Bir Deep Web Hikayesi

SLaYeR5S

Katılımcı Üye
30 Haz 2015
967
0
24
Nereye
Alintidir Okuduktan sonra bir tesekkuru cok gormeyin iyi aksamlar

DeepWeb Korku hikayesi Deep web'de Kararan hayatım 2
DEEP WEB'DE KARARAN HAYATIM 2



rastladığım şeylerden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı, olamadı. ne kadar kayıtsız kalmaya çalışsam da yapamadım, kendimi olayların içinde buldum. en yakınımdaki insanlarla karşı karşıya gelmek belki de tüm bunların en kötüsüydü...



şu sıralar sözlükte deep web'in popülerleşmesi sonucu kendi hikayemi anlatmak ve sizleri bir konuda aydınlatmak istedim. orada iyi insanlar için hiçbir şey yok, bunu kafanıza sokun. ayrıca anlatacağım şeyler " çok iğrenç şeyler vardı ya, kustum. " şeklinde değil, deep web'in bizzat gerçek hayatıma nüfuz etmesini konu alıyor.
herkes gibi başladım ben de... deep web'in varlığından haberdar olup büyük bir şaşkınlığa uğradım. bu zamana kadar nasıl haberimiz olmazdı? ve her küçük insan gibi, büyük şeylerden etkilenmeye meyilliydim. belki de deep web beni bir kahraman yapardı ha? evet evet, hepimizin içinde vardır bu kahraman olmak isteği lakin bu amaç uğruna hiçbir zaman önümüze çıkan fırsatları değerlendirmez, boş boş nutuklar atarız kendi kendimize.

öğrendiğim ilk gün deep web'in ne olduğunu araştırmakla geçti. şu klasik buzdağı resmi korkutmuştu beni, özellikle fbi kısmı. say hi to fbi ha? fbi'la karşılaşsam, hi en son diyeceğim şey olurdu herhalde... tüm bu olumsuzluklara rağmen kendimi önemli hissetmek güdüme karşı koyamadı hiçbir şey ve tor browser'ı indirmeye başladım.

olacakları önceden görebilme yetim olsa, bu işe girişmemek adına parmaklarımı feda etmeye hazırdım...
deep web'e giren herkesin bildiği süreçleri yaşadıktan sonra hidden wiki'ye ulaştım sonunda. bir yandan da her an içeri polis girecekmiş gibi saçma bir his vardı içimde. dediğim gibi, küçük bir insandım ben. adeta bir mastürbasyondu bu deneyim benim için. kendimi diğer insanlardan farklı hissedecek, bilinmeyeni bilmek, saklı olanı keşfetmek onuruna erişecektim. bunların bedeli hakkında en ufak bir fikrim olsa, emin olun küçük bir insan olarak kalmaya devam ederdim.

hidden wiki'deki linklere tıklamaya korkuyordum adeta. ya birisi bilgisayarıma girerse? ya kredi kartlarım ele geçirilirse? bir süre sonra bu saçma hislerden kurtulmaya başladım, zira bunların kimseye faydası yoktu. çocuk *****sundan olabildiğince uzak durmaya çalışarak herhangi bir linke tıkladım.acemice kodlanmış bir forum topic'indeydim sanki, en azından izlenimim bu yöndeydi. çeşitli başlıklar sunulmuştu karşıma, güncel bir hidden wiki adresi veriyordu bir tanesi, bir diğeri ot satıyordu ucuz ve kaliteli mala sahip olduğunu iddia ederek... fazla korkmadığımı fark ettim o anda, savaşa girmiş bir asker psikolojisi yaşıyordum. egom, korkularıma galip gelmişti bu savaşta. başlıkları incelemeye devam ettim.

kiralık bir katil, kendi reklamını yapıyordu bir başlıkta. şaka olduğunu düşünerek tıkladım ve herkesin aşina olduğu o sayfayla karşılaştım. bana kalırsa hala şakaydı bu, hiç kimse bu kadar ucuz yollu bir katil olamazdı... en azından ben öyle düşünüyordum o sırada, eski ciddiyetimi ve korkumu kaybetmiştim nedense. kiralık katilin sayfasını okumaya başladım.
deep web'e yabancı olanlar için ince bir özet geçeyim. adam sanki küçük esnaf gibi kendince bir fiyat tablosu hazırlamıştı. sanki eksik olan tek şey veresiye veren, peşin satan resmiydi. ödeme bitcoin şeklinde oluyordu. ayrıca herhangi bir yamukluk çıkması hususunda söylediği şey, risk alınmadan hiçbir şeyin gerçekleştirilemeyeceğiydi.

ben bu satırları okurken zilin çalması bir anda hayatı sorgulamama sebep oldu. absürd bir şekilde kapıdakinin polisler olduğunu düşünüp, içinde bulunduğum aptal duruma güldüm. tor'u kapatıp yavaşça kalktım sandalyemden, kapıya doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladım.

- kim o?
- benim deniz.
deniz'le yaklaşık 6 ay önce ortak bir arkadaş vasıtasıyla tanışmıştım. işsizdim o sıralar, bana kendi çalıştığı yerde iş bulup hayatımı kurtarmıştı bir anlamda. zor zamanımda bana böyle bir faydası dokunan deniz'den istemsizce hoşlanmaya başlamıştım o sıralar. hoş kızdı, kahverengi uzun dalgalı saçları, koyu kahverengi gözleri ile her ne kadar sıradışı olmasa da gözlerindeki anlam onu diğer kızlardan ayırıyordu.

duygularımı ona da açmaya karar verdim. birkaç cümle sarf etmiştim ki eliyle ağzımı kapattı. yapma, dedi. sakın aramızdaki ilişkiyi bozma. şaşkın bakışlarla süzüyordum onu, gururum kırılmıştı. fakat öyle bir güç yayıyordu ki karşı koyamadım o anda. uysalca itaat ettim. ve o günden beri sıkı birer arkadaş olmuştuk. o gün ona karşı hissettiğim duyguları alıp arkadaşlığımıza katkıda bulunması için yeniden düzenlemişti sanki.

- iyi oldu geldiğin, canım sıkkındı zaten.
- hayırdır?

deep web'den söz etmeli miydim ona? sır saklamazdım ondan fakat yine de boşboğazlık etmemeye karar verdim.

- hiç ya, genel bir sıkkınlık var üstümde.
- iyi ben de seni almaya geldim zaten, hadi çıkıyoruz. ahmet de bekliyor.
- ya inan hiç çıkasım yok, bugün bensiz takılın.
- iyice ev kuşu oldun sen de. son kararın mı?
- evet kenan bey.

güldü. onu güldürünce kendime olan saygım artardı. iyi eğlenceler dileyerek kapattım kapıyı, deep web beni bekliyordu.
bir kahve hazırlayıp tekrar bilgisayarın başına geçtim. deep web'i biraz daha keşfetmeye çalışacaktım. bu yoldaki tek yoldaşım tor'la birlikte seyahatime başladım. bu defa *****lara da göz atmak istiyordum. anlatılanlar gerçekten ürkütücüydü, acaba ne kadarı gerçek olabilirdi ki?

izlediğim yolları anlatıp da deneyimsiz kardeşlerime kötü örnek olmak istemediğim için ayrıntıya girmeyeceğim. her neyse, az buçuk bilgisayar bilen herkesin ulaşabileceği türde *****lara rastladım. daha fazlası olmalıydı, bunlar sıradandı dedim kendi kendime ali ağaoğlu misali. içimde altı delik bir kova vardı sanki, dolmak için aradığı sıvının deep web'de olduğunu fısıldıyordu bana.

daha da hırslanıp yeni videolar aramaya koyuldum.

yaklaşık bir hafta önce inci'de de paylaşıldığına şahit olduğum ve şu an normal web'de de yer alan bir video buldum aperatif olarak. bir yatakta yarı baygın yatan bir erkeğe buz kıracağı saplanıyordu psikopatın biri tarafından. daha sonra eline bıçak alıp kurbanının vücuduna kesikler atmaya başladı ki midemin bulandığını fark ettim.

