30 Ağustos ÖzeL... !!(ŞiirLer..)..

BuRSaSpQRLu40258

Uzman üye
5 Tem 2007
1,472
32
33
TeXaS TrübünLeri
30 Ağustos ÖzeL... !!(ŞiirLer..)..ResiMLer.v.b..

**30 AĞUSTOS**
Her yıl bugün olur, Otuz Ağustos
İçime bir ordu havası dolar.
Başlar dimdik, gözler çelik, yüzler pos,
Bayrak imil imil, geçer ordular...

Geçer tunç adımlar demir göğüsler,
Geçer Mehmetçikler, geçer subaylar,
Hepsinin alnında zaferden süsler.
Geçer hayalimde bir bir alaylar.

Geçer toplar, geçer atlar, yağız, al,
Geçer dağlar, geçer yollar, şehirler...
Yangınlar üstünde ince bir hilal!..
Yaralılar düşe kalka geçerler.

Çılgın bir istekle bu şan akını
Afyon'dan, İzmir'e kaçlar çağıldar.
Unutmuş at gemi, kılıçlar kını,
Can canı unutmuş zafere kadar.

Ne var bu dünyada sana yakışan,
Alnında bir zafer sabahı kadar;
Sen Mehmetçik, söyle büyük kahraman,
Sana zafer kadar yakışan ne var?

Her yıl bugün olur, Otuz Ağustos,
İçime bir zafer havası dolar.
Başlar dimdik, gözler çelik, yüzler pos,
Bayrak imil imil, geçer ordular...


****30 AĞUSTOS***
Hasmın diş geçiremez artık senin etine,
Çünkü seni koruyan çelik kanatların var.
O havada dolaşır, iner ve çıkar yine,
Yurda zarar verecek birer tehlike arar.

Bu azim, iradeyle artık korkma yarından,
Tuttuğun her iş böyle sonuna varacaktır.
Her yıl göğe katılan çelik kanatlarından
Bugün gurur duyarak, göğsün kabaracaktır.

Arkadaş, candan kutla büyük zafer gününü,
Madem ki sen bir Türk'sün ve bu yurdun malısın.
Bir zafer elde eden günün büyüklüğünü,
Ta içinden, etinden, kanından duymalısın.


*******30 AĞUSTOS*******
Kocatepe'nin büyük düşünceleri,
Doğuyor kalplere aydınlık, zamanlı.
Uyku tutar mı ağustos geceleri,
Bu ay cümle fetihlerle heyecanlı,
Heyecanlı hey.

Mustafa Kemâl'in dudağında eli,
Gözlerine vurmuş vaktin en güzeli.
Bu dağlar, askeri deli eder deli.
Vermiş omuz omza destanlı destanlı,
Destanlı hey.

Hazır ol vaktinde şafaklar!
Hazır, yürümeye topraklar,
Tepe tepe kımıldanıyor...

Endişeli, uzakların benzi uçuk,
Düşman, düşman ama çocuk kadar küçük.
Yirmi altı ağustos, saat beş buçuk.
Dram, Dumlupınar'da başlıyor, kanlı,
Alkanlı hey.


***********30 AĞUSTOS***********
Bugün güneş sevinçli, gülümsüyor yurduma,
Vatanı saran düşman ermiş muradına,
Bakın nasıl kaçıyor hiç bakmadan ardına,
Zafer Türk milletinin, kavuştu öz yurduna.

Dört yıl gece gündüz savaşmıştık durmadan,
Rahat nefes almadık vatanım kurtulmadan,
Önümüzde altın saçlı ay bakışlı kumandan,
Düşmanları mahvettik silahımız olmadan.

Kadın, erkek yanyana, taş, değnek, kürek ile,
Düşmanları kovarken tepeler geldi dile,
Ölüm korkusu yoktu, ölürken bile bile,
İşte bu ruh bizleri destan etmiş dillere.


***************30 AĞUSTOS************
Bugünü adın gibi iyi bil, daima an,
Türk adında bir millet yok denildiği zaman.
Tarihler dize geldi ve şaştı bütün cihan,
Doğdu eşsiz bir güneş, o kurtardı vatanı.

Parlayınca kılıçlar, ufuklar kızıllaştı,
Ordu bir sel olarak bütün setleri aştı,
Türk, istiklal uğrunda kahramanca savaştı;
Bu 30 Ağustostur iyi bil, iyi tanı.

Çınlasın kulağında Dumlupınar zaferi,
Zaferi zaferle tat, çalış hiç kalma geri,
Hedefin yükseliştir, ey Türk genci ileri,
Eşsizliğe dönmeli bu vatanın her yanı.


******30 Ağustos******
Ey isimsiz meçhul asker,
Ağustosun otuzunda
Kazandığın büyük zafer,
Karşısında: Cihan titrer.

Yüreğinde ateş yandı,
Mecbur oldun harp etmeye.
Elin kana bir boyandı,
Destanını cihan andı.

Tarihlere dönüm yaptı;
Demir elin: -Dur, diyerek...
Bütün dünya hisse kaptı;
Huzurunda irkilerek.

Meçhul asker; alkış sana,
Yaşıyorum sayende ben...
Vazifedir her an bana,
Hürmet etmek mezarına.
*****************
Akdenize Doğru.
Eğilmez başımız taç yaptık hürriyeti,
Zaferle kalbimize yazdık cumhuriyeti...

Sakarya'dan su içen o çelik süngülerle,
Yuvaları dağılmış, yılmaz bir avuç erle,

"Hedef Akdeniz, asker!" diyen parmağa koştuk;
Zafer bahçelerinden gül koparmağa koştuk.

Yol gösterdi göklerden bize binlerce yıldız,
Kıpkızıl ufuklardan taştı al bayrağımız;

Koştuk aslanlar gibi kükreyip dağdan dağa,
Canavarlar dişinden vatanı kurtarmağa...

Vahşetlere dikilmiş gözlerimiz dumanlı,
Hürriyete susamış yanık bağrımız kanlı;

Çılgınca atılarak şanlı Dumlupınar'a,
Süngümüzden şan verdik coşkun yıldırımlara...

Sakarya'dan su içen o çelik süngülerle,
Yuvaları dağılmış, yılmaz bir avuç erle,

Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti,
Zaferle kalbimize yazdık cumhuriyeti...


**Akdeniz KıyıLarında..**
Yaslı gittim, şen geldim,
Aç koynunu ben geldim,
Bana bir yudum su ver,
Çok uzak yoldan geldim.

Korkma, açıl! Şen yurdum,
Dağlara ordu kurdum;
Açık denizlerine,
Süngümle kilit vurdum.

Rüzgârlardan atım var,
Şimşekten kanadım var,
Göğsümde al yapılı,
Gazilik beratım var.

Rüzgâr bana at oldu,
Şimşekler kanat oldu,
Eğilin gökler dedim,
Bulutlar kat kat oldu.

Irmaklar gibi taştım,
Yalçın kayalar aştım,
Hakk'a şükürler olsun,
Geldim sana ulaştım.

Varsın, yansın ocağım,
Kurtuldu al sancağım,
Bayrağımın altında,
Ben hür yaşayacağım.

Deniz, deniz, Akdeniz!
Suları berrak deniz,
Karşıda yâr ağlıyor,
Gideyim, bırak deniz!

Açıldı Kale yolu,
Göründü Gelibolu,
Bırak beni gideyim,
Orası yârla dolu.

Yürü ey şanlı Gazi!
Kılıcı kanlı Gazi!
Meriç seni bekliyor,
Büyük ünvanlı Gazi!

*******AKINCI..****
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ilerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle...

Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.

Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla,
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla..,

Cennette bugün gülleri açmış görürüz de,
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde!

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik


ANADOLU TOPRAĞI
Senelerce sana hasret taşıyan,
Bir gönülle kollarına atılsam.
Ben de bir gün kucağında yaşayan,
Bahtiyarlar araşma katılsana.

En bakımsız, en kuytu bir bucağın,
Bence "İrem bağı" gibi güzeldir.
Bir yıkılmış evin harap ocağın,
Şu heybetli saraylara bedeldir.

Kadir mevlâm, eğer senden uzakta,
Bana takdir eylemişse ölümü;
Rahat etmem bu yabancı toprakta,
Cennette de avutamam gönlümü.

Anladım ki: Sevda, gençlik, şeref, şan.
Asılsızmış şu yalancı dünyada.
Hasretinle yadellerde dolaşan,
Hızrı bulsa yine ermez murada.

Yalnız senin tatlı esen havanda,
Kendi millî gururumu sezerim.
Yalnız senin dağında, ya ovanda,
Başım gökte, alnım açık gezerim.

Hürüm, derim, eskisinden daha hür,
Zincirinle bağlansa da ayağım.
Şimdikinden daha ferah görünür,
Zindanında olsa bile durağım.

Bir gün olup kucağına ulaşsam,
Gözlerimden döksem sevinç yaşını,
Sancağının gölgesinde dolaşsam,
Öpsem, öpsem toprağını, taşını!

ASKER KOŞMASI
İstiklâl savaşı gençleriyiz biz:
Tarihe koç Türkler diye şan verdik!
Yurdumuz azizdir, çiğnetmeyiz biz:
Uğruna bu kadar kahraman verdik.

Aç çıplak savaştık tipide, karda,
Kartallar avladık sarp kayalarda,
Sakarya önünde Dumlupınar'da,
Ulu Gazi'mize imtihan verdik.

Soğuklar zalimdi, kışlar amansız;
Kuşlar yuvalardan düşerdi cansız;
Vuruştuk yaralı, hasta, dermansız;
Ne aman istedik, ne aman verdik.

Yıllarca ufkunda yedi renk bayrak,
Salındı bizimdir diye bu toprak,
Hepsini allara boyadı şafak,
Göklere içtiği kadar kan verdik.

Kılıç kınlarından süzüldü kanlar,
Al döndü akından kır küheylânlar,
Açtı baharımız hep erguvanlar,
Dağlara çiçekler armağan verdik.

Murat dağlarından indik aşağı,
Göründü uzaktan Gediz ırmağı,
Kuruldu İzmir'e Türk'ün otağı,
Vatana yeniden bir vatan verdik

Bayrak ALtınDa..
Bu gün genç, ihtiyar, kadın, kız, kızan,
Uzanıp yatsak da çardak altında,
Boruyu çalınca yarın borazan,
Hemen toplanırız bayrak altında.

Bizi hiç tasalı görmez bu yerler;
Yiğitler, ölürken bile gülerler,
Yeter ki yaşayan er oğlu erler,
Bizi çiğnetmesin ayak altında.

Kalbimiz çırpınır yurdu andıkça,
Gözlerde zaferin nuru yandıkça;
Üstünde bu bayrak dalgalandıkça,
Gönlümüz rahattır toprak altında.

Bende ASker OLacaĞım.
.Küçük asker, küçük asker!
Vatan senden hizmet ister."
Bu ninniyle uyudum ben,
Asker gibi büyüdüm ben!..

Kalbe imân, elde silâh,
Duam şudur akşam, sabah:
"Bir asker yap Tanrım beni,
Koruyayım yurtla dini!.."

Sakarya'da kalmış babam,
Dünyâya ün salmış babam!..
Ondan miras şu yatağan,
Nasıl olmam bir kahraman?..

Dedem asker, babam asker,
Derler bize: "Er oğlu er!"
Ben de asker olacağım;
Dünyâya ün salacağım!..

Bir Kurtuluş Destanı..
Osmanlıydı bir zaman tarihler yazan,
Dört bir yana kök salmış, kükreyen aslan.

Asırlarca yaşadı, nesil geçti aradan,
Zayıfladı kuvvetçe, dediler "hasta adam".

Asiler çıktı, Osmanlıya başkaldıranlar,
Fitneyle parçaladı hain düşmanlar.

Küçüldü topraklar savaşlarda bir yandan,
Atmak istediler Türk'ü Anadolu'dan.

Bir inançla gürledi, yüce Türk milleti,
Önder seçti kendine Mustafa Kemal'i.

Millet birlik oldu, koştu düşman üstüne,
Nice canlar verildi, Maraş, Urfa, Antep'te.

Cephelerde Mehmetçiğin Allah sedası,
Temizlendi düşmandan güney, doğu, batısı.

Ay ve yıldız dalgalandı akan kanlar üstüne,
Ve ölümsüz marşımız doğdu Mehmet Âkif'le.

Büyük harpler yaşadı bu vatan, bu topraklar,
Yine de bir nebze susmadı gök kubbede ezanlar.

Büyük Ata önder oldu, açtı Millet Meclisi,
Daha sonra kuruldu Milletin İradesi.

Binlerce şehidiyle aldı, Türk milleti vatanı,
Tarihe şerefiyle yazıldı, bu "Kurtuluş Destanı".

Bu "Kurtuluş Destanı"dır kuşak boyu sürecek,
İlelebet, yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecek
 
Son düzenleme:

BuRSaSpQRLu40258

Uzman üye
5 Tem 2007
1,472
32
33
TeXaS TrübünLeri
..

Sonuna Kadar Bak!! Bu Vatan Nasıl Kazanıldı NeLer OLdu Neler Bitti O güzel Zamanında 15-20 Dk Da Bu Konuya Harca Beniz Bizim İçin DeğiL hER ŞEY vATAN İçin.!!!..


BİR YOLCUYa

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sâkit yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda
İstiklâl uğrunda, namus yolunda.
Can veren Mehmed'in yattığı yetidir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan cüz'ü de geçerken ele
Mehmed'in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, haşr olan kan, kemik etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

BU VATAN KİMİN ?

Bu vatan, toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır;
Bir tarih boyunca, onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir...

Tutuşup: kül olan ocaklarından,
Şahlanıp: köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gaza bayraklarından,
Alnına ışıklar vuranlarındır...

Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır...

İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir...

Tarihin dilinden düşmez bu destan:
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir...

Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlısında görenlerindir...

CENK TÜRKÜSÜ
Türk Oğullarına

Düşman yine öz yurduna el attı,
Mezarından ata'n kılıç uzattı,
Yürü diyor, hakkı zulüm kanattı,

Attilâ'nın oğlusun sen unutma!
Medeniyet deme, duymaz o sağır;
Taş üstünde taş kalmasın durma kır:
Kafalarla düz yol olsun her bayır,
Attilâ'nın oğlusun sen unutma!

Koş, Pilevne yine al bayrak taksın,
Gece gündüz Tuna suyu kan aksın,
Yaksın kahrın, bütün Balkan'ı yaksın;
Attilâ'nın oğlusun sen unutma!


DUMLUPINAR İNSANINA

Sayende yaşayanlar, bugün sana kul, şehit!
Seni görmeye geldik, kalk, doğrul, meçhul şehit!

Kımıldan, yaklaş bize ve bağrımıza yaslan!
Her yiğitin gönlünde yatar, derler bir arslan,

Hepimizin gönlünde şimdi bir MEHMETÇiK var.
Çok mu bu çoraklara getirmişsek bir bahar?..

Fani vecdi değil bu eskimiş bir masalın.
Sana gökte değecek gibi şimdi her alın,

Tabutunu taşıyor gibi şimdi her omuz,
17 milyon birden alnından öpüyoruz.

Birimizde yok artık gündelik kaygı, çalım...
Mehmetçik, kalk Mehmetçik! Yüzünü tanıyalım.

Kalk, zevkimiz, Türklüğü bir yüzde görmek olsun,
Kalk, Tarih, Tanrı birden dirilsin, gerçek olsun...

Bozkır, herzemankinden alımlı, zorlu, sıcak,
Nerdeyse ruhun tütüp topraklardan çıkacak.

Kimse can vermemiştir zevkini tada tada,
Bu kadar engin, temiz, mukaddes bir maksada.

Bir insanken bütün bir vatan olmak, ölüşün,
Teninden silkindiğin eşsiz sabahı düşün.

Bir topun ağzı ufuk, gülle güneşin adı,
O sabah artık güneş bir ufuktan doğmadı.

Dumlupınar'sız kalan İstiklâl, sakat-yarı,
Dumlupınarlar millet yapacak yığınları.

İstenince yerini doldurmak maksadımız,
Bugün Mehmetçik bizim müşterek soyadımız.

Dumlupınarlar'dayız biz bugün de yarın da,
Yaşayan Mehmetçiğiz dâvanın saflarında.

Sen nasıl ulaştınsa ilk hedef Akdeniz'e,
Ve nasıl getirdinse dünyayı orda bize.

Şehit asker!.. Bizde de aynı hamle, aynı hız,
Sana lâyık bir vatan yapmak dâvâsındayız.

GENÇLiK MARŞI

Dağ başını duman almış,
Gümüş dere durmaz akar,
Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin.

Bu gök, deniz nerede var,
Nerede bu dağlar, taşlar.
Bu ağaçlar, güzel kuşlar,
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin.

Her geceyi güneş boğar,
Ülkemizin günü doğar;
Yol uzun da olsa ne var,
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin.

İSTİKLÂL ORDUSU ŞEHİTLERİNE

Düne kadar en akur ölümlere güldünüz,
Bugün bütün milletin gönlüne gömüldünüz,
Rahat, rahat uyuyun son âşiyanınızda!

Artık ne gözlerinizde köye dönmek emeli,
Ne yaranızı saran ince bir kadın eli,
Belki arkanızda yok bir ağlayanınız da!

Varsın dolu bulunsun bir emelle gönlünüz,
Siz tarihin övdüğü herkesten büyüksünüz,
Zemzem kudsiyeti var her damla kanınızda!

Fâni akislerini kaybeden sesleriniz,
En mağrur alınlara diyebilirler eğil,
Ebediyet en küçük payedir yanınızda!

Çünkü hürriyet için söndü nefesleriniz;
Yâdınıza yabancı bâdiyelerde değil,
Ana vatanınızda, ana vatanınızda !

KAHRAMANLIK

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık: saldırıp bir daha dönmemektir.

Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.

Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir kahramanlık;
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık:
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir.
Ne de güneşler gibi parlayıp sönmemektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerektir.
Atıldıktan sonra da bir daha dönmemektir...

KİMDİM

Maziye sor, ecdadımı söyler sana kimdi;
Bir bitmez ufuktum, küre vaktiyle benimdi.

Tufanlar, alevler beni bir kal'a sanırdı;
Taçlar uçuşur, dalgalanır, parçalanırdı.

Kahhâr atımın kanlı, kıvılcımlı izinde;
Bir başka denizdim ebediyyet denizinde.

Çarpardı göğün kalbi hilâlin avucunda;
Titrerdi yerin talihi merminin ucunda.

Günler, elimin çizdiği yerlerden akardı;
Üç kıt'ada korkunç atımın izleri vardı.

Üstünde uçarken o nişîbin bu firâzın,
En şanlı, şehâmetli hükümdarına arzın.

Tek bir bakışım sanki inayetti, keremdi;
İklîli hediyyemdi, arazisi hîbemdi.

Hançerdi hayâlim, bütün akvam ona kındı;
Baştan başa dünyâ bir esîrimdi; kadındı.

Asabına nabzımdaki ahengi verirdim?
Kasd eylediğim şekli verir, rengi verirdim.

Dünyâ bilir iclâlimi ben böyle değildim;
Ben, altı asırdan beri bir kerre eğildim!

KOCATEPE

Boz kalpağıyla kar yağmış
Altın saçıyla gün vuran
Bir ulusta kan kaynamış
Bir canlı Kocatepe O.

Ağustos'un sıcağından.
Duruyor tarih içinde...
Nabzı odur, gündüz gece
Vuruyor tarih içinde.

Ay-yıldızı gökte doğmuş
Yerde al kanla yuğrulan
Çaldıran'dan Yavuz ağmış,
Bayrağı öpe öpe O.

Malazgirt'ten de Alpaslan.
Sarıyor tarih içinde.
Alnından onlar öptükçe
Yürüyor tarih içinde.

MEHMETÇİK

Göğü bir fecre sarar açtığımız bayraklar,
Yurdu, topraklara mıhlanmış adımlar saklar.

Çarpar ecdadımızın nabzı damarlarda bugün,
Koşar üç kıt'ada nal sesleri hâlâ Türk'ün!

Bir kâğıt parçası üstünde bakarken Hind'e,
On asır Gazneli Mahmûd'u bulur kalbinde.

Yeni rü'yâlara daldıkça bugün ırkım için,
Olurum gölgesi dünyâya vuran bir Temuçin.

Bendim Aydıncık önünden suya seccade salan,
"Yakasın Rumeli'nin pençe-i himmetle alan!"

Bendim, -elbet- ki bugün yâdı ölümden de acı,
Dalkılıçlarla kılıçtan geçirenler Mohaç'ı!

Adı üstünde benimdir o şehirler, köyler,
Nice dağlar, tepeler ismimi hâlâ söyler!

Bendim elbet şu Çanakkale'yi göğsüyle tutan;
Kara topraklara evlâdını vermiş uyutan.

Giydi al kanlarımın tuncunu yıllarca etim;
Boğdu son düşmanı yurdumda benim iskeletim.

Bastığım yer mezarimdır diyen elbet ölmez,
Silinir, toprak olur belki... Müebbet ölmez!

Bu çelik ruhu giyen etle kemikten madde,
Bir aşılmaz granit kal'a çeker serhadde!

Yedi kat toprağın altıyle bizimdir bu diyar,
Can verirken, bizi ecdadımızın ruhu duyar.

Kalbi Allah'a dayanmış dayanır dipçiğine,
Güvenir milletimiz yine Mehmetçiğine!


MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI

Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin açışıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla
Her bir heceden heceden.
Mustafa Kemal'in kağnısı derdi kağnısına,
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok ***ürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı
Mahzundu bütün bütün Sarıkız yanı sıra.
Gecenin ulu ağırlığına karşı
Hafiftiler, inceden inceden.
iriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında,
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri.
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi daim.
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alın yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden nicelden.
Durdu birdenbire, Kocabaş, ova bayır durdu.
Nazar mı değdi göklerden ne,
Dah etti, yok.
Dahha dedi gitmez.
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacur gucur.
Nasıl durur Mustafa Kemal'in kağnısı
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden.
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Sür beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, ***ürür ana, çocuk, mermisini askerciğin.
Koma yollarda beni, kutun köpeğin olayım.
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere iyceden iyceden.
Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı bacım,
Kocabaş'ın yerine koştu kendini Elifçik
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.


SANCAĞA

Ellerde dolaşan bu siyah sancak,
Göklere yükselen bir âh olmasın!
Doğru mu bu kadar ye'se kapılmak,
Korkarım, bu matem günah olmasın!

Milletin kalbinde yer etmez keder;
Asırlar değişir, seneler geçer...
Ne kadar karanlık olsa geceler,
Mümkün mü sonunda sabah olmasın.

Dilerse, her yüzde keder görünsün,
Yıldızlar yerlere düşüp sürünsün...
Dilerse, her taraf ye'se burunsun;
Sade senin yüzün siyah olmasın!

Bir kızıl alevdin gökde bir zaman;
Solardı renginden nuru güneşin.
Şimdi bir dumansın, kara bir duman;
Sinmiş gönüllere sanki ateşin.

Ağlıyor uzaktan bakan rengine,
Diyor: "Matemde mi öz vatanımız?.."
Biz seni boyarız o kan rengine,
Var damarımızda hâlâ kanımız!

Ey güzel sancağım, solmasın yüzün,
Biz henüz yaşarken ye'se bürünme!
Hicrana takati yok gönlümüzün,
Bu matem yüzüyle bize görünme!

Ey güzel sancağım, o "ay yıldız"m,
Sana tarihinden kaldı hediye,
Üstünden eksilme vatanımızın,
Dalgalan bu "iller benimdir!" diye.


SOYUMUZ

Bulutları delip geçse bir gün çok mu boyumuz;
Kaç bin yılın gövdesinden kopup gelmiş soyumuz!

Nice nice yüzyılları biz devirmiş yıkmışız;
Nice ünsüz kuru başı kovuklara tıkmışız.

Kollarımız yeri sarmış, düşüncemiz gökleri,
Varlıklardan öbür yanda bu ulusun kökleri!

Denizleri dinlemişiz, yıldızlara bakmışız;
Geçmişlerden öç almışız, geleceğe akmışız!

Dört bir yana akın etmiş Türk atası durmamış,
Nerde otağ kurmuşsa o boşboşuna kurmamış!

Takmış yayı arkasına çelikten bir ay gibi,
Yelesini yele vermiş kişniyen bir tay gibi!

Ululuğun bağlarını o olmuş ilk bağlayan,
Güzelliğe gönül veren, ülkü için çağlayan!

Doğruluğu o göstermiş en arı öğüt gibi;
İnceliğe o titremiş narin bir söğüt gibi.

Nice bin yıl çelmemizi dalgalara takmışız,
Enginleri çiğnemişiz, şimşek olup çakmışız.

Görülmemiş bir tek tepe, bu soy ona çıkmasın;
Duyulmamış tek bir engel, bu soy onu yıkmasın.

Gene bugün yalazlarla, köpüklerle doluyuz;
Bu ak soyun oğluyuz biz, bu ulusun koluyuz.

DUMLUPINAR'DA ŞEHÎT ASKER'ÎN MEZARI BAŞINDA

Bu kabarmış toprağa yüzünü sür, kucakla,
Elbette bağı vardır "olmuş"un "olacak"la.

Dudağa değer gibi şimdi alnı her erin,
Bu havada ruhları dolaşır şehitlerin.

Biz, bu kutsî havanın içinde var olmuşuz,
Biz, bununla yoğrulmuş, biz bununla dolmuşuz.

Sâdece döğünmedik "Vatan! İstiklâl!" diye,
Sakarya boylarından çıktık Kocatepe'ye;

Bu yol ki hürriyetin, kurtuluşun yoludur,
Zincirsiz yaşamanın tek çıkar yolu budur.

Bir daha nikaylıydık sevgili hürriyete;
Kahramanlık Tanrı'dan vergidir bu millete...

Bir damla asîl kanda bir mucize saklıdır,
Bu topraklar Türklüğe inanmakta haklıdır.

Akdeniz'e tank gibi koştu bütün kağnılar,
Ey sevgili istiklâl, ey güzel Dumlupınar!

Elbet yiğit olanlar lâyık böyle toprağa;
Selâm şanlı orduya, selâm şanlı bayrağa,

Selâm ey Başkumandan, Mustafa Kemal selâm;
Emânetin yaşıyor, güven, imânımız tam:

Omuzlarımız hisar, başlarımız burç yurda,
Can vermeğe and içtik hepimiz tek uğurda!..

Bir târihten gelinir, bir târihe gidilir;
Yaşamak istiyenler savaşmasını bilir.

Zamanın kahramanlar gelebilir hakkından,
Bize sesler geliyor uzaklardan, yakından.

Duyuldu mu bir kere "-Haydin silâh başına!"
Yeniden girişiriz istiklâl savaşına...

Ödü varsa düşmanın, meydan açık, hazırız:
Bu toprakta biz doğduk, biz yaşadık, biz varız!

Kından sıyrılmış kılıç, top ağzında mermiyiz,
Dumlu çocuklarıyız, hiç yoldan döner miyiz?!

Söz verip baş koymuşuz: İstiklâl bize haktır,
Buna göz diken düşman çıksın, kahrolacaktır!..




TÜRK

Yurdumuzun dostuna dost, düşmanına düşmanız,
Bizi sorun tarihlere, biz nasıl kahramanız.

Göz dikilmez bu vatana, yan bakılmaz bayrağa,
Kahramanlar nesliyiz biz, Oğuzun soyundayız.

Biz cihâna karşı durduk,
Ezdik düşmanı yere vurduk.

Karşımızda secde etti, en kavi düşman bile,
Kim bilir, kaç gazaya şahit oldu bu yerler?

Destan oldu savletimiz, azmimiz, dilden dile,
Bize, "Yılmaz, korku bilmez, arslan oğlu Türk" derler.

Biz cihâna karşı durduk,
Ezdik düşmanı yere vurduk.

TÜRK BAYRAĞI

Kahramanlar bucağında uyandın,
Şehitlerin kanlariyle boyandın,
Nice düşman kalesine uzandın,
Sana selâm ey şanlı Türk bayrağı.

Çırpınarak dalgalanır kanadın,
Gökyüzüne çıkmak mıdır muradın?
Gölgende can vermek ister evlâdın,
Bir kalandır her bir Türk'ün kucağı.

Ey şerefin, büyüklüğün fermanı,
Ey kavgalar tarihinin destanı,
Seni ister şu toprağın her yanı,
Sensiz tütmez, yurdun hiç bir ocağı.

VATAN DESTANI

(Millî Marş güftesi için yazılmıştır)

O kadar dolu ki toprağın şanla,
Bir değil sanki bin vatan gibisin,
Yüce dağlarına çöken dumanla,
Göklerde yazılı destan gibisin.

Hep böyîe bulutlar içinde başın,
Hilâli kucaklar her vatandaşın.
Geçse de asırlar, tazedir başın,
O kadar levendsin, fidan gibisin.

Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan,
Her dalın bir yay ki zümrüt okundan.
Müjdeler fısıldar Ergcnekon'dan:
Bu sese gönülden hayran gibisin.

Ey bütün cihana bedel Türk ili,
Açtığın cenklerin yoktur evveli.
Tarih bir nehir ki coşkundur seli,
Sen ona nisbetle umman gibisin.

Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün
Bir yandan cefalı bir ömür sürdün.
Fakat ne derece ezildinse dün,
Şimdi yine tunçtan kalkan gibisin.

Bir insan nihayet kemikle ettir,
Bu et, bu kemiğe can hürriyettir.
En büyük hürriyet cumhuriyettir,
Demek ki şimdi sen bin can gibisin.

Ey ana toprağı, Ey Anadolu,
Açıldı önünde türklüğün yolu.
Hamdolsun her yanın bereket dolu,
Cennette bir yeşil meydan gibisin.

Yeni bir ay ördün al bayrağına,
Girdin en sonunda irfan bağına,
Medenî hayatın nur ırmağına,
Ezelden susamış ceylan gibisin...

VATAN İÇİN

Bir çığ olduk koptuk Orta Asya'dan,
Bu ülkü, bu bayrak, bu toprak için...
Coştukça kaynadı, damarlarda kan,
Bu ülkü, bu bayrak, bu toprak için...

Irmaklar misâli coşup, taşmışız,
Küheylanla Altaylar'dan aşmışız.
Zaferlerden zaferlere koşmuşuz,
Bu ülkü, bu bayrak, bu toprak için...

Şehit dolu toprağımız, taşımız,
Eğilmedi, eğilemez başımız.
Ezelden ebede sürer koşumuz,
Bu ülkü, bu bayrak, bu toprak için...

Türk'üz adımız var, şanımız kadar,
Her gün ufkumuzdan bin şimşek çakar.
Bu millet isterse, cihanı sarsar,
Bu ülkü, bu bayrak, bu toprak için...

YURT DUYGULARI

Düşmez yere hâşâ, o bizim bayrağımızdır,
Bir fecr olarak doğmadadır her dağımızdan.
Ay yıldız o mazideki bir süstür, emin ol,
Atîde güneşler doğacak bayrağımızdan.

Altında yatarken de bizimdir yerin üstü,
Bir kal'a olur toprağımız vecde gelir de;
Dağlar, kayalar göğsümüz üstünde tepinse,
Düşmanları biz ram ederiz kan kesilir de.

Deryaları kan, taşları bitmez kemik olsa,
Bir son nefesin aynı olup bitse nesîmi,
Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hattâ
Çekmez kürenin sırtı o tâbût-ı cesîmi.


ZAFER

Anneler dindiriniz gönlünüzün yasını,
Düşman kaniyle sildik palamızın pasını,
Yeniden çizmek için vatan haritasını,
Kandan ve kıyametten bir sahneye çevirdik,
Gökleri çatırdayan bir vatan parçasını.

Anneler ağlamayın dönmeyenlerinize,
Vatan katillerini getirdik işte dize,
Dumlupınar üstünde yol ararken denize,
Çöktü savletimizden düşmanla dolu dağlar,
Gökler genişleyerek Akdeniz geldi bize!

Biz taze kanlarını hürriyetine katan,
Bir nesliz, ülkemizde biziz yegâne sultan,
Tanyeri nur alıyor muzaffer alnımızdan...
Karşımıza çıkmayın Akdeniz dalgaları,
Yolumuzu bekliyor yekpare ana vatan!

ZAFER TÜRKÜSÜ

Yaşamaz ölümü göze almayan,
Zafer göz yummadan koşana gider.
Bayrağa kanının alı çalmayanın,
Gözyaşı boşana boşana gider.

Kazanmak istersen sen de zaferi,
Gürleyen sesinle doldur gökleri.
Zafer dedikleri kahraman peri,
Susandan kaçar da coşana gider.

Bu yolda herkes bir, ey delikanlı!
Diriler şerefli, ölüler şanlı.
Yurt için dövüşen başı dumanlı,
Her zaman bu şandan, o şana gider.
 
Son düzenleme:

BuRSaSpQRLu40258

Uzman üye
5 Tem 2007
1,472
32
33
TeXaS TrübünLeri
.

13487007dn5.jpg


27239437yi8.jpg


88129565xf7.jpg


76850747tf9.jpg


74990421uv2.jpg


91152460kh0.jpg


wwwantolojicom495962537gl0.jpg


wwwantolojicom495962537fy2.jpg


turkiyeamblemixs1.gif


Lozan Barış AntLaşMası...


LOZAN KONFERANSI GÖRÜŞMELERİ KESİLDİ


Efendiler, yine Lozan Konferansı'na temas edeceğim. Konferans 4 Şubat 1923 tarihinde kesildi. İki aya yakın bir süre devaın eden görüşmelerin özeti olmak üzere, İtilâf Devletleri temsilcileri, delegeler hey'etimize bir barış tasarısı verdiler. Bu tasarı anlam ve öz bakımından istiklâlimize zarar veren şartları içine alıyor du. Özellikle, adlî, malî ve iktisadî konularla ilgili maddeleri çok ağırdı. Bunun için, bu tasarıyı kesinlikle reddetmek zorundaydık. Delegeler heyetimiz, bu tasarıya karşılık bir mektup verdi. Bu mektupta özet olarak şunlar yer alıyordu : Üzerinde anlaştığımız noktaları imza ederek barış yapalım. Gerçekten de, Konferans'ta görüşme konusu olan birçok meseleden bizce kabul edilebilecek durumda olanları vardı. Mektupta : İkinci, üçüncü dereceâe olan konuları ayrıca inceleriz. İtilâf Devletleri, bu teklifimizi kabul etmeyecek olurlarsa, tekliflerimiz hiç yapılmamış sayılacaktır da denilmiştir. Delegeler Hey'eti'mizin teklifi dikkate alınmadı. Yalnız, konferansın yarıda kesilmesi, görüşmelerin ertelenmesi gibi gösterildi. Her devletin temsilcileri memleketlerine döndüğü gibi, bizim Delegeler Hey'eti'miz de geri geldi. Ben de Batı Anadolu gezisinden dönüyordum.

MECLİSTE'Kİ MUHALİFLERİN ÇEŞİTLİ SALDIRI HAREKETLERİ

Meclis'teki muhaliflerin çeşitli şekillerde ve başka başka konularda saldırı hazırlıklarında bulundukları yeni değildi. Geziye çıktığım tarihten bir gün sonra,İslâm Hilâfeti ve Büyük Millet Meclisi adlı broşürün ortaya çıktığını,bütün Meclis'in ve milletin bize karşı kışkırtılmak istendiğini arz etmiştim. Bundan önce çevrilmek istenen bir dolap, var dır ki, daha ondan söz etmedim. Sebebi, 1922 Aralık ayı başlarında oynanmak istenen oyun, sonuçları itibariyle gezim boyunca da devam etmişti. Müsaade buyurursanız, bu konu ile ilgili olarak hatıralarınızı canlandırmaya yarayacak birkaç söz söyleyeyim : Saygıdeğer Efendiler, üç milletvekili, milletvekili seçimi kanun tasarısında değişiklik yapılması ile ilgili bir önerge hazırlamışlar... Önergede neler in yer aldığını öğrenmiştim.2 Aralık 1922 günü, Meclis'in, İkinci Başkanı Adnan Bey 'in başkanlığında yapılan oturumunda, başkanlık kürsüsünden şöyle bir söz işitildi : Efendim! Milletvekili Seçimi Kanunu'nda değişiklik yapılması ile ilgili teklifin görüşülebileceği yolunda Tasarı Komisyonu'nun tutanağı var. Bu söz okunsun sesleriyle karşılandı. İki milletvekili : Önemlidir, okunmasını teklif ederiz diyerek genel havayı açığa vurdular. Başkan : a- Efendiler, bu önergenin, okunmadan önce komisyona gönderilmesi usuldendir dedi.

"BENİ VATANDAŞLIK HAKLARINDAN MAHRUM ETMEK" TEKLİFİ ÜZERİNE MECLİSTE YAPTIĞIM KONUŞMA

Efendiler, meselenin ne olduğunu ve bu konuda Meclis'te yapılan görüşmeleri ogüne ait Tutanak Dergisi'nde okumak mümkündür. Fakat yüksek hey' etinizi bu külfetten kurtarmak için, müsaade buyurursanız, o otuzumda yaptığım konuşmanın bir kısmını olduğu gibi arz edeyim :

Değişiklik önergesini okutmadan komisyona göndermek isteyen başkandan söz alarak şunları söyledim : '' Efendim! bu kanun tasarısı özel bir maksat taşıyor. Bu özel maksat doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden, müsaade ederseniz birkaç kelime ile düşüncemi arz etmek istiyorum. Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Salâhattin ve Canik Milletvekili Emin Beyefendi'ler tarafından teklif edilen kanun tasarısı, doğrudan doğruya, benim şahsıını vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor. 14' üncü maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız, orada deniliyordu ki: ''Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne üye seçilebilmek için, Türkiye'nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler yerleştirildikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler.''

Maalesef, benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış buIunuyor. İkincisi, herhangi birseçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. Doğum yerim, bugünkü millî sınırların dışında kalmıştır. Fakat, bu böyle ise, bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve istilâ hareketlerinin kısmen önlenememiş olnıasıdır. Eğer düşmanlar maksatlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, Allah korusun, bu tasarıya imza koymuş olan efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi.

TEKLİF EDİLEN MADDEDEKİ ŞARTLAR BENDE NEDEN YOKTU

Bundan başka, bu maddenin gerektirdiği şartlar bende yoksa, yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem, o da vatana yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği şartı yerine getirmeye çalışsaydım, İstanbul'u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar'daki savunmalarımı yapmamaklığım gerekirdi. Eğer ben bir yerde beşyıl oturmaya mahkum olsaydım, Bitlis ve Muş'u aldıktan sonra, Diyarbakır'a doğru yayılan düşmanın karşısına çıkmamaklığım, Bitlis ve Muş'u kurtarmaktan ibaret olan vatan görevimi yapmamaklığım gerekirdi. Bu Efendiler'in istediği şartları taşımak isteseydim, Suriye'yi boşaltan orduların döküntülerinden Halep'te bir ordu kurarak, düşmana karşı savunmaya geçmemekliğim ve bugün millî sınırlar dediğimiz sınırları fiilî olarak çizmemekliğim gerekirdi.

Zannediyorum ki, ondan sonraki çalışmalarım herkesçe bilinmektedir. Hiç bir yerde beş yıl oturamayacak kadar çalışmış bulunuyorum.Ben zannediyordum ki, bu hizmetlerimden dolayı milletimin sevgi ve saygısını kazandım. Belki bütün İslâm dünyasının sevgi ve saygısını da kazanmış bulunuyorum. Fakat bu durumumdan dolayı, bu sevgi ve saygılara karşılık vatandaşlık haklarından yoksun bıralcılacağımı asla hatırıma getirmezdim. Tahmin ediyorum ve ediyordum ki, yabancı düşmanlar Bana suikast yapmak suretiyle, beni memleket hizmetinden alıkoymaya çalışacaklardır. Fakat hiçbir zaman hatır ve hayalime getirmezdim ki,yüce Meclis'te iki üç kişi bile olsa, aynı zihniyette kimseler bulunabiIsin. Bu bakımdan ben anlamak istiyorum ''Bu efendiler, gerçekten kendi seçim bölgelerinin duygu ve düşüncelerini mi aksettiriyorlar?

Yine bu Efendilere karşı söylüyor ve soruyorum : Milletvekili oldukları için elbette bütün milletin vekili sıfatını taşıyorlar. Yalnız, bu Efendiler, acaba milletin de kendileri gibi düşündüğünü söyleyebilirler mi?

Efendiler, beni vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak yetkisi bu Efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden, resmen yüce hey'etinize, bu Efendilerin seçim bölgeleri halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum! ''

MİLLETİN BANA KARŞI GÖSTERDİĞİ SEVGİ VE GÜVENİN SAMİMİ İFADELERİ

Bu gözlerim ajans ve basın vasıtasıyla yayınlandı.Millet yaptığım konuşmayı ve cevabını beklediğim soruyu öğrendi... Hemen, memleketin bütün seçim bölgelerindeki gerçek seçimler ve halk tarafından Meclis Başkanlığı'na protesto telgrafları yağdı. Bu kanun tasarısına imza koyan milletvekili Efendilerin de seçim bölgeleri halkı, kendilerini ve kendileriyle görüş birliğinde olanları suçlamakta gecikmedi. Miletin, benim için gösterdiği bu sevgi ve güveni samimî olarak belirtmesi bakımından kıymetli birer hâtıra olarak saklamakta olduğum bu telgraflar büyük bir dnsya tutmaktadır. Bu dosyadaki telgraflar, zaınanında basında da yer almıştı. Ben burada yalnız bir tek seçim bölgesinin, Rize'nin şahsıma çekmiş olduğu bir telgrafı olduğu gibi bilginize sunmakla yetineceğim :

''Üç milletvekili beyin, Seçim Kanunu ile ilgili önergesine, sancağımız milletvekillerinin katılmayacağı inancıyla bir şey yazmayı geı-ekli bulmanııştık. Şimdi Milietvekili Osman Efendi'den aldığımız mektupta, kendisinin o önerge ile ilgili ve muhalif gruptan olduğunu övünürcesine bildirmesi üzerine, aşağıdaki hususların bilginize sunulmasına mecburiyet duyulmuştur :

1- (Övücü ve samimî sözlerden sonra) Şahsınız ve değerli çalışma arkadaşlarınız, aleyhinde, sancağımız adına söz söyleyen, muhalefet düşüncesi taşıyan ve bizce hiçbir şahsiyet ve değeri olmayan milletvekilini lânetleriz. O, artık sancağımızı da temsil hakkına sahip değildir.

2 - Şu zamanda vatansızların bile katılamayacağı muhalefet ve bozgunculuk düşüncesini bize tavsiye eden milletvekili efendinin görüşünü benimseyecek bir tek kişinin bile sancağımızda mevcut olmadığını, bundan duyduğumuz şükran duygusuyla ve yüksek şahsiyetinize olan üstün saygılarımızla arz ederiz, efendim. İmzalar 25.5.1923


YENİDEN SEÇİM YAPILMASI KARARI

Saygıdeğer Efendiler, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, olaylarına işaret ettiğimiz tarihte gösterdi karışık ruh hali, üzerinde ciddı olarak durup düşünülmeyi gerektiren bır durum almıştı. Bütün millette, Meclis'in görev yapamayacak bir duruma geldiği endişesi doğmaya başladı. Meclis'te durumu soğukkanlılıkla ve uzakgörüşlülükle düşünüp değerlendiren üyeler bile üzüntülerini açığa vurrmaktan kendilerini alamadılar. Artık şüpheye yer kalmamıştı ki, Meclis yenilenmedikçe, millet ve memleketin ağır ve sorumluluk bekleyen işlerini yürütmeye imkân yoktur. Bu zarurete ben de inandım. Bir gece, Başbakan Rauf Bey'e, kalmakta olduğu istasyon binasında Hükûmet üyelerini toplantıya davet etmesini, bu toplantıya benim de bizzat geleceğimi telefonla bildirdim.

