Atatürk..........

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Atatürk’ün Çağdaşlaşma ile İlgili Görüşleri

Gazi Mustafa Kemal son derece zor şartlar altında istilâcı emperyalist güçleri, Mehmetçiğin süngüsü ile, vatanın bağrından söküp atarak denize dökmüş, tam bağımsızlığına sahip yeni bir devlet oluşturmuştu. Ancak bu devletin varlığını devam ettirebilmesi, Osmanlı toplumunu yıkıntıya sürükleyen şartlardan bir an önce kurtulmasına bağlıydı.

Gazi bunu şöyle ifade eder: “Hiç bir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için bir vasıtadır, gaye fikirdir.... Bir fikrin istihsaline dayanmayan zafer payidar olamaz. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin payidar olması için çağdaş medeniyetin bir ortağı bir parçası haline gelmek, bin bir fedakârlıkla sağlanan bağımsızlığın muhafazası için şarttır.”

Dolayısıyla millî bağımsızlığı sağladıktan sonra onun temel amacı, Türkiye’nin bir daha aynı duruma düşmemesi ve bağımsızlığını sonsuza kadar koruyabilmesidir. Bu nasıl sağlanacaktır?

Ona göre bunun tek yolu vardır. O da çağa damgasını vuran, tabiata hükmeden çağdaş medeniyetin ortağı olmaktan geçmektedir. “Bu bir ölüm kalım meselesidir. Bütün fedakârlığımızın faydalı bir sonuç vermesi buna bağlıdır.” “ Zira, memleketler muhtelif fakat medeniyetler birdir ve bir milletin gelişmesi için de bu yegâne medeniyete iştirak etmesi lazımdır.”

Gazi daha Millî Mücadelenin en karanlık günlerinden başlayarak aralıksız bir şekilde “asrileşmek”, “muasırlaşmak (çağdaşlaşmak)” “medenileşmek”, “medeni bir millet olmak” zaruretinden bahsetmiştir.

Düşman denize döküldükten iki ay sonra, 1922 Ekiminde Bursa’da öğretmenlere şöyle seslenir:
“ ... Memleketimizi bir çember içine alıp cihan ile alâkasız yaşayamayız. Bilakis müterakki (ilerlemiş), mütemeddin (medeni) bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ile fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ferdi milletin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.”

22 Eylül 1924’de Samsun’da öğretmenlere hitap ederken de ilim ve fen üzerinde durur: “Dünyada her şey için hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir, ilmin ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dâlalettir.”

4 Aralık 1923’de Tercüman-ı Hakikat gazetesine verdiği demeçte, geleceğin Türkiye’sinin temel hedefini ve ülkeyi bu hedefe ulaştırmak konusundaki kararlılığını açık ve net olarak dile getirir. “Memleket mutlaka çağdaş, medeni ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu hayat davasıdır. Bütün fedakârlığımızın faydalı sonuç vermesi buna bağlıdır. Türkiye ya yeni fikirlerle donatılmış, namuslu bir idare olacaktır, ya da olmayacaktır.... Gelişme yolumuzun önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor. Biz bu ahengin dışında kalabilir miyiz?”

29 Ekim 1923’te bir Fransız gazetecinin yeni devletin yabancı düşmanı oldukları iddiası konusundaki sorularına cevap olarak şu sözleri söyler: “ ... Türklerin asırlardan beri takip ettiği hareket devamlı bir istikameti muhafaza etti. Biz daima şarktan garba doğru yürüdük. ... Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz.... Medeniyete girmeyi arzu edip, garba teveccüh (bir yere yönelme) etmemiş millet hangisidir?”

Daha pek çok örneklerini verebileceğimiz bütün bu ifadelerden anlaşılacağı gibi, büyük zafer ve barıştan sonra, Gazi’nin temel hedefi, Türkiye’yi bir an önce her bakımdan çağdaş medeniyetin bir ortağı haline getirmektir.

Bu nasıl gerçekleşecektir? Bunun için nasıl bir metot uygulanmalıdır. Daha önce bu konuda girişimler yapılmış mıdır? Yapılmışsa neden başarılı olunamamıştır? Kasım 1934’den itibarın Atatürk soyadını alan Gazi Mustafa Kemal’in kendinden önce gelenlerden çok farklı ve değişik bir yol izlemeye yönelten etkenler nelerdir?

Bu soruları doğru cevaplamak için geriye doğru kısa bir bakış gerekecektir.



Önceki Yeniliklerin Niteliği ve Başarısızlık Nedenleri



Bir zamanlar üç kıt’ada at oynatan Osmanlı Devleti 1683 İkinci Viyana kuşatmasından itibaren gerilemeye başlamış, 1774 Kaynarca antlaşmasından sonra da parçalanma sürecine girmişti. Daha duraklama döneminde gerilemeyi fark eden devlet adamlarının durumu değerlendirmeleri şöyledir: Başarısızlık Kanunî dönemi kurumlarının yozlaşmasından kaynaklanmaktadır.

Çare, kurumları o zamanki hallerine dönüştürmektir. Bu nasıl yapılacaktır?
Otorite yoluyla yapılacaktır. Genç Osman, Kuyucu Murat Paşa, IV Murat ve Köprülüler ıslahatı gibi. Ama 1718’lere gelindiğinde teşhiste değişiklik vardır. Özellikle savaş alanlarındaki çarpıcı yenilgiler, gerilemenin yalnız bizim kurumların bozulmasından değil, fakat Batı’nın özellikle harp araç, gereç ve yönetimi bakımından açık-seçik üstünlüğünden ileri geldiği anlaşılmıştır.

Şu halde ne yapmak gerekir? Sorusu gündeme gelir. Verilen cevap şudur:
Batı askerî teknoloji açısından bizden üstün olduğuna göre, bu teknoloji alınmalıdır. Bu amaçla yabancı dönmelerden yararlanırlar. Bu teknolojiyi kullanmasını bilen “fen subayı” yetiştirmek maksadıyla askerî mühendislik okulları kurulur. Teknoloji haliyle bilimin verilerine dayandığından yenileşme hareketi millî eğitim alanına kayar. Çağdaş fenleri öğrenme mecburiyeti, yabancı dil öğrenimine kapı açar. Yabancı dil, öğrenenleri başka dünyalara yöneltir. 1826’da yeni atılımların köstekleyen Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra modern ordu kurulur. Bu ordunun ihtiyaçlarını karşılamak üzeri 1827’de askerî tıbbiye, 1834’te Harbiye kurulur, bu okullarda pozitif bilimler, yabancı dil (Tıbbiye’de öğretim dili uzun süre Fransızcaydı) öğrenilir. Objektif düşünen geniş ufuklu elemanlar yetiştirilir. İşte bu okullardan yetişenler yenileşmenin öncüleri olurlar.

1834’ten itibaren süreklilik kazanan yabancı ülkelerdeki elçilikler kanalıyla, Batı etkisi gittikçe artar, Tanzimatla beraber, kanun koyucu sürekli Meclisler oluşturulur. Askerî reformların başarısı için idarî hukukî ve iktisadî alanda yenilikleri gerçekleştirecek kurumlar kurulur. Batı’dan esinlenen yeni kanunlar yayınlanarak, çağın ihtiyaçlarına cevap aranır (Ticaret ve ceza kanunları gibi). Bu yasalara göre çalışan mahkemeler kurulur. Meslek memuru yetiştirmek için yeni okullar açılır, Darülmuallimin, (Öğretmen Okulu) Mülkiye gibi.

Bütün bu arayış ve uygulamalar, Batılaşabilmek için esas çarenin parlâmenter yönetim olduğu sonucunu doğurur. 1876’da anayasa yapılır ve parlamento açılır, fakat 1878’de kapatılır. Artık aydın kesim için parlâmenter yönetim 30 yıl süre ile her türlü meseleye çözüm getiren bir çare olarak benimsenir. 1908’de ordunun genç subaylarının ayaklanması ile anayasal rejim yürürlüğe girer. Bir süre alabildiğine bir serbestlik içinde ülkenin bütün sorunları her yönüyle tartışılır.

Çok kalın çizgilerle özetlediğimiz son kısımlarını Mustafa Kemal’in de yaşadığı bu iki yüz yıllık süre, ülkeyi hangi noktaya taşımıştır? Sonuçları nelerdir? 1918’de Osmanlı Devleti, Batı’dan esinlenmiş modern askerî ve sivil okulları, keza batıdan alınan bazı yasa ve bu yasalara göre çalışan yargı organlarını ve parlâmenter rejim özlemiyle artık kolayca geriye dönülmeyecek bir ölçüde Batıya yönelmiş bulunmaktaydı.

Ancak bu iki yüzyıllık sistemsiz birbirlerinden kopuk çabalar devlete kendini yenileyecek taze kanı sağlayamamıştır. Kurtarılmak istenen devlet, malî, iktisadî ve kültürel bakımdan çağa ayak uyduramamış, yapılan reformlar devletin bekasını sağlayamamış ve devlet 1918 Kasımında tarihten silinme, yok olma durumuna gelmiştir.

Acaba bu başarısızlığın nedeni ne idi? Hata nerede yapılmıştı? Bu sorular üzerinde düşünmek Atatürk’ün çağdaşlaşma metot ve özelliklerini anlamaya yardımcı olacaktır. Konu uzun açıklamaları gerektirmekle beraber, Atatürk ve çağdaşlaşma başlıklı makalemiz, esas alınarak kısaca özetlenecektir312b.

Başarısızlık sebepleri çeşitlidir:

1) Ülkenin jeopolitik konumu, sürekli savaşlar, Osmanlı’ya nefes almak, huzur içinde yenilik atılımları yapma imkânı vermemiştir. Türk halkı barışın nimetlerinden ancak Cumhuriyet döneminde yararlanmış, Atatürk inkılâplarını bu barış döneminde gerçekleştirmiştir.

2) Türklerin hoş görülü yönetimi dolayısıyla gayrı müslim tebaa kültürel kimliğini muhafaza ettiği gibi, devletin zayıfladığı dönemlerde millîyetçi rüzgarlara kapılmış, bu ayrılık hareketleri devleti sürekli meşgul etmiş, kaynaklarını kurutmuş, onun kendinî yenileme gayretlerini kösteklemiştir.

3) Osmanlı Devleti’nin kendini dış dünyadan soyutlaması, idareci elit tabakanın da dış dünyadan hem de halktan kopması nedeniyle, medeniyetle ilgili yaratıcı faaliyetler sınırlı bir tabakanın elinde kalmış ve öz kaynağından da kopmuştur. Bu elit tabaka da dış dünyaya kapılarını kapatınca, çağdışı bir duruma düşmüş dünyanın gidişine ayak uyduramamıştır.

4) Osmanlı devlet adamlarının reformlardaki başarısızlık nedenleri arasında, Batı medeniyetinin ana unsurlarını gerektiği gibi kavrayamamak, bu değerler arasındaki bağı isabetle tayin edememek işe nereden nasıl başlanacağını bilememek, muhakkak ki etken olmuştur. Aslında onlar devleti kurtarmak isterken, “hep sınırlı bir alanda ve patrimonyal bir yapı içinde” yenileşmeyi düşünmüşler, haliyle imparatorluğun bütünlüğünü korumak ve çeşitli din ırk ve kültürlere sahip toplulukları bir arada tutabilmek gayret ve endişesiyle hareket etmişlerdir. Bu sebeple sistemli ve köklü tedbirler alamamışlar, ancak “hasta adamı” ayakta tutacak dozda geleneksel yapıyı bozmayan sınırlı bir yapılaşmanın yeterli olacağı görüşüyle hareket etmişlerdir. Bundan dolayı “yapılmak istenen yenileşme, daima çok geç ve çok az dozda olmuştur”. Her reformcu devlet adamı, genellikle kendi ölçüleri içinde Batıdan bir şeyler almaya gayret etmiş, fakat “alınanlar daima sınırlı olduğundan yapılanlar hep yetersiz kalmış, neyin ne kadar ve nasıl alınacağı, özellikle neyin alınıp neyin bırakılacağı” tartışması Atatürk’e kadar sürekli devam etmiştir. Bu arada yapılan yeniliklerle, toplumda zamanla bir kültür ve müssese ikileşmesi ve hatta çatışması ortaya çıkmıştır. Böylece ne eskiyi muhafaza ve ne de yenileri tam anlamıyla benimsemek mümkün olmamıştır.