bunların hoşuma gittiğini inkar etmek için bir savunma mekanizmasıydı sanki midemin yaptığı. istemsizce merak duyduğumu hissettim, midemin bulanmasına rağmen. devam ettim. olanları anlatmama lüzum yok, aynı hızla devam etti olanlar.

lakin ben doymamıştım. merak kisvesi altında şiddete aç olduğumu hissediyordum. yeni videolara bakınmaya devam ettim. olacakları bilseydim, muhtemelen değil deep web, normal web'den bile uzak kalırdım...

yıllarca içine hapsolduğum silikliğimden dolayı bu videolara mide bulandırıcı bir hayranlık duyduğumu hissetim. bunları yapanlar normal, senin benim gibi insanlar olamazdı, onlar farklı olmalıydılar belki de üstün...

bu düşünceler eşliğinde yeni açtığım videodaki kadının kahverengi saçları dikkatimi çekti. tanıdık geliyordu sanki bir yerlerden... yüzünde maske olması sonuca varmamı engelliyordu. kaşlarımı çatarak düşünmeye devam ettim. kimdi bu?

aklıma gelen ihtimal bile kanımı dondurmaya yetti. yo yo bu kadar şiddetli görsele şahit olmam zihnimin düzgün çalışmasını engelliyor olmalıydı. uyku vakti gelmişti artık zaten yarın erken kalkmalıydım.

uykuda bile peşimi bırakmadı deep web, şiddet dolu rüyalarla devam ediyordu bu psikopatlığın resitali.

saatin cırtlak alarm sesiyle uyandım. kendimi kilometrelerce koşmuş gibi yorgun hissediyordum, buna rağmen aç değildim. şiddet beni doyurmuştu adeta. bir çay içtim, akabinde hızlıca giyinip işe doğru yola koyuldum.

ünlü bir bilgisayar pazarlama şirketinin küçük bir şubesinde satış görevlisiydim. ruh gibi içeri girdim, arkadaşların verdiği selamlara robotik şekilde karşılık verip deniz'e doğru yanaştım.

- günaydın.
- günaydın naber?
- iyi. naptınız dün?

gözlerim istemsizce saçlarına takılmıştı. deniz bir şeyler anlatıyordu fakat anlamıyordum.

gözlerimin karardığını hissettim. bayılmışım o anda.
- uyanıyor galiba.

gözlerimi kırpıştırarak etrafıma baktım. deniz ve şef başımda bekliyorlardı. dehşetle deniz'e baktım tekrar, o da şaşkın şekilde beni izliyordu.

- noldu aykut, dedi şef.
- şey kahvaltı etmedim, şekerim düştü galiba.
- al iç şu meyve suyunu. adam gibi gelin şuraya, işleri aksatıyorsunuz.
- özür dilerim şef.
- 5 dakika içinde işinin başına geç.

diyerek çıktı. deniz'le baş başa kalmıştım.
- niye öyle garip garip bakıyorsun bana?

kendime gelmeliydim bir an önce. deniz'e bir şey çaktırmamalıydım ayrıca durumdan da emin değildim. muhtemelen son günlerde maruz kaldığım görseller ve açlık birleşince zihnimi bulandırmıştı.

- hiç ya, dün uyuyamadım da.
- iyi ben işe başlıyorum, müşteriler birikmeye başladı. sen de iyi hissedince kendini gelirsin.
- tamam.

iş, para o an umrunda değildi. bir an önce eve gidip deniz'in durumunu kesinleştirmeliydim. zira eğer videodaki gerçekten oysa, büyük bir sıkıntımız vardı. yavaşça ayağa kalkıp şefin yanına gittim.

- şef, bugünlük izin verir misin?

sıkıntıyla baktı yüzüme. onun gözünde 24 saat çalışması gereken bir makineydim sadece, biliyordum.

- bir daha olursa, kovulursun. git bugünlük.

deniz'e hiçbir şey demeden ceketimi alıp çıktım.
o kadar hızlı yürüyordum ki bileklerim acımaya başlamıştı. bilgisayara olan mesafem kilometrelerce uzunlukta gibiydi, bir an önce orda olmalıydım. tuvalete yaklaştıkça çişin artması gibi, ben de eve yaklaştıkça heyecanlanıyordum.

sonunda kapıya ulaştım, hızla içeri girip kaydettiğim videoyu oynatmaya başladım tekrar. ilk önce gizli bir kamera kaydıyla başlıyordu yayın, deniz olduğunu sandığım kişi ve kurbanı öpüşerek eve giriyorlardı. kameranın konumundan dolayı yüzleri gözükmüyordu.

buradan sonra görüntü bir anda adam çırılçıplak şekilde bir döner sandalyeye bağlanmış şekilde devam ediyordu. kendi rızasıyla bağlanmış gibi konuşuyor, gülüyordu. fakat videoda ses olmadığı için anlamıyordum söylediğini.

daha sonra meçhul bayanın çıplak sırtı giriyordu görüntüye. saçları tıpkı deniz'in uzunluğundaydı ve vücut yapısı da tıpkısı gibiydi. o sırada bir ayrıntı dikkatimi çekti, poposunun hemen üstünde küçük bir orak dövmesi vardı.

bu ipucundan devam edebilirdim.
kafamı boşaltıp düşünmeye başladığımda, o kızın deniz çıkmasını istediğimi fark ediyordum her seferinde. hareket istiyordum, değişiklik istiyordum, kaos istiyordum. fakat nedense bunlar ateşten yükselen duman gibi, mesafe kat ettikçe dağılıp zayıflıyordu. yani, bilincime tam olarak ulaşıp düşüncelerime hakim olamıyordu bu fikirler.

videoyu durdurdum ve deniz'le olan geçmişimi gözden geçirmeye başladım. dövme konusu geçmemişti hiç aramızda. sıradaki hedefim bir şekilde bu konuda ağzını aramak olmalıydı.

artık hayatımın bir amacı vardı, hem de önemli bir amaç. adeta filmlerdeki havalı dedektifler gibi hissediyordum kendimi. hiçbir şey umrumda değildi artık, tek bir amaca adanmıştım. gerçeği bulmak...
- alo deniz müsait misin?
- evet aykut, noldu bu arada ya haber vermeden çıkmışsın, iyi misin?
- iyiyim ya şu an. bak ne diyeceğim bugün müsaitsen çıkalım dağıtalım biraz.
- iyi olur ya, ahmet\'e de haber vereyim.
- yok onu çağırma, bir şey konuşmak istiyorum senle.

bir anlık sessizlik oldu. yok yere konuyu saptırmıştım istediğim yönden.

- peki tamam, 8 gibi buluşuruz ... pub\'da.
- tamam görüşürüz.

son zamanlarda deniz\'e karşı olan şüpheli davranışlarımı, son derece normal davranarak telafi etmeliydim. duşa girip bir plan hazırlamaya başladım.
benden önce oturmuştu. etraftaki erkeklerin onu süzdüğünü fark edebiliyordum. ortalamanın hayli üstünde bir güzelliği ve çok nadir rastlanan garip bir cazibesi vardı. böylesi bir kızın karşısına oturarak, etraftaki erkekleri hayal kırıklığına uğrattım.

- hayranların üzüldü baya.

güldü yine. düşündüklerim adına utandım bir anda, deniz öyle birisi değildi... yine de kendime söz vermiştim, gerçeği buluncaya kadar devam etmeliydim.

- ee ne konuşacakmışsın benle?
- şeyy.. son zamanlarda sana garip davrandığımı hissettim biraz. özür dilemek istedim.

gözlerini açarak bana baktı.

- bu konuyu sen açmasan ben açacaktım. gerçekten de normal değilsin son günlerde. hele şu bayılma olayı tuz biber oldu tüm bu olanların üstüne. bir sıkıntın mı var?
- yo yo, modern insanın şımarıklıkları işte...
- peki öyleyse.
şüpheyle bakmaya devam ediyordu. artık planın ikinci safhasına geçmeliydim.

- deniz, bildiğin bir dövmeci var mı?
- noldu ki?
- bir dövme yaptırmak istiyordum da.
- hmm ben bir aralar yaptırmıştım ama hala açık mıdır bilmem.

bingo.