Rauf Bey'in dairesinde toplanan Bakanlar Kurulu'na Meclis'in yenilenmesini Meclis'e teklif etmek gereğinden söz ettim. Kısa,bir tartışmadan sonra, Hükûmet üyeleri ile görüş birliğine vardık. ,Aynı gece, Meclis teki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Yönetim Kurulu'nu da Bakanlar Kurulu toplantısına çağırdım. Bu Yönetim Kurulu içinde teklifimi yersiz bulup yadırgayanlar oldu. Görüşme ve tartışmalar ertesi güne kadar sürdü. Buna rağmen, bu hey'et ile de anlaştık. Ondan sonra, derhal Grup Genel Kurulu'nu topladım. Orada memleketin içinde bulunduğu genel durumu, acele olarak yapılması gereken memleket işlerini anlattım. Meclis'in artık bu görevleri yerine getirme kabiliyeti kalmadığını belirterek ve ispat ederek, Meclis'ten, seçimleri yenileme kararı vermesini istemek gerektiğini bildirdim. Grup Genet Kurulu, konuşmalarımı ve açıklamalarımı yerinde buldu. Bunun üzerine konu, aynı gün, 1 Nisan 1923'te Meclis'e ***ürüldü. Yüz yirmi kadar üye, bir önergeylc, seçimlerin yenilenmesi için bir kanun teklifi sundu. Meclis, ''Seçimlerin yeniden yapılmasına karar verilmiştir'' şeklindeki bir kanunu oybirliği ile çıkardı.

Meclis'in bu kararı vermesi, inkılâp tarihimizde önemli bir noktadır. Çünkü, Meclis bu kararı vermekle, kendinde beliren hastalığı itiraf etmiş ve bundan dolayı milletçe duyulan ızdırabı anlamış olduğunu göstermiştir.


LOZAN KONFERANSI'NIN İKİNCİ SAFHASI VE YENİ SEÇİMLERDE MİLLETİN GÖSTERDİĞİ UYANIKLIK

EfendiIer, Lozan Konferansı, 23 Nisan 1923'te yeni den toplandı. Delegeler Hey'eti'miz Lozan'da yeni den barışı sağlamaya çalışırken, ben de veni seçimler ile meşgul oluyordum.

Yeni seçimlere, bilinen ilkelerimizi ilân ederek katıldık. Görüşleri mizi kabul edip milletvekili olmak isteyen kimseler, önce ilkeleri kabul ettiğini ve görüşlerde birleştiklerini bana bildiriyorlardı. Adayları ben tespit edecek ve zamanı gelince partimiz adıyla ilân edecektim. Bu yolu benimsemiştim. Çünkü, yapılacak seçimlerde, milleti alda tarak, çeşitli maksatlarla milletvekili olmaya çalışacakların çnk olduğu nu biliyordum. Konuşmalarım ve uyarmalarım memleketin her tarafın da büyük bir samimiyet ve güvenle karşılandı. Bütüıı millet, ilân ettiğim ilkeleri tamamen benimsedi. Bu ilkelere, hatta şahsıma muhalefet edeceklerin milletçe milletvekilliğine seçilmesi ne imkân kalmadığı anlaşıldı.

NURETTİN PAŞA'NIN BAĞIMSIZ MİLLETVEKİL OLMA TEŞEBBÜSÜ VE YAYINLADIĞI HAL TERCÜMESİ

Gerçekten, bazı seçim bölgelerinde bağımsız milletvekili olma teşebbüsünde bulunanlar başarı sağlaya madılar. Bu arada, o zaman daha Birinci Ordumuzun Komutanı bulunan Nurettin Paşa da millet vekili olmak teşebbüsünde bulunmuştıı. Mümkün olmadı. Nurettin Paşa, bu isteğini daha sonra bir ara seçimde Bursa'da gerçekleştirdi.

Paşa'nın kendi başına ve bağımsız olarak milletvekili seçilebilmek için, her zaman olduğu gibi, kendi usulünce ve gerektiği şekilde propagan da yaptırmaktan geri kalmadığı da anlaşılmıştı. Bu yoldaki teşebbüsler den ve yapılan yayınlardan herkesin dikkatini çekmiş olanı özellikle hal tercümesidir.

Nurettin Paşa , yeni seçim yılı olan 1923'te, Âbit Sürey ya Bey adında bir şahsa (A. S.) baş harflerini taşıyan bir hal tercümesi yayınlattı.

Abit Süreyya Bey , Abdülhamid'in başkâtiplerinden rahmetli Süreyya Paşa'nın oğludıır. Meşrutiyetten önce, Nurettin Paşa gibi ve onunla birlikte fahı î hünkâr yaveri idi. Birinci Dün ya Savaşı'nda İzmir'de ve İstiklâl Savaşı'nın sonunda, Nurettin Paşa karargâhının bulunduğu İzmit'te ordu müteahhitliği yaptı. Nurettin Paşa'nın hal tercümesinin yer aldığı broşürü hazırlayan Âbit Süreyya Bey değildir. Broşür kendisine yazılı olarak verilmiştir. On dan, adının baş harflerini koyması ve cırtağı bulunduğu Matbaa-i Osma niye'de bastırması Nurettin Paşa tarafından rica edilmiştir.

Bu broşürün kapağında şu yazılar okunur :

İzmir Fâtihi, Afyonkarahisar ve Dumlupınar Savaşlarının galibi Gazi Nurettin Paşa Hazretieri' ninhaltercümesi.

Efendiler, on dokuz sayfadan ibaret olan bu hal tercümesi broşürü nün ne kadar insan tarafından okunduğunu bilmiyorum. Ben, bu hal ter cümesinin memleketin bütün aydınları tarafından okunmasını çok ya rarlı ve eğitici buluyorum. Yalnız, bu broşürü okuyanların veya okuya cak olanların, broşürde temas edilen olaylar ve işlerle ilgili olarak başka ve güvenilir kaynaklardan da bilgi edinerek, metinle gerçeği karşılaştır malan ve ona göre hüküm vermeleri gerekir.

Bu broşürün niteliği ve nasıl bir anlayışı ortaya koyduğu konusun da bir fikir edinebilmek için, bazı noktalarını hep birlikte gözden geçi relim :

Broşürün kapağındaki yazılardan sonra, metnin başlığında da şu sözler vardır :

Kûtülamare'nin kuşatıcısı, Bağdat'ın savunucusu, Yemen, Selman pâk, Batı Anadolu, Afyonkarahisar, Dumlupınar, İzmir Savaşları galibi ve İzmir fâtihi.

Nurettin Paşa'nın kendi kendine takındığı "kuşatıcı", "galip", "fâtih" ünvanları hakkındaki görüşümü belirtmeyi daha sonraya bırakarak, broşürün metnine girelim.

Paşa, Konyar adındaki Türk aşiretinden rahmetli Mareşal İbrahim Paşa'nın oğlu ve Hazret-i Peygamber soyundan gelen Âyan üyesi ve Şeyhü'l-Vükelâ Bursalı merhum Rıza Efendi' nin torunlarından imiş. . . Bu bilgilere ve ifade biçimine göre Mehmet Nurettin Paşa hem Türk hem de Arap'tır. Babası ve büyük babala rıyla da övünmektedir. Burada, babasının büyük adam olmasıyla övünen Bizans İmparatoru Theodosius'a babası ve anası Türk olan Attilâ'nın aben de, büyük ve asil bir milletin evlâdıyım" dediğini hatır latmadan geçemeyeceğim.

Resmî okullardaki öğrenim dışında özel öğrenim de görmüş olan Nurettin Paşa 1893'te Harp Okulu çıkışlı olup Hassa Ordusu Erkân-ı Harbiyesi'ne atanmış...

Nurettin Paşa, kurmaylık tahsili yapmamış ve o sınıfa gir memiştir. Bu bakımdan ordu karargâhına kurmay olarak atanamaz. Olsa olsa, bir askeri birliğe gönderilmeyip ordu kurmaylığında karargâh emir subaylığı veya buna benzer bir görevle alıkonulmuş olabilir... Genç bir teğmen için, askerlik görevine buradan başlamak, elbette övünülecek bir başlangıç sayılmaz. Askerî bir birliğe tayin edilmek ve orada askerliğin disiplin ve güçlüklerine alışmak şarttır.

Nurettin Paşa,1887'de gönüllü olarak Türk - Yunan Harbi'ne katılmış ve Başkomutanlığa tayin edilen Gazi Osman Paşa 'nın yaverliğine ve İstanbul'a dönüşünde hünkâr yaverliğine, refakat subay lıklarırıâ getirilmiş.

Bilindiği üzere, Gazi Osman Paşa, istanbul'dan Selânik'c kadar gitmiş fakat savaş meydanına gitmeden Selânik'ten geri dönmüş tür. Savaşa katılmamış bir komutanın yaverliğine ve ondan sonra da Sultan Hamid'in yaverliğine ve birtakım refakat subaylıklarına tayiıı edilmiş olmak, bilmem ki, ne dereceye kadar anlatılmaya ue övü nülmeye değer görülebilir.

Nurrettin Paşa, sırasıyla yarbaylığa ve albaylığa yükseltil miş ve 19il8 yılı başlarında Selânik'te Üçüncü Ordu Kurmaybaşkanlığı Özel Şube Müdürlüğü'ne tayin edilmiş. . . Nurettin Paşa'nın han gi sıra ile albaylığa kadar yükselmiş olduğu, Meşrutiyet'in ilânından son ra rütbesinin yeniden binbaşılığa indirilmiş olmasıyla anlaşılıyorsa da, Selânik'te, Üçüncü Ordu Kurmay Başkanlığı Özel Şube Müdürlüğü'ne tayinini anlamak güçtür. Çünkü, benim de Kurmay Başkanlığı'nda bu lunduğum bu orduda, denildiği gibi bir özel şube yoktu. Belki de ordu komutanı olan babası, oğlu için, özel ve gizli işlerle uğraşan bir özei şube kurmuş olacak...

Nurettin Paşa, İİçüncü Ordu Komutanı bulunan babası Mareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet inkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülnıesine hizmet ve yardımda bulunmuşlar. . .

Hal tercümesi broşüründe, Nurettin Paşa'nın iki defa Sultan Hamit tarafından tutuklattırıiıp sorguya çekildiği, bir defasında süzülmesine ve diğer bir defasında da askerlikten kovularak altı yıl hap sine karar verildiği ve fakat babasının, araya girip yalvarması üzerine kurtulduğu hikâyesinden sonra.. "İstanbul'dan bir yolunu bulup yine Rumeli'ye geçerek,1908 Meşrutiyet inkılâbının hazırlanmasına ve gerçek leştirilmesine diğer arkadaşlarıyla birlikte hizmet etmiştir" sözleri yazı lıdır.

Nurettin Paşa'nın gördüğü zulmü kısaca anlatmak gerekir se, diyetiiliriz ki, Sultan Hamit, Nurettin Bey'e hürriyetçi düşüncelerinden dolayı kızdıkça, onu yarbaylığa, albaylığa yükselterek sırmasını artırır ve sevilip okşansın diye babasına teslim edermiş. . .

NURETTİN PAŞA'NIN VE BABASI MAREŞAL İBRAHİM PAŞA'NIN MEŞRUTİYET İNKILABI'NDA NASIL VE

DERECEYE KADAR ROL OYNADIKLARI KONUSUNDAKİ HATIRALARIM Mareşal İbrahim Paşa'nın Ü'çüncü Ordu Homutanlığı, oğlu Nurettin Bey'in babasının yaverliği ve Meşrutiyet inkılabında nasıl ve ne de- receye kadar rol oynadıkları konusu üzerinde de bir parça bilgi vermek isterim. Bunun için geçmiş- le ilgili kısa bir hâtıramı anlatmama müsaadenizi rica ederim. Efendiler çeşitli vesilelerle duymuş olacağınıza şüphe yoktur ki, ben kurmay yüzbaşı olur olmaz, Sultan Hamid tarafından Suriye'ye sürüldüm. Orada üç yı1 kaldıktan sonra, o zaman Üçüncü Ordu bölgesi olan Makedonya'ya nakledildim. Ordu merkezi Manastırdı. Ordu Mareşallığı adı aitında bir komuta makamı da vardı. İİçü.ncü Ordu Komutanı Selânik'te otururdu. Orada da Mareşallık Kurmay Hey'eti diye bir kuruluş vardı. Ben i908 yılında koiağası rütbesiyle bu kuruluşta görevliydim. Hürriyeti getirmeye çalışan gizli cemiyetle pek yakından ilgim vardı. Yanyalı Esat Paşa Üçüncü Ordu Komutanıydı. Süleyman Paşazâde Ali Rıza Paşa, Kurmay Başkanı'mızdı O zaman binbaşı bulunan rahmetli Cemal Paşa ve yine binbaşı olan Fethi Bey (bugünkü Paris Büyükelçisi) ve ben, Mareşallık Kurmay Hey'eti'ni oluşturuyorduk. Her üçümüz de cemiyetiıı üyesi idik. Cemiyetin başarıya ulaşması için çalışıyorduk. O tarihlerde, Üçüncü Ordu bölgesine bağlı Serez'deki tümenin ve Serez bölgesinin komutanı mareşal rütbesinde bir zattı. Bu zat, Sultan Hamid'in fevkalâde güven ve itimadını kazanmış bulunuyordu. Rütbesinin mareşal olmasına, Esat Paşa'nın kendinden daha ast bir bir rütbede bulunmasına rağmen, İstanbul ile Serez arasında güvenli bir bölge bulundurulmak maksadıyla Serez'den uzaklaştırılamazdı. İşte bu önemli kvmutan, Mareşal İbrahim Paşa idi. Oğlu Nurettin Bey (Nurettin Paşa) de, babasının yanında bulunurdu. Meşrutiyet'in ilânından önceki günlerde, bir binbaşı, Mareşal İbrahim Paşa 'nın komutanlık bölgesinde, istibdat idaresinin aleyhinde konuşmuş... Bir casus bunu jurnal etmiş. . . O zaman Selânik'te Merkez Komutanı bulunan Yarbay Nâzım Bey, olayı yerinde soruşturmak üzere İstanbul'dan görevlendirildi. Cemiyet, Nâzım Bey'i bu görevden alıkoymak üzere vurdurdu. Yaralanan Nâzım Bey İstanbul'a getirildi. Olayın soruşturmasına İstanbul'dan birinin değil, ancak orduca gösterilecek bir görevlinin gidebileceği görüşü telkin edildi. Ben görevlendirildim. Görevim, hiç şüphesiz istibdat aleyhinde bulunmuş olan binbaşıyı kurtarmaktı. Önce Serez'e gittim. Mareşal İbrahim Paşa'yı ziyaret ettim. Görüşme sırasında anladım ki, Paşa'nın büyük bir endişesi vardır. Paşa, kendi bölgesinde, Sultan Hamid ve istibdat idaresi aleyhinde bir tek kigi bile bulunmadığı ve bulunamayacağı yolunda Sultan'a güvence vermişti. Buna rağmen, söz konusu binbaşı için yapılan jurnal, Sultan Hamid'in Mareşal İbrahim Paşa'ya olan güvenini sarsacak nitelikteydi. Bu jurnalda yazıların doğrulanması, İbrahim Paşa'nın durumunu kötüleştirecekti. Bunu istemiyordu. Ben derhal Paşa'nın endişesini anladım ve dedim ki : Paşa Hazretleri, devletli şahsınızın bölgesinde, Zâtışâhane aleyhinde duygular besleyen bir tek kişinin bile bulunabileceği düşünülemez. Yapılmış olan jurnalda yazılanların yerinde soruşturulması, devletli şahsiyetiniz tarafından kurulmuş olan disiplini ve aşılanmış olan bağlılık duygularını kolayca ortaya koyacaktır. Arzu buyurursanız, yapacağım soruşturma raporunun bir suretini zâtıdevletlerine göndereyim. İbrahim Paşa, bu sözlerimden çok ferahladı. Benden memnun oldu ve oğlu Nurettin Bey'i çağırtıp benim çok iyi abırlanmamı ve olay yerine gidebilmem için kolaylık gösterilmesini emretti. Soruşturmanın sonucu, binbaşıyı kurtardı. Jurnal vereni iftira ettiği ıçin cezaya çarptırdı. Mareşal İbrahim Paşa da, sultana kendi bölgesinde, aleyhte bir tek kişinin bile bulunamayacağını ispat ederek Zâtışahane'nin kendisi hakkındaki güven ve itimadını bir kat daha artırdı. Mareşal İbrahim Paşa'nın bu yolla kendisine beslenen güveni bir kat daha artırması, çok geçmeden, kendine bütün Makedonya'yıistibdada karşı olanlardan temizleme görevini hazırladı. Bu noktayı biraz açıklayayım : Cemiyet, bütün Makedonya'da teşkilâtını genişletti, faaliyetini hızlandırdı. Artık hemen hemen açıktan açığa ve korkusuzca çalışmalara başlandı. Selânik'te, Ordu Mareşallığı'nda bulunan Esat Paşa'ya güven kalmadı. Kurmay Başkanı'mız olan Ali Rıza Paşa hakkında şüphe ye düşüldü. Bunlar birer bir er, Sultan Hamid tarafından sorguya çekilmek üzere İstanbul'a geri çağrıldı. Ordu Mareşallığı'na her bakımdan güven ve itimat uyandıran Mareşal İbrahim Paşa tayin edildi ve Selânik'e gönderildi. İbrahim Paşa'nın Selânik'e gelmekte olduğu haberi üzerine, Cemal Bey (rahmetli Cemal Paşa), ne olur ne olmaz düşüncesiyle, bir vesile yaratarak merkezden uzaklaştı. Arkadaşım Fethi Bey, zaten daha öncesinden Jandarma Okulu Komutanlığı'na geçmişti Merkezde Ordu Komutanı ve Kurmay Başkanı adlarına yalnız ben bıılunuyordum. Yeni gelen komutana İTçüncü Ord<ı Komutanlığı'nı ben devir ve teslim edecektim. Gerçekten de öyle oldu. İbrahim Paşa,yanındaoğlu Nurettin Bey olduğuhalde, trenle geç vakit Selânik'e vardı. Doğruca komutanlık dairesine geldi. Orada kendisine durumu anlattım. Gece olmasına rağmen, ordu karargâhında görevli bütün komutanlan birer birer görmek istedi. Herkes gelip kendini tanıtıyordu. Mareşal Paşa, her yeni tanıdığı zata, kendisinin ne kadar şiddetli olduğunu, insanı yokedebilecek güçte bulunduğunu anlatmaya çalışır birtakım tavırlar takınarak, hiç de yakışık almayan sözler söyleyerek, arasıra çizmeli ayaklannı yere vurarak, ilk andaıı itibaren korkutma politikası uygulamaya başladı. Gece evime gittim. Ertesi gün erkenden bir süvari, bir binek atı getirdi ve Mareşal Paşa'nın beni istediğini söyledi. Daireye geldiğim zaman anladım ki, benim göreve devam edebileceğimi emretmiş. . . Şimdi Efendiler, gelelim ihtilâl ve inkılâp safhasına... İbrahim Paşa'nın, korkutma politikası, ihtilâl komitesinin gözdağı verici tutumuyla karşılandı. Paşa, hiddet ve şiddetini bir tarafa bırakmak mecburiyetini duydu: Bu arada en çok Cemal Bey (Cemal Paşa) vasıtasıyla ihtilâl cemiyetinin kuwetinden ve teşebbüsündeki ciddiyetten İbrahim Paşa'nın oğlu haberdar edildi. Babasının cemiyet aleyhinde bir harekette bulunmaması için uyanldı ve Paşa'dan teminat istendi. Söz gelişi, Paşa, cemiyet aleyhinde hareket etmeyeceğini göstermek üzere, Cuma namazını fiiân camide kılacak ve ikinci safta namaza duracaktır gibi birtakım isteklerde bulunuldu. İşte Nurettin Bey bu gibi şeyleri babasına duyurmak için aracı oIarak kullanılıyordu. Fakat önemli işlerde daha çok görevlendirilen ve çalıştınlan, babasının emir subayı Nurettin Bey değil, cemiyetin üyesi ve mutemedi olan, komutanlık makamının emir subayı Yüzbaşı Kâzım Nâmi Bey (şimdi yazar ve öğretmendir) idi. İbrahim Paşa, cemiyetin uyanlarına uymak zorunda bırakıl- dı. Fakat, cemiyetin teşkilâtından, te ebbüslerinden kararlarından ve a - &127;&127;ı işlerden hiçbi k' ş ' y p r va ıt haberdar edilmemiştir. I&127;ürriyet ve Meşrutiyet'in ilânından da, ne İ b r a h i m P a ş a 'nın ve ne de oğlu N u r e t t i n B e y'in daha önce hiçbir şekilde ve asla ha- berleri de olmarıııştır. ll&127;Ieşrutiyet'in ilânı konusunun tamamen içinde bu- lunduğu duğum iç'ınv bu kon teferruat ve safhalan la ahsen ve akından ilgili ol- nudaki hatıralanm olduğu gibi aklımdadır. Hürriyet ve Meşrutiyet ilânı ile ilgili gösterilerde erken davrandığı sanılan Üsküp'teki hazırlıkIan Selânik'te ve diğer yerlerde yapılacak ha- zırlıklara uygun bir şekilde düzenlemek için İİsküp'e gitmiştim. Oradan dönüşümde ve artık her yerde füli gösteriler ba ladıktan sonra, M a r e- gal tbrahim pa ş $ a beni çağırdı ve şunları söyledi : &127;&127;Beni Ordu Komutanlığı nda bırakacak mısınız, bırakmayacak mısınız? Bırakılmaya- cak isem, şahsım tecavüz ve hakarete uğratılmadan hemen İstanbuI'a ha- reket edeyim.&127; &127;Iattâ Paşa, bürosu üstünde duran yazı hokkasını eline ala- rak aynen hatırımda kalan şu kelimeleri de ekledi : &127;Burada benim yal- nız bir hokkam var, onu alıı&127;, giderim.&127; Gerekenlerle görüştükten sonra cevap verebileceğimi sö ledim. Ce- " y miyet adına yetkili olan diger arkadaşlarla, İ b r a h i m P a ş a 'nın ko- mutanlığı konusunu görüştük. Bir zaman için kalmasında sakınca görme- dik. Komutanlıkta kalacağını bildiren cemiyet kararını kendisine ben teb- Iiğ ettinı. Fakat, bir iki gün sonra, dağa çıkmış olan subaylardan bir te duğıı efendi, İbrahim Paşa'yabulun en yerden hakaret dolu bir telgraf çekmiş... İbralıim Paş , k . a derhal beni çagırttı ve teI rafı uzatarak dedi i . aBeni komutan olarak burada bırakacağınızı bildirmi tiniz. Bu ha,karet nedir?&127;&127; Komutan Paşa'ya Cemiyet'çe kendisi için aldıŞ ımız ka- rarı bütün teşkilâta duyuracak kadar zaman geçmediğini, özellikle da" g başında bulunan subaylanmızın herhangi bir telgraf merkezinden bu i- 'bi telgrafları çekmeierine engel olmanın bugü g etmesi gerektiğin nlerde güç olacağını kabııl i söyleyerek kendisini yatıştırmaya çalıştım. Fakat, aradan çok geçmeden, o zaman Yunan Sınırı Komutanı bulunarı Muhlis Paşa, Cemiyetin Manastır'daki Merkez Hey'eti tara fından Manastır'a davet edilmiş. . . Muhlis Paşa, Ordu Komutanı İbrahim Paşa'dan izin almaksızın Manastır'a gitmiş. Bu duruma canı sıkılan İbrahim Paşa, Muhlis Paşa'ya tekdir edici bir yazı göndermiş... Bunun üzerine, Muhlis Paşa'yı davet eden Merkez Hey'eti, İbrahim Paşa'yauzunbirtelgrafçekmiş...Budefada Mareşal P a ş a beni çağırarak telgrafı gösterdi ve : aya bu ne?dedi. Telgrafı baştan sona kadar okudum. Bu telgrafta Konyar aşiretinden Mareşal İbrahim Paşa'nın bütün hayatı, geçmişi ve hayatının içyüzü açıklandıktan sonra, ağır ve hakaret dolu kelimelerle, istibdat devrinin, Sultan H a m i d kulluğunun ender rastlanır bir örneği olan İbrahim Paşa'nın hürriyet için çalışan bir çevrede, hürriyet için çalışanlara komuta etmek cesaretinde bulunmasına şaşılıyor ve hemen komutanlıktan çekilmesi ihtar ediliyor ve isteniyordu. Efendiler, bundan sonra, İbrahim Paşa gerçekten Selânik'te duramadı. Dediği gibi bir hokkasını alıp gitti. Bu bilgilerden sonra, Nurettin Paşa'nın, İİçürıcü Ordu Komutanı bulunan babasıMareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet inkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülmesine ne yolda hizmet etmiş olduklarını anlamak kolay- laşmıştır, sanırım. Denildzği gibi, aihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle yü- rütülmesine&127; de etkili olamamışlardır. En ölçüsüz davranışlar, bizzat ken- dilerine yapılmış olan muamelelerde görülmüştür.

