DEVLET PARASIYLA CAMİ YAPTIRAMAM, ANCAK BU CAMİYİ BEN KENDİ MAAŞIMDAN BİRİKTİRDİĞİM PARAMLA YAPTIRIRIM”
Ve dediğini yapar; cami 1938 yılında tamamlanır…

Bununla da yetinmez Mustafa Kemal…

La Fontaine, 1621 yılında doğan bu yazarın ülkesi Fransa’da da, Fransızca adı “La Mosque de Paris” olan Paris Camii‘ne katkılarda bulunarak caminin tamamlanmasına yardımcı olmuştur….



h7fao2l.png



hvznhme.jpg



Görsel ile alakalı bu röportajda okunabilir;

(Atatürk'ün Özel Yaşamı)


T I K L A


h7fao2l.png



hisf02k.jpg

Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk Amasya seyahati sırasında, Amasya Tren İstasyonunda, Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerinde tanıdığı ve takdir ettiği Amasya Müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi ile sohbet ederken 22 Kasım 1930


Gazi Mustafa Kemal Paşa, 24 Eylül 1924 tarihinde Amasya’yı ziyaret etti. Kendisini karşılayan halka hitaben yaptığı konuşmada Amasya Müftüsü Abdurrahman Kâmil Efendi’den takdirle söz etti. Gazi Paşa, Amasya Müftüsü’nün Milli Mücadele’deki hizmetini şu cümlelerle anlattı:

Muhterem Efendiler,

“Benim için, memleket için, inkılâp için çok mühim günler geçirdiğim bir şehirde bulunuyorum. Bu şehrin ahalisi, beni gecenin zulmetine rağmen, çok parlak, pek hararetli ve samimî bir tezahüratla karşıladılar. Bu dakikada bu kıymetli halkın mümessilleriyle bir sofrada bulunuyorum. Bütün bunlara ait hissiyatım, fikirlerim o kadar çok, o kadar heyecan halindedir ki, bunları tamamıyla ifade için beşeri lisanı gayri kâfi görmüyorum. Biliyorsunuz ki kalpten kalbe yol vardır. Benim bu dakikada bütün tahassüslerimi, pek vazıh bir surette, kendi kalplerinizde, kendi vicdanlarınızda okuyabilirsiniz.”

“Efendiler! Bundan beş sene evvel buraya geldiğim zaman bu şehir halkı da, bütün millet gibi, hakiki vaziyeti anlamışlardı. Fikirlerde karışıklık vardı. Dimağlar adeta durgun bir haldeydi. Ben burada birçok zevatla beraber, Kâmil Efendi Hazretleriyle de görüştüm. Bir cami-i şerifte hakikati halka izah ettiler. Efendi Hazretleri halka dediler ki:

“Milletin şerefi, haysiyeti, hürriyeti, istiklali hakikaten tehlikeye düşmüştür. Bu felaketten kurtulmak, icap ederse vatanın son ferdine kadar ölmeyi göze almak lazımdır. Padişah olsun, halife olsun, isim ve unvanı ne olursa olsun, hiçbir şahıs ve makamın mevcudiyetinin hikmeti kalmamıştır. Tek kurtuluş çaresi, halkın doğrudan doğruya hâkimiyeti ele alması ve iradesini kullanmasıdır.”

İşte Efendi Hazretlerinin bu yol gösteren vaaz ve nasihatinden sonra herkes çalışmaya başladı. Bu münasebetle Müftü Kâmil Efendi Hazretlerini takdirle yad ediyorum. Ve genç Cumhuriyetimiz, bu gibi ulema ile iftihar eder.”

Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları: 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1959, sayfa: 200.


Resmin renkli hali;


c5z5e9z.jpg



h7fao2l.png


Atatürk’ün Balıkesir’deki Hutbesi



Atatürk, Balıkesir’deki hutbesini bir yurt gezisinde Balıkesir’e uğradığı vakit, 7/2/1923 tarihinde Paşa Camii’nde yapmıştır. Aynen naklediyorum:

“Ey millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve Resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşandaki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen uyuyor. Eğer akla, matıka, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Haktır.


qe78ig9.jpg



Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara yani iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı.


Efendiler! Camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, ibadet ve taatle beraber din ve dünya için neler yapılmak gerektiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.
İşte bizim burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için, bilhassa hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Milli emelleri, milli iradeyi yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bilinmesi neticesinden çıkarmak gerekir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.”



i33zu3v.jpg

Çok değerli bir an. Atatürk Balıkesir’de meşhur hutbesini veriyor.


Atatürk, Balıkesir Paşa Camii’ndeki hitabesini yaptıktan sonra halkın suallerine cevap vereceğini söyleyerek minberden inmiştir. Gazi’ye halk tarafından yirmi ayrı sual sorulmuştur. Bunların hepsini tespit eden Atatürk, hutbeler hakkında soruyu şöylece cevaplandırmıştır:


“Hutbeler hakkında sorulan sualden anlıyorum ki, bu günkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyat-ı fikriye ve lisaniyle, medeni ihtiyaçlariyle mütenasip görülmemektedir.

Efendiler! Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin ma’nası budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım ma’nalar ve mefhumlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazret-i Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendileri verirlerdi.

Gerek Peygamber Efendimiz, gerek Hulefayı Raşidinin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek Hulefayı Raşidinin söylediği şeyler, o günün meseleleridir. O günün askeri, idari, mali, siyasi ve içtimai konularıdır.

İslam ümmeti çoğalıp, İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenab-ı Peygamber ve Hulefayı Raşidinin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkan kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye bir takım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde ileri gelenlerin en büyüğü idi.


Onlar cam-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi ve halkı aldatmaması, halkı, umumi ahvalden haberdar etmek son derece ehemmiyetlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.


t4a121c.jpg

Atatürk dua ediyor. Ramazan Bayramı dolayısıyla T.B.M.M. önünde Abdullah Azmi Efendi tarafından okunan dua anında çekilen fotoğraf (28 Mayıs 1922)


Ancak, millete ait işleri milletten gizli tuttular. Hutbeleri halkın anlamıyacağı bir dilde olması ve onların da bugünkü icabat ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.


7q3d4ct.jpg

Atatürk Tıraklı’da dua ederken.


Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sen evvelki hutbeleri okumak insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lâzımdır. Geçen sene B.M.M. de irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur.” Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fennî ve ilmî hakikatlere uygun olması lâzımdır. Hatiplerin siyasî, içtimaî ve medenî ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olmalıdır ve olacaktır.”


Hutbelerin dili ve konusu hakkında Atatürk’ün son paragrafta belirttiği fikirler herhangi şüphe ve tereddüde yer vermeyecek kadar açık ve kesindir.

Hafız Yaşar Okur


h7fao2l.png


Hafız Yaşar Okur’dan, ‘Ramazan’da Atatürk’



Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya Köşküne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur’an-ı Kerîm’den bazı sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi. Ruhan çok mütelezziz olduğu her hâlinden anlaşılırdı.

Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Velî ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhlarına hatm-i şerif okumamı emrederlerdi. O günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle de cami hınca hınç dolardı. Atamın emirleriyle şehitlerimizin ruhuna hediye edilen bu hatm-i şerif kıraatlarında ilâhî nağmeler cami duvarlarında ihtizazlar yaparak dalga dalga yayılırdı. Bu esnada cemaat huşu’ içinde dinler, şehit kardeşlerinin, babalarının, dedelerinin ruhlarının istirahati için dua ederler, sıcak göz yaşları dökerlerdi.


h15joos.jpg

Cemil Sait Bey’in tercümesi olan bu Kur’an, Atatürk tarafından Hafız Yaşar Okur’a ithaf edilerek imzasıyla hediye edilmiştir.


Büyük Atatürk birçok vesilelerle şöyle demiştir:

“Mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir.” Bunu dinî davranışlarına daima düstur yapmışlardır. O, camileri ibadet için olduğu kadar, düşünmek, meşveret etmek için de birer mukaddes yer olarak telâkki ederdi. Peygamberimiz Efendimizden de büyük bir takdirle bahsederlerdi. O devirler için hep: “Hazret-i Peygamberin zaman-ı saadetlerinde” diye saygı kelimeleri kullanırlardı. Ayrıca Peygamber Efendimizin dirayetli bir devlet adamı, iyi bir başkumandan olduğunu da sık sık tekrarlarlardı.