- harbi mi? ne dövmesi?
- boşver ya çocukça bir şey.
- söyle ya merak ettim.
- şey orak.

70'lik bardağı tutan elimin titrediğini hissettirmemek için bir kahkaha patlattım. içim fena halde kaynıyor olsa da, dışım aynı oranda normaldi. istemsizce duruma uyum sağlamıştım...kahkahalarım içinde bulunduğum tuhaf durumdan dolayı haddini aşmaya başlamıştı. deniz'in telefonun çalması kendimi toplamam adına bir fırsat yarattı. " beni istediğin zaman arayabileceğini kim söyledi sana?" dedi kısık sesle telefondaki kişiye, eliyle müsade isteyerek kalktı masadan o güzel şeytan.

ne olacaktı şimdi? hiçbir şey olmamış gibi devam edebilecek miydim? bunu istesem bile yapamazdım, zira içten içe bu durumla karşılaşmaya can attığımı biliyordum. burada duramazdım, daha fazla heyecan lazımdı bana. hayatımda ilk defa önemli bir şeylerin parçası olmuş gibi hissediyordum kendimi.

- özür dilerim aykut. nerede kalmıştık?
- dövmenden bahsediyordun.
- ah evet, hayırdır sana nerden esti bu istek?
- değişiklik iyi gelir diye düşündüm. gelip geçici tatminler işte naparsın?

konuşurken gözlerinin derinlerine bakıyordum, o şeytana dair bir ipucu bulmak adına. hayır, bunca kanıta rağmen sanki yanılmıştım, bu kızda kötülüğe dair hiçbir emare yoktu. bir adım daha ileri atmayı düşündüm ve ağzımdan şu sözler döküldü:

- bana gelsene film falan izleriz.

her şey benim dışımda gelişiyor gibiydi, planlar kuruyor, eyleme geçiyordum fakat sanki bunları yapan ben değildim...
olur ya sıktı zaten burası.

hesabı ödedim ve dışarı çıktık. cebinden çıkardığı kısa parliament pakedini bana doğru uzattı, kendisi de bir sigara aldı.

- güzel bir hava var.
- öyle.

konuşası yok gibiydi. ilişkimizde üstün tarafın o olduğunu ikimiz de bilirdik. o benle ilgilendiği için kendimi şanslı sayardım, onu sıkmaktan da fena halde çekinirdim. dolayısıyla eğer bir muhabbeti uzatmazsa, o muhabbet bitmiş demektir. o gece de değişen bir şey olmadı. sessizce eve doğru yürüdük. o sessizlikle yol her zamankinden daha uzun geldi...

***

- ne izleyelim?
- bir dakka, filmden önce sana bir şey göstermek istiyorum.

elim sağlamdı, bakalım onun elinde neler vardı?
ona kendi videosunu izletmek gibi bir aptallık yapmayacaktım elbette. yine benzer bir video açarak tepkisini gözlemleyecektim.

- şey, ilginç bir şeye rastladım internette. senin fikirlerini merak ediyorum.
- aç bakalım.
- miden bulanabilir ama uyarayım.

videoda kurban öldürülüp tecavüz edildikten sonra sofraya oturtuluyor ve hep birlikte yemek yeniyordu. değişik bir absürdlüğü vardı videonun, sofraya ölü adamla birlikte oturan katiller görgü kurallarına olabildiğince özen göstererek neredeyse komik bir video çekmişlerdi.

- nedir bu?
- internette rastladım da garip geldi.
- sever misin böyle şeyleri?

etkilenmemişe benzemiyordu, sanki havadan sudan bahseder gibi soğukkanlı şekilde konuşuyordu.

- sevilecek şeyler değil ki bunlar?
- neden?

istemsizce yutkundum. başıma büyük bir bela almaya hazırlıyordu tükürük bezlerim beni.

- ne demek neden? normal bir insanın yapacağı şeyler mi bunlar?
- normallik nedir ki?

ben onu sıkıştıracakken o beni sorgulamaya başlamıştı sanki. suçlu olan benmişim gibi ter basmıştı her tarafımı. terli ıslak ellerimi tişörtüme silerek devam ettim.

- insan öldürmenin normal bir şey olduğunu savunmayacaksın değil mi?
- her gün binlerce insan öldürülüyor çeşitli sebeplerden ve kimsenin buna tepki gösterdiği yok. sence anormal olsa tepki çekmez miydi?

omlet yapmaktan bahsediyorduk sanki. artık emindim, ve yavaş yavaş kendimi tehlikede hissetmeye başlıyordum.

- bu konuyu kapatabilir miyiz artık?
- sen başlattın, sen kapat elbette.

saçma bir komedi filmi açtım, bir kez bile güldüğümüzü hatırlamıyorum. kafamdan binbir çeşit düşünceler geçiyordu ki deniz'in sesiyle kendime geldim.

- aykut gitsem sıkıntı olur mu? baya yoruldum, dinlenmek istiyorum biraz.
- tabi tabi geçireyim seni.
- iyi geceler.
- sana da.

kapı kapandı, derin bir soluk verdim yaşadığım her şeyi dışarı atmak istercesine. deniz'in soğukkanlı şeytaniliği karşısında buz kesmişti her tarafım. kaç kişiyi öldürmüştü? nasıl bu kadar normal gözükebiliyordu? beni de öldürecek miydi? ve en önemlisi neden yapıyordu bütün bunları?

anlamak istiyordum. anlamak için her şeyimi verebilirdim, geri dönüşüm yoktu artık.
yaklaşık bir hafta boyunca normal hayatıma devam ettim. deniz de aynı oyunu oynuyordu, bir şeylerden şüphelendiyse bile kesinlikle belli etmiyordu. iyi bir oyuncu olduğunu biliyordum zaten... 1 hafta sonunda aramızdaki sessizliği bozacak bir hamle geldi deniz'den.

- aykut benim televizyonun uydu alıcısında sorun var galiba. bugün gelip bakabilir misin?

bakabilir miyim? bakabilirdim elbette. soğukkanlı bir katil olmasaydın eğer...

- şey, bugün işim var aslında biraz. başka bir zaman baksam?
- yarın?

kurtuluşum yoktu bu pislikten.

- pekala yarın olur.

içeriye bir grup müşterinin girmesiyle bir süreliğine kurtuldum deniz'den.

o gece, tüm bu olanları düşünmek adına yatağıma uzandım, son bir haftadır hep yaptığım gibi. deniz'in beni evine davet etmesi temkinli hareketlerimi alt üst etmişti. eninde sonunda gidecektim şeklinde düşünürken ne kadar haklı olduğumu kanıtlarcasına telefonum çalmaya başladı.

- aykut?

deniz'di bu, sesi ağlamaklı geliyordu.

- noldu deniz, iyi misin?
- çok kötüyüm, hemen gelebilir misin?

bu işte bir pislik vardı. lakin, hayır gelemem çünkü sen bir katilsin diyemezdin deniz'e...

- ne oldu söyle?
- gelmen lazım.

evet, gidecektim... bugün belki de hayatımın son günü olacaktı ama gidecektim yine de. sıkılmıştım artık bu oyundan, ne olacaksa olacaktı.
artık plan yapmaya gerek yoktu, işler deniz'in istediği gibi yürüyecekti ne de olsa. korkmuyordum garip bir şekilde, hissettiğim en baskın duygu meraktı. deniz'in evine vardım ve kapısını çaldım, kimbilir kaç kişinin son gördüğü ev olmuştu burası?

kapı açıldı. gayet normal görünüyordu deniz, ağlamış birinin ifadesi yoktu yüzünde. hiçbir şey söylemeden kolumdan tutarak içeri aldı beni.

- teşekkür ederim geldiğin için.
- önemli değil. ne oldu?
- göstereceğim.

salona aldı beni. içerde bir adam daha vardı.
- aykut, doruk. doruk, aykut. siz takılın ben çay hazırlayıp geliyorum.

çay? çay nedense ortama pek uygun değildi. çay içilen bir evde bu tip cinayetler işlenmesi nereden baksan saçmaydı aslında... bu absürd düşünceleri kafamdan atarak doruk'a odaklandım. kimdi bu herif?