IRAK SEFERİNDE NURETTİN PAŞA

Efendiler, Irak seferinde, Nurettin Paşa zamanındaki durumun içyüzü şundan ibarettir :

İlk Irak Komutanı olan Süleyman Askerî Bey'in yenilgiye uğrayıp intihar etmesinden sonra, Irak'a Kafkasya'dan yeni birlikler ge linceye kadar, savaşlar, İngilizlerin istcğine ve yürüyüş hızlarına bağlı kalmıştır. Nurettin Paşa, Kûtülamare'de İngilizlere yenildikten sonra, gece gündüz ve hiç bir direnme göstermeden yürüyerek Selman pâk'a kadar perişan bir şekilde geri çekildi.

İngilizler, Nurettin Paşa'yı kovalayarak Selmanpâk'a kadar ilerlediler. Orada, Kafkasya'dan gönderilmiş olan birlikler, İngiliz birlik lerini karşıladı. Üç gün savaştıktan sonra, Nurettin Paşa yenilgiyi kabul ederek geri çekilme emri verdi.Birlikler, Diyale ırmağına kadar ku zeye çekildi. İngilizlerle süvari bağlantısı kurma yolu bile aranmadı. Hal buki, aynı zamanda, İngilizler de geri çekilmişlerdi. Bu bilgiyi veren çöl Araplarıydı. Ondan sonra Nurettin Paşa, kendini toplayıp yeniden Selmanpâk-Kûtülamare yönünde ilerledi.

Kûtülamare kuzeyinde, gece İngiliz birlikleri ile karşılaşıldı. Tedbir sizlik, düzensizlik ve idaresizlik yüzünden, birliklerimiz şafak vakti düş nıanın ateş baskınına uğradı. Er, subay ve komutan olmak üzere birçok kayıp verildi. Birliklerde panik oldu. Kendiliğinden geri çekilme başladı. İngilizlerin çekilmesi üzerine ortalık yatıştırılabildi.

Irak'ta yeni birlikler ve yeni vasıtalarla büyük ve kanlı savaşlar bun dan sonra başlar ki, Nurettin Paşa'nın bunlarla alâkası yoktur.

Broşürün aynı sayfalarında, "Nurettin Paşa, İngilizlerden ele geçirdiği uçaklarla da bir uçak filosu meydana getirmek gibi çok büyük başarılar gösternıiştir" deniliyor.

Bu iddianın pek cahilce olduğunu söylemek zorundayım. Uçağın ve uçak filosunun ne olduğunu bilenler, böyle bir iddianın ne kadar gülünç olduğunu elbette anlarlar.


BÜYÜK TAARRUZ'DA NURETTİN PAŞA SAVAŞ MEYDANINI DÜRBÜNLE SEYRETMEYİTERCİH EDİYORDU

Broşürün sekizinci sayfasında, Nurettin Paşa'nın dürbünle bakarken alınmış bir resmi vardır. Bu resmin altında şu sözler yazılıdır :

"26 Ağustos 1922 taarruz günü Kocatepe gözet leme yerinde Karahisar Meydan Muharebesi idare ederken alınan fotoğraflarıdır.

O gün hep aynı tepedeydik. Dürbünle bakanlar çoktu. Dürbünle en çok bakanlar, özellikle gözetleme görevi verilen subaylardı. Gerçekten, Nurettin Paşa'nın da savaş meydanını dürbünle seyretmeyi ter cih ettiğini ben de farketmiştim.

Karahisar - Dumlupınar Meydan Muharabesi yapılırken, "Başkomu tanlık Meydan Muharebesi'nin yapıldığı gün" bir aralık, Nurettin P a ş a'yı kolordu komutanı Kemalettin Paşa'nın (şimdiki Berlin Büyükelçisi ) gözetleme noktasında, durumu dürbünle seyrederken bul dum. Birliklerimiz düşmanı yakından sıkıştırmış, nazik ve önemli bir du rum ortaya çıkmıştı. "Dürbünle seyretmeyi bırakınız' Savaşı yakından ve bizzat idare etmek için, ileri ateş mevzilerine gideceğiz" dedim.

Nurettin Paşa, bu kadar yaklaşmanın doğru olmadığını söy leyerek gitmek istemedi. Canım sıkıldı. "Siz burada kalabilirsiniz" dedim. Kemalettin Sami Paşa'ya : " Siz benimle geliniz! " dedim ve otomobilime yürüdüm. Kemalettin Paşa : "emredersiniz" dedi ve benimle beraber yürüdü. Bu davranış üzerine, dürbünün başında yalnız bırakılan Nurettin Paşa'nın da arkamızdan geldiğini gördük. De diğim yere gittik. Yunan ordusunun esareti ile sonuçlanan o savaŞı, en ince noktalarına kadar bizzat idare ediyor ve gereken emirleri, doğrudan doğruya kolordu komutanlarına ve diğer komutanlara ben veriyordum.

Verdiğim emirlere göre tedbirler alınıp gerekli uygulamalara geçilir ken, Ordu Komutanı Nurettin Paşa yanımda duruyor ve durumu seyrediyordu. Bir aralık, kolordu komutanını benim yanımdan uzaklaştı rarak bazı emirler vermeye kalkışmış... Kolordu Komutanı bu emirleri uygulanabilir nitelikte bulmamış; ordu komutanı ile kolordu komutanı arasında neredeyse saygısızca bir çatışma durumu ortaya çıkmış. . . Kemalettin Sami Paşa, Nurettin Paşa'nınyanındanbiraz sertçe bir muamele ile ayrılmış. . Bu durumun farkına vardım. Kemalettin Sami Paşa'yı yanıma çağırıp, sükûnet ve disiplini koruması gerektiğini söyledim. Daha sonra, yaInız olarak Nurettin Paşa'yı çağırttım. Genel olarak bazı sorular sordum ve anlatmak istedim ki, kolordu komutanına verdiği emrin gerçekten de uygulanması mümkün değildir. Komutanlar, emir vermiş olmak için emir vermezler. Gerekli, uy gıılanabilir olan hususları emrederler ve emir verirken, kendini, o emri yerine getirecek olanın yerine koymak ere emrin nasıl yerine getirilip uy gulanacağını düşünmek ve bilmek gerekir.

Hal tercümesi broşürünün 9' uncu sayfasında, Irak'tan sonra "Kaf kas cephesine gitmiş olan Nurettin Paşa'nın 3 üncü Ordu Bölgeleri Komutanlığı'nda ve Ordu Komutanlığı Vekilliği'nde bir süre" bulunduğu yazılıdır. Bu görevlerzn nasıl birer görev olduğunu ve bu sürenin kaç gür olduğunu sormak lâzımdır.

Nurettin Paşa, Kafkas Cephesinden İstanbul'a dönüşünde " Aydın, Muğla ve Antalya Bölgeleri Komutanı" ünvanı ile İzmir'e gitmiş ve orada bulduğu, çoğunu 40 yaşından yukarı askerlik çağını aşmış erlerirt oluşturduğu dağınık birkaç birliği yeniden düzenleyerek ve yeni türk menler kurarak 21' inci Kolorduyu meydana getirmiş.

Efendiler, kolordu kurma işi, son zamanda, Birinci Dünya Savaşı' nın fantazileri sırasına geçmişti. Özellikle, karşısında düşman bulunmayan sabit bölgelerde, askerlik şubeleri ve başkanlıkları kuruyormuşçasına bir kolaylıkla, kolordu komutanlıkları kurulur ve yetkiler verilirdi. Gerçek ten bütün savaş cepheleri imdat diye feryat ederken, 21' inci Kolordu, de ğer verilen bir varlık olsaydı, Aydın bölgesinde yüzüstü bırakılmazdı.

HAL TERCÜMESİ BROŞÜRÜNE GÖRE NURETTİN PAŞA'NIN İSTANBUL'DA VE ANADOLU'DA GÖRDÜĞÜ ÖNEMLİ İŞLER NELERDİ?

Broşürün 16' ncı sayfasında Nuretti Paşa'nın "Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının teşebbüsleriyle başlayan Millî Mücadele liderleri ile de ilişki kurarak..." İstanbul'da bir takım önemli işler yaptığından, sonunda İngilizler tarafından takibe başlanmış olduğundanu ve Mustafa Kemal Paşa 'dan aldığı davet yazılarında, artık İstanbul'dan çok Anadolu'da hizmet edilebileceğinin bildirilmesi üzerine Anadolu'ya geçmiş olduğundan söz ediliyor.

Efendiler, Nurettin Paşa'nın İstanbul'da İngilizlerle ve Damat Feri Paşa Kabinesi'yle anlaştığını,Ankara'da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden ve onun hükûmetinden habersiz olarak, bizi, İstanbul ile uyuşturmaya çalıştığını ve bu münasebetle arada geçen telgraf haberleşmeleri üzerine Ankara'ya geldikten sonraki davranışlarını yeri geldiğinde anlatmıştım. Bunları tekrar etmeyeceğim.

18'inci sayfada : Yukarıda sayılan vatan hizmetlerini başarı ile yerine getirmiş olan Nurettin Paşa ile Büyük MiIlet Meclisi arasında bazı resmî işlerden dolayı anlaşmazlık çıkması üzerine, kendisi hemen Ankara'ya gelmiş ve bu anlaşmazlık olumlu bir çözüme bağlanarak giderilmiştir ifadesine rastlanmaktadır.

Nurettin Paşa'nın, Hükûmetçe nasıl Merkez Ordusu Komutanlığından alınarak Divan-ı Harb'e verilmek üzere Ankara'ya getirildiğini ve Meclisin, kendisine karşı gösterdiği şiddetIi tepki, idamını isteyecek kadar ileri gitmişken, Başkomutan sıfatıyla, şahsen Meclis kürsüsünden, N u r e t t i n P a ş a'yı savunarak nasıl kurtarmış olduğumu da açıklamıştım. Burada yeri gelmişken yalnız bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Söz konusu broşürde yer alan ifadeye göre, bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır, bir de N u r e t t i n P a ş a... Bunlar karşı karşıya gelmişler ve aradaki anlaşmazlık giderilmiş... Bilindiği gibi, Meclis ile karşı karşıya gelebilen yalnız Hükûmet'tir. Meclis'in karşısında Hükümet vardır. Bir ordu komutanı; bir vali ve herhangi bir makam sahibi Meclis'in muhattabı olamaz. Broşürün 18'inci sayfasının son satırları, Nurettin Paşa' nın Tanrının lûtfuyla, vatanı tehlikeden kurtaran büyük zaferin başarıcısı ve yaratıcısı olduğunu, millî tarihe bu defa pek önemli ve benzeri görülmemiş bir şeref ve iftihar sayfası eklemeyi sağlamış bulunduğu....." nu açıklamaya ayrılmıştır.

NURETTİN PAŞA, ZAFERDEN PAY ALMAYA EN AZ HAKKI OLANLARDAN BİRİDİR

Efendiler, bu kadar cür'etli bir iddia karşısında Şaşırmamak ve böyle bir iddiayı garip karşılamamak mümkün değildir. Gerçekten de Nurettin Paşa genel taarruzda 1' inci Ordu Komııtanlığı'nda bulundu. Diğer bütün komutanlarla birlikte kendisine emrettiğimiz görevleri yapmaya çalıştı. Bu durum, bütün Türk ordusuna ve ordumuzun büyük küçük bütün komutanlarına, subaylarına ve her erine ait olmak tabiî bulunan bir başarıyı ve şerefi, Nurettin Paşa'nın kendi şahsına malettirmesini gerektirmez. Bu iddia kadar anlamsız, asılsız ve ayıp bir şey olamaz. Nurettin Paşa'yı kazanılan zaferin yaratıcısı gibi göstermek olsa olsa kendisiyle alay etmek maksadına dayanabilir. Yoksa, Nurettin Paşa, Büyük Zafer'in şerefinden pay almaya en az hakkı olanlardan biridir.

Efendiler, Büyük Taarruz'da, Nurettin Paşa'yı, yalnız taarruzun ikinci günü Kocatepe'de yalnız bırakmıştım. Çünkü, düşmanın yenildiğini ve geri çekileceğini anlamıştık. Yenilgisini bozguna çevirmek ve geri çekilme hattını keserek düşman ordusunu esir etmek için, artık Kocatepe'de değil, durumu daha genel olarak gözden geçirecek ve ona göre etraflı tedbirler alacak yerde bulunmamız gerekiyordu. O gün bile, Cephe Komutanı İsmet Paşa'nın uygun görüp benim imzam ile yazdığı cesaret verici kısa bir yazıyı telefonla okuyarak Nurettin Paşa 'nın maneviyatını kuvvetlendirmek için tedbir almak gereği duyulmuştu.

NURETTİN PAŞA'YI VE ORDUSUNU BİZZAT TAKİP ETMEK VE YÖNETMEK ZORUNDA KALDIM

Ondan sonra, Nurettin Paşa'yı ve ordusunu bizzat takip etmek ve yönetimine müdahele etmek zorunda kaldım. Böyle yapmasaydım, Nurettin Paşa'nın yaptığı hatâları düzeltmek güçleşirdi. Dumlupınar'da, ordusunun Kurmay başkanı Emin Paşa'nın ileri hareket için hazırladığı harekât emrinin kapsamını anlamayan, fakat anlamamış değil de daha iyisini düşünmek ve yapmak istiyormuş gibi davranan Nurettin Paşa'nın bir kararsızlığa düşmesi üzerine, kararsızlıkla geçirilecek zaman olmadığını hatırlatarak gereken talimatı bizzat yazdırdığım zaman Nurettin Paşa bana demiştiki: "Paşam siz bizi yalnız ve serbest bırakmıyorsunuz!" Buna orada bulunan Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri, ciddî bir dille ve şu yolda cevap verdi : "Paşa, paşa dedi. Bu ordu bizim ve bütün memleketin göz bebeğidir. Onun sevk ve idaresini tesadüfe bırakamayız! "

Dumlupınar'dan Uşak'a giderken, yolda Nurettin Paşan' nın aldığı tedbirlerdeki yetersizliğin farkına varıp, Nurettin Paşa'nın tümenlerine bizzat emir vererek tedbir aldırmasaydım, Trikopis' in esir düşmesi mümkün olmayabilirdi. Uşak'ta beklenmedik kötü bir durumla karşılaşabilirdik. İzmir'e vardıktan ve hükûmet dairesine girdikten sonra, güneyden gelen top ve tüfek seslerini bizzat işitip, Nurettin Paşa'nın tedbirsizliğini ve gafletini anlayıp doğrudan doğruya kendim emir vererek tedbir aldırmasaydım, İzmir'e girmiş ve İzmir sokaklarında halkın arasına karışmış olan birliklerimizin, biz de içinde olduğumuz halde, paniğe kapıIarak darmadağın olması ihtimalden uzak değildi.

İşbilirlik ve ileri görüşlülük iddiasında bulunan Nurettin Paşa'nın, İzmir'de yabancı memurlarla yaptığı zapta geçmiş konuşmasını bizzat düzeltmeseydim, İzmir'e girmekten doğan genel sevincin sönmesine yol açacak durumlardan kaçınmak belki de mümkün olmayacaktı.

Efendiler, bu söylediklerim, ordunun bütün ileri gelenlerince bilinen gerçeklerdir. Bu gerçekleri yalnız bir kişinin farketmediği anlaşılıyor. O da N u r e t t i n P a ş a 'dır. Kuşatıcı, galip, fâtih, gazi ünvanlarıyla kendini hatırlatmak gibi çocukça bir sevdaya kapılan N u r e t t i n Paşa'nın, "Kûtülâmare kuşatıcısı Nurettin Paşa" diye bir kartını görmüştüm. Nurettin Paşa bu kartı, Taşköprü'de otururken, Kastamonu Valisi ve o bölgenin komutanı bulunan Muhittin Paşa'ya (şimdiki Kahire Büyükelçisi) göndermiş. Kartın boş yerlerine yazdığı yazılarda, karttaki ünvana işaret ederek, "bunu da benden kimse alamaz ya!" diye bir ibare vardı. Muhittin Paşa, bu kartı ve karttaki yazıyı, akıl ve ferasetle bağdaşır görememiş ve dikkate değer bulmuş olduğundan aynen bana göndermişti. Evet, onu ondan kimse geri alamaz. Fakat onu ona veren de yoktur. Her başarılı savaşa katılan kimsenin, hakkı olmadığı halde kendisini başarının tek kazanıcısı ve galibi ilân etmesi, örnek alınacak bir ahlâk kuralı değildir. Memleketin çocuklarına, böyle asılsız tarz ve tavırlar takınma alışkanlıkları veremeyiz. Gelecek nesillere, böyle havadan galip, fatih olunabileceği gibi sakat bir düşünceyi miras bırakamayız.

MİLLET VE TARİH ÜNVAN VERMEKTE O KADAR CÖMERT DEĞİLDİR

Hal tercümesi broşürünün kapağındaki "gazi" ünvanının kullanılmasına gelince, bu ünvanı, Nurettin Paşa'ya (A.S.) harfleri verebilir. Fakat, gerçek ve kanun bununla yalnız ve sadece alay eder. Gerçi savaşa "ya şehit ya da gazi olmak için" gidilir. Genel olarak, kahramanlık meydanında ölenlerin hepsine şehit derlerse de, sağ kalanların hepsine gazi ünvanı verilmez. Bu ünvanı ancak kanun verir. Medenî bir milletin yüksek çıkarları uğruna yapmaya mecbur olduğu harpler, Arap aşiretlerinin dolayısıyla biribirine karşı açtıkları gazve (203) değildir. Öyle bile olsa, bu savaştan sağ salim çıkanlara belki yalnız anaIarı babaları takdir için "benim gazi oğlum!" diyerek övünürler. Fakat millet ve tarih ünvan vermekte o kadar cömert değildir.