Velhasıl, büyük Atatürk’ün Ramazanlara karşı ilgisi ve saygısı vardı. Herkesin inancına hürmet ederdi. Maneviyata bağlı idi.


h7fao2l.png


”Atatürk, Kur’ân-ı Kerimi Ellerine Aldı Ve Ceketinin Önlerini İlikledi”



1932’de Ramazanın ikinci günüydü. Atatürk’le Ankara’dan Dolmabahçe Sarayına geldik. Beni huzurlarına çağırdılar:

Yaşar Bey, dediler. İstanbul’un mümtaz hafızlarının bir listesini istiyorum. Ama bunlar musikiye de âşina olmalıdırlar.

Listeyi hemen hazırladım. Bu listede şu isimler vardı: Hafız Sadettin Kaynak, Sultan Selimli Rıza, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Süleymaniye Camii Baş Müezzini Kemâl, Beylerbeyli Fahri, Darüttalim-i Musiki âzasından Büyük Zeki, Muallim Nuri ve Hafız Burhan Beyler… Listede ismini yazdıklarımın hepsi ertesi akşam için Dolmabahçe Sarayına dâvet edildi.

İstanbul’un bu belli başlı hafızları ertesi akşam saraya geldiler. Kendilerini Bolu mebusu Cemil Bey karşıladı ve doğruca Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Beye götürdü. O ana kadar bunların niçin çağırılmış olduğunu ben de bilmiyordum. O gün anladık ki, tercüme ettirilmiş olan Bayram Tekbiri kendilerine meşk ettirilecektir.

Hafızlar ikişer ikişer oldular ve şu metin üzerinden meşke başladılar: ”Allah büyüktür, Allah büyüktür.”

Sultan Selimli Hafız Rıza Efendi bu tercümeye itiraz etti. Bolu mebusu Cemil Beye dönerek:


“- Efendim, dedi. Türkün Tanrısı vardır. Bu “Tanrı” şeklinde okunursa daha muvafık olur kanaatindeyim.


7q3d4ct.jpg

Atatürk Tıraklı’da dua ederken.


Rıza Efendinin bu teklifini Cemil Bey pek ilgi çekici bulmuş olmalı ki, arz etmek üzere hemen Atatürk’ün huzuruna girdi. Döndüğü zaman hepimizi Gazi’nin yanına götürdü. Atatürk, tekbir tercümesinin sadeleştirilmesi hususunda gösterilen arzu üzerine:


“- Peki arkadaşlar, dedi. Tekbirin tercümesini okuyunuz bakalım.”

Okundu: “Tanrı uludur, Tanrı uludur. Tanrı’dan başka Tanrı yoktur. Tanrı uludur, Tanrı uludur ve hamd ona mahsustur.”

Atatürk bu tercüme şeklini çok beğendi. O gece geç vakitlere kadar huzurlarında kalındı, hep bu konu üzerinde saatler süren irşat edici direktiflerde bulundular ve hafızların ertesi akşam yine gelmelerini emrettiler.

Ertesi akşam ayni zevatla Atatürk’ün huzurunda toplandık. Gazi, Cemil Sait Beyin Kur’ân tercümesini getirtti. Ayağa kalkıp Kur’ân-ı Kerimi ellerine aldılar. Ceketinin önlerini iliklediler. “Fatiha Suresi”nin tercümesini açıp halka hitap ediyormuş gibi okudular. Bu davranışlariyle onlara halka hitap san’atını öğretmiş oluyorlardı.

Sonra hepsine ayrı ayrı hangi camide mukabele okuduklarını sordu. Aldığı cevaplar üzerine şu tavsiyede bulundu:


“- Arkadaşlar! Hepinizden ayrı ayrı memnun kaldım. Bu mübarek ay vesilesiyle camilerde yaptığınız mukabelenin son sahifelerini Türkçe olarak cemaate izah ediniz. Halkın dinlediği mukabelenin mânâsını anlamasında çok fayda vardır.”

Yemekten sonra huzurlarından ayrılırken bana dönerek:

“- Siz kalınız Yaşar Bey” dedi. Dr. Reşit Galip ve Kılıç Ali Beyler de orada idi. Onlara dönerek:


“- Gazeteleri haberdar ediniz, dediler. Yaşar Bey öbür gün Yere Batan Camiinde “Yâsin Suresi”nin tercümesini okuyacaktır. Camide yapılacak merasimin tanzimine sizleri memur ediyorum.”

Hafız Yaşar Okur


j3aeymk.jpg

Atatürk’le On Beş Yıl Dini Hatıralar 1962, basım yılı 1962


h7fao2l.png


Atatürk’ün Yerebatan Camii’nde “Yasin Suresi”nin Tercümesini Okutması



Atamın, Yere Batan Camiinde “Yasin Suresi”nin tercümesini okumamı emretmesi üzerine keyfiyet matbuata aksettirilmişti.

Ertesi günü bütün sabah gazeteleri bu haberi şu başlık altında veriyorlardı:

”Hafız Yaşar, bugün Yere Batan Camii’nde Türkçe Kur’ân okuyacaktır.”


fmlq3zx.jpg

Sultan Ahmet Camii’nde büyük Mevlid’ten bir görünüş. Baştan sıra ile: Hafız Yaşar Okur, Hafız Burhan, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Muallim Hafız Nuri, Beylerbeyli Hafız Fahri


Bu haber İstanbul’da bomba tesiri yaptı ve taassubu gıcıkladı. Kur’ânın Arapça nâzil olduğu, tek kelimesine dokunulmayacağı gibi fısıltılar kulaktan kulağa dolaşıyordu. Nitekim aynı gün tramvayda da böyle bir konuşmaya şâhit oldum:


“- Nasıl olur, diyorlardı. Kur’ân nasıl Türkçe okunurmuş?”

Halbuki gazeteler haberi yanlış aksettiriyorlardı. Ben Türkçe Kur’ân okumayacaktım. “Yâsin Suresi”ni Arapça okuyacak, Cemil Sait Beyin tercümesini de cemaate nakledecektim.


Cuma günü Yere Batan Camii’ne gittiğim zaman kalabalık camiden taşmış, sokakları sarmış, trafik durmuştu. Halkı yarmaklığıma imkân yoktu. Baş komiserin yardımıyla bin bir müşkülâtla içeriye girebildim. Cami de pencere içlerine kadar doluydu. Bir köşeye etrafı şallarla süslü bir kürsü konulmuştu. Etrafı da gazeteciler ve foto muhabirleriyle çevriliydi.


9t2byiv.jpg

Hafız Yaşar Okur


Cemaatin arasından kürsüye doğru ilerlemeğe çalışırken dışardan kuvvetli bir korna sesi geldi. Kalabalık “Gazi geliyor” diye dalgalandı.


Halbuki gelenler Maarif Vekili Reşit Galip ve Kılıç Ali Beylerdi. Kürsüye çıktım. Nefesler kesilmişti, bütün gözler bende idi. Arapça “Besmele”yi şerifi çekip arkasından yine Arapça olarak “Yasin Suresi”ni okumaya başladım. Kur’ânı Türkçe okuyacağımı zan edenlerin gözlerindeki hayret ifadesini görüyordum. Sureyi “Sadakallahül’azîm” diye bitirdikten sonra:

“- Vatandaşlar, diye söze başladım. On altıncı sure olan “Yasin”, seksen üçüncü âyettir. Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Şimdi size tercümesini okuyacağım:


“Müşfik ve rahîm Allah’ın ismiyle başlarım. Hakim olan Kur’ân hakkı için kasem ederim ya Muhammed! Sen, tariki müstakime sevkeden bir Resulsün. Kur’ân sana aziz ve rahim olan Tanrı tarafından nâzil olmuştur.”


5wjfzl1.jpg

Kadir Gecesi Ayasofya Camii’nde ilk defa radyo ile verilen Mevlid’ten bir sahne,. Hafız Büyük Zeki, Sadettin Kaynak, Beylerbeyli Fahri, Sultan Selimli Rıza, Muallim Nuri, Hafız Yaşar Okur(Şef)


Sureye böylece devam ederek seksen üçüncü âyetin sonunu da şöyle okudum:


“Her şeyin hükümdar ve hâkim-i mutlakı olan Tanrı’ya hamdolsun. Hepiniz ona rücû’ edeceksiniz.”

“Yasin” sûresi böylece hitama erdikten sonra, Türkçe olarak şu duayı yaptım:

“Ulu Tanrım! Bu okuduğum Yâsini şeriften hâsıl olan sevabı Cenab-ı Muhammed Efendimiz Hazretlerinin ruh-i saadetlerine ulaştır Tanrım! Hak ve adalet üzere hareket edenleri sen pâyidar eyle!