- arkadaşı mısınız deniz'in?
- evet, bir süredir tanışıyoruz.
- nereden?
- internetten.

bu gece bu evde bir şeyler olacağı belliydi.
- kabalığımı bağışlayın ama beni neden çağırdınız?
- deniz anlatmadı mı durumu?

neyi ulan neyi?

- yoo?
- öyleyse onun anlatması daha uygun olur.

hava iyice ağırlaşmıştı artık evde. göğsümü sıkıştırıyorlardı sanki.

- çaylar geldi. buyrun.

titreyen elime verdi çayı deniz, imalı imalı bakmayı da ihmal etmedi. deniz, onun gerçek kimliğini bildiğimi biliyor olmalıydı. artık hiçbir şüphem kalmamıştı.

bugün bu evde birisi ölecekti.
- şeker alabilir miyim denizciğim?
- tabi doruk ne demek.

karşımda kalitesiz bir ilkokul müsameresi oynanıyordu sanki. titreyen ellerimle çayı içemeyeceğimi fark edip yanımdaki sehpaya yerleştirdim bardağı. genzim kurumuştu, konuşmaya çalıştım fakat başaramadım. tüm gücümü toparlayıp,

- biri bana neler olduğunu anlatacak mı, diyebildim ve koltuğa yığılırcasına yaslandım.

ikisinin de gözleri bana bakıyordu şaşkınca.

- bir şey mi oldu aykut?

bitir artık şu saçma oyunu anlamında sırıttım deniz'e. birbirimizi o kadar iyi tanıyorduk ki...

- eh madem öyle küçük sırrımızı senle de paylaşabiliriz.
- öldürecek misiniz beni?

birbirlerine bakıp ortamın ağırlığına hiç de uymayan bir kahkaha patlattılar.

- o nasıl söz aykut, ne saçmalıyorsun sen?

deniz anlamsızca rolüne devam ediyordu.

- her şeyi biliyorum deniz.
- güzel, bu bize zaman kazandırır. aykutçuğum doruk'un bizden küçük bir isteği var. sen anlatmak ister misin doruk?

bardağın dibinde kalan soğumuş çayı bir hamlede içen doruk söze başlamak için boğazını temizledi.

- aykut lafı çok dolandırmayacağım. sen temiz bir delikanlıya benziyorsun, öncelikle seni de bu işe karıştırdığımız için özür dileriz. fakat deniz senin bunu kaldırabileceğini düşündü.

neyi ulan neyi? deniz barbie bebek yapmacıklığında bir gülümseme oturtmuştu suratına.

- beni öldürmeni istiyorum senden.

odada sessizlik konuşuyordu artık. doruk ve oturduğu koltuk nedense yan dönmüştü ve yukarı doğru çıkıyordu. sorunun onda değil, benim, bayıldığım için yere doğru düşen kafamda olduğunu uyandığımda fark ettim.

uyandığım anki pgibolojimi kelimelere dökmeye dünyanın hiçbir dili yetmez. etrafıma bakındım, uyandığım zaman evimde olduğuma ilk defa şaşırdım o sabah. evet, yaşıyordum ve evimdeydim. dün yaşananlar rüya mıydı? sanmıyordum, sanki o lanetli çayın kokusu hala burnumdaydı...

deniz'i bulmalıydım. cevaplarım ondaydı. üstüme giyinip doğru işyerine yollandım. kapıdan içeri girdiğimde deniz'i 9 yaşındaki bir çocuğa, alacağı bilgisayarın özelliklerini anlatırken buldum. böylesi şeytanlar sokaktaydı, aramızda yaşıyorlardı. işin sosyolojisini sonraya bırakarak deniz'in karşısına dikildim.

- dün ne oldu?
- ne?
- dün ne oldu!!
- neden bahsediyorsun?
- doruk'tan.

tuhaf bir şekilde suratıma bakıyordu.

- oturup sohbet ederken bayıldın bir anda. biz de seni evine bıraktık.
- doruk nerde şu anda?
- şey, yurtdışına çıktı uzun bir süre gelmeyecek.

hadi ya?
omuzlarından tutup sertçe rafa çarptım. görevli arkadaşlar bizi izliyorlardı.

- oyun oynama benle.
- bırak beni, canımı acıtıyorsun.
- türk filmi çekmiyoruz burada, neler olduğunu anlatacaksın bana.

suratıma baktı, ilk defa bu kadar keyifsiz gözüküyordu.

- iyi bu akşam 22'de geçen gittiğimiz pub'da buluşalım.
- tamam.

çıkmak üzere döndüm ki arkamdan seslendi.

- aykut, unutma bu işe kendi isteğinle karıştın. bu dünyayı bir kez gördükten sonra istediğin anda unutamazsın.

o sırada omzumda bir el hissettim. şefti bu.

- kovuldun aykut.
- çok da gibimdeydi.

içinde bulunduğum durumun iyi tarafı da buydu belki... dünyevi şeylere verdiğim önem hayli azalmıştı.
dünyayı algılama biçimim değişmişti şu son günlerde yaşanan olaylardan dolayı. insan hayatına verilen önemin ne kadar düşebileceğine şahit olmuştum. şu dünyada yaşama verilen önem bile bu kadar düşükse, neyin değeri kalırdı ki? bugüne kadar inandığım tüm değerler yıkılmıştı bir anda. hiçliğin sularında yüzüyordum sanki.. tuhaf ve hoş bir histi bu.

buluşma saatine kadar 4 paket sigara bitirdim. para durumum da sıkıntılıydı, hoş paraya değer vermesem de şu dünyada onun sözü geçiyordu. giyindim ve dışarı çıktım. eskiden olsa param olmadığı için hesabı nasıl ödeyeceğimi dert edinirdim fakat şu anda gibimde bile olmadığını fark ettim.

pub'a vardım. deniz aynı masaya oturmuştu. süzüldüm ve yanına oturdum. bardağındaki birayı süzüyordu.
sessizliğini bozmasını bekledim 5 dakika boyunca. sonunda konuşmaya başladı.

- aykut şu hayatta en değerli şey nedir biliyor musun?
- nedir?
- güçlü olmaktır.

felsefe yapmaya gelmemiştim buraya... konuşmasına müsade ettim bir süre, eninde sonunda açıklayacaktı olanları.

- canından çok sevdiğin annen öldükten sonra bile ayakta kalabilmektir. annenin yası bitmeden bir gece babanın senin yatağına süzülmesine ses çıkarmadan katlanabilmektir. o tecavüzcü pisliği, hiç beklemediği bir anda öldürebilmektir güçlü olmak.

kendi kendine konuşuyordu. anlattıkları umrumda değildi, ben istediğimi hala alamamıştım.
- dinliyor musun aykut?
- ne?

dalıp gitmiştim o sırada, günahlar içinde boğulmuş iç dünyamdaki bataklıklarda yüzüyordum.

- bak, benim hikayemi anlamadan sorularına cevap bulamazsın. şimdi dikkat kesil ve dinle. bu taka girdiysen boğazına kadar batacaksın, başka yolu yok.

aslına bakarsanız hikaye dinlemeyi oldum olası sevmişimdir. herkesten öğrenecek bir şeylerim olduğunu düşündüğüm için de iyi bir dinleyiciyimdir genel olarak. fakat şu an içinde bulunduğumuz durum normal değildi. uzun zamandır yoksunluk çeken bir madde bağımlısı gibi cevaplara açtım. bütün bunlara rağmen önümde tek bir yol gözüküyordu..