Hal tercümesinin son sayfasından da bir cümle alarak bu hikâyeye son verelim: Nurettin Paşa "Irak cephesinde iken yerli halk tarafından kendisine verilmiş bulunan, Peygamber Hazretlerinin Kerbelâ'da yatan torunu İmam Hüseyin Hazretleri 'nin mübarek kılıcını taşımakla şeref duymaktadır."

Efendiler, bu ne lâftır!

Kerbelâ, Peygamber'in torunu, imam, mübarek kılıç, şeref duymak gibi, cahil takımının hoşuna gidecek lâflarla milleti kandırma politikasını benimseyenler, artık insaf etsinler!.. Millet de dikkat ve uyanıklığını artırsın !. .

Efendiler, tek başlarına hareket ederek başarı elde edemeyecelclerini anlayan bazı kimseler de ikiyüzlü davranışlarla içimize girme yolunu bulabilmişlerdir. Bunların içyüzü İkinci Meclis toplanıp göreve başladıktan sonra görülecektir

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ikinci seçim dönemi, yeni Türkiye Devleti'nin tarihinde, mutlu bir geçiş devresine rastladı. Gerçekten de dört yıllık istiklâl mücadelemiz, milletimizin şanına lâyık bir barış ile sonuçlanmış bulunuyordu.

24 Temmuz 1923'te, Lozan'da imza edilen antlaşma, 24 Ağustos 1923'te Meclis'te onaylandı.
 
Son düzenleme:

BuRSaSpQRLu40258

Uzman üye
5 Tem 2007
1,472
32
33
TeXaS TrübünLeri
turkbayragi9tx3.png

Mondros ATeşkes Anlatmasından Sonra..

BARIŞ TEKLİFİ ARASINDA BİR KARŞILAŞTIRMA
Efendiler, Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra, düşman devletler tarafından Türkiye'ye dört defa barış şartları teklif edilmiştir. Bunların birincisi, Sévres taslağıdır. Bu taslak hiçbir görüşmenin ürünü olmayıp itilaf Devletleri tarafından Yunan Başvekili Mösyö Vezinones'un da katılmasıyla düzenlenmiş ve Vahdettinn 'in hükümeti tarafından 10 Ağustos 1920'de imza edilmiştir.
Bu taslak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce tartışılmaya değer bile sayılmamıştır.
İkinci barış teklifleri, Birinci İnönü Muharebesi'nden sonra toplanan Londra Konferansı'nın sonunda 12 Mart 1921 tarihinde yapılmıştır. Bu teklifler Sévres Antlaşması'na bazı değişiklikler getiriyor ise de, üzerinde durulmamış olan meselelerde Sévres taslağındaki maddelerin olduğu gibi bırakıldığını kabul etmek gerekir.
Bu teklifler, bizce tartışılmaya yol açmadan İkinci İnönü Muharebesi'nin başlamasıyla sonuçsuz kalmıştır.
Üçüncü barış teklifleri, 22 Mart 1922'de, yani Sakarya zaferinden ve Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması'ndan sonra ve yakında yeni bir taarruzumuzun beklendiği sıralarda, Paris'te toplanan İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanları tarafından yapılmıştır. Bu tekliflerde, artık işe Sévres taslağını temel olarak ele alma usulünden vazgeçilmiş ise de, ana gayeleri ile milli gayemizi gerçekleştirmekten uzaktı. Dördüncü teklif Lozan Antlaşması'nın imzalanmasıyla sonuçlanan görüşmelerdir.
İtilaf Devletleri'nce Türkiye'ye kabul ettirilmesi düşünülen esaslar ile, Milli Mücadele sayesinde ulaşılan sonucu açıkça gözler önüne serebilmek için, bu dört türlü teklif arasında en önemli noktaları içine alacak şekilde kısa bir karşılaştırma yapmayı yararlı sayarım.
1. SINIRLAR
a ) Trakya sınırı :
Sévres'de : Çatalca hattından biraz ileride bulunan Podima - Kalikratya hattı.
Mart 1921 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.
Mart 1922 teklifinde : Tekirdağ bize, Babaeski Kırkkilise (204) ve Edirne Yunanlılara kalacak şekilde bir hat.
Lozan'da : Karaağaç'da bizde olmak üzere Meriç hattı.
b )İzmir bölgesi :
Sévres taslağında : Bu bölgenin sınırları Kuşadası, Ödemiş, Salihli, Akhisar ve Kemer iskelesine azçok yakın yerlerden geçmektedir.
Bu bölge, Türk hakimiyetinde kalacak, fakat Türkiye, bu hakimiyetini kullanma hakkını Yunanistan'a devredecek. Türk hakimiyetinin belirtisi oiarak,İzmir şehrinin dış istihkamlarından birinde Türk bayrağı bulunacak. Bir bölge meclisi toplanacak ve beş yıl sonra bu meclis, bu bölgenin sürekli olarak Yunanistan'a katılmasına karar verebilecekti.
Mart 1921 teklifinde : İzmir şehri Türk hakimiyetinde kalacak, İzmir şehrinde bir Yunan kuvveti bulunacak ve İzmir bölgesinin geri kalan yerlerinde, çeşitli unsurların nüfus oranlarına göre oluşturulacak bir jandarma birliği görev alacak ve buna İtilaf Devletleri'nin subayları komuta edecek.
Yönetim işlerinde de yine aynı nüfus oranı göz önünde bulundurulacak, bölgenin Milletler Cemiyeti'nce tayin edilecek bir Hristiyan valisi olacak, bunun yanında seçim yoluyla kurulmuş bir meclis ile bir danışma kurulu bulunacak. Valilikçe, Türkiye'ye gelir artışına göre ayarlanacak bir vergi konacak; bu anlaşma beş yıl süre ile geçerli olup iki taraftan birinin isteği üzerine Milletler Cemiyeti'nce değişikliğe uğratılabilecek.
Mart l922 teklifinde : Bütün Anadolu ve dolayısıyla İzmir de bize geri verilecek yolunda aldatıcı bir vaat. İzmir Rumları'nın yönetime adaletli bir şekilde katılmasını sağlamak için ve aynı hakkın Yunanistan'da kalacak Edirne Türklerine de verilmesi şartıyla bir usul tespiti konusunda Ytilâf Devletleri, Türkiye ve Yunanistan ile anlaşacaklardır.
Lozan'da : Elbette bu gibi meseleler söz konusu bile edilmemiştir.
c) Suriye sınırı :
Sévres'de : Akdeniz kıyısında aşağı yukarı Karataş burnundan başlayarak Osmaniye, Bahçe, Gaziantep, Birecik, Urfa, Mardin ve Nusaybin'i epey güneyde ve Suriye topraklarında bırakan bir sınır.
Mart 1921'de : Aşağı yukarı şimdiki sınır olmak üzere Fransızlarla ayrıca bir anlaşma imzalanmıştır.
Lozan'da : 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması'ndaki sınır olduğu gibi bırakılmıştır.
d) Irak sınırı :
Sévres'de : İmadiye bizde kalmak şartıyla, Musul ilinin kuzey sınırı.
Mart 1921 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.
Mart 1922 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.
Lozan'da : çözümü daha sonraya bırakılmıştır.
e) Kafkas sınırı:
Sévres'de : Türk - Ermeni sınırının tayini Amerika Cumhurbaşkanı W i l s o n 'a bırakılmıştır. W i l s o n, sınır olarak Karadeniz kıyısında Giresun'un doğusundan başlayan, Erzincan'ın batı ve güneyinden, Elmalı, Bitlis ve Van Gölünün güneyinden geçen ve birçok noktada Birinci Dünya Savaşı'ndaki Türk - Rus Cephesini izleyen bir hattı göstermiştir.
Mart 1921 teklifinde : Milletler Cemiyeti bir Ermeni yurdu kurulması için doğu illerinden Ermenistan'a bırakılacak toprakların tespiti için bir komisyon kuracak, Türkiye bu komisyonun kararını kabul edecek.
Lozan'da : Bu konu ortadan kaldırılmıştır.
f ) Boğazlar bölgesi :
Sévres'de : Rumeli'nin Türkiye'de kalan bütün parçaları.
Anadolu'nun Adalar Denizi üzerinde aşağı yukarı İzmir bölgesinin sınırından başlayarak Manyas Gölünün güneyine, Bursa'nın ve İznik'in biraz kuzeyinden ve Sapanca Gölünün batı ucundan Ahabadr (205) deresinin göle döküşdüğü yere kadar uzanan bir hatla sınırlandırılmış bölge. Bu bölgelerde asker bulundurmak ve askeri harekatta bulunmak hakkı yalnız İtilaf Devletleri'ne aittir. Bu bölgedeki Türk jandarması da İtilaf Devletleri'nin komutası altında olacaktır.
İtilaf Devletleri, bu bölge içinde, askeri maksatlarla kullanılabilecek yol ve demiryolu yapımını yasaklayabileceği gibi, yapılmış olan yollardan bu gayeyle kullanılacak olanları da tahrip ettirebilecektir.
Mart l921 teklifinde : Çanakkale güneyinde Bozcaada (206) karşısınndan Karabiga'ya çekilen hattın kuzeyi ile Boğaziçi'nin her iki yakasında - 25 kilometrelik bir bölge.
Çanakkale boğazına hakim olan her iki tarafındaki adalar .
İtilaf Devletleri yalnız Yunanistan'a kalacak olan Gelibolu ve bize kalacak olan Çanakkale'de asker bulunduracak böylece, İstanbul'u ve İzmit yarımadasını boşaItacak, Türkiye'nin İstanbul'da asker bulundurmasına ve Anadolu'dan Rumeli'ye ve Rumeli'den Anadolu'ya asker geçirmesine izin verecektir.
Mart 1922 teklifinde : Çanakkale'nin güneyinde Erdek yarımadası dışarda kalmak üzere Çanakkale sancağı. Boğaziçinin güneyinde o zaman tarafsız sayılan bölge, yani aşağı yukarı İzmit yarımadası askersiz bölge olacaktır.
Bizde İtilaf Devletleri'nin işgal kuvvetleri kalmayacaktır.
Lozan'da : Gelibolu yarımadası ile Kumbağı, Baklaburnu hattının güney - doğusu, Çanakkale bölgesinde kıyıdan yirmi kilometrelik bir yer ve Boğaziçi'nin iki yakasında kıyıdan on beş kilometrelik birer bölge ve Marmara da da İmralı dışındaki adalarla İmroz ve Bozcaada askerden arınmış bir duruma getirilecektir.
Hiç bir yerde İtilaf Devletleri'nin işgal kuvvetleri kalmayacaktır.

2. KÜRDİSTAN
Sévres'de : Fırat'ın doğusunda ve Ermenistan, Irak ve Suriye arasında kalan bölge için İtilaf Dcvletleri temsilcilerinden kurulacak bir komisyon özerk bir yönetim şekli hazırlayacaktır.
Antlaşmanın imzalanmasından bir yıl sonra bu bölgenin Kürt halkı Milletler Cemiyeti Meclisi'ne başvurarak Kürtlerin çoğunluğunun Türkiye'den ayrı bağımsız bir devlet kurmak istediklerini ispat ederse ve MecIis de bunu kabul ederse, Türkiye bu bölgedeki her türlü haklarından vazgeçecektir.
Mart l92l teklifinde : İtilaf Devletleri,şimdiki durumu gözönünde bu konuda Sévres taslağında değişiklik yapılmasını dikkate alma eğilimindedir. Şu şartla ki, özerk yönetilen bölgelerle Kürt ve Asuri - Geldani çıkarlarının yeterince korunması için tarafımızdan kolaylıklar gösterilsin.
Mart l922 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.
Lozan'da : Elbette söz konusu ettirilmemiştir.

3. İKTİSADİ NÜFUZ BÖLGELERİ
Sévres AntIaşması'ndan sonra İtilaf Devletleri'nin aralarında imza ettikleri üçlü anlaşmaya (207) göre :
a)Fransız nüfuz bölgesi :
Suriye sınırıyla aşağı yukarı Adana ilinin batı ve kuzey sınırı, Kayseri ilie Sivas'ın kuzeyinden geçen Muş'u dışarıda bırakarak bu kasabaya yaklaştıktan sonra Cizre'ye giden bir hattın içinde kalan bölge.
b) İtalyan nüfuz bölgesi :
İzmit yarımadasından çıktıktan sonra Afyonkarasihar'a kadar Anadolu demiryolu hattı ve oradan Kayseri yakınlarında Erciyas dağı yöresine kadar giden hatla İzmir bölgesi, Adalar Denizi, Akdeniz ve Fransız bölgesi arasında kalan bölge.
Mart l92l'de : Bekir Sami Bey ile Fransız ve İtalyan Dışişleri Bakanları arasında imza olunup hükumetçe reddedilen anlaşmalara göre:
a) Fransız nüfuz bölgesi :
O sırada Fransız işgali altında bulunan yerlerle Sivas, Elazığ ve Diyarbakır illeri.
b) İtalyan nüfuz bölgesi:
Antalya, Burdur, Muğla, Isparta sancaklarıyla Afyonkarahisar, Kütahya, Aydın ve Konya sancaklarının daha sonra tayin edilecek kısımları.
Mart 1922 teklifinde: Söz konusu edilmemiştir.
Lozan'da : Söz konusu edilmemiştir.

4.İSTANBUL
Sévres'de : AntlaŞma samimiyetle uygulanmadIĞI takdirde İstanbul da bizden alınacaktır.
Mart 1921 teklifinde : Bu tehdidin kalkacağı, Türkiye'nin İstanbul'da asker bulundurabileceği ve Boğaziçi'nin çevresindeki askerden arınmış bölgeden askeri kuvvet geçirilmesine izin verileceği belirtilmiştir.
Mart 1922 teklifinde : İstanbul'dan çıkarılacağımız tehdidinin kaldırılacağı ve İstanbul'da bulundurulabilecek Türk kuvvetinin arttırılacağı vaad edilmektedir.
Lozan'da : Söz konusu olmamıştır.

5. VATANDAŞLIK
Sévres'de : Gerek Yunanistan da dahil olmak Üzere İtilaf Devletleri'nden gerek yeni kurulan devletlerden birinin (Ermenistan v.b.) vatandaşlığına girmek isteyen Türk uyruklulardan hiç kimseye Türk Hükümeti'nce engel olunmayacak ve bunların yeni vatandaşlığı kabul edilecektir.
Mart 1921 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.
Mart 1922 teklifinde : Söz konusu edilmemiiştir.
Lozan Antlaşmasında : Söz konusu edilmemiştir.
Ancak, görüşmeler sırasında, İtilaf Devletleri, bir kimsenin vatandaşlığını tayin hususunda, Türkiye'deki yabancı elçilik ve konsoloslukların verecekleri belgelerin yeterli sayılmasını istemişlerdi. Bu teklif, Sévres taslağının yukarıda söz konusu olan 128' inci maddesinin yeni bir şekliydi. Hiç şüphe yok ki tarafımızdan reddedilmiştir.

6. ADLİ KAPİTÜLASYONLAR
Sévres'de : İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya'nın temsil edildikleri dört üyeden kurulu bir komisyon, kapitülasyonlardan yararlanan diğer devletlerin uzmanlarıyla birlikte yeni bir usul düzenleyecek ve Osmanlı Hükumeti'ne danıştıktan sonra bu usulü tavsiye edebilecek.
Osmanlı Hükumeti bu usulü kabul edeceğini şimdiden taahhüt edecek.
Mart 1921 teklifinde : Bu komisyonda Türkiye'nin de temsil edilmesine İtilaf Devletleri razı olmaktadır.
Mart 1922 teklifinde : Aynı teklif.
Lozan'da : Kapitülasyonlarla ilgili hiçbir kayıt yoktur.
Danışma niteliğinde olmak üzere birkaç yabancı uzmanı beş yıl için hizmetimize almayı kabul ettik.

7. AZINLIKLARIN KORUNMASI
Sévres'de : 1918 Ateşkes Antlaşmalarından sonra yapılan bütün antlaşmalarda yer alan hükümlerden başka, Türkiye'ye, özellikle a?aşağıdaki hususlar kabul ettirilmek istenmiştir :
a) Yerlerinden ayrılmış olan ve Türk olmayan bütün halkın eski yerlerine gönderilmesi.
Başkanları Milletler Cemiyeti'nce tayin edilecek olan hakem komisyonları vasıtasıyla bunların haklarının geri verilmesi; bu komisyonlar istedikleri takdirde, Türk olmayan halkIn zarar görmüş mal ve mülklerinin onarımı için de ücretleri hükumetçe ödenecek işçilerin sağlanması, zorla göç ettirme ve buna benzer işlerde parmağı bulunduğu, söz konusu komisyonlar tarafından iddia edilen bütün şahısların sürgün edilmesi v.b.
b) Türk Hükumeti, azınlıkların parlamentoda kendi nüfusları oranında temsil edilmelerini sağlayan bir seçim kanunu tasarısını, iki yıl içinde İtilaf Devletleri'ne sunacaktır.
c) Patrikhaneler ile bunlara benzer kuruluşlara tanınmış olan bütün imtiyazlar arttırılarak daha da sağlamlaştırılmakta ve bunların idare ettikleri okul, yetimhane v.b. konusunda ogüne kadar hükumetin sahip olduğu sınırlı denetleme hakkı da elinden alınmaktadır.
d) İtilaf Devletleri, Milletler Cemiyeti Meclisi'nin görüşünü aldıktan sonra, bu kararların uygulanmasını sağlayacak gerekli tedbirleri tespit edecektir . Türkiye, bu konuda sonradan alınacak her tedbiri kabul edeceğini şimdiden taahhüt edecektir.
Mart 1921 teklifinde : Azınlıklar söz konusu edilmemiştir. Bu teklifte Sévres'de yapılacak değişiklikler yeraldığı için, bundan, adı geçen antlaşmanın azınlıklarla ilgili bölümünün değiştirilmeveceği sonucu çıkarılabilir.
Mart 1922 teklifinde : Türkiye ve Yunanistan'daki azınlıklarIa ilgili bir sıra tedbirin teklif edileceği ve bunların gereğince uygulanmasını kontrol için Milletler Cemiyeti'nce komiserler tayin edileceği yazılıdır.
Bu bir sıra tedbirin neler olduğu açıklanmamıştır.
Lozan'da : Misak-ı Milli'mizde kabul etmiş olduğumuz üzere ve yaInız Müslüman olmayanlar için Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan bütün milletlerarası antlaşmalarda yer alan hükumler.

8. ASKERLİKLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Sévres'de :
a) Türkiye'nin silahlı kuwetleri şu sayıları aşmayacaktır.
Saray Muhafız Birliği 700 Kişi
Jandarma 35.000 Kişi
Jandarmayı desteklemek üzere özel birlikler 15.000 Kişi 50.700 Kişi
Bu sayıya Harp Akademisi ve askeri okullar öğrencileri ile, depo birliklerinde ve çeşitli görevlerde çaly? an er ve subaylar da dahildir.
Özel birliklerin 15 batarya dağ topu bulunabilecek, sahra veya ağır top olmayacaktır.
Memleket, çeşitli bölgelere ayrılacak ve her bölgede bir jandarma birliği (legion) bulunacaktır.
Jandarmanın topu ve teknik araçları bulunmayacaktır.
Özel birlikler, kendi bölgelerinin dışında kullanılamayacaktır.



MECLIS'TE SALTANATIN KALDIRILAMSI GÖRÜSÜLÜRKEN RAUF BEY'E VERDIGIM ROL

Efendiler, belki birtakim kimselere göre. Rauf Bey, üzerine aldigi görevi yerine getirmisti. Ben de açikladigim üzere, genel ve tarihi görevimin o güne ait safhasini tamamlamistim. Ancak, genel görevimin emrettigi asil noktayi hedefe ulastirmak ve uygulamaya geçmek gerektigi zaman da asla kararsizliga düsmedim. Tevfik Pasa' nin telgraflari dolayisiyla saltanati hilafetten ayirmaya ve önce saltanati kaldirmaya karar verdigim zaman, ilk yaptigim islerden biri de, derhal Rauf Bey'i, Meclis'teki odama çagirmak oldu. Rauf Bey'in, Refet Pasa 'nin evinde sabahlara kadar dinledigim düsünce ve görüslerini hiç bilmiyormusum gibi davranarak, ayakta, kendisinden su istekte bulundum: "Hilafet ve saltanati biribirinden ayirarak saltanati kaldiracagiz! Bunun dogru oldugu konusunda kürsüden bir konusma yapacaksiniz! " Rauf Bey ile bundan baska bir tek kelime konusmadik. Rauf Bey odamdan çikmadan önce, ayni maksatla çagirmis oldugum Kazim Karabekir Pasa geldi.Ondan da ayni sekilde konusmasini rica ettim.

Efendiler, o tarihe ait Meclis tutanaklarinda görüldügü üzere, Rauf Bey, kürsüden bir iki defa görüstü ve hatta saltanatin kaldirildigi günün bayram olarak kabul edilmesi teklifini de ortaya atti.
Burada bir nokta, kafalarda dügüm olarak kalabilir. Bana, Padisah'a bagliligi borç bildiginden, saltanat makami yerine baska nitelikte bir makamin getirilmesine çalismanin felakete ve büyük acilara yol açacagini söylemis olan Rauf Bey, benim yeni kararimi ögrendikten sonra ve hele kararimin desteklenmesi ve saltanatin kaldirilmasi için Meclis'te bir konusma yapmasini teklif etmem karsisinda, ne düsündügünü bile söylemeden boyun egmistir. Bu tutum ve davranis nasil yorumlanabilir? Rauf Bey eski inanç ve görüslerini degistirmis miydi? Yoksa bu görüsierinde esasen samimi degil miydi? Bu iki noktayi biribirinden ayirmak ve biri üzerinde kesin bir yargiya varmak güçtür.
Efendiler, böyle süpheli bir yargida bulunmaya girismektense, durumun daha iyi anlasilmasini kolaylastiracak bazi safhalari, islemleri ve tartismalari yüksek hey'etinize hatirlatmayi tercih ederim.