Türkiye Cumhuriyetini ilelebet payidar kıl. Türk milletini sen muhafaza eyle. Şanlı Türk ordusunu ve onun değerli, kahraman, kumandan ve erlerini karada, denizde, havada her veçhile muzaffer kıl Yarabbi! Vatan uğrunda fed-yı can ederek şehit olan asker kardeşlerimizin ruhlarını şad eyle. Vatanımıza kem gözle bakan düşmanlarımızı perişan eyle. Topraklarımıza bol bereket ihsan eyle. Memleketin ve milletin refahına çalışan büyüklerimizin umurlarında muvaffak bilhayr eyle. Âmin.”


h7fao2l.png



Yere Batan Camiinde okunan Yasin tercümesinden sonra Atatürk, beni huzurlarına çağırdılar, dediler ki:


“-Dinî merasim güzel olmuş, tebrik ederim. Halk büyük rağbet göstermiş. Cami küçük olduğu için fazla izdiham olmuş. Ayni merasimi Cuma günü Sultan Ahmet Camii’nde de tekrarlayınız.”

Bu direktifleri üzerine gereken hazırlıklar yapıldı. Cuma günü öğle namazından bir sat evvel dokuz hafızdan mürekkep bir heyet Sultan Ahmet Camiinde toplandılar. Camiin içinde ve dışında on bin kişiden fazla cemaat vardı. Fatih Camii hatibi Hafız Şevket Efendi tarafından hutbe okundu. Sonra Cuma namazı kılındı ve tekbir alınmaya başlandı. Cemaati teşkil eden on bin kişi tekbire iştirak etti. On bin hançerenin ilâhî bir vecd içinde aldığı tekbirler pek ulvî bir manzara arzediyordu.


Tekbir bittikten sonra Kur’ân-ı Kerimin bazı sûrelerinin Türkçe tercümeleri okundu. Mevlidi müteakip bir dua ile dinî merasim hitam buldu.

O akşam merasimin tafsilâtını Atatürk’e arz ettim. Halın merasime karşı gösterdiği alâkadan çok memnun kaldılar. Aynı merasimin Kadir Gecesi Ayasofya Camiinde de yapılmasını emir ettiler.
Aya Sofya Camiinde okunacak Mevlid, Türkiye’de ilk defa radyo ile yayınlanacaktı. 1932 senesi Ramazanının yirmi altıncı gecesi okunacak bu Mevlid için bütün hazırlıklar tamamlandı.

Akşam namazından sonra kapılar kapatıldı. İçerde ve dış avluda benzerine az rastlanan bir kalabalık vardı.

Ancak polisin yardımıyla müezzin mahfiline kadar gidebildik. Teravih namazını Hacı Faik Efendi kıldırdı. Namaz arasında ilâhi ve âyin-i şerif okundu. Hoparlörler camiin her tarafına konulmuştu. Bu dinî merasim Türkiye’den ilk defa radyo ile bütün dünyaya yayılıyordu.

Sıra Mevlide geldi. Yirmi hafızın iştirakiyle okunan Mevlid pek muhteşem ve ulvî oldu. Perde perde yükselen bu ilâhî nağmeler Aya Sofya Camiin cidarlarından Türkiye sathına ve bütün dünyaya yayılıyordu. Cemaat sanki büyülenmiş, gaşyolmuştu. Hele muazzam cemaatin de iştirak ettiği o tekbir sadaları, insana havalanacakmış gibi bir hafiflik hissi veriyordu. Bu ulvî ve ilâhî nağmeleri Atatürk de radyosu başında dinliyorlardı.

Ertesi akşam huzuruna çağıran Atatürk bana şunları söyledi:

“-Dinî merasimi radyodan takip ettim. Çok memnun ve mütehassis oldum. Arkadaşlarınız hafız beyleri yarın akşam saraya iftara davet ediyorum. Kendilerini haberdar ediniz.”

Atamın bu baha biçilmez iltifatları hayatımın en büyük manevî servetidir.


Hafız Yaşar Okur


Ayrıntılı bilgi için bkz;

T I K L A


h7fao2l.png



Tavsiye ettiğim videolar;




Tavsiye ettiğim kitaplar;


Atatürk ve İslam

Atatürk'ün İslam İnancı

Atatürk'ün İslam İnancı 2

Atatürk'ün Kuran Kültürü

h7fao2l.png



Son olarak şu sözle bitiriyorum;


qqtkq3e.jpg





Bu konu 30'dan fazla kaynağın harmanlanmasıyla oluşup, tarafımca hazırlanıp Türk Hack Team ailesine sunulmuştur. Okuduğunuz için teşekkürler.



ovca0xc.gif
af8mqjc.gif



iUBacd.gif
 

SP

Deneyimli Moderatör
29 Eki 2018
2,748
630
Çok güzel konu olmuş ellerine sağlık.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Ghost Killer

Yaşayan Forum Efsanesi
13 Ocak 2019
11,239
7,725
Allah senden razı olsun @Ghost Killer .. Muhteşem..!!!🇹🇷
Elinize, emeğinize sağlık hocam muhteşem bir konu olmuş. 🤩
Detaydan kaçınmamışsınız ellerinize sağlık...
Eline, emeğine sağlık.
Elinize sağlık hocam sabitlik konu olmuş.
Elinize sağlık hocam detaylı ve güzel olmuş çok beğendim
atatürk putperestti atatürk rakı içiyordu atatürk kuran sevmiyordu atatürk hocaları asıyordu atatürk ayyaştı atatürk atayısttı (!). Çok güzel konu olmuş ellerine sağlık.
Muazzam bir konu ellerinize sağlık :love:❤️❤️


Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim.
 

Kermo

Yeni üye
16 Şub 2022
11
1
Atatürkün dinini tartışmak bunca yıl sonra kesin Bi karar ulaşsak bile fayda etmez fakat kimse bir başka İNSAN için Müslüman ya da Müslüman değil diyemez Atatürk ya da yoldan geçen Bi adam fark etmez
 

CasPeRAB

Uzman üye
7 Kas 2021
1,146
461
TR❤AZ
f49j70a.jpg



Atatürk’ün İslam İnancı ve İslam’a Hizmetleri


Bu konunun hazırlanmasındaki asıl gayemiz, Türk Milleti için yapmış olduğu emsalsiz hizmetlere rağmen ahlaksız tevziratlarla itibarsızlaştırılmak istenen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e; bu milletin bir evladı olarak sahip çıkmak ve ona bir zerre de olsa vefa borcumuzu ödeyebilmektir. Çünkü Resul-u Ekrem’in buyurduğu gibi ahde vefa imamdandır.

Gazi Paşa’ya ‘imansız’ diye iftira atanlar esasen kendi imanlarını tehlikeye atmıyorlar mı?

Zira, tarihi vesikalara göre birçok konuşma, yazışma ve söyleşilerinde ‘Müslüman’ üstelik ‘dindar bir Müslüman’ olduğunu söyleyen ve icraatleriyle bunu kanıtlayan bir Türk büyüğüne, her şeyden öte bir Mümin’e, ‘Hayır Müslüman değil’ demek kimin hakkı ve haddi olabilir ki?

Oysa Rabbimiz (cc), “… iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: Bu, apaçık bir iftiradır demeleri gerekmez miydi?” diye buyurmuyor mu? (Nur Suresi 12 ayet)

Yine ulu Rabbimiz (cc) “… Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa, bu büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?” demiyor mu? (Nur Suresi 16 ayet)

Yoksa Peygamberimizin (sav) dediği gibi, ‘Kalbini mi açıp baktınız?”

Velhasıl-ı kelam Gazi Paşa’nın İstiklal Harbi’nde yaptıklarını anlatmaya gerek yok zaten. Bunu bütün dünya biliyor.

Biz bu dosyamızda Paşa’nın İslam’a bakışını ve yüce dinimize hizmetlerini belgeleriyle anlatmaya çalıştık.

O, “Filistin için kanımızı dökmeye hazırız!” diyecek kadar Siyonizm karşıtı yürekli bir mümin, Resul’ün mübarek kabrini yıkmaya yeltenen Suudi Kralı’na, ‘Dünyayı başınıza yıkarım’ diyecek kadar Peygamber hayranı, gerçek İslam alimlerine büyük hürmet eden samimi bir Müslüman’dı.