- pekala anlat.

bardağın sonunda kalan birasını bitirdi, yeni bir sigara yaktı ve anlatmaya başladı.

bundan sonrasını deniz'in ağzından anlatacağım.
sıradan ve mutlu bir aileydik. zaten sıradanlık mutluluğu getirir bana kalırsa, en azından mutsuzluğa giden kapıları kapatır. hiçbir aşırılığa kaçmadan ölür gidersin. annem de aynen bu şekilde öldü işte. evet, mutluydu öldüğünde. 8 yaşındaydım o sırada, cenaze işlemleri süre gelirken uzun süre evde yalnız kalıyordum, bu ilerleyen günlerdeki iç yalnızlığımın bir provasıydı sanki.

ilk birkaç hafta ağlayamadım. çünkü bilmiyordum ölümü o yaşta, aklıma sokamıyordum. bir süre sonra annemin bir daha gelmeyeceğini tam olarak anladığımda artık gecelerime gözyaşlarım eşlik etmeye başladı. hıçkırıklarımı duyan babam gelir teselli ederdi beni geceleri. evet, tutunacak tek dalım babamdı o sıralar. bir gece onu da kaybetmemle beraber, rüzgarlı bir havada elden kurtulmuş uçurtma gibi savruldum.
yine hıçkırıklara boğulduğum bir gece babam geldi yanıma. artık annemin yokluğuna değil, babamın yanıma gelmesi için ağlıyordum geceleri. geldiğini görünce gözyaşlarım diniyordu kendiliğinden. yanıma oturdu, ağırlığıyla yatağı çökertti ve fizik kuralları gereği onun kucağına doğru yaslandım. okşuyordu saçlarımı, tüm sıkıntılarımı unutuyordum o çocuk aklıma o anlarda.

fakat o gün beni her zamankinden farklı şekilde okşadığını hissettim. ayrıntıya girmek istemiyorum fakat bana sakin olmamı, kötülüğümü istemediğini söylüyordu sürekli. üstümdeki giysileri çıkarttı. neler olduğunu anlamıyordum ama korktum nedense, tekrar ağlamaya başladım. o sığındığım limanı, tüm savunmasızlığımla kendimi teslim ettiğim babamı da kaybedersem yaşamamın ne anlamı kalacaktı ki?

babam işini bitirdikten sonra tekrar saçımı okşamaya başladı. düşünemiyordum o sırada, sanki ruhum bedenimden ayrılmış, kendimi izliyordum. algılarımı yitirmiştim. kalktı ve çıktı odadan. artık odada da, hayatta da yalnızdım. hayat, küçük omuzlarıma bu yükü yüklemeyi uygun görmüştü. önümde iki seçenek vardı, mücadele mi edecektim, boyun mu eğecektim?
uykudan kalktığımda saat öğlen 3'tü. merhametli uyku tanrıları uyandırmak istememişti beni sanki, zira uyanılacak bir hayata sahip değildim. aşağı indim, babam gazete okuyordu. dışardan bakan birisi hiçbir fark göremezdi o şeytanda, fakat bu normalliği bende tam ters bir etki yaratıyordu. içinde beslediği o canavar içgüdülerine rağmen nasıl bu kadar normal gözükebiliyordu?

- günaydın kızım.

yumruk yemiş gibi baktım suratına. uzun süredir bir şey yemediğimi fark ettim o sırada, fakat gram iştahım yoktu. canavar bunu fark etmiş gibi sordu:

- bir şeyler hazırlayayım mı?

hayatımız aynen eskisi gibi mi devam edecekti? geceleri canavara tahammül edip, gündüzleri üzerine giydiği insan postuyla mı muhattap olacaktım?

- iyi olur babacığım.

madem bir oyun oynanacaktı, ben vardım. o yaşta her çocuk babasıyla oyunlar oynardı, demek ki benim kaderimde de bu oyun vardı.
kendimi hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordum. sanki o sabah kalktığımda 10 yaş büyümüş gibiydim. gerçekten de kaybedecek bir şeyi olmayan bir insanı yenemezsiniz, o an bunun farkına vardım. canavara karşı gelmeyecektim kesinlikle, oyun onun istediği gibi oynanacaktı bir süre. rehavete kapıldığı an, sonsuza kadar kaybettiği an olacaktı.

günler bu periyotta akıp gidiyordu. okuluma gidiyor, geldiğimde babamla olabildiğince az muhattap oluyor ve gece canavarla baş başa kalıyordum. son zamanlarda bir değişiklik yaşanmıştı bu olaylarda, geceleri bize bir kamera eşlik ediyordu. daha sonra bu videoları bilgisayara yüklüyordu. bu bana iyi bir fikir verdi.
yine bir gece çektiği videoyu internete nasıl yüklediğini izledim. zor bir tarafı yoktu, her çocuk gibi çabuk öğreniyordum ben de. planımın bu kısmı tamamdı. yaklaşık 3 gün içinde planımın diğer kısımlarını düşünerek, bir karara vardım. sonunda harekete geçeceğim gün gelmişti.

o gece her zamanki gibi hiç konuşmadan içeri girdi ve kamerayı kurdu. sesimi çıkarmadan yatakta oturuyordum. bu gece defalarca yaşanmıştı, neden farklı bir şey olsundu ki bugün? bu rahatlıkla yanıma doğru geldiğinde, iki elimle sıkı sıkı tuttuğum bıçağı tüm gücümle karnına sapladım.

şaşkınlıktan büyümüş gözleri üzerime kilitlenmişti. hala ayaktaydı, ellerini ellerimin üzerine koyarak bıçağı çekmeye yeltenmişti ki tüm gücümle ellerimi sağa ve sola doğru hareket ettirerek vücudunu olabildiğince haraplamaya başladım. yüzüm kan içinde kalmıştı, canavarın yavaş yavaş güçten kesildiğini hissediyordum... ellerim sıcak kanın tadına daha iyi varmak istercesine git gide daha hızlı hareket ediyordu...

sonunda yere yığıldı, ölmemişti hala güçlükle nefes aldığını hissedebiliyordum. kamerayı olduğu yerden aldım ve yakından çekmeye başladım onu.

- iyi misin babacığım?

zorlukla kafasını doğrultarak yüzüme baktı. ölümün yakınlığından dolayı duyduğu korkudan çok şaşkınlık okunuyordu yüzünden. belki de kendi kızının nasıl ona bunu yapabildiğini düşünüyordu muhteşem bir ironiyle...

kamerayı bizi çekecek bir şekilde yerleştirerek tekrar bıçağı aldım. üstündeki kanları saçlarına silerek temizledim. ölmesine çok az zaman kalmıştı, ona son olarak bir hediye vermek istedim. minik ellerimle bıçağı dikine boğazına dayadım ve tüm gücümle bastırdım.

bitmişti.
bütün bunları anlattıktan sonra sustu deniz. hikayedeki kız karşımdaki deniz olabilir miydi gerçekten?

- sonra ne oldu?
- daha sonra anlatacağım. yarın sabah seninle bir yere gideceğiz.
- nereye?
- gidince görürsün, bugünlük bu kadar.

hesabı ödedi. oturduğum yerden kalkamamıştım hala.

- gelmiyor musun?

güçlükle kalkarak yürümeye başladım yanında.

- insanları öldürmeye babanla başladın demek?

cevap vermedi. bu sefer onun istediği gibi yürümeyecekti muhabbet.

- anlatsana deniz, normal bir şey olduğunu mu sanıyorsun bunların?
- bir normaldir tutturmuş gidiyorsun. yarın senin normal algını değiştireceğim belki böylece kafa ütüleyemi bırakırsın.

hızlanarak beni geçti. hafifçe koşarak yanına ulaştım tekrar.

- bütün bunları polise anlatmayacağımı nerden biliyorsun?
- doruk'u öldürdüğünü polisin bilmesini istemezsin değil mi?
- ne saçmalıyorsun?
- parmak izlerin, terin, saçların... maalesef bayıldığın anda bunları almak pek kolay oldu. eh doruk'un cesedinin de bir yere gitmeye acelesi olmadığına göre şahitlik yapabilir pekala.

bir şeytanla yan yana yürüyordum...
hiçbir şey söylemeden evimin sokağına saptım ve eve geçtim. üstümdekileri çıkarmadan yatağa uzanıp düşüncelere daldım. yarın ne gösterecekti bana deniz? babasını öldürdükten sonra hayatını nasıl yoluna koyabilmişti ayrıca? ve her şeyden önemlisi deniz gibi kaç kişi dolanıyordu sokaklarda?

kabuslar içinde bölük pörçük bir uykuyla 9 gibi kalktım. zombi gibi hissediyordum kendimi, aç olmama rağmen iştahım yoktu. kahvemi yudumlarken telefonun çalmasıyla tüm bilişsel fonksiyonlarım yerine geldi. evet, bugün büyük gündü.