LOZAN BARIS KONFERANSI'NA TEVFIK PASA VE ARKADASLARI DA KATILMAK ISTIYORDU

Daha önce bilginize sunmustum ki, saltanatin kaldirilmasi, Lozan Konferansi'na Istanbul'dan da bir delegeler hey'etinin davet edilmesi ve Istanbul'un, yani Vahdettin, Tevfik Pasa ve arkadaslarinin da böyle bir daveti. Türk milletinin büyük emeklerle, fedakarliklarla elde ettigi kazançlari küçültmek, belki de anlamsiz kilmak pahasina da olsa, kabul etmelerinden ileri gelmisti.
Tevfik Pasa, önce bana bir telgraf çekti. 17 Ekim 1922 tarihli bu telgrafta, Tevfik Pasa, kazanilan zaferin, bundan böyle Istanbul ile Ankara arasinda anlasmazlik ve ikiligi kaldirmis ve milli birligimizi saglamis oldugunu yaziyordu. Yani Tevfik Pasa demek istiyordu ki "memlekette düsman kalmadi; o halde, padisah yerinde, hükümet onun yaninda; millete düsenin de bu makamlarin verecegi emirlere uymaktir. Böyle olunca da, elbette birlige engel bir sey kalmamis olur." Yalniz, Tevfik Pasa. Ankara'dan biraz daha yardim istemek akilliligini gösteriyordu. 0 da, Baris Konferansi'na Istanbul ile Ankara'nin birlikte davet edilmis olmasi dolayisiyla, daha önce benden çok gizli talimat almis bir kimsenin elden gelen sür'atle Istanbul'a gönderilmesini saglamakti (Belge: 260).
Tevfik Pasa'ya verilmek üzere, Istanbul'da Hamit Bey'e çektigim telgraf la "Tevfik Pasa ve arkadaslarinin devletin siyasetini bulandirmaktan vazgeçmemelerinin ne büyük bir sorumluluk doguracaginin asikar bulundugunu" bildirdim (Belge: 261).
Neyazik ki,Hamit Bey, bu telgrafin aynen Tevfik Pasa'ya bildirilmesi gerektiginde kararsizliga düsmüs, bunu kendisine gönderilen talimat sanmis; bununla birlikte bu telgrafimda yazilanlar çerçevesinde, Tevfik Pasa'ya üç gün içinde bes defa tebligatta bulunmus; hatta Tevfik Pasa ve çalisma arkadaslarinin konferansa delege göndermeleri için gazetelere, ajanslara, verilmesi gereken demecin esaslarini bildiren bir müsveddeyi bile kendilerine göndermis (Belge: 262).

ÇIKARLARINI KIRLI BIR TAHTIN ÇÜRÜMÜS, ÇÖKMÜS AYAKLARINA SRILMAKTA BULANLAR

Bütün çikarlarini yalniz kirli bir tahtin çürümüs çökmüs ayaklarina sarilmakta gören, Tevfik Pasa ve benzeri pasalardan kurulu Vahdettin Hükümeti'nin, gizli maksatlarini ne olursa olsun kabul ettirmekten baska hiçbir seyle ugrasmadiklari anlasiliyordu. Tevfik Pasa, bana çektigi telgrafa verilen cevaptan haberi olmadigini bildirdikten sonra, dogrudan dogruya 29 Ekim 1922 tarihli telgrafiyla ve Sadrazam ünvaniyla Meclis Baskanligi'na basvurdu (Belge: 263).
Bu telgrafta yazilanlar, Osmanli devrinin Tevfik Pasa'larina yarasir bir biçimdeydi. Tevfik Pasa ve arkadaslari, bu telgraflarinda, kazanilan basarinin elde edilmesine hizmet ettiklerinden bahsedecek kadar cesaret gösterebilmislerdir.
Efendiler, gayri mesru olarak, Osmanli Devlet'inin Hükümeti adini tasimak gafletinde bulunan Tevfik Pasa, Ahmet Izzet Pasa ve benzerlerinden kurulu son Osmanli Hükümeti üzerinde daha fazla durmanin bir yarari yoktur. Sözü Meclis görüsmelerine getirecegim.
Üzerinde durdugumuz konu dolayisiyla, Meclis'te 30 Ekim 1922 günü görüsmeler basladi. Birçok konusmaci birçok seyler söyledi. Istanbul'daki Osmanli Hükümet'lerini ele aldilar. Ferit Pasa devresinden sonra Tevfik Pasa perdesinin açildigini ve bu perdeyi açanlarin idrakten yoksun, vicdandan yoksun birtakim insanlar oldugunu belirterek, bu adamlara gereken kanuni islemin yapilmasini istediler. "Böyle bir anlayista olan, yani bize bu kadar ahmakça tekliflerde bulunan kimseler -...- gerçekten Babiali'nin tarihi kimligine imzasini koyan ve her seyden çok oraya bagli olan sahislardir.. ." dediler.
Istanbul'da hükümet adini ve kimligini takinan adamlarin; Hiyanet-i Vataniye Kanunu'na göre cezalandirilmalanni isteyen önergeler okundu.
Efendiler, Osmanli Imparatorlugu'nun yikilmis oldugunu, yeni bir Türkiye Devleti'nin dogdugunu, Teskilat-i Esasiye Kanunu geregince hakimiyet haklarinin millete ait bulundugunu ifade eden bir önerge hazirlandi. Sekseni askin arkadasa imza ettirildi. Bu önergede benim de imzam vardir.
Bu önerge okunduktan sonra, ciddi olarak muhalif duruma geçenlerin basinda iki kisi vardi. Bunlardan biri Mersin Milletvekili bulunan Salahattin Bey'dir. Ikincisi, Izmir'de asilan Ziya Hursit'tir. Bunlar Saltanat'in kaldirilmamasi görüsünde olduklarini açikca belirttiler.

OSMANLI SALTANATININ KALDIRILMASI KARARININ VERILDIGI GÜN, TESKILAT-I ESASIYE, SER'IYE VE ADLIYE KOMISYONLARININ ORTAK TOPLANTISI

Efendiler, 31 Ekim 1922 günü Meclis toplanmadi. 0 gün Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantisi oldu. Bu toplantida, Osmanli Saltanati'nin kaldirilmasinin zaruri oldugunu anlattim. 1 Kasim 1922 günü yapilan Meclis toplantisinda, ayni konu uzun tartismalara ugradi. Meclis'te de genis bir konusma yapmak geregini duydum (Belge: 264).Islam ve Türk tarihinden örnekler vererek hilAfet ve saltanatin ayrilabilecegini, milli hakimiyet ve saltanat makaminin Türkiye Büyük Millet Meclisi olabilecegini, tarihi olaylara dayanarak açikladim. Hülagü'nün Halife Mu'tasim'i idam ettirerek yer yüzünde hilafete fiilen son verdigini ve 1517'de Misir'i alan Yavuz, ünvani halife olan bir mülteciye önem vermeseydi, hilafet ünvaninin günümüze kadar miras kalmis bulunamayacagini anlattim.
Bundan sonra bu konu ile ilgili önergeler üç komisyona, Teskilat-i Esasiye, Ser'iye ve Adliye Komisyonlari'na gönderildi. Bu üç komisyon üyelerinin bir araya gelip, konuyu bizim güttügümüz maksada uygun bir çözüme baglamasi elbette güçtü. Durumu yakindan ve bizzat takip etmek gerekti.
KARMA KOMISYONA ANLATTIGIM GERÇEK

Üç komisyon bir odada toplandi. Baskanligina Hoca Müfit Efendi'yi seçti. Konuyu görüsmeye basladilar. Ser'iye Komisyonu'nda bulunan hoca efendiler, hilafetin saltanattan ayrilamayacagini, bilinen safsatalara dayanarak iddia ettiler. Bu iddialarin yersizligini ortaya koyup çürütmek için serbestçe konusabilecek olanlar ortaya çikar görünmediler. Biz, çok kalabalik olan bu odanin bir kösesinde tartismalari dinliyorduk. Bu sekildeki görüsmelerin istenilen sonuca varmasini beklemek bosunaydi. Bunu anladik. Sonunda, karma komisyon baskanindan söz istedim. Önümüzdeki siranin üstüne çiktim. Yüksek sesle su konusmayi yaptim: "Efendim, dedim, hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafindan, hiç kimseye ilim geregidir diye, görüsme ve tartismayla verilmez. Hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alinir. Osmanogullari, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatina el koymuslardir. Bu zorbaliklarini alti yüzyildan beri sürdürmüslerdir. Simdi de Türk milleti bu saldirganlara isyan ederek ve artik dur diyerek, hakimiyet ve saltanatini fiilen kendi eline almis bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatini, hakimiyetini birakacak miyiz, birakmayacak miyiz meselesi degildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmis olan bir gerçegi kanunla ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktir. Burada toplananlar. Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak karsilarsa, sanirim ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat, belki de bazi kafalar kesilecektir.
Isin ilim yönüne gelince, hoca efendilerin merak ve endiseye kapilmalarina yer yoktur. Bu konuda "ilmi açiklamalarda bulunayim" dedim ve uzun uzadiya birtakim açiklamalar yaptim. Bunun üzerine, Ankara milletvekillerinden Hoca Mustafa Efendi, "Affedersiniz efendim, dedi, biz konuyu baska bakimdan ele aliyorduk; açiklamalarinizla aydinlandik" dedi. Konu karma komisyonca çözüme baglanmisti.

OSMANLI SALTANATI'NIN YIKILIS VE GÖÇÜS MERASIMININ SON SAFHASI

Sür'atle kanun tasarisi hazirlandi. O gün Meclis'in ikinci oturumunda okundu. Ad okunarak oya konmasi teklifine karsi, kürsüye çiktim. Dedim ki, "Buna gerek yoktur. Memleket ve milletin istiklâlini ebedî olarak koruyacak ilkeleri, yüce Meclis'in oy birligi ile kabul edecegini sanirim." "Oya" sesleri yükseldi. Sonunda, baskan oya sundu ve "oybirligi ile kabul edilmistir" dedi. Yalniz olumsuzluk bildiren bir ses isitildi:"Ben muhalifim!" Bu ses "söz yok" sesleriyle boguldu. Iste Efendiler, Osmanli Saltanati'nin yikilis ve göçüs merasiminin son safhasi böyle geçmistir.

HAIN VAHDETTIN BIR INGILIZ HARP GEMISIYLE ISTANBUL'DAN KAÇIYOR

17 Kasim 1922 tarihli resmî bir telgrafin ilk cümlesi suydu : "Vahdettin Efendi bu gece saraydan ayrilmistir. " Bu telgrafin bir iki cümlesini daha 18 Kasim 1922 gününe ait Meclis tutanaklarinda okumussunuzdur. Fakat telgrafin aslinda, bu ayrilisa kimlerin yardim etmis olabileceginden, kutsal emanetlerin nasil korunacagindan ve daha baska hususlardan bahseden alt tarafi da vardir.

Ayni gün Meclis'te okunmus bir mektup suretiyle ona ekli -ajans- larla yayinlanmis bir bildiri suretini de zabitlardan bir daha okuyalim :

17.11.l922
Mektup Sureti

Bir nüshasini ilisik olarak sundugum resmi bildiride açiklandigi gibi, Zâtisâhâne, Ingiltere'nin koruyuculuguna siginarak bir Ingiliz harp gemisiyle Istanbul'dan ayrilmistir....

Imza : Harrington
Mektuba Ekli Bildiri Sureti

Resmen bildirilir ki, Zâtisâhâne, bugünkü durum karsisinda hürriyet ve hayatini tehlikede gördügünden, bütün Müslümanlarin halifesi sifatiyla Ingiliz himayesini ve ayni zamanda Istanbul'dan baska bir yere ***ürülmesini istemistir. Zâtisâhâne'nin istegi bu sabah yerine getirilmistir. Türkiye'deki Ingiliz Kuvvetleri'nin Baskomutani General Sir Charles Harrington, (Sör Çarlz Harrington) Zâtisâhâne'yi almaya giderek bir Ingiliz harp gemisine kadar kendisine eslik etmis ve Zâtisâhâne, vapurda Akdeniz Filosu Genel Komutani AmiralSir De Brook (Sör Bruk) tarafindan karsilanmistir. Ingiliz Fevkalâde KomiserVekili Sir Newill Henderson, Zâtisâhâne'yi gemide ziyaret ederekKral Besinci George' a bildirilmek üzere arzularini sormustur.

General Harrington'un Ulviye Sultan adindabir hanima gönderdigi Fransizca bir mektup da vardir. Bu mektup, hiçbir karsilik verilmemis oldugu notuyla Refet Pasa' ya gönderilmis.O da, 25 Kasim 1922 tarihinde bize bir suretini göndermisti. Fransizca mektubun bize gönderilen Türkçe sureti sudur :

Sultan Hanimefendi Hazretleri,

Su siralarda Malta'ya yaklasmakta olan Padisah Hazretleri'nden, ailesinindurumu hakkinda bilgi rica eden bir telsiz aldim. Bu konuda, geçen CumartesiYildiz'dan bilgi almis ve Kadinefendi Hazretleri'nin saglik ve nes'elerinin yerindeoldugunu ögrenmis ve derhal Zâtisâhâne'ye arz etmistim. Eger Padisah Hazretleri'nin aileleri hakkinda yeni bilgiler lutfederseniz, onu da derhal Zâtisâhâne'yesunmakla mutluluk duyarim. Zâtisâhâne'nin içinde bulunduklari güçlükler dolayisiyla, en samimî dileklerimi Kadinefendi Hazretleri'ne ve pek muhterem ailelerine sunmama izin vermenizi ve en derin saygi ve tazimlerimin kabulünü rica edcrim.

Imza : Harrington
Efendiler, bu son mektup, üzerinde durulmaya deger nitelikte degildir. Bundan baska, General Harrington' un, Istanbul'daki askerî memurumuza yazdigi mektup ile ekinde yazilanlar üzerinde görüs belirtmeyi de gereksiz bulurum.


ASIL BIR MILLETI UTANILACAK BIR DURUMA DÜSÜREN SEFIL

Kamuoyunu gerçek durumla karsi karsiya birakmayi tercih ederim. O zaman, Saltanat'i atadan ogula geçirmek gibi yanlis bir usulün sonucu olarak, büyük bir makam, tantanali bir ünvan kazanabilmis birsefilin, gururu çok yüksek asil bir milleti nasil utanilacak bir duruma düsürebilecegi kendiliginden anlasilir.

Gerçekten de, her ne sebeple ve ne sekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatini milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratigin, bir dakika bile olsa, bir milletin basinda oldugunu düsünmek ne hazindir! Sükre deger bir durumdur ki, bu alçak, mirasina kondugu Saltanat makamindan millet tarafindan atildiktan sonra, alçakligini sonuna kadar getirmis oluyor. Türk milletinin bu iste önce davranmasi elbette takdire deger.

Âciz, âdi, duygu ve anlayistan yoksun bir yaratik, kendisini kabul eden herhangi bir yabancinin koruyuculuguna siginabilir; ancak, böyle bir yaratigin bütün Müslümanlarin Halifesi sifatini tasidigini ifade etmek elbette dogru degildir. Böyle bir düsünce tarzinin dogru olabilmesi, öncelikle, bütün Müslüman milletlerin esir olmalari sartina baglidir. Halbuki, dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihimiz boyuncahürriyet ve istiklâle sembol olmus bir milletiz! Degersiz hayatlarini ikibuçuk gün daha fazla ve sefilce sürükleyebilmek için, her türlü düskünlüge katlanmakta bir sakinca görmeyen halifeler oyununu da sahneden kaldirabildigimizi gösterdik. Böylece, devletlerin, milletlerin biribirleriyle olan iliskilerinde, sahislarin, özellikle bagli bulunduklari devlet ve milletin zararina da olsa sahsî durumlarindan ve kendi hayatlarindan baska birsey düsünemeyecek pespavelerin herhangi bir önemi olamayacagi seklindeki bilinen gerçegi bir defa daha ortaya koymus olduk.

Milletler arasindaki iliskilerde mankenlerden yararlanma yöntemineragbet etme devrine son vermek medenî dünyanin samimî bir dilegi olmalidir.

ABDÜLMECIT EFENDI'NIN BÜYÜK MILLET MECLISI'NCE HALIFE SEÇILMESi

Saygideger Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi' nce kaçak Halife'nin halifeligi kaldirildi. Yerine. sonuncu halife olan Abdülmecit Efendi seçildi. Meclis'çe, yeni halife seçilmeden önce, seçilecek sahsin da padisahlik sevda ve davasina katilarak, herhangi bir yabanci devlete siginmasi ihtimalini ortadan kaldirmak gerekiyordu. Bunun için Istanbul'da bulunan görevlimiz Refet Pasa' ya, Abdülmecit Efendi ile görüserek ve hattâ elinden Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilâfet ve saltanatla ilgili kararini tamamen kabul ettigini bildiren bir belge alarak göndermesini yazdim. Bu yazdiklarim yapilmistir.

18 Kasim 1922 günü, Istanbul'da Refet Pasa' ya bir sifreli telgrafla verdigim talimatta baslica su noktalari belirtmistim : "Abdülmecit Efendi, Halife-i Müslimîn ünvanini kullanacaktir. Bu ünvana baska bir sifat ve kelime eklenmeyecektir. Islâm dünyasina duyurulmak üzere hazirlayacagi bir bildiriyi, sizin araciliginizla önce bize sifre olarak bildirecektir. Bu bildiri, onaylandiktan sonra yine sifre ile ve sizinaraciliginizla kendisine bildirilecek, ondan sonra yayinlanacaktir. Bu bildiri metninde baslica su noktalar yer alacaktir :

a) Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kendisini halifelige seçmesinden dolayi memnun oldugu açikça söylenecektir.

b) Vahdettin Efendi' nin hareket tarzi etrafli olarak ele alinip kötülenecektir.

c) Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 10. maddesine kadar olan hükümleri, uygun bir biçimde açiklanarak ve önemli olan ifadeleri oldugu gibi tekrarlanarak Türkiye Devleti'nin, Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükumeti'nin kendine has niteliginin ve idare seklinin Türk halki ve bütün Islâm dünyasi için en yararli ve en uygun rejim oldugu belirtilip tespit edilecektir.

d) Türkiye millî halk hükumetinin geçmisteki hizmetlerinden veyararli çalismalarindan övücü bir dille bahsedilecektir.

e) Bu bildiride, belirtilen noktalar disinda, siyasî sayilabilecek birnokta ve düsünce söz konusu edilmeyecektir.

19 Kasim 1922 tarihli açik bir telgrafla da, Abdülmecit Efendi' ye : "Türkiye Devleti'nin hâkimiyetini kayitsiz sartsiz millete veren Teskilât-i Esasiye Kanunu geregince, yürütme gücü ve yasama yetkisi kendisinde belirmis ve toplanmis bulunan, milletin tek ve gerçek temsilcilerinden kurulu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasim 1922 tarihinde oybirligi ile kabul ettigi gerekçe ve ilkeler çerçevesinde ve Yüce Meclis'in 18 Kasim 1922 tarihli oturumunda halifelige seçilmis oldugunu bildirdim.

19 Kasim 1922 tarihli bir sifreli telgrafla Refet Pasa, çektigimiz telgraflara cevap veriyordu. Abdülmecit Efendi : "imzasinin üstünde Halife-i Müslimîn ve Hâdimü'1-Haremeyn ünvanlarinin bulunmasinin ve Cuma selâmliginda hil'ât giymesinin ve Fatih' inki gibi bir sarik sarinmasinin mümkün ve uygun olacagi görüsünüileri sürmüs. Islâm dünyasina yayinlayacagi bildiri metninde, Vahdettin Efendi hakkinda bir sey söylemeyecegini bildirmis. Bildiri Istanbul gazetelerinde yayinlanirken, Türkçesi ile birlikte Arapçaya çevrilmis ve metninin de yayinlatilmasi görüsünü ortaya atmis.

Refet Pasa' ya, 20 Kasim 1922 günü makine basinda verdigim cevapta, "Halife-i Müslimîn" ünvaniyla birlikte "Hâdimü'1-Haremeyni's-serifeyn" ünvaninin kullanilmasini da uygun buldugumu söyledim. Cumatöreninde Fatih' in kiyafetine girmesini uygunsuz buldum. Redingot veya istanbulin giyebilecegini, askerî üniformanin elbette söz konusu olamayacagini bildirdim. Yayinlanacak bildiride, Vahdettin' in adisöylenmeden eski halifenin manevî sahsiyetinin ve zamaninda düsülen kötü durumun dile getirilmesinin gerekli oldugunu bildirdim.

ABDÜLMECIT EFENDI, BABASININ ADI DOLAYISIYLA DA OLSA "HAN" ÜNVANINDAN VAZGEÇEMIYOR

Refet Pasa'dan, 20 Kasim I922'de aldigim sifreli telgrafin birinci maddesinde, Refet Pasadiyordu ki, Abdülmecit Efendi' nin 29 Rebiülevvel tarihli yazisinin altinda "Halife-i Resulullah Hâdimü'1-Haremeyni's-Serifeyn" ünvaninin altinda "Abdülmecid Bin Abdülazîz Han" ) imzasi kullanilmistir.