O; kulun Allah’tan başkasına kulluk etmesine itirazı olan, din tüccarlarını hazzetmeyen, yüce dinimizin para, makam ve mevki için kullanılmasına karşı çıkan ve ‘din adamı’ kisvesi altında ‘vatan hainliği’ne izin vermeyen bir liderdi.



h7fao2l.png



i5z8s3s.jpg



TÜRK MİLLETİ ‘LİDER ÜLKE TÜRKİYE’ HEDEFİNE MİLLİYETÇİ-MUHAFAZAKAR KİMLİĞİ İLE VARABİLİR

Atatürk, gerek etkileyici kişiliği, gerekse ahlaki meziyetleri ile tüm dünyanın kalbinde taht kurmuş, eşsiz bir liderdir. Çöküş arifesinde olan, enkaz haline gelmiş bir imparatorluğun, kölelik tehdidi ile karşı karşıya kaldığını sezinlemiş, milletimizi esaretten kurtarmak için büyük bir milli kurtuluş hareketi başlatmıştır.

Cumhuriyet tarihimiz süresince, kritik dönemler atlatan milletimiz, bir çok problemin üstesinden, yalnızca Atatürk gibi düşünmeye ve milliyetçi-muhafazakar kimliğe sahip çıkmakla gelinebileceğini artık kavramış durumdadır. Türkiye’nin 21. yüzyılda, büyük önderin hedef gösterdiği “muasır medeniyetler” arasında yer alması ve ülkemizin “lider ülke Türkiye” olması için Atatürk’ün açtığı bu yolda emin adımlarla ilerlenmesi gerekmektedir.

Atatürk, sadece siyaset adamlığı ve askeri kişiliğiyle değil, aynı zamanda ahlaki kimliği ile Türk Milleti’nin önünde çok güzel bir örnektir. Atatürk, İslam ahlakıyla ahlaklanmış, tam bir Osmanlı beyefendisidir. İnsanlara karşı son derece müşfik ve hoşgörülü olan Atatürk’ün yüreği, millet ve insan sevgisiyle doludur. Onu tanıyanlar her zaman bitmek bilmeyen sabrını, fedakarlığını, insan sevgisini takdir etmiş ve medeni kişiliğini gıpta ile izlemişlerdir. Cemiyet hayatına değer vermesi, sosyal ilişkilerdeki başarısı ve candan konuşmaları ile tanınan Atamızın tüm bu özellikleri, aslında onun güzel ahlakının bir yansımasıdır.


h7fao2l.png



h3547eq.jpg



“ELHAMDÜLİLLAH HEPİMİZ MÜSLÜMANIZ, HEPİMİZ DİNDARIZ” (1923)

Atatürk hiçbir zaman İslam’a karşı olmamış, tam tersine birçok platformda kendisini ‘samimi bir Müslüman, dindar biri’ olarak tanımlamıştır. Onun mücadele ettiği, din maskesi altında insanların sömürülmesi, dini kullanarak kendine makam, mevki ve çıkar sağlayarak dini yozlaştıranlardır.

16 Mart 1923’de Adana’da Türk Ocağı’nda esnaf ve sanatkarlarla yaptığı konuşmasında Gazi Paşa şunları söylüyor:

“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, büyük ölçüde din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı, hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, hep din kisvesi altındaki küfür ve melânetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar.

Halbuki elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız.

Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında aldığımız dersler, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidirler.”


h7fao2l.png



8jnw24l.jpg



“TÜRK MİLLETİ DİNDAR OLMALIDIR, YANİ BÜTÜN SADELİĞİ İLE DİNDAR OLMALIDIR”

Gazi Paşa dönemin ünlü Fransız gazeteci Maurice Perno ile 11 Şubat 1924 tarihinde yaptığı söyleşi de hilafet ve İslam anlayışına dair önemli açıklamalarda bulundu.

Perno’nun,”Şu halde yeni Türkiye siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak mı demek?” şeklindeki bir sorusuna şu cevabı veriyor:

"Siyasetimizin dine aykırı olmak şöyle dursun, din nokta-ı nazarından eksik bile hissediyoruz” yanıtını vermişti.

Atatürk devamında bu sözleri ifade etmişti:

"Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Halbuki Türkiye’ye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası geldiğinde aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşmazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız.


h7fao2l.png



al9w4b2.jpg



ATATÜRK’ÜN BALIKESİR HUTBESİ (7 Şubat 1923)

“ALLAH BİRDİR, ŞANI BÜYÜKTÜR”


Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde okunan mevlitten sonra minbere çıkarak yaptığı konuşmada cemaate şöyle seslenmiştir:

“Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur'ân-ı Azimüşşan'daki açık ve kesin hükümlerdir.

İnsanlara manevi mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak'tır.

Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazret-i Peygamber'in mübarek yollarını takip ederek bu dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine ait konuları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde, Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni bu şerefe kavuşturan Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.”


h7fao2l.png



dg9b031.jpg



"HZ. MUHAMMED (S.A.V.)'İN MEZARINI YIKILMAKTAN ATATÜRK KURTARMIŞTI"

Bir dönem milletvekilliği de yapan Prof. Nevzat Yalçıntaş, Suudilerin Hz. Muhammed'in mezarının yıkılmasına yönelik 1926 yılındaki teşebbüsünü 2008 yılında gündeme getirmişti.

Yalçıntaş, Kanal D'de yayınlanan Abbas Güçlü'yle Genç Bakış programında şunları söylemişti:

"Suudi Arabistan sınırları içindeki tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hz. Muhammed’in kabrine geldiğini öğrenince bir telgraf çekerek, ‘Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim’ demişti. Bunun üzerine Suudiler Hz. Muhammed’in kabrine dokunamamıştı. Ama bu telgraf yok edildi.”

Bu arada Washington merkezli düşünce kuruluşu GulfInstitute'a göre, son 20 yıl içerisinde, Mekke ve Medine'de bulunan tarihi eserlerin yüzde 95'i yıkıldı!


h7fao2l.png



pl6tnys.jpg



ATATÜRK’ÜN 1937 NUTKU:

“PEYGAMBER’İN SON ARZUSU YANİ MUKADDES TOPRAKLARIN İSLAM HAKİMİYETİNDE KALMASI İÇİN KANIMIZI DÖKMEYE HAZIRIZ!”


Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde bulunan evraka göre Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından saklanan 1937 tarihli belge Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı bir nutuktan söz ediyor. Bu yazı Milli Arşivde (030 10 266 993 25) numaralı dosyada duruyor. Bombay Chronicle gazetesinde Atatürk’ün TBMM’de yaptığı bu konuşma yayınlanmıştır.

27 Temmuz 1937 tarihinde Hakimiyet'i Milliye Gazetesi’nde yer alan konuşmanın Filistin ile alakalı bölümünde Atatürk, “Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslâmiyet'e lâkayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Peygamber'in son arzusu yani, mukaddes toprakların daima İslâm hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeğe hazırız” diyor.

Mustafa Kemal, nutukta şu tarihi sözlere yer veriyor: “Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip kudretimizi bildiğimiz için İslâmiyet'in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslâmiyet'e lâkayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Peygamber'in son arzusu yani, mukaddes toprakların daima İslâm hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeğe hazırız. Cedlerimizin, Selâhaddin'in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlarla mücadele ettikleri toprakların yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda, bütün İslâm âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.”


h7fao2l.png



ndsukua.jpg



“MAKBULE RAMAZAN GELİYOR”

Atatürk, İslam dininin sosyal ve toplumsal boyutuna çok fazla önem vermiştir. Müslümanlar için kutsal ayların ve günlerin toplumsal dayanışmayı, birlik ve bütünlüğü pekiştirdiğini düşünen Atatürk, özellikle Ramazan ayına çok büyük bir önem vermiştir.

Atatürk, Ramazan aylarındaki manevi havadan etkilenmiştir: zaman zaman oruç tutmuş, oruç tutanlara kolaylıklar sağlamış, onlara büyük bir saygı duymuş, hatta Ramazan aylarında bazı kişisel zevklerinden vazgeçmiş, dahası sıkça Kuran okumuş veya özel hafızına Kuran okutarak dinlemiş, akşamları hafızları çağırtarak onlarla Kuran ve din sohbetleri yapmıştır.

Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım bu konuda şunları söylemiştir:“…Her Ramazanın bir günü ve ekseriyetle Kadir gecesi bana iftara gelirdi. O gün, imkan bulabilirse oruç da tutardı. İftar sofrasını tam eski tarzda isterdi. Oruçlu olduğu zaman iftara başlarken dua ederdi.” Atatürk’ün Ramazan ayında kız kardeşi Makbule Hanım’a; “Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme…” diye hatırlatmada bulunup, hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içinde para verdiği bilinmektedir.


h7fao2l.png



i4bguy3.jpg



HAFIZ OKUR: RAMAZAN’DA KUR’AN OKUTUR, HUŞU İÇİNDE DİNLERDİ”

Atatürk’ün özel hafızı Hafız Yaşar Okur, Atatürk’ün Ramazan aylarındaki davranışlarını şöyle gözlemlemiştir: “… Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez ince saz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil Geceleri de saz çaldırmazdı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kuran’ı Kerim’den bazı sureler okuturdu. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu içinde dinlerdi. Ruhunun çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı. Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerin ruhuna Hatim-i Şerif okumamı emrederlerdi. O günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle cami hıncahınç dolardı…”


kjhq2t8.jpg


HAFIZLARLA DİNİ SOHBET EDERDİ

Şimdi de Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu‘ya kulak verelim: “Atatürk ramazan geceleri başta Saadettin Kaynak Hoca olmak üzere o devrin hafızları olan Hf. Yaşar, Hf. Zeki, Hf. Küçük Yaşar, Hf. Burhan, Hf. Hayrullah beyleri davet ederdi ki bu hafızlardan Hafız Yaşar aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Alaturka Müzik Şefiydi. 1930 yılında emekli oldu. Ama ölene kadar hep Atatürk’ün yanındaydı. Soyadı Kanunu çıkınca Atatürk ona ‘Okur’ soyadını vermiştir. Atatürk davet ettiği bu hafızlardan tek tek din konusunda bilgiler alırdı. Ayrıca çok üzerinde durduğu Türkçe Kuran’ı Kerim hakkında görüşlerini de sorardı.

Atatürk, Cemil Said Bey‘in Kuran tercümesini getirtti. Bizlerin tercüme konusunda tek tek fikirlerini aldıktan sonra hemen hemen sabaha kadar tartıştık. Daha sonra ayağa kalkarak ceketlerinin önünü iliklediler. Kuran-ı Kerim’i ellerine alıp Fatiha Suresi’nin Türkçe tercümesini açıp halka okuyormuş gibi ağır ağır okudular. Bu hareketleriyle bizlerin halka nasıl hitap etmemiz gerektiğini göstermek istiyorlardı.

Sonra Atatürk: ‘Sayın hafızlar, içinde bulunduğumuz bu kutsal ay içinde camilerde okuyacağınız mukabelelerin tamamını okuduktan sonra Türkçe olarak da cemaate açıklayacaksınız. İncil’de Aramca yazılmış ama sonradan bütün dillere tercüme edilmiştir. Bir İngiliz İncilini İngilizce, bir Alman İncilini Almanca okur. Herkes okunan mukabelelerin manasını anlarsa dinine daha çok bağlanır” dediler.

Belki de Atatürk’ün Kuranın anlaşılır hale gelmesi içi göstermiş olduğu çabalar O’nun bu kadar iftiralara maruz kalmasına neden oluyor. Herkes tarafından anlaşılan bir Kuran dinin aslında bizlere dayatıldığı gibi olmadığını gün yüzüne vuracağından korktukları için mi Atatürk’ü din dışına itmeye çalışıyorlar? Kim bilir. Unutulmamalıdır ki Yarasalar karanlıkta beslenir.


h7fao2l.png



mfc3khq.jpg



ATATÜRK’ÜN İSLAM’A HİZMETLERİ

- DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NI KURDU

3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan 429 Sayılı Kanun’la Diyanet İşleri Başkanlığı kurulda, Ankara Müftüsü Börekçizade Mehmet Rıza Efendi Diyanet İşleri Başkanı olarak atandı.

- İMAM-HATİP OKULLARI VE İLAHİYAT FAKÜLTELERİ AÇTI

Atatürk, “Her kişi kendi dinini, din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası okuldur” diyerek imam-hatip okullarını ve ilahiyat fakültesini açtı.

-İLK KUR’AN-I KERİM MEALİNİ VE TEFSİRİNİ YAZDIRDI

Gazi Paşa, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşunun 2. yılında 21 Şubat 1924 tarihinde yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Türkçe okunup öz kaynağından öğrenmesi ve daha iyi anlaşılabilmesi için mealin hazırlanması için Elmalı Hamdi Yazır’a ricada bulundu. Bunun için Diyanet bütçesine 20 bin liralık ek ödenek konuldu. Elmalı Hamdi Yazır, ”Hak Dini Kur’an’ın Dili, Yeni Meailli Türkçe Tefsir” adlı 9 ciltlik ilk Türkçe maili hazırladı. Eser Türkiye’nin her yerine ücretsiz dağıtıldı.Yine Cumhuriyetin ilk Kur’an tefsiri Atatürk’ün isteği ile hazırlatılan, Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’nin “Hülasatü’l Beyan Tefsiri Kur’an” isimli eseriydi. Atatürk bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kur’an Türkçe olmalıdır. Türk Kur’an’ın arkasından koşuyor. Fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde ne var bilmiyor.”

- HADİS MEALİ HAZIR HAZIRLATTI

Gazi Paşa, Türk milletinin İslam dinini ‘hurafelerden’ veya ‘din tüccarlarından’ değil bizzati kaynağından yani Kur’an ve hadislerden öğrenmesini arzu ediyordu. Elmalı Hamdi Yazır’ın hazırladığı ilk Türkçe Kur’an mealinin yanısıra sağlam bir hadis kaynağına ihtiyaç olduğunu gören Atatürk, Ahmet Naim Efendi’ye bu görevi vermiştir.

Ahmet Naim Efendi titiz bir çalışma sonucunda Buhari’nin hadis kaynağını Türkçe tercüme etmiş, ilk 3 ciltten sonra eser Kamil Miras tarafından tamamlanmıştır. 1932 yılında bastırılan eser yine Atatürk’ün talimatı ile Kur’an meali gibi Türkiye’nin her yerine ücretsiz dağıtıldı.

Gazi Mustafa Kemal, İslam kaynaklarını Türkçe’ye çevirttirmekle kalmayıp, bunları bastırarak geniş halk kitlelerine ulaşmasını sağlamıştır.


ipxuhak.jpg


GAZİ PAŞA’NIN DİNLE İLGİLİ SÖZLERİ

-'... Elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız...'

(16 Mart 1923, Adana Türk Ocağı, Esnaf ve Sanatkarlarla Toplantı)

-Kur’an’ın tercüme edilmesini emrettim… İlk defa olarak Türkçe’ye tercüme ediliyor. (Hz.) Muhammed’in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim.( Atatürk ve İnkılap, 30 Kasım 1929)

-"Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır

demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum."

-"Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; "Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme"der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi." (Din Toplum ve Kemal Atatürk, Ercüment Demirer, s.10)

-"Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur."

-"Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur"; "Din vardır ve lazımdır."


h7fao2l.png



istwbx4.jpg



Kuran'ı süs olmaktan Atatürk kurtardı




Eğer bugün bizler yüce kitabımızı okuyabiliyor isek; anlayıp tartışabiliyor isek bize bu olanağı sağlayan da Kemal Atatürk olmuştur. Osmanlı Devleti zamanında Kuran’da na yazdığını bilen insan sayısı çok çok azdı. Çünkü; kitabımız Türkçe’ye çevrilmiş değildi. Bunu fırsat bilen o dönemin hocaları da Kuran’ı kendi işlerine geldiği gibi gösteriyorlar; milleti kandırıyorlardı.
Kemal Atatürk; halkımızın yüzyıllar boyunca Kuran’dan uzak tutulduğunu gördü; milleti, kutsal kitapla buluşturdu. Bunun için parasını cebinden vererek büyük din bilgini Elmalılı Hamdi
hocaya, Kuran’ı Türkçe’ye çevirtti.

Böylece; vatandaş orada ne yazıldığını öğrenme olanağına kavuştu. Kuran da duvar süsü olmaktan ancak bu yolla kurtuldu. Yani; Osmanlı Devleti zamanında ‘duvar süsü’ haline getirilen Kuran; cumhuriyet döneminde gerçek yerine yükseltilmiştir. Başbakan Erdoğan; Kuran-ı Kerim’in ilk kez Mustafa Kemal Paşa sayesinde süs eşyası gibi kullanılmaktan kurtarıldığını artık görmelidir.