- alo?
- hazır mısın?
- evet.
- iyi 5 dakikaya geliyoruz.

kapandı. " geliyoruz " da neydi?
aşağı inip bir sigara yaktım. o anda köşeyi dönen lüks bir araba durdu önümde. içeri sigarayla girip girmeme tereddüdü yaşadıktan sonra içim parçalanarak veda ettim sigarama. arka kapı açıldı, deniz içerdeydi.

- gel.

girdim, şoförün kim olduğuna bakmak isterken hayal kırıklığına uğradım, zira arada bir bölme vardı.

- arabayı kim kullanıyor?
- ben de bilmiyorum.
- nasıl ya?
- fazla kişinin kimliğini bilmem ki.

ne diyordu bu kız allah aşkına?
nereye gidiyoruz peki?
- gittiğimiz yeri de bilmiyorum.
- ya sen benle dalga mı geçiyorsun?

bunu söyledikten sonra aklıma absürd şekilde " salak yemin ederim gerizekalı bu çocuk " 'daki " ya sen beni niye çağırdın " repliği geldi aklıma...

- karargah değişir sürekli, biz de bilmeyiz yerini çoğu zaman.
- ne karargahı?
- gideceğimiz yerde anlatılacak aykut sakin ol.
- bana bak beni bulaştırma pis işlerine.
- daha ne kadar bulaşabilirsin ki aykut?

haklıydı. kendim istemiştim bu durumu...

şehir dışına çıkmıştık artık. arada tek tük lüks villalar kurulmuştu, ormanlık arazinin kesilip özel mülk yapıldığı yerlerde. bu villalardan birinin önünde durdu araba. tadına doyamadığım sigaramı tekrar yakıp etrafı süzmeye başladım. o sırada şoför de arabadan indi.

- bana bak kimsiniz ulan siz?

diyerek hiddetle üzerine yürüdüm. hiç sesini çıkarmadan ceketini hafifçe kenara atarak kemerindeki silahı gösterdi. elimde olmadan ürkmüştüm. şoför eve doğru ilerleyerek deniz'e eliyle gel işareti yaptı.

- hadi aykut ilerliyoruz.
ellerimi cebime sokarak deniz'in yanında ilerlemeye başladım. artık ne ile karşılaşacağıma dair tahminler yürütmüyordum. villanın kapısının önüne geldiğimizde, hafif aralık olduğunu fark ettim. deniz itekleyerek açtı kapıyı ve beklemediğim bir manzarayla karşılaştım. içerde hiçbir eşya yoktu. o sırada deniz önüme düşerek merdivenleri tırmanıyordu.

- gel hadi.

ellerimi tozlu trabzanlara sürterek adımladım basamakları. artık bir sona yaklaşıyor olmalıydık. deniz üst kata varmıştı, soldan ilk kapıya tıklattı. kapıya biraz daha uzak kaldığım için içerden gelen sesi duyamadım fakat deniz içeri girerek onla birlikte gelmemi işaret etti.

içeri girdim. odada büyük bir ahşap masa, eski bir deri sandalye, ve bu sandalyenin üzerinde, masadaki birçok dökümanla uğraşan ufak tefek bir adam vardı.

- hoşgeldiniz.

oturacak yer yoktu odada, adamın karşısında ayakta dikilmeye başladık. kafasını kaldırma zahmetine katlanmamıştı henüz adam. yaklaşık 2 dakika sonra sanki bizi yeni fark etmiş gibi dikkatle süzmeye başladı ikimizi de.

- bahsettiğin arkadaş bu mu deniz?
- evet.

adamın gözleri üzerime odaklanmıştı. az önceki sinirim kalmamıştı artık, her şeyi dışardan izleyen bir gözlemci gibiydim adeta. ne var ki bir süre sonra bu bakışlardan rahatsız olarak konuşmaya karar verdim.

- ne istiyorsun benden?
- bir şey içer misin öncelikle?
- hayır, sizden bir açıklama bekliyorum.
- pekala.

ayakta durmak yavaş yavaş sinirimi bozmaya başlamıştı.
- deniz bizimle çalışmaya istekli bir arkadaş getireceğini haber verdi bir süre önce. bu sebeple buradasın.
- ne iş yaptığınızı bilmiyorum henüz.
- anlayacaksın. yan odaya geç daha sonra tekrar bizim yanımıza gel.

bu isteğin sebebini anlayamamıştım ama istemsizce itaat ettim, başka şansım yoktu ne de olsa.

odadan çıktım, sağ tarafta şoför bekliyordu. yanına gittim, kemerinden silahını çıkarıp bana verdi ve odaya geçmemi işaret etti. anlam veremeyerek kapıyı açtım.

oda penceresizdi, kapıyı açmamla içeri dolan ışık içerde bir kadının olduğunu fark etmemi sağlamıştı. kapı şoför tarafından tekrar kapandığında, karanlık bir odada tanımadığım bir kadınla yapayalnız kalmıştım.

- seni mi gönderdiler?
- ne için?
- benim için elbette.
- anlamıyorum sizi.
- off lanet olsun.

karanlıkta hiçbir şeyi seçemiyordum fakat kadının sesindeki kızgınlık aşikardı.

- bunun için para ödemiyorum ben.
- pardon, biraz daha açıklayıcı olabilir misiniz?

bir anlık sessizlik yaşandı odada.

- beni öldürmeleri için haddinden fazla para ödedim fakat maruz kaldığım muameleye bir bak...

ha?
- fiyata çeşitli zevkler de dahil...
- ne gibi?
- bunun gibi.

der demez üzerime saygıdı. uzun tırnaklarıyla giysilerimi yırtarcasına parçalamaya çalışıyordu. amacının bana zarar vermek olduğunu anlamam için tırnaklarının sırtıma saplanmasını beklemem gerekti. acıyla çığlık atıp bir tekme salladım kadına. el yordamıyla kapıya ulaştım, fakat kilitliydi. kadının çığlıkları odayı dolduruyordu o sırada, karanlıkta beni aradığı çıkardığı seslerden belliydi.

iki el ter içindeki omuzlarımı kavradı o anda. koşarak kaçmaya çalıştım fakat kadın sırtıma tırmanmıştı. göğsümü çiziyordu tırnaklarıyla, diğer yandan boynumu ısırmaya başlamıştı. hayatım tehlikedeydi artık, kemerimdeki silahın kabzasını kavradım refleksif bir hareketle ve kadının kafasına doğru vurmaya başladım. bulldog köpeği gibi yapışmıştı, bırakmaya hiç niyeti yok gibiydi. duvarlara doğru ateş ettim, kadında hiçbir değişiklik uyandırmamıştı bu durum, insanlıktan çıkmış gibiydi. artık çarem kalmamıştı.

silahı kafasına dayayarak tetiğe bastım.
kısa zaman önce bir insanı öldürüp öldürülmeyeceğim sorulsa cevabım kesinlikle hayır olurdu. fakat şartlar öylesine oluşturulmuştu ki, benim gibi sıradan bir insan bile katil olabilmişti.

kadının elleri yavaşça çözüldü göğsümden ve yere yığıldı. neden yaptığımı bilmeksizin kadına dokunmaya başladım el yordamıyla, öldüğünden emin olmak istiyordum muhtemelen. evet o ölmüştü ve ben de artık bir katildim. ellerim başına dokundu o sırada, o cıvık ve sıcak kan elime akıyordu ağır ağır.

kapı açıldı ve içeriye dolan ışıkla birlikte gözlerim kamaştı. ufak adam, arkasında deniz'le birlikte kapıda dikiliyordu.

- aramıza hoşgeldin.
elimdeki silahla deniz'i ve adamı vurmak istedim o an fakat onlar da bunu yapamayacağımdan o kadar eminlerdi ki hiçbir önlem almaksızın karşıma dikilmişlerdi.

- artık dolambaçlı cevap istemiyorum. nesiniz siz?
- pekala, dedi gülümseyerek adam. biz insanlara hizmet veren bir şirketiz.
- ne hizmeti?
- ölüm ve yaşam.