5) Diğer taraftan Batının erişilmez gibi görünen ezici üstünlüğü, Türk insanının da güçsüzlük çaresizlik ve eziklik duyguları, devlet adamlarında da bir aşağılık kompleksi yaratarak, onların meseleye doğru teşhis koymalarını ve kendilerine güven duymalarını engellemiştir.

Netice olarak geleneksel sosyal ve siyasal yapıyı koruyarak, sınırlı alıntılarla, devlet ve toplum yapısını değiştirmenin ve devleti kurtarmanın mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır.

Atatürk, bu durumu 1924’te şöyle ifade eder: “Hayat ve yaşayışa hakim olan kanunların zamanla değişmesi, gelişmesi ve yenilenmesi zaruridir. Medeniyetin buluşları, tekniğin harikaları cihanı değişmeden değişmeye uğrattığı bir devirde, asırlık köhne zihniyetlerle geçmişe bağlılıkla, devletin varlığını korumak mümkün değildir.”



Atatürk’ün Çağdaşlaşma Metodu



Atatürk, çağdaşlaşmada kısaca özetlenen eski denemelerin ve kendi gözlemlerinin ışığında değişik bir metot uygulamıştır. O’na göre, çağdaş medeniyetin ortağı olmak, bu medeniyeti yaratan unsurları ile beraber almakla mümkündür.

Çünkü, daha önce askerlik millî eğitim başta olmak üzere çeşitli alanlarda yapılan sınırlı alıntılar, tek tek yapılan düzenlemeler patrimonyal yapı içinde yürütülmüş, devleti kurtaramadığı gibi, bir kültür ve müessese çatışmasına yol açmıştı. Dolayısıyla Atatürk, eskilerin ıslahatcı ve telifci metotlarına itibar etmemiştir. O’na göre, çağdaş dünyada “neyin ne kadar alınacağı” ve “bu alınmada sınırın ne olması gerektiği” tartışması hem yersiz ve hem de faydasızdır. Çağdaşlaşmanın tek bir yolu vardır, o da çağa damgasını vuran ve rakipsiz olan batı medeniyetini bilimi, kültürü, teknolojisi, hayata bakış tarzıyla almaktır. Bunu gerçekleştirmenin yolu bilim ve fenni rehber edinmekten geçmektedir.

Atatürk, Türkiye’nin iki yüzyıllık açığını kapatmak için adeta zamana karşı savaşır. Batı dünyasının yüzyıllar boyu elde ettiği birikimleri, yani Rönesans, Reform, Büyük Fransız İnkılâbı ve sanayî inkılâbının verilerini kısa bir zaman süreci içinde Türk toplumuna mal etmeyi hedef alan sistemli bir strateji uygular.
Atatürk’ün çağdaşlaşma atılımları, Batıya rağmen batılılaşma şeklinde kendinî gösterir.

Atatürk’ün bu konulardaki ilham kaynağı nazari ilkeler veya doğmalar değildir. Türk çağdaşlaşması veya Atatürk Rönesansı diyebileceğimiz bu hareket tarihin derinliklerinden gelen sürecin hassas Türkiye jeopolitikliğinin zaruretleri, Türk toplumunun beklentileri ve ülkenin ihtiyaçları ışığında şekillenmiştir.
Bilim ve fennin rehberliğinde yürütülen inkılâplar, ancak laik bir ortamda gelişebilirdi. Dolayısıyla laiklik Atatürk çağdaşlaşmasının başarı anahtarı vazifesi görmektedir.

Atatürk’ün çağdaşlaşma atılımlarını yapabilmesi için ülkede barış ve huzurun sağlanması gerekli idi. Büyük önderin “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkeleri ile uygulanan akılcı politika bunu sağlamıştır.

Atatürk, çağdaşlaşmanın kuru bir Batı taklitçiliğine dönüşmemesi ve çağdaşlaşmanın millî değerlerle bezenmiş bir sentez haline gelmesi için ciddi tedbirler almıştır. Yeri geldiği zaman değinileceği gibi, çağdaşlaşma ile millî kimliğin belirginleşmesi, Türk kültürünün halk kaynağından kendi öz değerleriyle beslenip çağdaş medeniyet içinde yerini alması amaç edinilmiştir.

İnkılâp hareketleri, devlet eliyle yukarıdan aşağıya doğru yürütülmekle beraber, bunları halka benimsetmek, onların siyasî, sosyal ve kültürel hayata katılmalarını sağlamak için önlemler alınmıştır. Özellikle toplumun yarısını oluşturan kadınlara eşit haklar tanınmış, böylece nüfusun yarısının sosyal ve kültürel hayata aktif bir şekilde katılmaları hedeflenmiştir.

Yukarıda belirtilen Atatürk’e has farklı bir metot ve yaklaşımla inkılâplar ele alınmış, zaman ve zeminin uygunluğu dikkate alınarak aşama aşama birbirlerini tamamlayacak şekilde sistemli ve kararlı olarak yürütülmüştür.Bunların gerçekleşmesi çağdaşlaşma yolundaki engelleri ortadan kaldırmak, artık hayatiyetini kaybetmiş olan kurumların yerine çağın ihtiyaçlarını karşılayacak yeni kurumlar oluşturmakla mümkündü.

Bunların en başında gelenler, rejimin hukukî mevzuatını yeniden düzenlemek, Tanzimat’tan beri sürüp giden kültür ikileşmesin önlemek, din ve devlet işlerini ayırmak suretiyle devleti laikleştirmek, Türk toplum hayatının çağdaşlaşmasını önleyecek engelleri kaldırmak gibi. Yüzyılların oluşturduğu bu ortamı değiştirmek için olağanüstü güçlüklerle mücadele etmek gerekiyordu.

Ulu Önder, yurdu kurtarmanın verdiği emsalsiz itibar ve halkta uyandırdığı güven duygularından güç alarak bundan sonraki hayatını çağdaş Türkiye’nin yaratılmasına vakfetti313.

Türkiye’yi çağdaşlaştıracak inkılâpları gerçekleştirmek için, önce devletin siyasî ve hukukî yapısını değiştirmek ve inkılâpları etkili ve inançlı bir şekilde yürütecek siyasî teşkilât oluşturmak gerekiyordu
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Şiirlerle ATATÜRK

KEMAL PAŞA'YA


Yüzünü görmek istedim
Selanik' te bir şey sormadan
Kuyumcularla kebapçılara
Deniz kıyısına gittim
Sesin duyuluyordu
Liman boyunca
Bütün deniz kabuklarında
Bir vapurda
Dalgalanıyordu
Adının hayali
Ne güzel şey "Türk dostuyum " demek
Samsun' a çıkacağız yarın sabah

MUSTAFA KEMAL' İ DÜŞÜNÜYORUM

Mustafa Kemal' i düşünüyorum
Yeleleri alevden al bir ata binmiş
Aşıyor yüce dağları, engin denizleri
Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda
Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri
Mustafa Kemal' i düşünüyorum;
Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında
Destanlar yaratıyor cihanın görmediği,
Arkasından dağ dağ ordular geliyor
Her askeri Mustafa Kemal gibi.
Mustafa Kemal' i düşünüyorum;
Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel
Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere.
Al bir ata binmiş yalın kılıç
Koşuyor zaferden zafere...
Mustafa Kemal' i düşünüyorum;
Ölmemiş bir kasım sabahı!
Yine bizimle beraber biryerde,
Yaşıyor dört köşesinde vatanın.
Yaşıyor damar damar yüreklerde.
Mustafa Kemal' i düşünüyorum;
Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda
Mavi gözleri ışıl ışıl, görüyorum
Uykularıma giriyor her gece.
Ellerinden öpüyorum.

BİR RESİMDE ATATÜRK

İzmir' e girişini Atatürk' ün
Bir kahve duvarındaki resimde gördüm
Bir ılık güz öğlesinde
Şanlı haki urbası üzerinde
Koymuştu kılıcını içine kınının
Yürüyordu arasına sevgili halkının
Ayağında Anadolu' dan getirdiği toz
Bir inanç gözlerinde tükenmez
Alabildiğine insan kalabalığı ardı
Bir aydınlık geleceğe bakıyordu
Işıktı sevinçti türküydü
Görseydiniz o resimde Atatürk' ü

SİSTEN SONRA

Ne kadar uyudunuzsa, karalardan uyanın aklara
Evler sokaklar Mustafa Kemal' lerle kalkın
Bir çelenk örün başınıza mutluluklardan
Davranın avlulara ağaçalarla
Meydanlara davul zurnalarla koşun
Çekin bayramlıklarımızı sıkıntılardan
Türkiye bir geçmiş değil gelecektir
Işıklarla sabahlarla dostluklarla
Koç yiğitler sıra sıra kılıçlardan
Çıkın dağlara bayraklarla
Ne kadar bunaldınızsa dumanlardan
Fırlayan sularla topraklarla kuşlarla
Günaydın hepinize Türk ordusundan
Toplanın meydanlara marşlarla
Özgürlük Mustafa Kemal' li bir çiçektir
Kalkın umutlara sevgilere selamlarla

UYUYOR

Alev olmuş yanıyor gözyaşımız
Bu hazin meş'aleler üstünde.
Uyuyor en yüce can yoldaşımız,
Böyle hicranla tutuşmuş günde.
Uyuyor uykusu hiç bitmeyecek
Ölü bir milleti var eyliyenin
Onu makber bile incitmeyecek
Ruhu tunçtur, gece yoktur diyenin
Geceden doğdu ışıklar saçarak
Vatanın gündüzü Türkün özü O
Ölemez böyle sabah, böyle şafak
Tarihin şan dolu en son sözü O.

O'NSUZ

Ah, işte duyuyorum mesut günler içinden,
Sana sevimli yüzün asla solmasın diyen,
Bütün adınla dolu o coşkulu şarkılar.
Sen öldüğün için mi bayraklar yarı!...
Görüyorum, ilk defa seni gördüğüm günü.
Altından, alkışlarla geçiyorsun bir takın.
O gün bana gelmiştin babamdan daha yakın.
Meğer duyacakmışım bir sabah öldüğünü...
Meğer görecekmişim bir sabah gidişini, günü.
İstanbul'un önünden son defa geçişini,
Bizler seninle nasıl, ne kadar beraberdik,
Bizler ki sıkılsak O başımızdaderdik;
Nasıl yok bileceğiz o güzel güneş yüzü?
Ana,baba değil bu, bizler Ata öksüzü..
Tatmadık, bilmiyoruz bu bambaşka yarayı,
Öğret bize ya Rabbim ah
O'nsuz yaşamayı!..


GAZİ

Ey sen ki alev saçlı zafer küheylaniyle
Kurtardığın vatanda en yüce şehsüvarsın.
Bir şimşek ağlıyanı halinde Türk kanıyle
Aldığı şana layik tarihte bir sen varsın. Erişemez vasfına hiç bir rebabın sesi
Sen yükseksin ilhamın yıldızlı göklerinden. Dehadan kanatlanan kılıcının şulesi
Ebediyette olmuş bir murassa kasiden.
Kızıl gökte parlayan ay-yıldızın nurusun.
Sen en büyük milletin, Türklüğün gururusun.
Bu yurdun timsalisin bugün bütün cihanda.
Gözler, gönüller senin, senin şeref de şan da...