Atatürk döneminde Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesine şiddetle karşı çıkanlar; bu işi din düşmanlığı gibi gösterenler; şimdi o çevirilerden milyonlarca basarak halka dağıtıyorlar.
Soruyorum: Sonunda kim haklı çıktı? Kuran’ı Türkçe’ye çevirterek onu halka okutturan Büyük Atatürk mü yoksa o günlerde Kemal Atatürk’e ‘Dinsiz! İslam düşmanı!’ diye saldıran yobaz takımı mı?



h7fao2l.png



Elmalılı Hamdi Yazır Hocanın Hayatı Hakkında Detaylı Bilgi İçin Bakabilirsiniz;


T I K L A


qmvsrao.jpg



Bunun yanında 23 Nisan 1920’de Cuma günü Hacı Bayram-ı Veli Cami‘nde kılınan namazın ardından Büyük Millet Meclisi, dualar eşliğinde saat 13:45’te en yaşlı üye Sinop Mebusu Şerif Bey’in nutkuyla açıldı… Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa yurt geneline gönderdiği bildiri ile ülkede Kur’an-ı Kerim ve Buhari-i Şerif hatimleri yapıldı…


1931 yılında Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’ye gelen Japon Büyükelçi Torijori Yamada’ya şunu söyler:

Konu: Japonya’ya cami yaptırılmasıdır…


Ve dediğini yapar; cami 1938 yılında tamamlanır…

Bununla da yetinmez Mustafa Kemal…

La Fontaine, 1621 yılında doğan bu yazarın ülkesi Fransa’da da, Fransızca adı “La Mosque de Paris” olan Paris Camii‘ne katkılarda bulunarak caminin tamamlanmasına yardımcı olmuştur….



h7fao2l.png



hvznhme.jpg



Görsel ile alakalı bu röportajda okunabilir;

(Atatürk'ün Özel Yaşamı)


T I K L A


h7fao2l.png



hisf02k.jpg

Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk Amasya seyahati sırasında, Amasya Tren İstasyonunda, Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerinde tanıdığı ve takdir ettiği Amasya Müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi ile sohbet ederken 22 Kasım 1930


Gazi Mustafa Kemal Paşa, 24 Eylül 1924 tarihinde Amasya’yı ziyaret etti. Kendisini karşılayan halka hitaben yaptığı konuşmada Amasya Müftüsü Abdurrahman Kâmil Efendi’den takdirle söz etti. Gazi Paşa, Amasya Müftüsü’nün Milli Mücadele’deki hizmetini şu cümlelerle anlattı:

Muhterem Efendiler,

“Benim için, memleket için, inkılâp için çok mühim günler geçirdiğim bir şehirde bulunuyorum. Bu şehrin ahalisi, beni gecenin zulmetine rağmen, çok parlak, pek hararetli ve samimî bir tezahüratla karşıladılar. Bu dakikada bu kıymetli halkın mümessilleriyle bir sofrada bulunuyorum. Bütün bunlara ait hissiyatım, fikirlerim o kadar çok, o kadar heyecan halindedir ki, bunları tamamıyla ifade için beşeri lisanı gayri kâfi görmüyorum. Biliyorsunuz ki kalpten kalbe yol vardır. Benim bu dakikada bütün tahassüslerimi, pek vazıh bir surette, kendi kalplerinizde, kendi vicdanlarınızda okuyabilirsiniz.”

“Efendiler! Bundan beş sene evvel buraya geldiğim zaman bu şehir halkı da, bütün millet gibi, hakiki vaziyeti anlamışlardı. Fikirlerde karışıklık vardı. Dimağlar adeta durgun bir haldeydi. Ben burada birçok zevatla beraber, Kâmil Efendi Hazretleriyle de görüştüm. Bir cami-i şerifte hakikati halka izah ettiler. Efendi Hazretleri halka dediler ki:

“Milletin şerefi, haysiyeti, hürriyeti, istiklali hakikaten tehlikeye düşmüştür. Bu felaketten kurtulmak, icap ederse vatanın son ferdine kadar ölmeyi göze almak lazımdır. Padişah olsun, halife olsun, isim ve unvanı ne olursa olsun, hiçbir şahıs ve makamın mevcudiyetinin hikmeti kalmamıştır. Tek kurtuluş çaresi, halkın doğrudan doğruya hâkimiyeti ele alması ve iradesini kullanmasıdır.”

İşte Efendi Hazretlerinin bu yol gösteren vaaz ve nasihatinden sonra herkes çalışmaya başladı. Bu münasebetle Müftü Kâmil Efendi Hazretlerini takdirle yad ediyorum. Ve genç Cumhuriyetimiz, bu gibi ulema ile iftihar eder.”

Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları: 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1959, sayfa: 200.


Resmin renkli hali;


c5z5e9z.jpg



h7fao2l.png


Atatürk’ün Balıkesir’deki Hutbesi



Atatürk, Balıkesir’deki hutbesini bir yurt gezisinde Balıkesir’e uğradığı vakit, 7/2/1923 tarihinde Paşa Camii’nde yapmıştır. Aynen naklediyorum:

“Ey millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve Resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşandaki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen uyuyor. Eğer akla, matıka, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Haktır.


qe78ig9.jpg



Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara yani iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı.

Efendiler! Camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, ibadet ve taatle beraber din ve dünya için neler yapılmak gerektiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.
İşte bizim burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için, bilhassa hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Milli emelleri, milli iradeyi yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bilinmesi neticesinden çıkarmak gerekir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.”



i33zu3v.jpg

Çok değerli bir an. Atatürk Balıkesir’de meşhur hutbesini veriyor.


Atatürk, Balıkesir Paşa Camii’ndeki hitabesini yaptıktan sonra halkın suallerine cevap vereceğini söyleyerek minberden inmiştir. Gazi’ye halk tarafından yirmi ayrı sual sorulmuştur. Bunların hepsini tespit eden Atatürk, hutbeler hakkında soruyu şöylece cevaplandırmıştır:


“Hutbeler hakkında sorulan sualden anlıyorum ki, bu günkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyat-ı fikriye ve lisaniyle, medeni ihtiyaçlariyle mütenasip görülmemektedir.

Efendiler! Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin ma’nası budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım ma’nalar ve mefhumlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazret-i Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendileri verirlerdi.

Gerek Peygamber Efendimiz, gerek Hulefayı Raşidinin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek Hulefayı Raşidinin söylediği şeyler, o günün meseleleridir. O günün askeri, idari, mali, siyasi ve içtimai konularıdır.

İslam ümmeti çoğalıp, İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenab-ı Peygamber ve Hulefayı Raşidinin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkan kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye bir takım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde ileri gelenlerin en büyüğü idi.


Onlar cam-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi ve halkı aldatmaması, halkı, umumi ahvalden haberdar etmek son derece ehemmiyetlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.


t4a121c.jpg

Atatürk dua ediyor. Ramazan Bayramı dolayısıyla T.B.M.M. önünde Abdullah Azmi Efendi tarafından okunan dua anında çekilen fotoğraf (28 Mayıs 1922)


Ancak, millete ait işleri milletten gizli tuttular. Hutbeleri halkın anlamıyacağı bir dilde olması ve onların da bugünkü icabat ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.


7q3d4ct.jpg

Atatürk Tıraklı’da dua ederken.


Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sen evvelki hutbeleri okumak insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lâzımdır. Geçen sene B.M.M. de irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur.” Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fennî ve ilmî hakikatlere uygun olması lâzımdır. Hatiplerin siyasî, içtimaî ve medenî ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olmalıdır ve olacaktır.”


Hutbelerin dili ve konusu hakkında Atatürk’ün son paragrafta belirttiği fikirler herhangi şüphe ve tereddüde yer vermeyecek kadar açık ve kesindir.

Hafız Yaşar Okur


h7fao2l.png


Hafız Yaşar Okur’dan, ‘Ramazan’da Atatürk’



Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya Köşküne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur’an-ı Kerîm’den bazı sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi. Ruhan çok mütelezziz olduğu her hâlinden anlaşılırdı.

Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Velî ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhlarına hatm-i şerif okumamı emrederlerdi. O günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle de cami hınca hınç dolardı. Atamın emirleriyle şehitlerimizin ruhuna hediye edilen bu hatm-i şerif kıraatlarında ilâhî nağmeler cami duvarlarında ihtizazlar yaparak dalga dalga yayılırdı. Bu esnada cemaat huşu’ içinde dinler, şehit kardeşlerinin, babalarının, dedelerinin ruhlarının istirahati için dua ederler, sıcak göz yaşları dökerlerdi.


h15joos.jpg

Cemil Sait Bey’in tercümesi olan bu Kur’an, Atatürk tarafından Hafız Yaşar Okur’a ithaf edilerek imzasıyla hediye edilmiştir.


Büyük Atatürk birçok vesilelerle şöyle demiştir:

“Mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir.” Bunu dinî davranışlarına daima düstur yapmışlardır. O, camileri ibadet için olduğu kadar, düşünmek, meşveret etmek için de birer mukaddes yer olarak telâkki ederdi. Peygamberimiz Efendimizden de büyük bir takdirle bahsederlerdi. O devirler için hep: “Hazret-i Peygamberin zaman-ı saadetlerinde” diye saygı kelimeleri kullanırlardı. Ayrıca Peygamber Efendimizin dirayetli bir devlet adamı, iyi bir başkumandan olduğunu da sık sık tekrarlarlardı.