ölüm kısmını anlayabiliyordum, hatta bizzat yaşamıştım da peki ya yaşam?

- anlayamaman normal. üstünü temizle, geri kalanı şirkette konuşuruz.
odadaki cesedi yalnız başına bırakarak dışarı çıktım. istemsizce fatiha okuduğumu fark ettim. belki de insanlığımı tam olarak yitirmemiştim. deniz'e baktım göz ucuyla, yüzünde pişmanlık vardı sanki biraz. evet tüm bunlara karışmak için istekliydim fakat isteseydi beni engelleyebilirdi.

- deniz sen aykut'a temizlenmesinde yardımcı ol. araba sizi kapıda bekliyor olacak. şirkette görüşürüz.

diyerek bir başımıza bıraktı bizi. deniz yine önüme düşerek banyo olduğunu düşündüğüm bir odanın önünde durdu. kapıyı açtı, banyoydu banyo olmasına ama sıradan bir banyo değildi. tavanda sadece şu otellerdeki yangın söndürücülerin aparatlarından vardı. bir gaz odasının soğukluğu ve kasveti vardı burada.

- suları şuradan açarsın. ben sana havlu getireceğim, diyerek çıktı deniz.

hayatımın en saçma banyosunu yaparak kapıya tıklattım, deniz kapı aralığından havluları uzattı bana. yüzüne bakmamaya çalışsam da, bana acıdığını fark edebiliyordum. arabaya binene kadar hiç konuşmadık.
deniz'le göz göze gelmemek için pencereden etrafı süzüyordum. siyah bulutlar arasında birden gök gürüldedi ve aniden yağmur bastırdı. yağmur damlaları pıtır pıtır cama çarparken düşüncelere daldım yine... zaten son günlerde yaptığım iki şey vardı, düşünmek ve hayatın akışına kapılmak.

olanları kafamda düzenlemeye başladım. bir şirket vardı. ölmek isteyen insanlara hizmet sağlıyordu. güzel, peki kanunlardan nasıl kaçabiliyordu bu şirket? kurumsallaştıkça açık vermek kolaylaşırdı oysa bu adamlar bir şirketten bahsediyordu...

ikinci husus yaşam konusunda hizmet vermek. sağlık desteği değildi muhtemelen bu. mistik şeylere inanmazdım, birilerinin ömrüne ömür katılacağına ihtimal vermiyordum, öyleyse neydi bu yaşam sağlamak?

arabanın yavaşlamasıyla düşüncelerimden uyandım. büyük bir fabrikanın önünde durmuştuk şimdi. etraftaki yazılardan anladığım kadarıyla hazır etlerin işlendiği bir yerdi burası..

merakla arabadan indim.
fabrikanın ana kapısından içeriye girdik. müdür bizi bekliyordu içerde. kancalara asılı sıra sıra kesilmiş hayvanlar gürültüyle çeşitli işlemlere tabi tutuluyordu bir yandan. ufak tefek adam gürültüden sesini duyurmak için bağırarak,

- koku için kusura bakmayın, buyrun arkaya geçelim.

bir koridordan içeri girdi. gürültü göreceli olarak azalmıştı. yaklaşık 5 dakika boyunca koridor içinde gezinerek bambaşka bir yere vardık. hala fabrikanın içindeydik fakat arka taraf farklı şekilde döşenmişti. burası bir fabrikadan ziyade, bir oteli andırıyordu.

adam girişteki resepsiyon gibi bir yere kartını uzattı. görevli kartı inceleyerek onay verdi ve sağ tarafı işaret etti.

- beni izleyin, dedi adam.

sağ taraftaki kapıdan içeri girer girmez birçok meraklı gözle karşılaştık. bu gözlerin sahipleri, üstü başı yırtık ve pis kimselerdi. bir kısmı sallana sallana ayakta yürüyordu, bir şeyler mırıldanarak. kimisi korku içinde etrafı süzüyordu. içlerinden birisi ufak adama yaklaştı ve:

- paramızı ne zaman alacağız?, diye bağırdı.

girdiğimiz kapının iki yanında duran görevliler bir anda adamın üstüne atlayarak etkisiz hale getirdiler onu. bu diğerlerine de bir gözdağı olmuş gibiydi, korku dolu gözlerle olan biteni izleyerek oturdukları yerde daha çok sindiler.

bu odayı ardımızda bırakarak başka bir mekana girdik. içerdeki kimseler diğer oda sakinlerinin tam tersi nitelikteydi, hepsi de pahalı giysiler içinde lüks koltuklar üzerinde oturuyorlardı. pahalı parfümlerinin kokusu odayı baştan başa doldurmuştu.

- merhaba müfettiş bey, diyerek yaklaştı zengin görünüşlü adamlardan bir tanesi ufak tefek adama. müfettiş ha?
- merhabalar efendim, bi sıkıntınız var mı?
- uzun süredir bekletiliyoruz burada, hizmeti ne zaman alacağız?

hizmet denince aklıma nedense cemaat olayları geldi. kendimi tutamayarak sırıttım. zengin adam gülüşümden alınmış gibiydi nedense.

- komik bir şey mi var küçükbey?
- küçükbey mi? aahahha.

son günlerde yaşadığım sinir bozukluklarını kahkahamın içinde dışarı atıyordum sanki. uzun süre tüm gücümle bağırarak kahkahama devam ettim. odadaki tüm gözler beni izliyordu.

- aykut, müşterilerimize karşı biraz daha saygılı olmalısın.

müşteri? taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu.
- pardon, acaba ne kadar para ödediniz " hizmet " için?
- aykut sessiz ol, diye uyardı müfettiş beni. durmaya niyetim yoktu, madem işi öğrenmem isteniyordu, öyle yapacaktım.
- 100.000 dolar.

bu fabrika gerçekten iyi iş yapıyordu.

- peki aldığınız hizmet nedir tam olarak?
- yeter aykut, sesi sert çıkmıştı bu sefer müfettişin.

müfettiş baş selamıyla veda etti zengin beye, sırıtarak yüzüne baktım ben de oradan ayrılırken. göreceğimiz ne kalmıştı ki daha?
duvarlarından biri camla kapla olan bir odaya girmiştik şimdi de. cam belli ki tek tarafı gösteren cinstendi çünkü camın öteki tarafında ilk odada gördüğümüz kimsesiz kadınlardan birisi vardı ve bizim odaya girdiğimizi fark etmemişti.

- ne oluyor?
- şş sessiz ol ve izle.

izlediğimiz odaya ikinci odada gördüğümüz iyi giyimli adamlardan birisi girdi. kadın kızgın bir suratla adama neler olduğunu sordu, adam ise ona sakin olmasını söyledi. içerdeki sesler hoparlörle bizim odaya da veriliyordu. o sırada kadın adamı iterek bunlara daha fazla katlanamayacağını ve gitmek istediğini söyledi. kapıya yönelen eli bir süre zorladı kolu... bu sahneyi daha önce yaşamış birisi olarak ürpermemi engelleyemedim.

kapıyı zorlamaya devam eden ve bağıran kadına ağır ağır yaklaşıyordu zengin adam arkadan. elinde bir şey tutuyor gibiydi, evet bir bıçak. soğukkanlılıkla ilerledi ve kadının sırtına bir kegib attı. kadının çığlığı mikrofon olmasa bile ulaşacak derecede şiddetliydi...

acıyla yere yığıldı.
adam artık güçten düşmüş kadınla oynamaya başlamıştı. giysilerini yırtıyor, elindeki bıçakla vücuduna çeşitli şekiller çiziyordu. garip bir şekilde kadını öldürmek istemiyor gibiydi, ona şefkatle yaklaşıyordu adeta. bıçak olmayan eliyle kadını okşuyor, kulağına bizim duyamadığımız bir şeyler fısıldıyordu. duyulan tek şey kadının hıçkırıkları arasındaki boşlukları süsleyen çığlıklardı.

adam bu ritüele bir süre daha devam ettikten sonra aynı soğukkanlılık ve ifadesizlikle kadının boğazını kesti. oluk oluk akana ellerini uzattı ve avucuna doldurduğu kanı kendi vücuduna sürmeye başlamıştı. eski çağlardan kalma bir ritüeli gerçekleştiren bir şaman gibiydi adeta, ne yaptığını biliyor olmalıydı. işini bitirdikten sonra eserine son bir bakış daha attı, daha sonra odayı terk etti.