Efendiler, yaptigimiz uyariyi iyi karsiladigini bildirmis olan Abdülmecit Efendi, "Halife-i Müslimîn" yerine "Halife-i Resîilullah" ve babasinin adi dolayisiyla "Han" ünvanlarini kullanmaktan kendini alamamistir. Birtakim düsünceler ileri sürdükten sonra da, Vahdettin'le ilgili demeçten vazgeçtigini, çünkü baskasinin kötü islerini dile getirmek seklinde bile olsa, bu türlü demeçlerin kendi prensip ve karakterineagir geleceginin asikâr oldugunu bildirmis. Bu nokta telgrafin ikincimaddesinde yer almisti, Telgrafin üçüncü maddesi, benim Meclis Baskani sifatiyla kendisine, halifelige seçildigini bildiren telgrafima yazdigi cevap niteliginde idi. Bu cevapta : "Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Maresal Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne diye, dogrudan dogruya sahsima hitap eden bir baslik kullanilmisti. Dördüncü maddede, Islâm dünyasina duyuracagi bildiri suretivardi. Bu bildirinin yazildigi Istanbul'un "Dârü'1-Hilâfetü'1-Âliyye" oldugu da özenle belirtilmisti.

21 Kasim 1922 tarihli bir telgrafta : "Halife-i Resulûllah yerine dahaönce de bildirdigimiz gibi Halife-i Müslimîn denilecektir" dedik. Kendisine, halife seçildigini bildiren telgrafimiza verecegi cevabin sahsima degilTürkiye Büyük Millet Meclisi Baskanligi'na yazilmasini hatirlattik. Yazilarinda siyasî ve genel konularla ilgili kelimelerin bulundugunu, bunlardan kaçinilmasi gerektigini bildirdik.

Efendiler, önemsiz ayrintilar gibi sayilmasi pek mümkün olan buaçiklamalarimla isaret etmek istedigim asil nokta sudur : Ben, sahis hâkimiyetine dayanan saltanatin kaldirilmasindan sonra, baska ünvanla ayni nitelikle bir makamdan ibaret olmasi gereken hilâfetin de ortadan kaldirilmis oldugunu kabul ediyordum. Bunun, elverisli bir zaman ve firsatta açiklanmasini tabiî buluyordum. Halife seçilen Abdülmecit Efendi' nin bu gerçekten büsbütün habersiz oldugu iddia edilemez. Özellikle ,kendisinin Halife ünvaniyla saltanat sürmesinin imkân ve sartlarini hazirlayip saglayabileceklerini hayal edenlerin varligi düsünülürse, Abdülmecit Efendi' nin ve tabiî taraftarlarinin saf ve gafil olduklari zannina kapilmak hiç de dogru olamazdi.

HALIFE OLACAK ZATIN SIFAT VE YETKISI NE OLACAKTI

Simdi, arzu buyurursaniz, Halife seçimi dolayisiyla Meclis'in 18 Kasim 1922 günlü gizli oturumlarinda geçen görüsmelerle ilgili kisa bir bilgi vereyim :

Meclis'te konuyu pek ciddî ve önemli sayanlar vardi. Özellikle hoca efendiler, kendi ihtisaslari ile ilgili bir konu bulduklarindan çok dikkatli ve uyanik idiler. Bir halife kaçmis. .. Onu makamindan indirmek ve yenisini seçmek... Sonra, yenisini Istanbul'da birakmayip Ankara'ya getirmek. . . Milletin ve devletin yakindan basina geçirmek. . . Kisacasi, Halife' nin kaçmasi yüzünden Türkiye'de ve bütün Islâm dünyasinda karisiklik çikmis veyahut çikacakmis... Onun için tedbirler alinmali imis... seklinde düsünceler, endiseler ortaya atiliyordu.

Bazi konusmacilar da halife olacak zatin sifat ve yetkisinin ne olacagini tespit gereginden söz ediyorlardi.

Görüsme ve tartismalara ben de katildim. Konusmalarimin çogu, ileri sürülen düsüncelere cevap niteliginde idi. Söylediklerimin özü su cümlelerde toplaniyordu :

Bu konu fazlasiyla tartisilip tahlil edilebilir. Ancak, tartisma ve tahlillerde ne kadar ileri gidersek, konuyu çözüme baglamakta da o kadar güçlük ve gecikmelere ugrariz. Yalniz, su noktaya hepinizin dikkatini çekerim. Bu Meclis, Türk halkinin Meclisidir. Bu Meclis'in sifat ve yetkileri yalniz ve ancak Türk halkinin ve Türk vataninin varligi ve kaderi ile ilgili ve onlar üzerinde etki yapabilir. Meclisimiz, kendi kendine bütün Islâm dünyasini içine alan bir güç ve kudrete sahip olamaz Efendiler! Türk milleti ve onun temsilcilerinden kurulmus bulunan Meclis'imiz kendi varligini, halife ünvanini tasiyan veya tasiyacak olan bir zatin eline veremez ve vermeyecektir Efendiler! Bundan dolayi Islâm dünyasinda karisiklik varmis veyahut olacakmis. Bunlarin hepsi anlamsiz ve yalan sözlerdir. Kim söylemisse yalan söylemistir, yalan söylüyor."

Bu sözüme itiraz eden bir zata cevap verdim ve açikça dedim ki :

- Sen yalan söyleyebilirsin, yaratilisin buna elverislidir!

Efendiler, ortaligi gürültüye vermenin geregi olmadigini açikladiktan sonra, dedim ki : "Bizim dünya gözündeki en büyük güç ve kudretimiz, yeni sekil ve mahiyetimizdir. Hilâfet makami esaret altinda olabilir. Halife ünvanini tasiyanlar, yabancilara siginabilirler. Düsmanlar ve halifeler elele verip her seyi yapabilecek bir isbirligine girisebilirler. Fakat yeni Türkiye'nin rejimini, politikasini ve kuvvetini hiç bir sekilde sarsamazlar .


TÜRK HALKI KAYITSIZ VE SARTSIZ HAKIMIYETINE SAHIPTIR

Türk halkinin kayitsiz ve sartsiz hâkimiyetine sahip oldugunu bir defa daha ve kesinlikle tekrar ediyorum. Hâkimiyet, hiçbir anlamda, hiçbir sekilde, hiçbir renk ve hiçbir kilavuzlukta ortaklik kabul etmez. Ünvani ister halife ister baska bir sey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çikamaz. Millet buna kesinlikle müsaade edemez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili bulunamaz. Bunun içindir ki, kaçmis olan Halife'nin Halifeligine son verip, yenisini seçmek ve bu konu ile ilgili bütün islemlerde belirttigim görüsler çerçevesinde hareket etmek zarurîdir. Baska türlüsüne kesinlikle imkân yoktur.

Saygideger Efendiler, biraz tartismali ve gürültülü olmakla birlikte, yapilacak islem üzerinde Meclis'te çogunlukla görüs birligi saglandi. Ondan sonraki sonuç da yüksek malûmunuzdur.

Saltanatin kaldirilmasi üzerine, Istanbul'da hükûmet adini tasiyan Tevfik ve Izzet Pasa' larla arkadaslarinin Saray'a istifalarini nasil verdiklerinden; Istanbul'un yönetimini düzene sokmak için verdigimiz talimat ve emirlerden de söz ederek yüksek hey'etinizi yormayi yararli bulmuyorum.

LOZAN BARIS KONFERANSI

Lozan Konferansi genel toplantisi 21 Kasim 1922 günü yapilmistir. Bu konferansta Türkiye Devleti'ni Ismet Pasa Hazret1eri temsil etti. Trabzon Milletvekili Hasan Bey ve Sinop Milletvekili Riza Nur Bey, Ismet Pasa' nin baskanligindaki delegeler hey'etini olusturuyordu.

Hey'etimiz, Kasim 1922 baslarinda Lozan'a gitmek üzere Ankara' dan ayrildi.

Efendiler, iki dönemden ibaret olup sekiz ay devam eden Lozan Konferansi ve sonucu dünyaca bilinen bir husustur.

Bir süre Ankara'da Lozan Konferansi görüsmelerini takip ettim. Görüsmeler hararetli ve tartismali geçiyordu. Türk haklarini taniyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek tabiî buluyordiim. Çünkü, Lozan baris masasinda ele alinan meseleler yalniz üç dört yillik yeni devreye ait ve onunla sinirli kalmiyordu. Yüzyillarin hesabi görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karisik ve bu kadar kirli hesaplarin içinden çikmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacakti.

Efendiler, bilindigi üzre, yeni Türk Devleti'nin yerini aldigi Osmanli Devleti, Uhud-i Atîka adi altinda birtakim kapitülasyonlarin esiri idi. Hristiyan halkin birçok haklari ve ayricaliklari vardi. Osmanli Devleti, Osmanli ülkesinde oturan yabancilara karsi yargi hakkini uygulayamazdi; Osmanli vatandaslarindan aldigi vergiyi, yabancilardan almasi engellenmis bulunuyordu. Devletin varligini kemiren ve kendi sinirlari içinde yasayan azinliklarla ilgili tedbirler almasi mümkün degildi.

Osmanli Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk milletinin, insanca yasamasini saglayacak tedbirleri alma bakimindan da engellenmisti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptiramazdi. Hattâ okul yaptirmakta bile serbest degildi. Bu gibi durumlarda yabanci devletler hemen ise karisirlardi.

Osmanli hükümdarlari ve çevresindeki yakinlari debdebe ve gösteris içinde yasayabilmek için memleket ve milletin bütün servet kaynaklarini kuruttuktan baska, milletin her türlü çikarlarini feda etmek, devletin haysiyet ve serefini ayaklar altina almak suretiyle birçok dis borçlar yapmislardi. O kadar ki, devlet bu borçlarin faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmis, dünya gözünde "müflis" sayilmisti.


OSMANLI DEVLETI'NIN DÜNYA GÖZÜNDE HIÇBIR DEGERI KALMAMISTI

Efendiler, mirasçisi oldugumuz Osmanli Devleti'nin dünya gözünde hiçbir degeri, fazileti ve haysiyeti kalmamisti. Devletlerarasi hukukun disinda tutulmus, sanki, himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmis gibi kabul ediliyordu.

Geçmisteki hosgörürlügün ve yapilan yanlislarin sorumlusu biz olmadigimiza göre, yüzyillarin birikmis hesaplari bizden sorulmamak gerekirken, bu konuda da dünya ile karsi karsiya gelmek bize düsmüstü. Milleti ve memleketi gerçek istiklâl ve hâkimiyetine sahip kilmak için, bu güçlüge ve fedakârliga da katlanmak bizim üzerimize yüklenmisti. Ben, mutlaka olumlu bir sonuç alinacagindan emindim. Türk milletinin varligi için, istiklâli için, hâkimiyeti için ne pahasina olursa olsun elde etmeye ve saglamaya mecbur oldugu haklarin dünyaca taninacagindan asla süphem yoktu. Çünkü, gerçekte bu haklar, kuvvetle, liyakatle fiilî ve maddî olarak elde edilmisti. Konferans masasinda istedigimiz, zaten elde edilmis olan bu haklarin usulünce ifade ve onaylanmasindan baska bir sey degildi. Isteklerimiz, açik ve tabiî haklarimizdi. Bundan baska, haklarimizi kazanmak ve korumak için kudretimiz de vardi; kuvvetimiz de yeterliydi. En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanagimiz millî hâkimiyetimizi kavramis, onu fiilî olarak halkin eline vermis ve halkin elinde tutabilecegimizi fiilen ispatlamis olmamizdi.

Iste bu düsüncelerle, konferansin gidisini sogukkanlilikla takip ediyor ve ortaya çikan tersliklere gereginden fazla önem vermiyordum.


HALKIN IÇINDE BULUNDUGU PSIKOLOJIYI, DÜSÜNCE EGILIMLERINI BIR DAHA INCELEMEK IÇIN HALKLA YAKINDAN TEMASA GEÇMEK

Efendiler, saltanatin kaldirilmasi ve hilâfet makaminin yetkisiz kalisi üzerine, halk ile yakindan temasa geçmek, halkin içinde bulundugu psikolojiyi, düsünce ve egilimlerini bir daha incelemek önem kazaniyordu. Bunun disinda, Meclis, son yilina girmis bulunuyordu. Yeni seçim dolayisiyla, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni siyasî bir parti durumuna getirmeye karar vermistim. Baris gerçeklesince, cemiyet teskilâtimizin, siyasî bir partiye dönüsmesini gerekli buluyordum. Bu konuda da dogrudan dogruya halk i1e görüsüp konusmayi yararli sayiyordum. Zaferden sonra egitimle ugrasmaya baslamis olan ordumuzu da yakindan görmek istiyordum. Iste bu maksatlarla Bati Anadolu'da bir gezi yapmak üzere, 14 Aralik 1923 tarihinde Ankara'dan hareket ettim,

Eskisehir'den baslayarak, Izmit, Bursa, Izmir ve Balikesir'de, halki uygun yerlerde toplayarak uzun sohbetlerde bulundum. Halkin, bana, diledikleri gibi serbestçe sorular sormasini istedim. Sorulan sorulara cevap olmak üzere, alti saat, yedi saat süren konferanslar verdim.

Saygideger Efendiler, hemen her yerde halkin anlamak istedigi hususlardan dikkati çeken noktalar sunlardi :

Lozan Konferansi ve sonucu, millî hâkimiyet ve hilâfet makami, bunlarin durumlari ve iliskileri; bir de kurmak niyetinde oldugum anlasilan siyasî parti...

Lozan Konferansi görüsmelerini, her yerde, özetleyerek oldugu gibi anlatiyordum. Olumlu sonuç alinacagi hakkindaki inancimi da belirterek milletin endisesini gidermeye çalisiyordum.

MILLI HAKIMIYET ILE HILAFET MAKAMININ DURUMLARI VE ILISKILERI

Halkin, millî hâkimiyet ve hilâfet makaminin durumlari ile bunlarin iliskileri konusunda merak ve endiseye kapilmakta hakki vardi. Çünkü, Meclis 1 Kasim 1922 tarihli karariyla, sahis hâkimiyetine dayanan devlet seklinin 16 Mart 1920 tarihinden baslayarak ve ebedî olarak tarihe karistigini ilân ettikten sonra, birtakim Sükrü HocaIar Müslüman kamuoyu süphe ve üzüntülere düsmüstür diyerek hareket ve faaliyete geçtiler. Bunlar : Hilâfet demek hükûmet ('93) demektir. Hilâfetin hak ve görevlerini yok etmek hiç kimsenin, hiç bir meclisin elinde degildir dâvâsini ortaya atmislardi. Meclis'in, milletin ortadan kaldirdigi sahis saltanatini, hilâfet makaminda devam ettirmek ve Padisah'in yerine Halife'yi geçirmek sevdasina düsmüslerdi.Gerçekten de gerici bir grup, Afyonkarahisar Milletvekili Hoca Sükrü imzasiyla Islâm Hilâfeti ve Büyük Millet Meclisi adiyla bir brosür yayinladi. Bu brosürün, Ankara'da 15 Ocak 1923 tarihinde yayinlandigi ve bütün milletvekillerine dagntildigi bana Izmit'te bildirildi. Brosürün üzerine sadece 1339 ( 1923 ) yili yazilmisti. Fakat, brosürün daha ben Ankara'da iken hazirlanip bastirildigi ve benim Ankara'dan ayrilis tarihim olan 14 Ocak 1923 gününün ertesixLde ortaya çikarildigi anlasilmisti.Sükrü Efendi Hoca ve arkadaslari, Halife Meclis'in, Meclis Halifenindir safsatasiyla, Millet Meclisi'ni Halife'nin danisma kurulu ve Halife'yi Meclis'in, dolayisiyla devletin baskani gibi göstermek ve kabul ettirmek istemislerdir.


HALIFE OLAN ZATI ÜMITLENDIRECEK BAGLILIK GÖSTERILERI

Efendiler, Halife bulunan zati ümitlendirecek bazi baglilik gösterileri de dikkati çekiyordu. Gizli olarak yapilan baglilik gösterileri ise, bizim disardan tahmin ettiklerimizden daha fazla imis. Bu konuda bir fikir vermis olmak için, o siralarda Istanbul ve Trakya'da görevli memurumuz ve temsilcimiz olan Refet Pasa'nin, o günlerde, Halife'ye Konya adindaki bir ati sunmasi dolayisiyla, kendi kardesi ve ayni zamanda yaveri Rifat Beye yazdigi bir sifreli telgrafla, bu telgrafa Halife'nin basyaveri vasitasiyla verdigi cevabi oldugu gibi bilginize sunacagim : Sifre Rifat Bey'e 5.1.1923 Konva'yi Halife Hazretleri'ne sunmak için getirmistim. Yalniz simdi ne durumda oldugunu görmedim. Cesaret edemiyonim. Istanbul'da iyi bir hayvan bulunmayacagini anladigim için, Halife Hazretleri'nin basyaverlerinden de hayvan satin alinmasi hususunda acele etmemelerini rica etmistim. Hayvanm Halife Hazretleri tarafindan begenilmesini Tanri'nin bir lütfü sayiyoruin. Büyük bir cür'etkârlik olacagini bilmekle birlikte, Istiklâl Savasi'nin tarihî bir hâtirasi oldugu için,eski sadik bir askerin gazâ yadigân olarak sundugu Konya'nin Halife Hazretleri tarafindan lûtfen kabulünü ve Halife Hazretleri'nin en içten gelen baglilik duygulanriyla ellerini öptügümün Halife Hazretleri'ne duyurulmasina araci olmalarini Basyaver Sekip Bey'den rica ederim.Konya'yi ve bu sifreyi Sekip Bey'e hemen teslim ediniz. Refet T.1.1923 Trakya Fevkalâde Temsilcisi Refet Pasa Hazretleri'ne Saygiyla arz ederim : Pek sayin kardesiniz Rifat Bey'in teslim ettigi yüce sahsinizdan gelen telgrafi Halife Hazretleri Efendimiz'e arz ettim. Peygamber vekili olan Halife Hazretleri, gerek bir defa daha ifade buyurulan içten baglilik duygularindan gerek kendilerine sunulan Konya adindaki hayvandan dolayi pek hosnut ve mütesekkir kaldilar. Aziz vatanimizin istiklâlini korumak gibi pek kutsal ve yüce bir gayenin elde edlimesine çalisan büyük siinalar arasinda seçkin bir yeri olan yüksek sahsiyetlerinin de yigitlik ve fedakârlik gösterdikleri er meydanlarindan bIrinin adiyla anilan bu sevimli ve güzel ata sahip olmakla iftihar ettiler, Yüce Cebrail, kâinatin serefi Peygamberimiz Hazretleri'ne (S.A.S.)'in peygamberligi bildirdigi gibi, zâtidevletiniz de Halife Hazretleri'ne Peygamberin vekili oldugunu bildirdiginizden dolayi, yüksek sahsiyetiniz, kendilerine bütün ömürlerinin en mutlu ve kutsal bir olayini her zaman hatirlatacaktir. Yüksek sahsiyetlerinin bu aziz hâtiraya kansmis olmalan dolayisiyla, sik sik ve içten gelen bir sevgi ile hatirlanacaklan zaten belli iken, bir de her gün, alisildigi üzere tatli Sabâ Rüzgâri (95) gidisli bu ata binildikçe, yüksek sahsiyetlerinin degerli hâtirasi yeniden anilacak ve canlanacaktir. Su satirlarla, Halife Efendimiz'in gerçekten tertemiz ve degerbilir duygulanna ne dereceye kadar tercüman olabildigimi kestiremem. Bunu basaramadiysam. eksigimi, Bati,devletlerine, Halife Hazretleri'nin bizzat göstermis ve ifade buyurmus olduklan babaca sevgi ve oksayislar daha önceden telâfi etmistir, kanaatiyla avunmaktayim. Bu vesileyle ve sonuÇ olarak size, Tanri'nin gölgesi ve Peygamber'in vekili Halife Hazretleri'nin özel selâmlanni ve hayir dualarini bildirmek ve müjdelemekle seref duyar, üstün saygilanmin kabulünü ricaederim, Efendim fiazretleri. Sekip Hakki Basyaver (Bu yazismalari ve karsilikli sevgi gösterilerini, biz ancak hilâfetin kaldirilmasindan ve Halife'nin soyuivdan gelen kimselerin memleketten çikarilmasindan sonra tesadüf eseri olarak ögrenebildik.)