Velhasıl, büyük Atatürk’ün Ramazanlara karşı ilgisi ve saygısı vardı. Herkesin inancına hürmet ederdi. Maneviyata bağlı idi.


h7fao2l.png


”Atatürk, Kur’ân-ı Kerimi Ellerine Aldı Ve Ceketinin Önlerini İlikledi”



1932’de Ramazanın ikinci günüydü. Atatürk’le Ankara’dan Dolmabahçe Sarayına geldik. Beni huzurlarına çağırdılar:

Yaşar Bey, dediler. İstanbul’un mümtaz hafızlarının bir listesini istiyorum. Ama bunlar musikiye de âşina olmalıdırlar.

Listeyi hemen hazırladım. Bu listede şu isimler vardı: Hafız Sadettin Kaynak, Sultan Selimli Rıza, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Süleymaniye Camii Baş Müezzini Kemâl, Beylerbeyli Fahri, Darüttalim-i Musiki âzasından Büyük Zeki, Muallim Nuri ve Hafız Burhan Beyler… Listede ismini yazdıklarımın hepsi ertesi akşam için Dolmabahçe Sarayına dâvet edildi.

İstanbul’un bu belli başlı hafızları ertesi akşam saraya geldiler. Kendilerini Bolu mebusu Cemil Bey karşıladı ve doğruca Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Beye götürdü. O ana kadar bunların niçin çağırılmış olduğunu ben de bilmiyordum. O gün anladık ki, tercüme ettirilmiş olan Bayram Tekbiri kendilerine meşk ettirilecektir.

Hafızlar ikişer ikişer oldular ve şu metin üzerinden meşke başladılar: ”Allah büyüktür, Allah büyüktür.”

Sultan Selimli Hafız Rıza Efendi bu tercümeye itiraz etti. Bolu mebusu Cemil Beye dönerek:


“- Efendim, dedi. Türkün Tanrısı vardır. Bu “Tanrı” şeklinde okunursa daha muvafık olur kanaatindeyim.


7q3d4ct.jpg

Atatürk Tıraklı’da dua ederken.


Rıza Efendinin bu teklifini Cemil Bey pek ilgi çekici bulmuş olmalı ki, arz etmek üzere hemen Atatürk’ün huzuruna girdi. Döndüğü zaman hepimizi Gazi’nin yanına götürdü. Atatürk, tekbir tercümesinin sadeleştirilmesi hususunda gösterilen arzu üzerine:


“- Peki arkadaşlar, dedi. Tekbirin tercümesini okuyunuz bakalım.”

Okundu: “Tanrı uludur, Tanrı uludur. Tanrı’dan başka Tanrı yoktur. Tanrı uludur, Tanrı uludur ve hamd ona mahsustur.”

Atatürk bu tercüme şeklini çok beğendi. O gece geç vakitlere kadar huzurlarında kalındı, hep bu konu üzerinde saatler süren irşat edici direktiflerde bulundular ve hafızların ertesi akşam yine gelmelerini emrettiler.

Ertesi akşam ayni zevatla Atatürk’ün huzurunda toplandık. Gazi, Cemil Sait Beyin Kur’ân tercümesini getirtti. Ayağa kalkıp Kur’ân-ı Kerimi ellerine aldılar. Ceketinin önlerini iliklediler. “Fatiha Suresi”nin tercümesini açıp halka hitap ediyormuş gibi okudular. Bu davranışlariyle onlara halka hitap san’atını öğretmiş oluyorlardı.

Sonra hepsine ayrı ayrı hangi camide mukabele okuduklarını sordu. Aldığı cevaplar üzerine şu tavsiyede bulundu:


“- Arkadaşlar! Hepinizden ayrı ayrı memnun kaldım. Bu mübarek ay vesilesiyle camilerde yaptığınız mukabelenin son sahifelerini Türkçe olarak cemaate izah ediniz. Halkın dinlediği mukabelenin mânâsını anlamasında çok fayda vardır.”

Yemekten sonra huzurlarından ayrılırken bana dönerek:

“- Siz kalınız Yaşar Bey” dedi. Dr. Reşit Galip ve Kılıç Ali Beyler de orada idi. Onlara dönerek:


“- Gazeteleri haberdar ediniz, dediler. Yaşar Bey öbür gün Yere Batan Camiinde “Yâsin Suresi”nin tercümesini okuyacaktır. Camide yapılacak merasimin tanzimine sizleri memur ediyorum.”


Hafız Yaşar Okur


j3aeymk.jpg

Atatürk’le On Beş Yıl Dini Hatıralar 1962, basım yılı 1962


h7fao2l.png


Atatürk’ün Yerebatan Camii’nde “Yasin Suresi”nin Tercümesini Okutması



Atamın, Yere Batan Camiinde “Yasin Suresi”nin tercümesini okumamı emretmesi üzerine keyfiyet matbuata aksettirilmişti.

Ertesi günü bütün sabah gazeteleri bu haberi şu başlık altında veriyorlardı:

”Hafız Yaşar, bugün Yere Batan Camii’nde Türkçe Kur’ân okuyacaktır.”


fmlq3zx.jpg

Sultan Ahmet Camii’nde büyük Mevlid’ten bir görünüş. Baştan sıra ile: Hafız Yaşar Okur, Hafız Burhan, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Muallim Hafız Nuri, Beylerbeyli Hafız Fahri


Bu haber İstanbul’da bomba tesiri yaptı ve taassubu gıcıkladı. Kur’ânın Arapça nâzil olduğu, tek kelimesine dokunulmayacağı gibi fısıltılar kulaktan kulağa dolaşıyordu. Nitekim aynı gün tramvayda da böyle bir konuşmaya şâhit oldum:


“- Nasıl olur, diyorlardı. Kur’ân nasıl Türkçe okunurmuş?”

Halbuki gazeteler haberi yanlış aksettiriyorlardı. Ben Türkçe Kur’ân okumayacaktım. “Yâsin Suresi”ni Arapça okuyacak, Cemil Sait Beyin tercümesini de cemaate nakledecektim.


Cuma günü Yere Batan Camii’ne gittiğim zaman kalabalık camiden taşmış, sokakları sarmış, trafik durmuştu. Halkı yarmaklığıma imkân yoktu. Baş komiserin yardımıyla bin bir müşkülâtla içeriye girebildim. Cami de pencere içlerine kadar doluydu. Bir köşeye etrafı şallarla süslü bir kürsü konulmuştu. Etrafı da gazeteciler ve foto muhabirleriyle çevriliydi.


9t2byiv.jpg

Hafız Yaşar Okur


Cemaatin arasından kürsüye doğru ilerlemeğe çalışırken dışardan kuvvetli bir korna sesi geldi. Kalabalık “Gazi geliyor” diye dalgalandı.


Halbuki gelenler Maarif Vekili Reşit Galip ve Kılıç Ali Beylerdi. Kürsüye çıktım. Nefesler kesilmişti, bütün gözler bende idi. Arapça “Besmele”yi şerifi çekip arkasından yine Arapça olarak “Yasin Suresi”ni okumaya başladım. Kur’ânı Türkçe okuyacağımı zan edenlerin gözlerindeki hayret ifadesini görüyordum. Sureyi “Sadakallahül’azîm” diye bitirdikten sonra:

“- Vatandaşlar, diye söze başladım. On altıncı sure olan “Yasin”, seksen üçüncü âyettir. Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Şimdi size tercümesini okuyacağım:


“Müşfik ve rahîm Allah’ın ismiyle başlarım. Hakim olan Kur’ân hakkı için kasem ederim ya Muhammed! Sen, tariki müstakime sevkeden bir Resulsün. Kur’ân sana aziz ve rahim olan Tanrı tarafından nâzil olmuştur.”


5wjfzl1.jpg

Kadir Gecesi Ayasofya Camii’nde ilk defa radyo ile verilen Mevlid’ten bir sahne,. Hafız Büyük Zeki, Sadettin Kaynak, Beylerbeyli Fahri, Sultan Selimli Rıza, Muallim Nuri, Hafız Yaşar Okur(Şef)


Sureye böylece devam ederek seksen üçüncü âyetin sonunu da şöyle okudum:


“Her şeyin hükümdar ve hâkim-i mutlakı olan Tanrı’ya hamdolsun. Hepiniz ona rücû’ edeceksiniz.”