- gösteriden memnun kaldın mı aykut?

***

beyler bugünluk bu kadar olsun yoruldum inanın.
cevap vermedim.

- muhtemelen tüm bunları neden yaptığımızı merak ediyorsun.
- yo etmiyorum.

hayatımı bir amerikan filmi klişesi tadında yaşamak istemiyordum. artık aldığım kararların, verdiğim cevapların bir önemi olmadığının farkındaydım, öyleyse olabildiğince haylazlık yaparak hayattan zevk almaya bakacaktım.

- beni şaşırtıyorsun aykut. yine de sana elimden geldiğince şirketi anlatmak isterim. zira eserimle övünmek benim n büyük hakkım, öyle değil mi?

hala hafifçe titremekte olan kadının cesedine bakmayı sürdürdüm.

- eh, şirketimizin diğer şirketlerden hiçbir farkı yok, tek amacı kar yapmak. nasıl ki gıda üreten bir şirket insanların yaşamak için muhtaç olduğu beslenme içgüdüsüne hizmet ederse, biz de öldürme içgüdüsüne hizmet ediyoruz. tek farkımız var olan toplum ahlakına aykırı düştüğümüz için yer altına sıkışıp kalmamız.

- peki ya böyle geniş bir kurum nasıl saklı kalabiliyor?

- karşılıklı çıkar anlaşmalarıyla elbette. kim sokaktan bir tinercinin azalmasını istemez ki? veya tüm zevklere doymuş olup parasını harcayacak bir yer bulamayan ilacı nerde aramalı? hem toplum güvenliğine, hem de zenginlerin gönlüne katkı sağlayarak varlığımızı rahatlıkla sürdürebiliyoruz, böylece bazı güçler bizi görmezden gelebiliyor. herkes için karlı ha?

elbette, böylesi bir pisliğin var olabilmesi için herkes bulaşmalıydı. kendini güvende hissetmek için bankalara, sigortacılara para döken sıradan insanlar bile dolaylı yoldan bu suçun ortağıydı.

- her şeye vakıf olduğuna sana seçeneklerimi sunmama izin ver aykut.

elimi kolumu sallayarak burdan çıkmama müsade etmeyeceklerine emindim...

- dinliyorum.
- şirketin iki yönlü işlediğini fark etmişsindir, daha önce söylediğim gibi yaşam ve ölüm. seçeneklerin bunlar, ya bizim emrimiz altında, insanlara diledikleri ömre bahşetme görevini üstlenirsin - tıpkı deniz gibi - veya senin vücudundan sadece tek sefer faydalanmamıza izin verirsin. anlarsın ya.

suratına yerleşen gülümsemede en az hakim olan duygu mutluluktu.

- öldürebilirsiniz beni.

müfettişin bu cevabı beklemediği belliydi, hoş aklı başında hangi insan bu cevabı seçerdi ki? fakat artık normal bir insan olmadığımın farkındaydım. evet, eski silik aykut gitmişti, tıpkı olmasını istediğim gibi fakat bunun bedeli şu an ölümü isteyen tuhaf bir aykut olmuştu.

- son kararın mı?
- evet kenan bey.

gülümseyerek deniz'e baktım. o da gülümsüyordu, fakat bu sefer içten gibiydi. bu pislikten ancak ölümle kurtulacağımı biliyordu ve kurtulduğuma seviniyor gibiydi.

- seni bekliyor olacağım deniz. her nerede olacaksam.

klişelere saplanmaktan kurtulamamıştım ölüme giderken bile. eh, o kadar da olurdu ha?

- pekala aykut, acını daha fazla uzatmayacağım. sıradaki zengine hizmeti sen vereceksin.

az önce camın diğer tarafından izlediğim odadaydım şimdi. içeri girecek olan katilimi bekliyordum. kolay kolay teslim olmamak vardı kafamda, şansım varsa yanımda birkaç pgibopatı da arkaürebilirdim. o sırada kapı açıldı ve az önce müfettişle konuşan zengin adam girdi içeri.

- merhaba küçükbey, bakalım bu defa gülebilecek misin?

diyerek yavaş yavaş üzerime gelmeye başladı elindeki hançerle. muhtemelen ona karşı koymayacağımı düşünüyordu zira bunun için oldukça fazla para dökmüştü ortaya, hizmetin en iyisini almalıydı. tıpkı deniz'in babasının kapıldığı rehavetle bıçağı ssol koluma saplamak üzere elini gerdi, gerilen el hızla üzerime doğru gelirken geriye çekildim ve boşa sallanan eli kaptım. şaşkınlıktan büyüyen gözleri olanları algılamaya çalışırcasına yüzüme baktı.

- görüşürüz beybaba.

diyerek kendi elindeki bıçağı zorlayarak boynuna arkaürmeye başladım. hantal vücuduyla etkili şekilde karşı koyamıyordu kısa sürede aradaki mesafeyi kat eden bıçak kanla buluştu.

bu sırada odanın dışında bir arbede yaşandığının farkındaydım. istekli bir ses içeriye girmek istediğini ifade ediyordu, muhtemelen pgibopatlığın sınırlarında dolaşan bir başka katildi bu. çok geçmeden sesin sahibi elinde bir silahla içeri girdi. belli ki riske girmek istemeyecek kadar değer veriyordu kendisine. kendimce veda ettim hayata, her şeye... son gelmişti artık.

silahın ateş aldığını fark ettim, fakat silah patlamadı. odanın içini dolduran bir zırıltı çıkmıştı patlama yerine. yo yo, odanın içinde değil kafamın içindeydi bu zırıltı. ölmüş müydüm? böyle bir şey miydi ölüm?
- zırr... zırrrr.

uzun süre suyun altında kalıp da ciğerlerim patlamaya ramak kalmışçasına ileri atıldım. hala suyun altında gibiydim, bir türlü yüzeye çıkamıyordum. kulaç atıyordum fakat bir türlü azalmıyordu üstümdeki su. bir anda hz. musa misali tüm denizi kenara attım sanki. daha önce hiç nefes almamışcasına içime çekiyodum havayı. nerede olduğumu anlamaya çalıştım, yo burası bir deniz değildi. odamdaydım. deniz sandığım şey ise yorganımdı.

- zırrrr.

silahlı adamı aradı gözlerim, o da burada değildi. patlayan silah değil, kapıydı. evimdeydim ve kapı çalıyordu, evet. gerçek bu kadar basit olmasına rağmen algılamam uzun sürmüştü. nasıl gelmiştim buraya?

binbir güçlükle ayağa kalkarak kapıyı açtım. deniz'di bu.

- ne arıyorsun burada?
- seni almaya geldim, hadi çıkıyoruz.
- nereye, şirkete mi yine?
- ha?

zonklayan kafamı oğuşturdum.

- neler oldu, nasıl ölmedim?
- ne saçmalıyorsun aykut sen?
- müfettiş nerde?
- kötü bir rüyadan uyandırdım galiba seni?

bütün bunlar bir oyun olmalıydı muhtemelen. hafızamı silip beni tekrar buraya yerleştirmişlerdi. hırsla deniz'in gözlerine baktım, şimdi anlayacaktım gerçeği.

- dövmeni göster bana.
- ne dövmesi?

böyle olmayacaktı, deniz'i duvara dayayarak üstündeki bluzu yukarı sıyırdım. dövme yoktu?

- ne yapıyorsun aykut bırak beni!

rüyaydı her şey... son 1 ay rüyaydı. veya o yaşananlar gerçekti, şu an rüyadaydım bir filozofun dediği gibi.
:
 

Oktay99749

Katılımcı Üye
28 Şub 2013
459
0
Staj.
Okudum , kafam şuan çok karıştı hacı .
"Rüyaydı her şey... son 1 ay rüyaydı. veya o yaşananlar gerçekti, şu an rüyadaydım bir filozofun dediği gibi. " Sözü çok hoşuma gitti .
 
Son düzenleme:
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.