İSTİKLAL SAVAŞI'NDAN

Ağlamakla gözlerin kızarmıştı akların,
Büyük yas karartmıştı kırmızı bayrakları.
Boyunlar bükülmüştü, başlar durmuyordu dik,
Kendi vatanımızda vatansızlar gibiydik.
Anayurda dört yandan saldırmıştı düşmanlar,
Türk' ün büyük derdini Türk olmayan ne anlar?
Halife olanlarla bir, Sultan olanlarla birlik;
Prensleri ediyor düşmana habercilik.
O günlerde bir ünlü ayak bastı Samsun' a.
Yürüdü, etrafına umutlar suna suna;
Bu ateşler içinden geçip gelmiş bir erdi,
Göğsünde toplanmıştı milyonla Türkün derdi.
Bu milyonlarla dert ona veriyordu başka hız
Yürüyordu: arkasında genç, ihtiyar, kadın, kız....
O kimdir? Bakışları deniz kadar yumuşak, Saçı,
güneşi emmiş bir demet başak.
O kimdir? Bir ulusun sesi var ağzında,
Onbeş milyonun nabzı çarpıyordu nabzında.
O kimdir? Gözlerinde, bir tılsım gizleniyor
Bastığı topraklardan bahar filizleniyor...
Alev saçlı bir volkan, bazı bir dağ başında Bazı beliriyordu bir damla göz yaşında.
Güneşten birer oktu ondan gelen her emir,
Bu okların altında eriyor dağ, taş, demir.
O kimdir?.. milyonla Türk birleşip bir tek olmuş.
Yıkılan memlekete kolları destek olmuş...
Öz yurdun içlerinde düşman kurarken pusu
Bir yandan da yürüdü halifenin ordusu.
Birisi gök yüzünden bombalar atıyordu,
Öbürü tekbir çekip fetva dağıtıyordu.
Bunların karşısında göğsü acık bir dölen,
Süngüye, topa diyor : -biz olacağız yenen!
Vatan sürüklenirken bir uçurum ucuna,
Dağılan kuvvetleri topladı avucuna. Kurşunlar gülle oldu,
sopalar süngü oldu, sınırlar baştan başa bir çelik örgü oldu.
Bir kale heybeti var vatanın her taşında,
Her işin başında o, her iş onun başında.
Ulusun iradesi, azmi ona verilmiş,
Bütün yöney elinde bir yay gibi gerilmiş.

MUSTAFA KEMAL SESLENSE

Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından sesleniyorum size Ben Mustafa Kemal' im heyy...
Ben Mustafa Kemal' im
Büyük büyük denizlerim vardır benim Hürriyeti içmiş dalgalarım,
Hürriyetle kabarmış dalgalarım vardır benim
Ulusumun yanında sevincim
Ben Mustafa Kemal' im heyy...
Karanlığı deler gözlerim
Dalgalara binip gelmiş kahraman,
Gökçe gözlerine türküler yaktığımız... Hani bir güneş doğmuştu ya Samsun' dan İşte benim... Ben... Mustafa Kemal... Ölmek yaşamaktır vatan uğrunda
Deyip, öyle girdim savaşa
Komut verdim
Şahlandı cümle vatan
Boğdum kör talihi zindanında.
Bahtı gülen anaları yurdumun
Gökleri, dağları, denizleri
Yarınları, güvenipte uyuduğum
Aslan yeleni ışığı sınırlarımın Mehmetleri
Tutun ellerinizden yüreklerinizden Sevgilerinizle beni yıkayın.
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından gelir sesim
Sevdim
Bir tanem
Türkiyelim
Sen var olukça belli ki
Ben Mustafa Kemal'im


Ben Bir Mustafa Kemal'im

İzindeyim Atatürk’üm
Tek benzemez şu cemalim
Her şeyimle ben bir Türk’üm
Ben bir Mustafa Kemal’im

Hep bağlıyım ben bu anda
Hür yaşarım bu vatanda
Gücüm damardaki kanda
Ben bir Mustafa Kemal’im

Laik cumhuriyetçiyim
Halkçıyım milliyetçiyim
Hep hürüm hürriyetçiyim
Ben bir Mustafa Kemal’im

Anadolu elindeyim
Tüm dünyanın dilindeyim
Atatürk’ün yolundayım
Ben bir Mustafa Kemal’im

Vatan birdir kimse bölmez
Türke düşman asla gülmez
“Mustafa Kemal’ler ölmez “
Ben bir Mustafa Kemal’im


ADI MUSTAFA KEMAL,SOYADI ATATÜRK!

Bir vatan ki; göğüne kara bulutlar sinmiş,
Bir millet ki; aç, susuz, eli kolu bağlanmış.
Bu ahval de, bir komutan ki; hedefine aslan gibi sarılmış,
Adı Mustafa Kemal, soyadı ATATÜRK.

Sakarya’da, Dumlupınar’da, Büyük Taarruz’da,
Türk kokan, Türk’ün türküsü kokan bu kara toprakda,
Eşi benzeri görülmemiş bir ‘dâhi’ var aramızda,
Adı Mustafa Kemal, soyadı ATATÜRK.

Anadolu’nun çorak, bakımsız kalmış Ankara’sında,
Hürriyet için Vatan için beyin fırtınasının geçtiği tren garında,
Peynir, zeytin atıştırarak Vatan haritası başında,
Adı Mustafa Kemal, soyadı ATATÜRK.

Büyük Taarruz sabahı 1922 Kocatepe’de,
Gök mavisi, ufku gören kartal bakışlı gözleriyle,
“Vatanım, Hürriyet, Milletim” diye düşünen Türk’ünde,
Adı Mustafa Kemal, soyadı ATATÜRK.

Cihan’a korku ve kin saçmış, Türk düşmanları karşısında,
Türk Milletine eziyet ve zulüm vermiş çetelerin belalısı da,
Menfaatleri için vatanını satan hainlerin düşmanı da,
Adı Mustafa Kemal, soyadı ATATÜRK.

Samsun’da, Erzurum’da, Sivas’da,
Bandırma Vapuru ile yurdun dört bir yanında,
Vakur ve gururlu bir “başkomutan” var aramızda,
Adı Mustafa Kemal, soyadı ATATÜRK.

Yiğitler aç, yorgun, ayakta,
İstiklal için Millet için adım adım o da ayakta,
Uykusuz gecelerde, karın üstünde, keçenin arasında,
Adı Mustafa Kemal, soyadı ATATÜRK.

Ordular “İlk hedefiniz Akdeniz” dediği günde,
Akdeniz, Türk Marşı ile dalgalandığında sarı saçlarıyla,
“Vatanım, Hürriyet, Milletim” diye düşünen Türk’ünde,
Adı Mustafa Kemal, soyadı ATATÜRK.

Cepheye kağnılarla mermi, silah taşıyan Anaların,
Bilmem kaç kez yaralanıp savaşa katılan komutanların,
Fatma Seher Hanımların, Mehmet oğlu Seyit onbaşıların dostu da,
Adı Mustafa Kemal, soyadı ATATÜRK.

“Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözünün peşinde,
Kazım Karabekir, Mareşal Fevzi Çakmak paşalarla…
Emek emek, ilmek ilmek Cumhuriyet’i ilan eden ‘dâhi’ninde,
Adı Mustafa Kemal, soyadı ATATÜRK

TURGAY BOŞKIŞ

BİR GÜNEŞ Kİ ÇIKIYOR GELİYOR SAMSUN'DAN,
BİR AŞK CİHANA MEYDAN OKUYOR BU GÜNEŞİN YOLUNDAN,
HEM İZİNDE,HEM DE EMRİNDEYİZ ATAM DİYOR
ADI MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLERİ,
SOY ADI TÜRK OĞLU TÜRK!!!
CAN BALDIRAN

------


Ağlayalım Atatürk'e
Bütün dünya kan ağladı
Süleyman olmuştu mülke
Geldi ecel, can ağladı

Doğu batı cenup şimal
Aman tanrı bu nasıl hal
Atatürk'e erdi zeval
Memur mebusan ağladı

Atatürk'ün eserleri
Söyleyecek bundan geri
Bütün dünyanın her yeri
Ah çekti, vatan ağladı

Fabrikalar icat etti
Atalığın ispat etti
Varlığın Türke terketti
Döndü çarh devran ağladı

Bu ne kuvvet, bu ne kudret
Var idi bunda bir hikmet
Bütün Türkler İnön'İsmet
Gözlerimiz kan ağladı

Tren hattı tayyareler
Tükler giydi hep kareler
Semerkantla Buharalar
İşitti her yan ağladı

Siz sağ olun Türk gençleri
Çalışanlar kalmaz geri
Mareşalin askerleri
Ordular tümen ağladı

Zannetme ağlayan gülmez
Aslan yatağı boş kalmaz
Yalnız gidenler gelmez
Her gelen insan ağladı

Uzatma Veysel bu sözü
Dayanmaz herkesin özü
Koruyalım yurdumuzu
Dost değil, düşman ağladı

Aşık Veysel

Mustafa Kemal'i Anlamak

Siz beni hâlâ anlayamadınız
Ve anlamayacaksınız çağlarca da...
Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u" diyorsunuz
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.
Mustafa Kemal'i anlamak bu değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.

Bırakın o altın yaprağı artık
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin.
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin?
Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil
Mustafa Kemal'in ülküsü, sadece söz değil.

Bana, muştular getirin bir daha
Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan.
Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı?
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı?
Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.

Hâlâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda
Hâlâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz.
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın!
Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların.
Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.

Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız
Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil.
Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar.
Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.
Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.

Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü
Görüyorum ki, hâlâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş
Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken.
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen?
Mustafa Kemal'i anlamak itişmek değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.

Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla.
Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister
Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter!
Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil...
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
ATATÜRKÜ Kimler Nasıl Tanımladı

Doç. Dr. Anıl Çeçen: "... Atatürkçülük, emperyalizm gerçeği karşısında az gelişmiş ülkelerin kurtuluş ve gelişme sürecinin ortaya çıkardığı bileşik yapılı bir eylemdir."
( Anıl Çeçen, Atatürk ve İdeoloji, Türk Dili, TDK Yayını, Sayı 359, Kasım 1981, S. 299 )
Ataol Behramoğlu: "... Atatürkçülük donmuş bir kalıplar dizgesi değil, araştıran, kendini pratikte sınayan bir uygulamanın adıdır."

Attilâ İlhan: "... Atatürkçülük, "mazlum milletler"in "Hristiyan, beyaz ve Batılı" emperyalistlere ilk başkaldırış hareketidir."[ a ]
"... Mustafa Kemal sosyalist değildi ama, solcu bir devrimciydi."[ b ]
( [ a ] Attilâ İlhan, Üç Atatürkçülük!, Milliyet, 22.06.1982 / [ b ] Attilâ İlhan, Faşizmin Ayak Sesleri, S. 254 )

Aziz Nesin: "... Bana göre Atatürkçülük şudur: Atatürk'ün yaşadığı dönemde, içinde bulunan koşullara en akılcı yoldan çözümler getiren uygulamalar toplamıdır."
( Şahap Balcıoğlu'nun Aziz Nesin İle Söyleşisi, Yazko Somut, Yıl: 3, Sayı: 50/24, 15.07.1983, S. 2 )

Azra Erhat: "... Atatürk'ün belli bir öğretisi yoktur. O, düşünceyi eylemden ayırmayan, düşünceyi eylemle gerçekleştirmek, eylemi de düşüncenin kaynağından getirmek sürecini uygulamış, böylece varlığın akış ilkesine günü ve geleceği için uymuş bir devrimdir."( Azra Erhat, Atam Seni Niçin Seviyorum? Cumhuriyet 81, Cumhuriyet Gazetesi Yayını, S. 165 )

Prof. Dr. Bedia Akarsu: "... Atatürk Devrimi bir sınıf devrimi değil, gerçek anlamıyla bir halk devrimidir. Ulusun bütün kesimleriyle, askeri ve memuru ile, köylüsü ve kentlisi ile, işçisi ve esnafı ile kadını erkeği ile emperyalizme karşı ayaklanması: bağımsızlığı için egemen güçlere karşı tüm halkın Atatürk'ün önderliğinde baş kaldırmasıdır."
( Bedia Akarsu, Atatürk'ün Özgün Görüşleri, Cumhuriyet, 10.11.1982 )

Em. Gen. Celâl Erikan: "... Atatürkçülük, Kemalizm, ancak çalışmakla hak sahibi olabilecek bireyleri ve toplulukları birbirine sömürtmeyen; siyasal kuvvetlerine kendileri sahip ve herbiri akraba olmuş ulusların içte ve dışta barış içinde yaşadıkları cumhuriyetçi, laik, yenilikçi, demokratik ve sosyal bir düzendir."
( Celâl Erikan, Atatürkçülük ( Kemalizm ), S. 134 )

Ceyhun Atuf Kansu: "... Kemalizm, Türk toplumunu uygarlık değişimiyle, düzen değişimiyle çağdaş, ileri, bağımsız, bir toplum yapmak isteyen devrim öğretisinin adıdır. " ( C. Atuf Kansu, Kemalist Bir Öğreti Var mıdır?, Yeni Ufuklar, Sayı 232, Ocak 1973, S. 23 - 25 )