“Yasin” sûresi böylece hitama erdikten sonra, Türkçe olarak şu duayı yaptım:

“Ulu Tanrım! Bu okuduğum Yâsini şeriften hâsıl olan sevabı Cenab-ı Muhammed Efendimiz Hazretlerinin ruh-i saadetlerine ulaştır Tanrım! Hak ve adalet üzere hareket edenleri sen pâyidar eyle!


Türkiye Cumhuriyetini ilelebet payidar kıl. Türk milletini sen muhafaza eyle. Şanlı Türk ordusunu ve onun değerli, kahraman, kumandan ve erlerini karada, denizde, havada her veçhile muzaffer kıl Yarabbi! Vatan uğrunda fed-yı can ederek şehit olan asker kardeşlerimizin ruhlarını şad eyle. Vatanımıza kem gözle bakan düşmanlarımızı perişan eyle. Topraklarımıza bol bereket ihsan eyle. Memleketin ve milletin refahına çalışan büyüklerimizin umurlarında muvaffak bilhayr eyle. Âmin.”


h7fao2l.png



Yere Batan Camiinde okunan Yasin tercümesinden sonra Atatürk, beni huzurlarına çağırdılar, dediler ki:


“-Dinî merasim güzel olmuş, tebrik ederim. Halk büyük rağbet göstermiş. Cami küçük olduğu için fazla izdiham olmuş. Ayni merasimi Cuma günü Sultan Ahmet Camii’nde de tekrarlayınız.”

Bu direktifleri üzerine gereken hazırlıklar yapıldı. Cuma günü öğle namazından bir sat evvel dokuz hafızdan mürekkep bir heyet Sultan Ahmet Camiinde toplandılar. Camiin içinde ve dışında on bin kişiden fazla cemaat vardı. Fatih Camii hatibi Hafız Şevket Efendi tarafından hutbe okundu. Sonra Cuma namazı kılındı ve tekbir alınmaya başlandı. Cemaati teşkil eden on bin kişi tekbire iştirak etti. On bin hançerenin ilâhî bir vecd içinde aldığı tekbirler pek ulvî bir manzara arzediyordu.


Tekbir bittikten sonra Kur’ân-ı Kerimin bazı sûrelerinin Türkçe tercümeleri okundu. Mevlidi müteakip bir dua ile dinî merasim hitam buldu.

O akşam merasimin tafsilâtını Atatürk’e arz ettim. Halın merasime karşı gösterdiği alâkadan çok memnun kaldılar. Aynı merasimin Kadir Gecesi Ayasofya Camiinde de yapılmasını emir ettiler.
Aya Sofya Camiinde okunacak Mevlid, Türkiye’de ilk defa radyo ile yayınlanacaktı. 1932 senesi Ramazanının yirmi altıncı gecesi okunacak bu Mevlid için bütün hazırlıklar tamamlandı.

Akşam namazından sonra kapılar kapatıldı. İçerde ve dış avluda benzerine az rastlanan bir kalabalık vardı.

Ancak polisin yardımıyla müezzin mahfiline kadar gidebildik. Teravih namazını Hacı Faik Efendi kıldırdı. Namaz arasında ilâhi ve âyin-i şerif okundu. Hoparlörler camiin her tarafına konulmuştu. Bu dinî merasim Türkiye’den ilk defa radyo ile bütün dünyaya yayılıyordu.

Sıra Mevlide geldi. Yirmi hafızın iştirakiyle okunan Mevlid pek muhteşem ve ulvî oldu. Perde perde yükselen bu ilâhî nağmeler Aya Sofya Camiin cidarlarından Türkiye sathına ve bütün dünyaya yayılıyordu. Cemaat sanki büyülenmiş, gaşyolmuştu. Hele muazzam cemaatin de iştirak ettiği o tekbir sadaları, insana havalanacakmış gibi bir hafiflik hissi veriyordu. Bu ulvî ve ilâhî nağmeleri Atatürk de radyosu başında dinliyorlardı.

Ertesi akşam huzuruna çağıran Atatürk bana şunları söyledi:

“-Dinî merasimi radyodan takip ettim. Çok memnun ve mütehassis oldum. Arkadaşlarınız hafız beyleri yarın akşam saraya iftara davet ediyorum. Kendilerini haberdar ediniz.”

Atamın bu baha biçilmez iltifatları hayatımın en büyük manevî servetidir.


Hafız Yaşar Okur


Ayrıntılı bilgi için bkz;

T I K L A


h7fao2l.png



Tavsiye ettiğim videolar;




Tavsiye ettiğim kitaplar;


Atatürk ve İslam

Atatürk'ün İslam İnancı

Atatürk'ün İslam İnancı 2

Atatürk'ün Kuran Kültürü

h7fao2l.png



Son olarak şu sözle bitiriyorum;


qqtkq3e.jpg





Bu konu 30'dan fazla kaynağın harmanlanmasıyla oluşup, tarafımca hazırlanıp Türk Hack Team ailesine sunulmuştur. Okuduğunuz için teşekkürler.



ovca0xc.gif
af8mqjc.gif



iUBacd.gif
Vayyyyy beee ya böyle bir konu olabilir mi yaa çok muhteşem ellerinize sağlık
 

icehead

Uzman üye
19 Şub 2022
1,137
833
Şu Atatürk'ü istismar etmeyi bırakın. bir yandan siyasal islamcılar dinsiz gibi gösteriyor diğer yandan kemalistler ya dinsiz yada şeriatcı gösterme cabasında.
birgün şu adamı kullanmadan birşeyler yapın.
 

dr.web

Üye
9 Şub 2022
109
142
Şu Atatürk'ü istismar etmeyi bırakın. bir yandan siyasal islamcılar dinsiz gibi gösteriyor diğer yandan kemalistler ya dinsiz yada şeriatcı gösterme cabasında.
birgün şu adamı kullanmadan birşeyler yapın.
burada şu adam pek iyi durmadı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ü evet kullananlar var ama bu konuda ne kullanmasından bahseddiniz herkes
Önderimizden bir yönüyle feyiz alıyor olabilir bu gayet doğal.
Konuyla alakalı olarak bir insan illa Müslümansa iyidir değilse kötüdür, bu biraz dini ırkçı gibi duruyor, evet ben Atatürk ü Realist, ileriyi gören(fal veya üflemeyle değil), hümanist, akılcı 100 yılın hatta Asrın ADAM ı olarak görüyor ve örnek ve görüşlerini takib ediyorum,
Gelişim için Değişim ve insanı değerli kılan bir yapıdır Atatürk. sadece Bedeni değil Fikirleri halen 100 yıl hatta 1000 ler yıl sonrada günceliğini koruduğu görülmekte.
Atatürk en büyük hizmeti Türkiye yi kurarak ve ilkeleriyle, inkılaplarıyla ve daima ileriyi hedef göstermesiyle yapmıştır. tabiki bu benim onu örnek ve tatbik görüşüm.
sabırla okuyan siz kıymetli herbirinize teşekkür ederim.
 

icehead

Uzman üye
19 Şub 2022
1,137
833
burada şu adam pek iyi durmadı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ü evet kullananlar var ama bu konuda ne kullanmasından bahseddiniz herkes
Önderimizden bir yönüyle feyiz alıyor olabilir bu gayet doğal.
Konuyla alakalı olarak bir insan illa Müslümansa iyidir değilse kötüdür, bu biraz dini ırkçı gibi duruyor, evet ben Atatürk ü Realist, ileriyi gören(fal veya üflemeyle değil), hümanist, akılcı 100 yılın hatta Asrın ADAM ı olarak görüyor ve örnek ve görüşlerini takib ediyorum,
Gelişim için Değişim ve insanı değerli kılan bir yapıdır Atatürk. sadece Bedeni değil Fikirleri halen 100 yıl hatta 1000 ler yıl sonrada günceliğini koruduğu görülmekte.
Atatürk en büyük hizmeti Türkiye yi kurarak ve ilkeleriyle, inkılaplarıyla ve daima ileriyi hedef göstermesiyle yapmıştır. tabiki bu benim onu örnek ve tatbik görüşüm.
sabırla okuyan siz kıymetli herbirinize teşekkür ederim.
Ne demeliydim Atatürk adam değil mi? bak sen bile Atatürk üzerinden prim yapmaya kalkıyorsun.
ben buna karşıyım x partilisi över, y partisi gömer bu iş böyle girdap gibi döner durur.
M. kemal'in fikirleri halen güncel değil en basitinden güneş dili teorisi çöp oldu. kutsal değerleri rant için kullanmayın iyi akşamlar.
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.