DIN OYUNU AKTÖRLERI HALIFE'YI BÜTÜN ISLAM DÜNYASINA HÜKÜMDAR YAPMAK ISTIYORLARDI

Sunu arz etmeliyim ki, Sükrü Efendi Hoca ile,onu ve imzasini ileri süren politikacilar, sultan veya padisah ünvanini tasiyan bir hükümdar yerine, ünvani halife olan bir hükümdar koyarak konusmuslar ve iddialarda bulunmuslardi. Yalniz su farkla ki, herhangi bir memleket ve milletin hükümdari yerine, dünyanin dört bucaginda kitleler halinde yasayan, türlü türlü irktan üç yüz milyonluk bir topluluga hüküm yürüten bir hükümdardan, onun görev ve yetkilerinden söz etmislerdi. Bu, bütün Islâm dünyasina hâkim olacak büyük hükümdarin eline, kuvvet olarak, üç yüz milyon Muhammet ümmetinden yalniz on on bes milyon Türk halkini lutfetmislerdi. Halife adindaki hükümdar, yeryüzündeki bütün Müslümanlarin islerini yönetecek,dünya isleriyle ilgili hükümlerden, onlarin çikarlarina en uygun olanlari hakkinda karar verecekti. Bütün Müslümanlarin haklarini savunacak, onlarin islerine ve problemlerine etkili bir azim ve irade ile saliip çikacakti.Halife adindaki hükümdar, yeryüzündeki üç yüz milyon müslüman arasinda, adaleti sürekli olarak ayakta tutacak vatandas haklarini gözetecek, güvenlik vie huzur bozucu olaylara engel olacak, Müslümanlara baska dinlere bagli olanlardan gelmesi muhtemel saldirilari önleyecekti. Islâm toplulugunun güven içinde yasamasini, gelisip kalkinmasini saglayici çareleri hazirlamakla yükümlü bulunacakti.Saygideger Efendiler, bu kadar kara cahil, dünya sartlarindan ve gerçeklerden bu denli habersiz Sükrü Hoca ve benzerlerinin milletimizi kandirmak için, Islâmî hükümler diye yayinladiklari safsatalarin,gerçekte tekrarlanacak bir degeri yoktur. Ancak, bunca yüzyillar boyunca oldugu gibi, bugün de, milletlerin cahilliginden ve bagnazligindan yararlanarak binbir türlü siyasi ve sahsî maksatla çikar saglamak için, din âlet ve vasita olarak kullanmak tesebbüsünde bulunanlarin memleket içinde de disinda da var olusu, ne yazik ki, daha bizi bu konuda söz söylemekten alikoyamiyor. Insanlik dünyasinda, din konusundaki uzmanlik ve derin bilgi, her türlü hurafelerden armarak gerçek bilim ve teknigin isiklariyla tertemi ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine,her yerde rastlanacaktir. Sükrü Hoca'larin ne kadar anlamsiz, mantiksiz ve uygulama kabiliyetinden yoksun düsünce ve hükümler savurduklarini anlamamak için cidden Hoca Efendi gibi allahlik denilen yaratiklardan olmak lâzimdir. Onlarin dedigi gibi, halifenin ve hilâfetin otoritesi, bütün dünya Müslümanlari üzerinde geçerli olmak gerekince, bütün varligini ve kuvvet kaynaklarini yalniz halifenin emir ve yasaklarina birakmakla, Türk halkinin omuzlarina bindirilecek yükün ne kadar agir olacagini insaf edip düsünmek lâzim gelmez miydi? Onlarin ileri sürdükleri gerekçe ve hükümlere göre, halife adini tasiyan hükümdar; Çin, Hint, Afgan, Iran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Asir, Misir, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan, kisacasi dünyanin dört kösesindeki Islâmlarin ve Islâm memleketlerinin islerinde yetki sahibi olacakti.Bu hayalin hiçbir zaman gerçeklesmemis oldugu bilinmektedir. IsIâm topluluklarinin baska baska maksatlarla biribirinden ayrildiklari; Emevîlerin Endülüs'te, Alevilerin Kuzey Afrika'da, Fatimîlerin Misir'da,Abbasî'lerin Bagdat'ta birer hilâfet yani saltanat kurduklari; hattâ Endülüs'te her bin kisilik bir toplulugun bir halifesi ile bir minberi oldugu, Hoca Sükrü imzali brosürde de yer almistir. Bu tarihî gerçegi bilmezlikten gelerek, hemen hepsi yabanci devletlerin idaresi altinda bulunan veya bagimsiz olan Müslüman milletlere ve devletlere Halife adi altinda bir hükümdar tayin etmek akil ve gerçek ile bagdastirilabilir miydi? Hele, böyle bir hükümdarin mevküni korumak için, bir avuç Türkiye halkini o hükümdarin emrine vermek, onu yok etmek için uygulanagelen tedbirlerin en etkilisi olmaz miydi?Halifenin görevi ruhani degildir, hilâfetin temeli maddî iktidar ve hükumet kuvvetidir diyenlerin, hilâfetin devlet, halifenin devlet baskani oldugunu ifade ve ispat ettikleri ve maksatlarinin halife ünvanini tasiyan bir zati Türkiye Devleti'nin baskanligina geçirmek oldugu kolaylikla anlasilabiliyordu. Saygideger Efendiler, Sükrü Hoca Efendi 'nin ve politikaci arkadaslarizin, siyasî maksatlarini açiktan açiga ortaya koymayip, bunu bütün islâm dünyasina maletmek istedikleri dinî bir konu olarak ele almalari, hilâfet oyuncaginin ortadan kaldirilmasini çabuklastirmaktan baska bir sonuç vermemistir.

HILAFET KONUSUNDA HALKIN SÜPHE VE ENDISESINI GIDERMEK IÇIN YAPTIGIM AÇIKLAMALAR

Hilâfet konusurinda halkin süphe ve endisesini gidermek için, her yerde gerektigi kadar konustum ve açiklamalarda bulundum. Kesin olarak belirttim ki, milletimizin kurdugu yeni devletin mukadderatina,islerine, bagimsizligina, ünvani ne olursa olsun hiç kimseyi karistiramayiz! Milletin kendisi, kurdugu devleti ve onun bagimsizligini koruyor ve sonsuz olarak da koruyacaktir! Millete anlattim ki, bütün Müslümanlari içine alan bir devlet kurmak görevi ile yükümlü imis gibi hayal edilen bir halifenin, görevini yerine getirebilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine tâbi tutulamaz. Millet buna razi olamaz! Türk halki bu kadar büyük bir sorumlulugu bu kadar mantiksiz bir görevi üzerine alamaz. Milletimiz, yüzyillarca bu anlamsiz ve bos görüSten hareket ettirildi.Fakat ne oldu? Her gittigi yerde miilyonlarca insan birakti. Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu evlâtlarinin sayisini biliyor musunuz? dedim. Suriye'yi, Irak'i elden çikarmamak için, Misir'da barinabilmek için, Afrika'da tutunabilmek için ne kadar insan telef oldu, bunu biliyor musunuz? Ve sonuç ne oldu görüyor musunuz? dedim. Halife'ye dünyaya meydan okutmak ve onu bütün Islâm Dünyasinin islerinde söz ve yetki sahibi kilmak düsüncesinde olanlar, bu görevi yalniz Anadolu halkindan degil, onun sekiz on kati nüfusa sahip olan büyük Müslüman kitlelerinden beklemelidirler! Yeni Türkive'nin ve Yeni Türkiye halkinin, artik, kendi varhk ve mutlulugundan baska düsünecek bir seyi yoktur... Baskalarina verilecek bir zerresi kalrriamistir! dedim. Bir baska noktayi da halka iyice açiklayabilmek için sunlari söyledim : Bir an için farz edelim ki, dedim; Türkiye söz konusu görevi kabul etsin... Bütün fslâm dünyasini bir noktada birlestirerek yönetmek gayesinde yürüsün ve basarmis da nlsun! Pekâlâ ama, uyrugumuz ve idaremiz altina almak istedigimiz milletler, derlerse ki bize büyük hizmetler ve yardimlar yaptiniz, tesekkür ederiz. Fakat, biz bagimsiz kalmak istiyoruz. Istiklâl ve hâkimiyetimize kimsenin karismasini uygun bulmayiz! Biz kendi kendimizi yönetmeye muktediriz. O zaman Türk halkinin bütün bu gayret ve fedakârligi yalnizca bir tesekkür ve diia almak için mi göze alinacaktir?Görülüyordu ki, bos bir istek ve heves için, bir vehim ve hayal için,Türk halkini mahvetmek istiyorlardi. Hilâfet ve halifeye görev ve yetki vermek düsüncesinin temelinde yatan esas bundan ibaretti. Efendiler, halka sordum : Bir Islâm devleti olan Iran ve Afganistan , halifenin herhangi bir yetkisini tanir mi? taniyabilir mi? Hakli olarak taniyamaz. Çünkü, böyle bir yetki devletinin istiklâlini milletinin hâkimiyetini ortadan kaldirir.Millete sunu da hatirlattiin ki, kendimizi dünyaiun hâkimi zannetmek gafleti, artik devam etmemelidir. Dünyanin durumunu ve dünyadaki gerçek yerimi -i tanimamaktaki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürükledigimiz felâketler yetisir! Bile bile ayni faciayi devam ettiremeyiz. Efendiler, Ingiliz tarihçilerinden We11s, iki yil önce yayinlanan bir tarih yazdi. Eserinin son sayfalari Dünya tarihinin gelecekteki safhasi basligi altinda bazi düsünee ve görüsleri içine almaktadir. Bu görüslerin yönelmis oldugu hedef Un gouvernement federal mondial yani birlesik bir dünya devletidir.We11s, bu bölümde, birlesik bir dünya devletinin nasil durulabilecegini ve böyle bir devletin önemli ayirici özellikleri ile ilgili tasavvurlarini belirtiyor; adaletin ve tek bir kanunun hâkimiyeti altinda dünyamizin ne durumda bulunacagini tahayyül ediyor. WeI1s, bütün hâkimiyetler tek bir hâkimiyet içinde eritilmezse,milliyetlerin üstünde bir kuvvet meydana çikmazsa, dünya mahvolacaktir diyor ve gerçek devlet, çagdas hayat sartlarinin bir zaruret haline getirdigi birlesik dünya devletinden baska birsey olamaz;hiç süpheyoktur ki, insanlar kendi icatlari altinda ezilmek istemezlerse er geç birlesmeye mecbur olacaklardir görüsünü ileri sürüyor.Insanligin dayanismasi iIe ilgili büyük hayallerin sonunda ger çeklesmesi için ne yapmak ve neyin önüne geçmek gerektiginin dogru olarak bilinmedigi ve saIdirgan bir dis siyaset gelenegine sahip olan devletlerin, birlesik bir dünya devleti tarafindan güçlükle temsil edilebilecegi de bildiriliyor. W e 11 s' in Avrupa ve Asya'nin felâketleri ve ortak ihtiyaçlari, belki dünyanin bu iki parçasiildaki milletlerin bir dereceye kadar birlesmesine yardim edecektir, olabilir ki, dünya ölçüsünde bir birIesmeye gidilmeden önce, bir sira bölgesel birlesmeler yapilabilir seklindeki düsüncelerini de kaydedeyim.Efendiler, bütün insanligin görgü, bilgi ve düsüncde yükselip olgunlasmasi, HIristiyanligi, Müslümanligi, Budizmi bir yana birakarak basitlestirilmis ve herkes için anlasilacak duruma getirilmis saf ve lekesiz bir dünya dininin kurulmasi ve insanlarin, simdiye kadar kavgalar, çirkeflikler, kaba istek ve istahlar arasinda bir sefalethanede yasamakta olduklarini kabul ederek, bütün vücutlari ve zekâlari zehirleyen zararli tohumlari yok etmeye karar vermesi gibi sartlarin gerçeklesmesini gerektiren birlesik bir dünya devleti kurma hayalinin tatli oldugunu inkâr edecek degiliz. Türkiye'ye musallat olmamak sartiyla, hilâfetçileri ve Panislâmizm taraftarlarini memnun etmek için, bu tasavvur ve tahayyül bir dereceye kadar bizde de tasvir edilmisti. Ortaya atilan görüs suydu : Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve diger kit'alarda yasayan Müslüman toplumlari, gelecekte herhangi bir gün kendi irade ve arzularini kullanacak bir güç ve özgürlüge kavusurlar ve o zaman lüzumlu ve yararli görürlerse, çagin gereklerine uygun birtakim uyusma ve birlesme noktalari bulabilirler. Süphesiz, her devletin, her toplumun biribirinden karsilayabilecegi ihtiyaçlari vardir. Karsilikli çikarlari olacaktir. Tasarlanan bu bagimsiz Islâm devletlerinin yetkili temsilcileri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve falan ve filân Islâm devletleri arasinda su veya bu iliskiler kurulmustur. Bu ortak iliskileri korumak ve bu iliskilerin gerektirdigi sartlar içinde birlikte hareket saglamak için, bütün Islâm devletlerinin temsilcilerinden kurulu bir meclis olusturulacaktir. Birlesmis olan Islâm devletleri bu meclisin baskani tarafindan temsil edilecektir derlerse ve isterlerse, iste o zaman, o birlesik Islâm devletine hilâfet ve ortak meclisin baskanligina seçilecek zata da halife ünvani verirler. Yoksa, herhangi bir Islâm devletinin, bir kisiye bütün Islâm dünyasinni islerini yönetme ve yürütme yetkisini vermesi akil ve mantigin hiçbir zaman kabul edemeyecegi bir durumdur.

TESKILAT-I ESASIYE KANUNU'NDA DÜGÜM NOKTALARI

Efendiler, hilâfet ve din konulariyla ugrasildigi sira larda, Teskilat-i Esasiye Kanunu'ndaki bir noktanin halki ve özellikle aydinlarin kafasinda dügümlenip kaldigini ögrendik. Bu dügüm kanunda Cumhuriyet'in ilânindan sonra da birakildigi gibi, kanuna, dügüm teskil edecek ikinci bir noktanin birdaha sokulmus oldugunu görenler, saskinliklarini gizleyememislerdi ve bugün de gizlememektedirler.Bu noktalari açiklayayim : 20 Ocak 1921 tarihli Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 7' nci ve 21 Nisan 1924 tarihli Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 26' inci maddesi Büyük Millet Meclisi'nin görevlerinden söz eder. Maddenin basinda, Meclis'in ilk görevi olmak üzere, seriat hükümlerinin yürütülmesi yer alir. Iste bunun nasil bir görev ve seriat hükümlerinden maksadin ne oldugunu anlamakta sikinti çekenler vardir. Çünkü, sözü geçen maddede Büyük Millet Meclisi'nin,kanunlari yapmak,degistirmek, yorumlamak, yürürlükten kaldirmak v.b gibi belirtilen ve sayilan görevleri o kadar genis kapsamli ve açiktir ki, seriat hükümlerinin yürütülmesi diye ayrica ve baslibasina bir klisenin yer almasi gereksiz sayilmaktadir. Çünkü, seriat demek kanun demektir.Seriat hükümleri demek kanun hükümleri demekten baska bir sey degildir ve olamaz. Baska türlüsü çagdas hukuk anlayisi ile bagdastirilamaz. Bu böyle olunca, seriat hükümleri deyimiyle kastedilen anlam ve kavramin büsbütün baska bir sey olmasi gerekir. Efendiler, ilk Teskilât-i Esasiye Kanunu'nu hazirlayanlara bizzat baskanlik ediyordum. Yapmakta oldugumuz kanunla, ser'î hükümler deyiminin bir iliskisi olmadigini anlatmak için çok çalistik. Fakat bu deyime, kendi zanlarinca bambaska anlam verenleri inandirmak mümkün olmadi.Ikinci nokta Efendiler, yeni Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun ikinci maddesinin basinda yer alan Türkiye Devleti'nin dini, Islâm dinidir cümlesidir.Bu cümle daha Teskilât-i Esasiye Kanunu'na geçmeden çok önce,Izmit'te, Istanbul ve Izmit basin mensuplariyla yaptigimiz uzun bir görüsme ve sohbet sirasinda, karsimdakilerden birinin su sorusuyla karsilastim Yeni hükûmetin dini olacak mi? Itiraf edeyim ki, böyle bir soru ile karsilasmayi hiç de istemiyordum. Sebebi, pek kisa olmasi gereken cevabin, ogünkü sartlara göre agzimdan çikmasini henüz istemeyisimdir, Çünkü, vatandaslari arasinda çesitli dinlere bagli unsurlar bulunan ve her dinden olanlar hakkinda,adaletli ve tarafsiz davranmak, mahkemelerinde vatandaslari ve yabancilari için adaleti esit ölçülerle uygulamakla yükümlü bulunan bir hükûmet, düsünce ve vicdan hürriyetine saygili olmak zorundadir. Hükûmetin bu tabiî sifatinin, süpheli yoruma yol açabilecek vasiflarla sinirlandirilmasi elbette dogru degildir.Türkiye Devleti'nin resmî dili Türkçe'dir dedigimiz zaman bunu herkes anlar. Hükûmetle olan resmî islemlerde Türk dilinin geçerli olmasi geregini herkes tabiî bulur. Eakat, KTürkiye Devleti'nin dini Islâm dinidir cümlesi ayni sekilde mi anlasilacak ve kabul edilecektir? Bu elbette, açiklanmaya ve yorumlanmaya muhtaçtir.Efendiler, karsimdaki gazetecinin sorusuna hükûmetin dini olamaz! diyemedim. Aksini söyledim.Vardir Efendim, Islam dinidir, dedim. Fakat, hemen arkasindan Islâm dininde düsünce özgürlügü vardir cümlesiyle cevabimi açiklamak ve yorumlamak geregini duydum. Demek istedim ki, devlet, düsünce ve vicdana saygi gös termekle kayitli ve yükümlü olur. Karsimdaki gazeteci, verdigim cevabi akla yatkin bulmadi ki, soru sunu su tarzda tekrarladi :Yani devlet bir dine bagli kalacak mi? Kalacak mi, kalmayacak mi bilmem! dedim. Konuyu kapatmak istedim. Fakat, mümkün olmadi. O halde, denildi; herhangi bir konuda inançlarim ve düsüncelerim dogrultusunda bir fikir ortaya atmaktan, hükûmet beni engelleyecek veva cezalandiracaktir. Oysa, herkes kendi vicdanini susturmaya imkân görecek mi? O zaman iki sey düsündüm.Bir:, yeni Türkiye Devleti'nde her ergin sahis dinini seçmekte serbest olmayacak midir? sorusu. Digeri, Hoca Sükrü Efendi'nin : Bazi yüksek din arkadaslarimizla birlikte düsündüklerimizi seriat kitaplarinda yer almis belirli ve degismez Islâmî hükümleri yayinlayarak maalesef yaniltildigi görülen Islâm kamuoyunu aydinlatmayi boynumuza borç bilip görev saydik girisinden sonra yeralan islâm halifesinin görevi, dinin emirlerini korumak ve kollamakta peygamberin yerini tutmaktir. Dinî hükümler koymakta da yüce Peygamber Efendimiz'in vekilligini yapmaktir sözleri. Oysa, Hoca'nin sözlerini uygulamaya kalkismak, millî hâkimiyeti,vicdan hürriyetini kaldirmaya çalismakti. Bundan baska, Hoca'nin bilgi dagarciginda, Yezitler (i9') zamaninda yazdirilmis istibdat rejiminc has formüller bulunmuyor muydu?O halde, ne anlama geldigi ve ne kastedildigi artik herkesçe iyiden iyiye anlasilmis bulunan devlet ve hükûmet kavramlarini ve millet meclislerinin görevlerini din ve seriat kiliklarina bürüyerek kim ve ne için aldatilacaktir? Gerçek bundan ibaret olmakla birlikte, o gün Izmit'te basin mensuplariyla, bu konuda daha fazla görüsmekte yarar yoktu. Cumhuriyetin ilânindan sonra da, yeni Teskilât-i Esasiye Kanunu yapilirken, lâik devlet deyiminden dinsizlik anlami çikarmak egiliminde olanlara ve bundan yararlanmak isteyenlere firsat vermemek için, kanunun ikinei maddesini anlamsiz kilan bir deyimin sokulmasina göz yumulmustur. Kanunun gerek 2' nci ve gerek 26' nci maddelerinde fazladan yer alan, yeni Türkiye Devleti'nin ve Cumhuriyet rejimimizin çagdas karakteriyle bagdasmayan deyimler, inkilâp ve Cumhuriyet'in ogün için sakincali görmedigi tavizlerdir. millet, bu fazlaliklari, Teskilât-i Esasiye Kanunu'muzdau ilk firsatta kaldirmalidir!
 
Son düzenleme:

BuRSaSpQRLu40258

Uzman üye
5 Tem 2007
1,472
32
33
TeXaS TrübünLeri
.Gençliğe Hitabe!!

turk13zb3.gif


turk53qk8.jpg


36634750tm4.jpg


ehtisg7.gif


turk37ir3.gif


A4y.jpg
ATATÜRK'ün GENÇLİĞE HİTABESİ

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyet'ini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.
Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir.
İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetln imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!
Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dagıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hiyanet içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!
K. ATATÜRK 20 Ekim 1927.
 
Son düzenleme:

BuRSaSpQRLu40258

Uzman üye
5 Tem 2007
1,472
32
33
TeXaS TrübünLeri
888888wf0.jpg


aaaaaafw9.jpg


bayrakxe6.jpg


bbbbbbbbac0.jpg

mastyn tafarından gönderildi
canım benm vatan için yazabilceğin daha fazla bişi kaldgnı sanmıorum okadar güzel olmuşki dile getiremiorum..umarım bu siteyi herkes izleme şerefine nail olur..sitenin sahibine en içten sevgi ve saygılarımı sunar yanaklarından öperim..

Ha bu vatanın ekmeğini yemişim ,ha uğruna bir kurşun!

Sevme kızım ben 'ASKERİM' ben toz toprak kokarım. Elini uzatsan silah gibi tutarım, benim gözlerime bakma sana düşman gibi bakarım, ben uyku nedir bilmem geceleri nöbet tutarım, gece gelme bana parola işaret sorarım, ben disko dans bilmem yürüyüş kararı sayarım. Çünkü ben JANDARMA'yım.

BU VATAN BIZIMDIR FERMAN GEREKMEZ, ASKERIN OLDUGU YERE YABANCI GIREMEZ.

eyy bizi korumak icin topraga düsmüs asker... 1000 kere öpsem o pak anlini deger kandili muhaber tasindan aksin gel tarihe gömelim desem seni sigmasin.

Güzel Mehmetciklerimiz size her gece her gün dua etmekteyimdir insallah Allah sizin yardimciniz olur sizleri korur sizleri cok ama cok seviyoruz yurdumuzun melekleri....Yorumu Yapan arkadaşa Tskür ediyorum!!


Bu Vatan Hepimizin!!!
Ne MuTLu TürKüm DiYeNe.!!! SaygılarımLa..
 
Son düzenleme:

Kafkas450

Yeni üye
2 Ağu 2007
20
2
BursasporLu ELLerine Sağlık 10 Numara Paylaşım Fotolar Ayakda alkışlanır Emeğinden Dolayı Çok Teşşekürler Bu vatan Hepimizin..
 

Robot Operatör

Yeni üye
2 Kas 2006
38
4
Güzel paylaşımlar. Zafer Bayramımız İle İlgili Konular Tarafımca Sabitlenmiştir.
Paylaşımda Bulunan Arkadaşlara Teşekkür Ediyoruz...
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.