Doğan Avcıoğlu: "... Kemalizm, bir ulusal kurtuluş devrimidir. Bir ulusal kurtuluş devriminin amacı, yalnızca siyasal bağımsızlığı gerçekleştirmek değildir. Tam bağımsızlığa ulaşabilmek için, sömürge düzeninin ülkedeki bütün dayanaklarının tasfiyesi ve sağlam bir sanayi temelinin kurulması zorunludur." [ a ]
"... Kemalist hareket, kurulu düzene karşı devrimci, yani solcu bir hareket olduğu halde, solculuk en büyük küfür haline gelmiştir." [ b ]
( [ a ] Doğan Avcıoğlu, Devrim ve "Demokrasi" Üzerine, S. 365 / [ b ] Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, I. Kitap, S. 563 )

Emin Özdemir: "... Atatürkçülük bir öğreti değildir. ( ... ) gerçeği ararştırma tavrıdır." ( Emin Özdemir, Atatürkçülük Sınavı, Varlık, Sayı 806, Kasım 1974, S. 9 )

Prof. Dr. Emre Kongar: "... Kemalist ideoloji, "tam bağımsızlık" ve "batılılık" ilkeleri çerçevesinde "karşı - emperyalizm" ve "altı ok" ile belirlenir. Ne yazık ki, Türkiye'deki "resmi ideoloji" , Kemalizmi önce yalnızca "altı ok" a indirgemiş, daha sonra da bu altı ilkeyi genel anlamından tümüyle saptıracak yorumlara konu yapmıştır."
( Emre Kongar, Atatürk ve Devrim Kuramları, S. 429 - 430 )

Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal: "... Türk Devrim Tarihi, dünyanın büyü devrimleri arasına geçmiştir. Orijinaldir. 20 nci yüzyılın en büyük hareketidir. Bu devrimden Atatürkçülük doktrini veya isterseniz şimdiki gibi söyleyelim. Atatürk ilkeleri çıkmıştır. Yani, ilkin ilkeler ortaya konmuş, sonra devrim yapılmış değildir. İlkin devrim yapılmış, ondan ilkeler çıkarılmıştır. Bu, Türk devriminin bir özelliğidir. Başka devrimlerde bunun tersini görürüz. İlkin ilkeler, sonra devrim.
( ... ) Atatürk ilkelerine batıda "Kemalizm" adı verilmektedir. Kemalizm terimi batı çıkışlı bir terimdir. Niye Kemalizm denmiştir? Bakmışlardır, sosyalizme benzemiyor, Faşizme benzemiyor. Hitlerizme benzemiyor. Demokrasi denilen ve çok eskiden beri gelen bir meslek - i siyasete de benzemiyor, buna ayrı bir isim vermek zorunluluğu duyulmuştur ve Kemalizm denilmiştir. "
( Enver Ziya Karal, Atatürk ve Devrim ( Konferanslar ve Makaleler ), TTK Basımevi, S. 148 )

Falih Rıfkı Atay: "... Atatürkçülük demek, akıl ve vicdan hürriyetleri yolu ile Türk Milleti'ni batı medeniyet toplumları arasına katmak demektir."
( F. Rıfkı Atay, Atatürkçülük Nedir? S.45 )

Prof. Dr. Hamza Eroğlu: "... Atatürkçülük ölmeyen bir hedef, yükselen bir şereftir." ( Hamza Eroğlu, Gerçek Yönüyle Atatürkçülük, S. 39 - 40, 212, 176 )

Hasan Âli Yücel: "... Kemalizm denilen doktrin, sıralanmış birtakım kuru, içi boş laflar değildir. Anayasanın benliğine girmiş bu prensiplerde Türk Milleti'nin hâli ve istikbali gizlidir." ( Yaşar Nabi, Atatürkçülük Nedir? S. 34 )

Hasan Pulur: "... Atatürk ve Atatürkçülük ışıl ışıldır, kapkara değil..."
( Hasan Pulur, Atatürk Yas Karası Değildir, Milliyet, 10.11.1975 )

Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu: "... Atatürk bizlere miras olarak bir de "Atatürkçülük İlkesi"ni bıraktı. Atatürkçülük, ülkemiz bakımından, kalıplaşmış ve donmuş reformlar toplamından ibaret olmayıp, "Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne yükselmek", hiç değilse o düzeye ulaşmak ya da yakınlaşmak için her zaman canlı duran ve canlı kalacak olan bir devrimcilik ruhu, bir devrimcilik felsefesidir."
( Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Atatürk Sevgisi ve Atatürk Korkusu, Türk Dili, TDK Yayını, Sayı 254, Kasım 1972, S. 153 )

Prof. Dr. Hüseyin Naili Kubalı: "... Atatürk'ün düşünce sistemi bir doktrin değildir, bir ideoloji hiç değildir.
( ... ) Atatürk'ün düşünce sistemi ise açık ve kavrayıcı niteliği ile bir dünya görüşüdür." ( H. Nail Kubalı, 12 Eylül Atatürkçü Rönesansa Geçiş Dönemidir, Milliyet, 08.06.1981 )

Prof. Dr. İbrahim Karaca: "... Kemalizm, akılcı, deneyimci ve bilimci bir ideolojidir." ( İbrahim Karaca, Atayol Dergisi, Sayı 4. İzmir 1982, S. 4 )

İlhan Selçuk: "... Atatürkçülük demek, bilime inanmak demektir. Bilime inanmak, sosyal olaylarda da bilime inanmaktır.
( ... ) Ümmetçiliğe karşı milliyetçilik, şeriata karşı laiklik, uyduculuğa karşı istiklalcilik, padişahlığa karşı cumhuriyetçilik, imtiyazlı yönetime karşı halkçılık, tutuculuğa karşı devrimcilik, her şey köleliğe karşı hürriyetçilik, emperyalizme karşı antiemperyalizm, sömürüye karşı toplumculuk, bağımlaşmaya karşı bağımsızlık mesleğini benimsemek Atatürkçülüktür." ( İlhan Selçuk, Bir Anı'dan Bir Anıt'a, S. 51 )

İskender Özturanlı: "... Atatürkçülük demek özgürlükle otorite arasında bir uyum, bir armoni kurmak demektir." ( İskender Özturanlı, Acı Deneylerle, Cumhuriyet, 23.10.1980 )

Prof. Dr. İsmet Giritli: "... En kısa tanımı ile Atatürkçülük veya Kemalizm; modern Türk Devleti'nin kuruluşunda temel olan fikir ve ilkelerin bütünüdür. Kemalizm; gerçekçi, rasyonalist ( akılcı ) ve radikal bir sistemdir.
( ... ) Atatürk rejimine otoriter rejim denilebilirse de "keyfi ve diktatörlük rejimi olmuştur" denilemez." ( İsmet Giritli, Tek Birleştirici Akım; Kemalizm, Yeni İstanbul, 29.01.1969 )

Mehmet Deligönül: "... Atatürkçülük, dar sınırlar içinde dondurulmuş, katı, devinim yeteneğinden yoksun bir doktrin olarak düşünülemez. Geleceğe dönük, usun buyruğunda devingen, çağdaş gelişmelere açık bir dünya görüşü, bir yaş** dizgesidir. Özgürlüğün özdeşi olan bağımsızlıkla mayalanmıştır."
( Mehmet Deligönül, Atatürk Devrimler ve Ulusal Eğitim, Türk Dili, TDK Yayını, Sayı 353, Mayıs 1981, S. 733 )

Melih Cevdet Anday: "... Atatürk devrimi dediğimiz, iki bin beş yüz yıllık bir süre içinde oluşan batı uygarlığının Türk toplumuna mal edilmesi çabasıdır. Atatürkçüler ve Atatürkçü olmayanlar işte bu olay karşısındaki durumlarına göre tanımlanabilirler. ( Yaşar Nabi, Atatürkçülük Nedir?, S. 156 )

Prof. Dr. Muammer Aksoy: "... Atatürk'ün daha 1920'lerden beri amaç edindiği ve adım adım kurmaya ve gerçekleştirmeye çalıştığı rejim, bugünkü anlamda çağdaş bir demokratik toplumculuk, sosyal demokrasi, ya da bütün dünyanın kullandığı geniş anlamda ( Marksist olmayan ), ılımlı ve ulusal nitelikte demokratik bir sosyalizmdi. "Demokratik sol bir düzen" di." ( Muammer Aksoy, Sosyalist Enternasyonal ve CHP, S. 207 )

Prof. Dr. Mümtaz Soysal: "... Atatürk, "En hakiki mürşit, ilimdir" diyen adamdır.
Kemalizmin özü de buna indirgenebilir: Olguları akılcı bir tutumla inceleyip öğrenmek ve bu öğrenişten olumlu sonuçlar çıkarmak. Bu yöntemde, bilim dışı unsurların, putların, totemlerin, velveleye ve yaygaraya boğulmuş sahtekârlıkların yeri yoktur." ( Mümtaz Soysal, Bez Resimler, Milliyet, 10.11.1979 )

Nadir Nadi: "... Atatürkçülük, medeniyetçiliğin, müspet bilimciliğin, şuurlu milliyetçiliğin ve ileri bireyciliğin ta kendisidir." ( Nadir Nadi, Atatürk İlkeleri Işığında Uyarılar, S. 156 )

Necati Zincirkıran: "Kemalizm: Bir diriliş hareketidir. Kısaca bu hareketi bir "ihtilal" olarak da tarif edebiliriz." ( Necati Zincirkıran, İzm'ler Nedir?, S. 78 )

Em. Org. Necdet Öztorun: "... Atatürkçülük Türk Milleti'nin istikbale gidiş hareketinde, ümitlerini besleyen, elle tutacağı eserleri ihtiva eden canlı bir cereyandır."
( Necdet Öztorun, Atatürkçülükte Devletin Dinamik İdeali, Atatürkçülük, Gnkur. basımevi, S. 368 )

Prof. Dr. Niyazi Berkes: "... Gerçek şudur ki Kemalizm bir ideoloji değil, tarihsel bir olay ve o olay hakkında bir görüştür. İki yüz yıldanberi başlayan modernleşme akımının doğru yolunu bulması ve ona yönelmesidir.
( ... ) Kemalizm devrimi, Mustafa Kemal'in arkasındaki bir avuç ilericilerle, gene bu savaş içinde bulunan muazzam bir gericiler kütlesi arasında didişile didişile santim santim koparılmış bir devrimdi." ( Niyazi Berkes, İkiyüz Yıldır Neden Bocalıyoruz?, S. 94, 84 - 85 )

Oktay Akbal: "... Atatürkçülük durmaksızın, Atatürk, Atatürk, demek değildir. Ben Atatürkçüyüm, diye söylevler çekmek de değildir. Herşeyi yerli yerine koymalı, gerçek anlamını vermeli... Ne demişti Atatürk "Beni sevmek benim yüzüme bakmak değildir" düşüncelerini uygulamak, benimsemek, bilim yolunda ilerlemek, uygarlığın gerektirdiği işleri başarmaktır Atatürkçülük." ( Oktay Akbal, Atatürk Bir Gün Gelecek, S. 81 )

Peyami Safa: "... Kemalizm iki büyük milli zaruretten doğdu: Biri Türk yurdunu ve Türk birliğini içeride bozgundan ve dışarıda salgından kurtaran millî savaş; öteki de bu yurdu ve bu birliği kurtardıktan sonra Türk toprağını ve kafasını betonla inşa. Burada bina ve kafa aynı istihaleyi ( başkalaşmayı ) geçiyor. Kemalizm ahşap binaların ve ahşap kafaların yıkılması ve betonlaşmasıdır." ( Atatürk Devri Fikir Hayatı, Kültür Bakanlığı Yayınları, S. 289 )

Recep Peker: "... Türk inkılâbı, yalnız siyasal veya ekonomik bir rejim değiştiren bir hareket değildir. O, ulusal, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yaşayışın bütün derinliklerinde aynı zamanda tesirler yapmış olan inkılâptır." ( Recep Peker, İnkılâp Dersleri, S. 19 )

Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak: "... Atatürk bir doktrin adamı değildir. Atatürkçülük doktriner bir tez de değildir. Atatürkçülük bir elektik sistemdir. Ekstermlerden kaçmaya uğraşan, sağ duyuyu bulmaya çalışan bir sistem olarak mütalaa edilmelidir. Atatürkçülük donmuş bir sistem de değildir."[ a ]
"( ... ) Rahatlıkla söylenebilir ki, Kemalizm, bütün insanlık tarihinin en büyük atılımlarından birisidir. Bu hareket, kapitalizmin, liberalizmin, muhafazakârlığın ve sosyalizmlerin ötesinde bir girişimdir."[ b ]
( [ a ] Abdi İpekçi'nin Sadi Irmak ile Yaptığı Sohbet, Milliyet, 12.11.1973 /
[ b ]Sadi Irmak, Atatürk Yılının Eşiğinde Türkiye Ne Yapıyor?, Milliyet, 18.036.1980 )

Sami Selçuk: "... Atatürkçülük, aklın ve bilimin yaşama uygulanmasıdır."
( Atatürk'e ve Atatürkçülük'e Yaklaşım, Cumhuriyet, 10.11. 1981 )

Prof. Dr. Suat Sinanoğlu: "... Atatürk öğretisinin genel niteliği insancı - akılcı bir düşüncenin ürünü olmasıdır. Öğretisinin temelinde yatan ilkelerin tek ve tükenmez kaynağı engin bir insan sevgisidir. Bu sevgi kendi milletinden hareketle bütün insanlığı kucaklamaya kadar varır. Davranışları, düşünceleri, kurduğu kurumlar, getirdiği düzen hep bu sevgiden esinlenir."
( Suat Sinanoğlu, Atatürk Öğretisi, VII. Türk Tarih Kongresi ( Ankara, 25 - 29.09.1970 ) 2. Cilt, Kongrede Sunulan Bildiriler, TTK Basımevi, S. 148 )

Prof. Dr. Suna Kili: "... Atatürk devrim modelinin, Atatürkçü ideolojinin en belirgin özelliği ulusal oluşu, toplumun tarihsel, ekinsel, toplumsal ve ekonomik koşullarına, yapısına göre oluşturulmuş bulunmasıdır. Marksist kalkınma modelinde de, Batı tipi gelişme yönteminden de yararlanıldığı doğrudur. Fakat bu model Batı'nın da, Sovyet Rusya örneğinin de kopyası değildir. Ülke ve toplum gerçeklerini dikkate alarak yararcı ( pragmatist ) bir yaklaşımla yeni yöntemler geliştirmiştir. Dogmacı değildir.
( ... ) Atatürkçü düşünce Batı'nın elkoyucu güçlerine karşı verilen Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan doğmuştur, ama amaçladığı toplum ve devlet yapısı Batı'nın us'a, olgul ( pozitif ) bilime dayalı çoğulcu, özgürlükçü demokrasi anlayışıdır. Bu, çağdaş uygarlık, çağdaş düşünce olarak tanımlanmıştır."
( Prof. Dr. Suna Kili, Atatürk Devrimi ( Bir Çağdaşlaşma Modeli ), S. 39 - 41, 112, 189, 190, 223, 247 )

Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu: "... Kemalizm deyimi ile de ifade olunan Atatürk ilkeleri ve devrimleri Türkiye ve dünya çapında bir fikir - kuvvetin, özgürlük fikir - kuvvetinin tezahürü, politik, sosyal, ekonomik, düşünsel sonuçlarıyla ulusal hayata ve tarihe mal oluşu, uygulanışıdır."

Şevket Süreyya Aydemir: "... Atatürkçülük bir ilim ve heyecan sistemi olmaktan ziyade, bir ruh ve zihniyettir. Bu ruh ve zihniyetin yapısı ise, his ve heyecandan ziyade, çağın akışına dayanır.
( ... ) halk işlerinde, yaşayışta, üretimde, eğitimde, sanatta, fikirde ve duyguda, asrın medenî ve sosyal icaplarına yöneliş! Atatürkçülük budur..."
( Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, 3. Cilt, S. 535 - 537 )

Talat Halman. "... "Yeni" Cumhuriyetimizin kutsal görevi, gerçek bir demokraside eşitlik, adalet, hak ve hürriyet, refah ve umut sağlamaktır. Atatürkçülük budur."
( Talat Halman, "Yeni" Cumhuriyet, Milliyet, 24.10.1983 )

Talip Apaydın. "... Gerçek Atatürkçülük Türk yurduna, Türk Ulusu'na Atatürk gibi bakmaktır. Tüm ulusu Atatürk gibi sevmektir."

Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya: "... Atatürkçülük tarihsel bir oluşun, Türk Milleti'nin için için başlayan gelişmesi boyunca, ideolojik ihtilâller çağında, varmış olduğu bir aşamanın fikir ve eylem programıdır, kısaca ideolojisidir. Bir sentezidir."
( Tarık Zafer Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, S. 6, 99 )

Prof. Dr. Toktamış Ateş: "... "Kemalizm" adını Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın Başkumandanı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal'den alan bir ideoloji ve doktrindir.
( ... ) Kemalizm özde "halka rağmen halkçı; yarı totaliter" bir rejim ortaya çıkartır. Daha sonraları Orta Doğu ve Afrika'da kimi zaman "Nasırizm" adıyla ortaya çıkan "ilerici askeri yönetimler" aslında Kemalizmin derin izlerini taşırlar.
( ... ) Kemalizm her şeyden önce Tanrısal kökenli "monarşik iktidara" karşı, halk egemenliği kökenine dayanan ya da en azından bunu savunan "temsili" bir iktidardır. ( Toktamış Ateş, Kemalizmin Özü, S. 7 )

Em. Gen. Turhan Olcaytu: "... Atatürk bir sentez adamıdır. Yaptığı devrimin tümünde eskiyi ve eski görüşü "Tez" ve yeni düşünceleri ve uygulamaları da "Antitez" olarak kabul etmiştir.
Tez ile antitezi karşılaştırıp kendi deha süzgecinden geçirerek neticede "Sentez"e ulaşmıştır. Atatürk'ün, devrimlerinin her birisi için uyguladığı bu sistem ( Tez x Antitez = Sentez )dir. Daima daha güzele daha iyiye ve ulusal gerçeklere en uygun olanına ulaşma adımlarını bu sentezler teşkil etmiştir. Bu metodla Atatürk kendi ilkelerini milletine kabul ettirerek yükselmeyi sağlamıştır. İşte "Kemalizm" dediğimiz prensipler, bu "Sentezler" âbidesidir." ( Turhan Olcaytu, Dinimiz Neyi Emrediyor, Atatürk Ne Yaptı, S. 16, 175, 200 )

Uğur Mumcu: "... Atatürkçülük ne demektir? Atatürkçülük, kısaca ulusal bağımsızlık ve ulusal onur demektir. Atatürkçülük, özetle antiemperyalist bir Kurtuluş Savaşını başlatan ve sürdüren bir eylem ve öğretidir." ( Uğur Mumcu, Unutturulan Atatürk, Cumhuriyet, 06.01.1981 )

Prof. Dr. Utkan Kocatürk: "... Atatürkçü görüşte, Atatürk ilkeleri, Atatürk inkılâplarına temel teşkil eden, onlara ruh veren fikir ve düşüncelerdir. Zira Atatürk inkılâparı, Atatürk ilkelerinin eser haline dönüşmüş şekilleridir."
( Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, S. XIII - XIV )

Vedat Nedim Tör: "... Kemalizm, azgelişmiş bir memleketin, en kısa zamanda, hiç vakit, enerji, sermaye kaybetmeden kalkınması için milletçe el, iş ve gönül birliği yaparak plânlı ve sistemli bir savaş idealizmidir." ( V. Nedim Tör, Kemalizmin Dramı, S. 14 - 18 )

Yaşar Nabi: "... Atatürkçülük nedir? Kısaca, Atatürk'ün sözleri ve devrimleriyle getirdiği yeni düşünce sistemi ve önümüzde açtığı yeni yoldur." ( Yaşar Nabi, Tek Yol Atatürk Yolu, S. 14 )
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
ATATÜRKÜN Gizli Mektubu

(Bu kripto metni ilk kez 10 Kasım 1997 tarihinde Kuva-yı Medya tarafından kamuoyunun bilgisine sunulmuştur)

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden 15 gün sonra dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine’in Londra’ya özel bir kuryeyle gönderdiği ve üzerine “40 Yıl Boyunca Açıklanmayacak” damgası vurulan mektubun tam metnidir.

G İ Z L İ
Telgraf No: 608 İngiltere Büyükelçiliği - Ankara, 25 Kasım 1938

Aziz Lordum,
Size Mösyö Kemal Atatürk’ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.

Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşarı tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk’ün geçmişteki kariyerini içeren belgeyi sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk’ün yaptığı işleri övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye çalışacağım. Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır. Ancak bunların çok azı, Atatürk’ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki; onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.

Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim. Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da, bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerinkine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur. Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır. Galiba, onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konu ile ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi. Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.

Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine’deki bazı Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.

Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.

Sanırım bunu temelde çift karakterlilik olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H.C.Armstrong’un (Grey Wolf -Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli; inatçı bir enerjiye sahip, ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır. Bu tesbiti doğrular görünecek kanıtları toplamak hiç de zor olmayacaktır; ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını tamamıyla yanıltıcı buluyorum. Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum. Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil, yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaş**ış bir ırkın dehasına güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip, (Bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir) on beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan bir çok iyi şey yapmıştır. Gerisi ayrıntıdan ibarettir; sadece dedikoducu zihniyetin üzerinde duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği kadarını vereceği ayrıntılar.

Atatürk’ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok, bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde şimdiden önemli bir sayfa olarak yer almıştır. Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum: Bu da; Atatürk’ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi.

Atatürk’ün tüm karakterinde veya en azından mevcut şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır. İddia edilen acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır. Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan zevklere karşın, toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemi ile bağdaşmamaktadır. Zira bir iki sene içinde çokeşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur. (Kimi zaman toplum içinde de olsa) özel hayatını tanımlayan ve göz ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır. Sadece bir kaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi sağlayabilir; sanırım yok denecek kadar azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir.

Atatürk, Batı’da “yes-men” ve uzun süredir Türkiye’de “evetçi” olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları aşağılıyordu. Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu. Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü. Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için yaşıyor, onlar için düşünüp, onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa, görevlerini yerine getiremedikleri kanaatına varıyordu.

Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak. Bunun yanlış olacağı kanısındayım. Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi, ancak gerçek bir diktatör değildi. Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum. Ancak Hitler ve Mussolini’nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi. Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve tüm devlet meselelerinde onun isteklerinin hakim olduğu konusunda ısrar edebilirsiniz. Doğru, ancak daha çok o konudan sorumlu kişilerin onayının hakimiyeti şeklinde karşımıza çıkıyordu. Olayların gidişi, Atatürk’ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir. Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil. Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır. Atatürk’ten sonraki cumhurbaşkanı seçiminin sessizce hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin sakince sürmesi bir kriterse, evet başarılı olmuştur.

Atatürk’ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı; küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin bir başka parçasıydı.

Müslüman olarak doğmuş, ancak din karşıtı bir kişi olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti; işini iyi bilen, istidak sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı. Türkiye?nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet’in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı Imparatorluğu’nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur. Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.

Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti. Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı. O, Türk Milleti’ne hizmet ederken öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır. İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de tüm bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır.

Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en mütevazı hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref duyarım...

Percy Loraine
Büyükelçi


--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk Sünnet Düğününde

Atatürk bir yaz gecesi Acar motoru ile Boğaz'da gezintiye çıkmıştı. Kalınca önlerine geldiler. Yalılardan birinin bahçesi renkli elektik, krepon kağıtları ve çiçeklerle donatılmıştı. Anlaşıldığına göre orada büyük bir topluluk eğleniyordu.

Acar motorunun gürültüsünü duydular. Kadın erkek, çoluk çocuk alkışla sevgi gösterisinde bulundular. Atatürk çok duygulandı, yalıya yanaşılmasını emretti.

Bir sünnet düğünü vardı. Bir vatandaşın mutlu bir gününe katılmaktan doğan sevinç, Atatürk'ün yüzünden açıkça okunuyordu. Sünnet olan çocukların ve anne ile babanın göğüsleri sevinç ve övünçle doldu. Herkesin yüreğini bir neşe kapladı. Ortalığı bir bayram havası sardı.

Atatürk ayrılacağı sırada çocukların babasını çağırdı. Bir çek uzattı:

-Burada uğrayacağımızı bilmediğimiz için hazırlıksız geldik, dedi, yarın bankaya uğrar, sonra benim adıma çocuklara birer armağan alırsınız.

Baba çeki saygıyla aldı :

-Atam, dedi, alınacak hiçbir armağan sizin imzanızı taşıyan bu çek değerinde olamaz. İzin verin, biz bunu çocuklarımızın sonsuz bir övüncü olarak saklayalım.

Bu ince düşünüş ve tek gözlülükten son derece duygulanan Atatürk:

-Peki! Siz bu çeki saklayın; ama yarın bankaya uğrayın ve çocukları benim adıma sevindirin! diyerek ikinci bir çek verdi.

Atatürk’ten Anılar
Nafiz Edgüer


--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk'ün yemini

'Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna taahhüt ettigim vicdan yeminini tekrar edeyim: Validemin mezarı önünde ve Allah'ın huzurunda ahdü peyman ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletin elde ettigi ve tesbit ettigi hâkimiyetin muhafaza ve müdafaası için gerekirse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyecegim. Millî hâkimiyet ugrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.'

Milletin istiklâli tehlikeye girdigi vakit, millet ordularını kendi toplar ve yalnız bir hareket tarzı kabul eder. O da kurtuluş ugrunda sonuna kadar kanını dökmek!

Millî hâkimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.

Türk vatanının bir karış topra ı için bütün millet bir vücut olarak ayaga kalkar.

*
Bilelim ki, millî benligini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar.
Memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir.
Ordumuz Türk birli inin kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliginin çelikleşmiş bir ifadesidir.

Türk gençleri;
Benim Türk milletine, Türk Cumhuriyeti'ne, Türklügün istikbâline ait ödevlerim bitmemiştir. Siz, onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar edersiniz.


--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk'ün sevdiği şarkılar

Yaver, şu sevdiğim şarkıyı çal...
Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Yurt Gezilerinde Trende Dinlediği Taş
Plaklardan Seçmeler
İçindekiler :
Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti - Sen bezmimize geldiğin akş** neler olmaz
Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti - Ey gonca dehen hâr-ü elem cânıma geçti
Abdülhalik Bey Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti - Cânâ rakibi handân edersin
Hafız Yaşar Bey - Seni kim görse der-ununda muhabbet uyanır
Münir Nurettin Selçuk - Allı yemeni
Zeki Bey (Üngör) İdaresinde Riyaset-i Cumhur Orkestrası - Rast peşrevi (1 ve 2
haneler)
Melek Tokgöz - Bâde-i vuslat içilsin kâse-i fagfurdan
Vedia Rıza Hanım - Şahane gözler şahane
Koro - Dağlar dağlar viran dağlar
Koro - Köşküm var deryaya karşı
Safiye Ayla - Yine de kaynadı coştu dağların taşı
Leman Ekrem Hanım - Gözüne sürme çekmiş
Seyyan Hanım - Yıllar... Çok uzakta bir ilkbahar gecesinde sevgiyi buldum onun
sesinde
Safiye Ayla - Hala yaşıyor kalbimin en gizli yerinde
Deniz Kızı Eftalya, Sadi Hanım, Yesari Asım Ersoy - Yalova'nın şen kızını
kandıralım alalım
Müzeyyen Senar - Sahilde sabâ rüzgarı ağlarken uyan sen
Bimen Şen - Ruhumda bu seb hicr-i visalin yanıyorken
Daruttali-i Musiki Heyeti - Kaçma mecburundan ey ahûy-u vahsi ulfet et
Tamburacı Osman Pehlivan - Söğüt Zeybeği
Hafız Asır (Gülistan Hanım) - Ben melâmet hırkasını kendim giydim
Kanuni Nubar Efendi - Hicaz taksim


--------------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK'ün İtalyan Büyükelçisine Verdiği Müthiş Cevap

Birgün italyan Büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve
huzura kabul edilir. O zamanın muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında
konuşulduktan sonra, büyükelçi "Ekselans, dün Roma ile yapmış oldugum bir
görüşmede hükümetimizin Hatay'ı almak istediği kararını size iletmem
söylendi" der.
Odada buz gibi bir hava eser. Ata, büyükelçiye birşeyler daha ikram
eder ve iki dakikalığına odadan ayrılır. Döndüğünde ayağında çizmeleri,
üzerinde mareşal üniforması, belinde tabancası vardır. Doğruca masasına
gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi Çakmak'ın bağlanmasını ister ve
Çakmak'a: " Paşa, İtalyan dostlarımız Hatay'a gelmek istiyorlarmış. Hazır
mıyız" der. Fevzi Çakmak durmu anlar ve "Biz hazırız Paş**" diye
yanıtlar...Ata büyükelçiye döner ve: "Biz hazırmışız. Hükümetinize
söyleyin, isterlerse gelip Hatay'ı alabilirler" der...


--------------------------------------------------------------------------------

Satı Kadın


Ankara'da yakıcı bir yaz günü idi. Atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu halde Kızılcahamam'a giderken Kazan Köyü yakınlarında durmuş ve otomobilinden inmişti. Köyün kadını, genci, yaşlısı, ihtiyarı köylerin içinden geçen, köşede duran bu yabancı konukları görünce hep beraber koşuştular. Kimi su getirdi, kimi ayran, bunlardan biri, güğümünden aktardığı soğuk ayranı Ata'ya uzattı:

"Bir soğuk ayran içer misiniz?" dedi.

Bu çorak iklimin kavurduğu yüzünde bronzlaşmış Türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan, bir Türk anası idi. Böğrüne sıkıştırdığı kundağı biraz daha bastırdıktan sonra, sağ elindeki ayran bardağını uzattı, bekledi. Ata'sı, ayranı kana kana içmiş ve bir an durakladıktan sonra ona;

"Senin kocan kim?" diye sormuştu.

Köylü kadını, yüzü tunçlaşmış, elleri nasırlı bir Türk anası idi; Ankara'nın kendine has şivesi ile kocasının Sakarya harbinde boğazından yaralanmış bir cengaver olduğunu söyledi. Ata bir soru daha sordu :

"Ne zaman doğdun?"

"1919'da Atatürk Samsun'a çıktığı zaman doğdum."

Ata, bir an düşündü. Yıl 1934 idi. Kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lazım gelirdi. Halbuki karşısındaki kadın 25 yaşlarında görünüyordu; tekrar sordu:

"Nasıl olur?"

Evet, nasıl olurdu. Bu Satı kadın hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek:

"Evet Paş**, ondan evvel yaş**ıyordum ki!"

Bu espiri Ata'yı bir hayli düşündürdü. Ayrılırken yaverine kadının ismini ve adresini not ettirdi. Daha sonra biz, Satı kadını Büyük Millet Meclisi'ne giren ilk kadın milletvekili olarak görmekteyiz.
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU VE YAZDIĞI KİTAPLAR

OKUDUĞU KİTAPLAR


ATATÜRKÜN KİTAPLIĞINDAKİ TÜRKÇE VE OSMANLICA KİTAPLARDAN BAZILARI:


Ahmet Vefik Paşa : Lehçe-i Osmani
Mehmet Salahi : Kamus-u Osmani
Avram Galanti : Türkçede Arabi ve Latin Harfleri ve İmla Meselesi
Mehmet Ali : Tahsil-i Lisan-ı Alman
Nüzhet : Kendi Kendine Almanca
Ahmet Cevat : Türkçe sarf ve nahif
Kazım Nami : Türkçe Oku, Türkçe Yaz
Mithat Sadullah : Latin Harflerinin Türkçeye tatbiki
İbn Emin Mahmut Esat : Tarih-i Din-i İslam
Osman Bin Süleyman : Kamus
Lütfullah Ahmet : Hayat-ı Hazret-i Muhammet
Abdunnaim Bin Hasan : Ceridetül Evail ve Hamidetül Evahir
Ahmet Halit : İslam Büyükleri
Abdurrahmanil Cami : Tercüme-i Nefhatül İnsan
Mehmet Cemil : Hukuku Düvel
Katip Çelebi : Cihannuma
Feridun Bey : Feridun Bey Münşeatı
Mehmet Bin Sait : Kitabü'l Tabakatü'l-Kebir
Şemseddin Sami : Kamusu Alam (6 cilt)
Şemseddin Sami : Kamusu Okyanus
H.Z. Ülken : Aristo ****fizik
Süheyl Ünver : İbn-i Sina
Ahmet Rifat : Lügat-ı Tarihiye ve Osmaniye
M.Fuat : Amerika'da Tükler ve Gördüklerim
Rıza Tevfik : Kamus-u Felsefe
Cemal Paşa : Hatırat (1913 - 1922)
Mehmet Cemil : Sulhta ve Harpte Hukuku Düvel
Evliya Çelebi : Seyyahatname
Suphi : Tekmiletül'l-iber
Lütfi Simavi : Devr-i İnkılap
Mustafa Necip : Selimname
Osmanzade Taib : Hakikatü'l Vüzera
Ahmet Saip : Vaka-i Sultan Aziz
Ahmet Hilmi : Tarih-i İslam
Mazhar Fevzi : Hayr-i Sahil
Ziya Paşa : Endülüs Tarihi
Resulzade Mehmet Emin : Azerbaycan Cumhuriyeti
Ali Reşat : Tarih-i Osmaniye
Ali Reşat : Kurun-u Cedide Tarihi
Sebahattin : İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar
Mahmut Esat : Tarih-i Dini İslam
Ahmet Mithat : İnkılap
Ahmet Cevdet : Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa
Mustafa Efendi : Tarih-i Selanik
M. Şemsettin : İslam Tarihi
Ahmet Rasim : Osmanlı Tarihi
Necip Asım : Türk Tarihi
Mustafa Nuri Paşa : Netayic-ül Vukuat
Mehmet Zihni : Neşahir-ün Nisa
Mehmet Şemsettin : Mufassal Türk Tarihi
Ziya Gökalp : Türk Medeniyeti Tarihi

ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU YABANCI KİTAPLARDAN BİRKAÇI

M. Roux de Rochelle : Etats-Unis D'Amerique
M. Dubois de Jancigny ve M. Xavier Raymond : Inde
M. Chopin : Russie
M. G. L. Domeny de Nenzi : Oceanique
Bary de St Vinvent : Iles de l'Ocean
M. Ph. Le Bas : Etats de la Confederation Germanique
M. Van Hasselt : Belgique et Hollande
M. Louis Lacrcix : Iles de la Grece
M. Louis Lacrcix : Chili, Paraguay, Uruguay, Buenos Aires
Champollion Figeac : Egypte Ancienne
M. J. J. Marcel : Egypte depuis la conquete des Arabes
Rozet et Carette : Algerie, Etats Tripolitains, Tunisie
Lavalle ve Gueroult : Espagne
M. Ph de Golbery : Histoire et Description de la Suisse et du Tyrol
M. G. Pauthier : Chine et son Description Historique
M. Chepin ve A. Ubicini : Provinces Danubiennes et Roumanies
M. Ph. le Bas : Suede et Norvege
Ferdinand Denis : Portugal
Ferdinand Denis : Afrique
Ferdinand Deniz - M. C. Famin : Bresil, Colombie et Guyane
M. Larenaudiere ve M. Lacroix : Mexique Guatamala Perou
M. Davezat : Iles de l'Afrigue
M. A. Tardieu, M. S. Cherubini : Senegambie et Guinee
M. N. Desvergers : Nubie, Abyssinie
Lacroix Yanoski : Italie Ancienne
M. Le Chevalier Artaud : Italie Sicile
Frederic Lacroix : İles Baleres et Pithyuse
M. Friess De Colonma : Histoires des Antilles
M. Elias Rensult M. Roux De Rochelle : Villes Anseatiques
M. Ferdinand Hoeger : Chaldee Assyrie Medie Babylonie
M. Neel Desverges : Arabie
S. Munk : Palestine Description Geographique historique et areheologique
Jean Yanosky ve M. Jules David : Syrie Ancienne et Moderne
M. Dubeux : Tatarie, Beloutchistan
M. V. Valmont, M. Xavier Raymond : Boutan et Nepal
Ernest Lqvi see ve Alfred Rambaud : Histoire Generale du IV e Siecle a nos jours
(12 cilt)
Jean Jaures : Histoire Socialiste de la Revolution Française
Hilaire de Barenton : Le Mystere des pyramides

ATATÜRK'ÜN DİL DEVRİMİ SIRASINDA ÇALIŞTIĞI KİTAPLARDAN BAZILARI

H. F. Kuergic : Psychologie de Quelgues Elements des Langues Turques (1)
Vilhelm Thomson : Inscription de l'Orkhon
M. Guizot : Dictionnaire Universel des Synonymes
M. Brasseur de Bourburg : La Langue Maya
Hilaire de Barenton : L'Origine des langues des Religions et des Peuples

KENDİ YAZDIĞI KİTAPLAR

1) Medeni Bilgiler

2) Arıburun Muharebeleri Raporu

3) Atatürk'ün Hatıra Defteri

4) Mustafa Kemal Atatürk'ün Karlasbad Hatıraları

5) Zabıt ve Kumandan İle Hasbıhal

6) Cumalı Ordusu

7) Takımın Muharebe Eğitimi

8 ) Karizmatik Geometri

9) Taktik Meselenin Çözümü ve Emirlerin Yazılmasına İlişkin Öğütler

10) Bölüğün Muharebe Eğitimi

11) Taktik Tatbikat Gezileri



NUTUK

Yurdumuzun parçalanıp, işgal edildiği günlerden başlaR*****, Türk tarihinde bir dönüm noktası olan İstiklal Savaşı'nı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve inkılapların yapılışını anlatan Nutuk, siyasi ve milli tarihimizin birinci elden, değerli bir kaynak eseridir.

Atatürk'ün kendi kaleminden çıkan bu eser, yine Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan İkinci Kurultayı'nda 36,5 saat süren ve altı günde okunan tarihi bir hitabeye dayandığı için Nutuk adını almıştır.

Nutuk yalnız geçmiş devrin bir hikayesi olarak dünümüzü anlatmakla kalmayıp, yakın tarihimizden alınan ibret dolu tecrübelerle, milli varlığımızın bugününe de yarınına da ışık tutabilen bir değer taşımaktadır.

Nutuk, milleti ülkenin geleceğini belirleyecek olan milli birlik ilkesi etrafında bilinçlendirip, kenetlendirerek, milli irade ve milli hakimiyet kavramlarının harekete dönüştürülmesi yoluyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşundan Cumhuriyetin ilanına kadar uzanan başarılı bir tarihi akışın hikayesidir.

Nutuk ilk defa 1927 yılında, biri asıl metin, diğeri belgeler olmak üzere Arap harfleriyle iki cilt olarak yayınlanmıştır. Aynı yıl, tek cilt halinde lüks bir baskısı da yapılmıştır. Yazı inkılabından sonra, bu ilk metnin okunması güçleştiğinden, 1934 yılında, Milli Eğitim Bakanlığınca üç cilt olarak yeniden basılmıştır. Nutuk, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezince yeniden basılmıştır.

BÖLÜĞÜN MUHAREBE EĞİTİMİ

"Bölük Muharebe Eğitimi" olarak yayınlanan eser, meskun yerlerde muharebe, savunma ve taarruz konularını kapsamaktadır. Meskun yerlerin sınırlayıcı durumlarının muharebeye etkisi, savunma mevziinin seçimi, savunma mevziinin hazırlanması, ateş sahalarının temizlenmesi, ateş taksimi, ateş tutmayan ölü bölgelerin kapatılması ve mevziin işgali gibi savunmanın esasını oluşturan konular işlenmiştir. Ayrıca taarruzda birliğin aldığı tertip ve düzen, ilerleme, ateş üstünlüğü, ihtiyatların kullanılması gibi taarruz harekatında her zaman karşılaşılacak konular ele alınmıştır.

Genç Kurmay Önyüzbaşı Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından, Almanca aslından tercüme edilen ve bağlı olduğu ordunun eğitimine katkısı olan bu eserden yeni nesillerin de faydalanabilmeleri için bugünkü Türkçe'ye çevrilmiştir.

CUMALI ORDUGAHI

Cumalı Ordugahı; Makedonya bölgesinde, Köprülü - İştip yolu üzerinde bulunmaktadır. Bu ordugahta, 3. Süvari Tümen Komutanı Tuğgeneral Suphi Paşa'nın komutası altında kurulan bir süvari tugayına eğitim ve manevra yaptırılmıştır. Bu manevraya katılan Mustafa Kemal, "Cumalı Ordugahı" adlı eserini yazmış; süvari, bölük, alay, tugay eğitim ve manevralarını anlatmıştır.

Mustafa Kemal bir kurmay subay olarak teorik bilgilere önem vermekte, ancak askeri tatbikat ve manevralardan sadece katılanların yararlanmasını yeterli görmemektedir. Bu yüzden, 10 gün süren bu tatbikat sırasında tututuğu gözlem notlarını, hazırlanan meseleleri ve komutanların yaptıkları eleştirileri yazmış, bol kroki ile küçük bir broşür haline dönüştürmüştür. 12 Eylül 1909'da tamamladığı bu eseri, Selanik'te 1909 yılında matbaa harfleriyle basılmıştır. Eser; 39 sayfa metin ve 7 adet krokiden oluşmaktadır.

TAKIMIN MUHAREBE EĞİTİMİ

Bu kitap; Berlin Askeri Üniversitesi eski müdürlerinden General Litzmann'ın "Seferber Mevcudunda Takım, Bölük ve Taburun Muharebe Talimleri" adlı eserinin ilk bölümünü oluşturmakta olup, Selanik'te 3.Ordu Karargahı'nda görevli, Kurmay Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından Almanca'dan Osmanlıca diline çevrilmiş ve 1908 yılında Selanik Asır Matbaasında basılmıştır.

Kitabın özü; seferi tam mevcutlu bir takımın, değişik hava şartları ve çeşitli arazide, basit bir mesele içinde muharebe yöntemlerinin uygulaması, avcı hattı teşkiliyle bir avcı hattının ateş muharebesi üzerinde toplanmaktadır.

Mustafa Kemal Paşa, subayların arazide yetiştirilmesini amaçlayan tatbikatın, önemini vurgulayan bu eserini, 1911 yılında 5. Kolordu Harekat Şube Müdürü iken yazmıştır. Bu eserde, karşılıklı olarak kırmızı ve mavi muharebe birliklerinin Selanik-Kılkış arasında yaptıkları savunma ve taarruz uygulamalarının değerlendirilmesi yapılmıştır.

TAKTİK VE TATBİKAT GEZİSİ

Bu eserinde, bir muharebeyi sevk ve idarede belirli kuralların olamadığını vurgulaması yanında, komutan olan kişinin nitelikleri üzerinde de durmuştur. Bunlar ise; birliğini barışta ve savaşta eğitmek, yönetmek ve gözetmekteki üstün başarı, elindeki kuvvetin eksikliğini giderecek düşünce gücü ve astlarından her konuda üstünlüğü sağlamaktır. Bunun yanında, kişisel cesaret, başkalarının hareketini önceden seziş ve harekatını en uygun zamanda yapabilme yeteneği olmalıdır. Ortak amacın gerçekleştirilebilmesi için birliklerini başarılı bir şekilde yönetmeli, astları üzerinde etkili olmalı ve otoritesini kurabilmelidir.

Bu eserde ayrıca bir komutanın başarılı olabilmesi için bu kuralları sadece okumuş ve öğremiş olmanın yeterli olamadığı, bunların tatbikatının da önemi belirtilmiştir

GEOMETRİ

Atatürk bu kitabı ölümünden birbuçuk yıl önce III. Türk Dil Kurultayından hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında Dolmabahçe Sarayında kendi eliyle yazmıştır. Atatürk Arapça ve Farsça terimlerle dolu ders kitaplarının öğrenciler açısından öğrenimi geciktireceğini düşünmüştü.

SUBAY VE KOMUTAN İLE KONUŞMALAR

"Subay ve Komutan ile Konuşmalar" Atatürkün askerliğe ilişkin eserlerinin en önemlilerinden birisidir. Bu eser, Atatürk, 1914 yılında Kurmay Yarbay rütbesiyle Sofya askeri Ataşesi olarak bulunduğu sırada, Nuri conker'in "Zabit ve Kumandan (Subay ve Komutan)" adlı kitabına karşılık olarak yazılmıştır.

Genç subayın, içinde bulunduğu ordudaki aksaklıkları, hataları nasıl sezdiğini; bunlara karşı tepkisiz kalma***** üst makamlara hatalar ve çözüm yollarını nasıl sunduğunu; ülkenin içinde bulunduğu askeri ve siyasal durumdan duyduğu acıları kitabın birinci bölümünde bulmaktayız.

Atatürk, bir subayın taşıması gereken özveri, ölümü göze alma, emri altındakileri sevk ve idare edebilme, taarruz ruhu, insiyatif özellikleri hakkında, Nuri Conker'in görüşlerine katılmış ve kendi düşüncelerini de çeşitli örneklerle destekleyerek açıklamıştır.

Bunların yanı sıra, Türk kadınının, aslında toplumu yaratmada çok etkili olabilecekken, suskunluğu seçtiğini bütün açıklığıyla ortaya koymaktan kendini alamamıştır. Türk ulusu hakkında ise "kuşkusuz bizim ulusumuzun karakteri de bütün karakterler gibi yükselmeye ve istenen şekle girmeye elverişlidir. Fakat kendi kendisine olmak koşuluyla..."dedikten sonra, dışardan ulusumuzun karakterine yapılmak istenen etkilerin amacına ulaşamayacağını vurgulamıştır.

Subaylarda ve erlerdeki inisiyatif özelliğine eserinde geniş bir bölüm ayıran Atatürk, kendi dönemindeki ile daha önceki dönemlerde Osmanlı ordusunu kıyaslamıştır. Özellikle Trablusgarp Savaşı'nda edindiği deneyimler ile kendiliğinden hareket ve iş görme özelliğinin, olması gereken sınırını göstermiştir.

Atatürk, eserin son bölümünde, Kuzey Afrika'da birlikte çarpıştığı korkusuz ve yiğit silah arkadaşlarını anmış ve onları "yüksek askerlik niteliklerine" sahip insanlar olarak tanımlamıştır. Bu davranışı O'nun diğer bütün üstünlüklerinin yanı sıra insancıl yönünede tanıklık eder.



--------------------------------------------------------------------------------

Atamızın Sofra Kültürü



O'nun yemek kültürünü iki açıdan ele almak olanaklıdır.

I. O'nun Sofrası.
II. Yediği ve sevdiği yemekler.

I. Atatürk'ün Sofrası :

Tarihin ilk çağlarından bu yana devlet başkanlarının çeşitli mesleklerden kişilerle sofrada oturup tartışma geleneği yarattığını biliriz. Eski Yunan'da ünlü filozof Eflatun, öğrencileriyle tarihe "Diyaloglar" diye geçen tartışmalarını "Akademia" da yapardı. Burası, Atina'da bir felsefe okulu durumuna getirdiği evinin bahçesi idi. Eflatun'da tıpkı hocası Sokrates gibi burada öğrencileriyle günün sorunlarını aklın ve bilimin ışığında tartışırdı. Böylece gerçeklere, iyiye, güzele, doğruya varmanın yolları aranırdı. İşte Atatürk'ün sofrası da bu nitelikte bir sofra idi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir yazısında şöyle der: �Atatürk'ün sofrasından hepimizin ruhunda ve dimağında nice derin, tatlı ve ibret verici anılar, yaşama ve insanlığa dair, nice değerli dersler kalmıştır. �Atatürk'ün sofradaki sözleri, felsefesi, yol göstericiliği, fıkraları, vecizeleri gerçekten bir hazine idi. Bu sofrada esen hava sevgi, vefa ve arkadaşlıktı. Burada ilim, sanat, kültür, nesnel görüşler, gerçeklikler, idealler yer alırdı. Ülke sorunları, geleceği, çözüm biçimleri aranırdı. Gönül sohbet ister, kahve bahane şiirinde olduğu gibi, M.Kemal için de amaç, tartışmalardı, iyiyi doğruyu bulmaktı. Akıla yol açmaktı. Sofra ve içki ise bir araçtı. Gece yemekleri bazen müzikli oluyor, çeşitli sanatçılar konser veriyordu. Karatahta, tebeşir, silgi ve kütüphaneden gelen kitaplar, sofranın bir parçası idi.

II. Beslenme Alışkanlıkları ve Sevdiği Yemekler :

Atatürk, boğazına düşkün, çok yiyen bir insan değildi. Kendisi bir konuşmasında ziyafetlerde çok yemek yenmesini tasarrufa aykırı bulduğunu ve sağlığa zararlı olduğunu söylemiştir.

Sabah kahvaltısında; çay, kahve içiyor, fazla bir şey yemiyordu. Soğuk ayranla, bir dilim ekmek yerdi. Bazen bir kâse yoğurt yer, sonra sütlü kahve içerdi.

Öğle yemeği: Bir iki dilim ekmek yerdi. Etsiz kuru fasulye, pilav çok sevdiği yemekti. Kuru fasulyeye, �yağlı fasulye� derdi. Ayran ve limonata içiyordu. İki dilim ekmeği ayrana batırarak yiyordu. Yoğurt da ayrıca yiyordu. �Kuru fasulyeye okulda alıştım� demiştir. Kışla yemeği, askerî yemek sayılmıştır kuru fasulye. İkindi üzeri ekmeksiz bir bardak ayran içerdi.Sofradan genellikle doymuş olarak değil, aç kalkarmış.

Akş** yemeği: Akş** yemeğinin ayrı bir önemi var. Konuklarıyla birlikte yiyordu. Devlet görevi akş** yemeklerinde devam ediyordu. Omlet seviyormuş, özellikle gece geç saatlerde acıkınca peynirli omlet yermiş. Sahanda yumurta da severmiş. Etli taze bamya de sevdiği yemeklerden. Karnıyarık da severmiş. Onu pilav karıştırarak yermiş. Haşlanmış kuşkonmaz da sevdiği bir yemek. Enginarı hiç yememiş. İstediği halde hiç yiyememiş. Hastayken enginar yemek istemiş. Hatay'dan ısmarlamışlar. Fakat kendisi komaya girmiş ve yiyememiş. Ara sıra fava denilen zeytinyağlı, limonlu bakla ezmesinden istediği olurdu. Tatlılarla arası pek iyi değilmiş. Ama gül reçeli severmiş. Kahveyi orta şekerli içermiş. 10-15 fincan içermiş. Hergün 40-50 sigara içermiş. Meyvelerden kavun seviyormuş. Kavrulmuş, tuzlu leblebi, fıstık da sevdiği yiyeceklerden. Soğan, sarımsak, pastırma gibi kokulu yiyecekleri sevmiyormuş. İçkilerden rakı ve bira içiyordu. Sofrasında çeşit bol değilmiş. Köşkte hazırlanan yemekleri yiyordu. Sarhoşluktan hiç hoşlanmadığı söylenmektedir.

Çocukluğunda annesinin yaptığı Selanik'in ıspanaklı böreğini çok severmiş. Seyahatlerinde gittiği yerlerde kendisine ikram edilen yörenin yemeklerini zevkle yermiş. Ama bunlar O'nun sürekli yediği yiyecekler değildi. Kırşehir'de çorba, hindili pirinç pilavı, su böreği, karışık turşu ve meyve ikramları ile karşılaşmıştır. Kırşehir'in su böreğini çok beğenmiş. Kaman'da sahanda yumurta, yoğurt, balbaşı, pekmez ve meyve yemiş. Kızarmış tavuk, bulgur pilavı da orada ikram edilen yemekler arasındadır. Kaman'da ikram edilen yoğurt ve pekmez karışımı bir tatlı olan balbaşı pekmez dürüm yada sokum biçiminde yufka ekmekle yenir ki Atatürk bu yiyeceği de sevmiş. Adana'da severek yediği yemekler şunlardı: Bamya dolması, patlıcan hünkâr beğendi, güveç, sini köftesi, domatesli pirinç pilavı, hanım göbeği tatlısı. Tarsus'ta baklava yemiş ve ayran içmiş. Ayrıca çok miktarda marul yemiş. Siroza yakalanıp halsiz düştüğü günlerde tatlı yemesi gerektiğinde Yanya tatlısı ve irmik helvası çok hoşuna gitmişti. Konya'da kendisine sedirler saç böreği ve Höşmerim denen kaymaklı tatlı ikram edilmiş ve Atatürk bu özel yiyeceklerden memnun kalmıştı. Özellikle belediye başkanının evinde hanımı bu yemekleri O'na ikram etmiştir. Sonuç; Atatürk'ün yemek ve kültür konusundaki yaş**ını günümüz açısından değerlendirecek olursak şu hususlara değinebiliriz:

Sofrada uzun süre oturmak geleneğini Atatürk'te görmekteyiz. Bugün çağdaş ülkelerde insanlar, sofralarda uzun zaman oturmaktadırlar. Tartışırlar, eğlenirler, iş hallederler. Atatürk de öyle yapmıştır. Sofrayı O, ülke sorunlarını çözümlemede bir araç olarak kullanmıştır. O'da bir Türk insanı olarak geleneksel Türk yemeklerini sevmekte idi. Kuru fasulye ve pilav örneğinde olduğu gibi. Bugün hepimiz bu yemeği severiz. Askerde de çok pişirilir bu millî yemek. Bazı kimseler askerde bu yemeği çok yedikleri için askerlik dönüşünde artık yemezler. Bıkmışlardır çünkü. Demek ki Atatürk bıkmamış. Yemekleri fazla yememekle bu günkü çağdaş anlayışı sürdürmüştür. Sağlıklı beslenmenin koşullarından olan az yemek, Atatürk'ün de beslenme politikası olmuştur. Onun sofrasında bol çeşit olmaması da bu hususu kanıtlar. Geleneksel Türk içkisi olarak O'da rakıyı seviyor ve leblebi, kavun gibi mezeler yiyor. Bunlar da O'nun geleneksel yanlarından birisini oluşturuyor. Beslenmesinde Türk zevkinin egemen olduğunu görüyoruz. Türk mutfağının yemekleri, mezeleri, tatlıları, içecekleri ve meyveleriyle besleniyordu. Avrupa mutfağının yiyecekleriyle beslenmemiştir.

O'nun döneminde devlet görevlilerinin sofralarında et yemeği hemen hemen yoktu. Kebaplar, yağlı ağır yemekler yemiyordu. Bazen tavuk yada hindi yeniyordu. Anadolu'da halk eti Kurban Bayramında görebiliyordu. Ülke yoksul durumda idi. Halkının et yemediğini Atatürk çok iyi biliyordu. Kendi sofrasında da bazen etli yemek oluyordu. O'nun ülkenin bu yoksul durumunu göze aldığını ve bu nedenle de et yemediği söylenebilir. Yemek sofrasında ve sevdiği yemeklerde daha çok sebze ağırlıklı yemekler dikkati çekiyor. Yemeklerdeki gelenekselliği sürdürmesi, O'nun geleneksel Türk kültüründen kopmayışının bir kanıtıdır. Fakat O, her konuda çağdaşlaşmayı amaç edinmişti. Ama bunu yaparken çağdaşlık ve geleneksellik sentezi içinde, ulusal kimliğin korunarak çağdaşlığın gerçekleştirilmesini istemesi, O'nun çağdaş bir devlet adamı oluşunun en güzel göstergesidir.
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
GAZİYE PEYNİR GETİREN TEYZESİ.. Zahide Engin Uçar yeniden hatırlattı..


Gazi Çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlıbir kadına rasladık. Atatürk attan inerek bu ihiyar kadının yanına sokuldu. Merhaba nine Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle; Merhaba dedi. Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp, neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi? Paşa gülümsedi. Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı.
Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın
köylerindenim bey, otun güç
bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar
bana
bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.
Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
Gazi Paş**ızı görmem için. Başını pek
ağrıttım da....Benim iki
oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan
kurtaran kişiyi bir kez
görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum.
Rüyalarıma girdi Gazi Paşa.
Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı
Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan
belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.
Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var
mı? Kadını birden yüzü sertleşti.
Tövbe de bey tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki...O bizim
vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin
mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun
sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur
dölünün köpeği
olmaktan
onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa
yüzünü görmek, ona sağol
paş**! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de
Gazi Paşayı bulacağım
yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı
her halinden belliydi.
Bana dönerek,
Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim
insanımızdır...Benim köylüm,
benim vefalı Türk anamdır bu. Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum
Anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen,
seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte
karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere
fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu.İkisi de
ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi
sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini.
Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir
paket çıkarttı.
Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e
uzattı;
Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana
hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp
peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi.
Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi;

"Bu Anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne ***ürün.Giderken
de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun."

(Mustafa Kemal Nasıl "Atatürk" Oldu-Mustafa Bilge Işıktürk-s.34)


--------------------------------------------------------------------------------


İngiltere Kralı 5. Edward: "Mustafa Kemal Bir Milyon Askere Bedeldir."

"Yıl 1936, İngiltere Kralı VIII. Edward, Atatürk'ü ziyarete gelir. 4 Eylül 1936 günü Atatürk misafirinin şerefine bir yemek verir. Dolmabahçe Sarayı'nın salonunda yenen yemek sırasında İngiltere Kralı, Atatürk'e sorar:

-Türkiye bir savaş anında ne kadar asker çıkarabilir Ekselans?

Mustafa Kemal'in cevabı şudur:

-Bu düşmana ve savaşa göre değişir. İcabında kadınlı erkekli bütün Türkler askerdir. Fakat talim görmüş bir milyon...

Kral biraz düşündü:

-Demek bir savaş çıktığında derhal iki milyonluk bir kuvvete sahiptirler.

Atatürk düzeltir.

-Hayır ... Umumiyetle yetişmiş asker, nüfusun yüzde yedi- sekizi hesaplanır.

Kral hayranlıkla Mustafa Kemal'e bakar, gülümseyerek başını sallar.

-Ben doğru hesap yaptım, Ekselans. Bir milyon ordunuz, BİR MİLYON DA ŞAHSEN SİZ... Toplamı benim dediğimdir."


--------------------------------------------------------------------------------

SAKAL ÜZERİNE

Atatürk Amasya ziyaretinde.. Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;

- Kimdir bu?

Vali cevap verir;

- Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.

Atatürk Şıh'ı yanina çağırır ve;

- Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyunaltı hızasını gösterir.

Şıh;

- Emrin olur Paş** diyerek yerine çekilir.

Aradan zaman geçer, bir akş** Atatürk Amasya'daki Şıh ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra yaverini çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister.

Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya doğru yola çıkmıştır diye ...

Şıh gelir, Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kiyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadasları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;

- Aman Paş**, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?

Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;

- Dün akş** Amasya Valiligi'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim der.

Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır;

- İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla....



--------------------------------------------------------------------------------

Behçet Kemal Çağlar, Atatürk: Denizden Damlalar

Atatürk'ün Ankara’ya ayak basışının yıldönümü halkevinde ilk defa kutlanıyordu. Ankaralıların gönülden kopan kadirşinaslığı ile gündüzden beri heyecan içinde olan Atatürk efelerin oyunundan sonra yanına gelmelerini istedi. Efeleri yakınına konmuş iki sandalyeye oturmağa davet etti.

- Şimdi size soframdakileri tanıtayım. Bu büyük bir alimdir, tarih yazar ve okutur. Bu büyük bir yazıcıdır, olanı ve olacağı dile getirir.

Sofradakilerin hepsi için mahsus iltifat ve mübalağa dolu vasıflar buluyor, keskin, kesin, özlü methiyeler sıralıyordu. Sıra seymenlere geldi onlara döndü ve masadakilere tanıttı:

- Bunlar da, bu dünyanın en kahraman milletinin en yiğit insanlarından. Bana gelince, eğer bundan daha iyi tarihimizi bilmesem, bundan daha iyi dertlerimizi dile getiremeseydim, bundan daha iyi asker, bundan daha iyi hatip ve sizden biraz daha yiğit olmasam başınız olmazdım!

Biran başını önüne eğdi, biran yüzünde koyu bir pembelik dolaştı gülümseyerek seymenin birine hitap etti:

- Bırak şunu bunu; ne Mustafa Kemal, ne reisicumhur... İkimizde Türk, ikimizde efe... Sen beni bilmiyorsun , ben seni... Dağda karşılaştık; benden korkar mısın, korkmaz mısın?

- Sayende düşmandan korkmadık ki, senden korkalım.

Cevap Atatürk'ün hoşuna gitmemişti : düşmandan tabii korkmayacaksın, düşman bir başka, Türk değil ki korkasın gel bakalım, tam efe misin?

Başını dizine doğru çekti, gel bana desteklik et bakalım, dedi. Ve onun boynuna namlusunu dayadı; duvarın bir yerine nişan almağa başladı kurşun boynunun tüylerini yalayarak geçen seymende hiçbir kımıldama yoktu, oradakiler seymenin korkudan bayıldığını sanıyordu, kurşunlar bitmişti.

Seymen doğruldu, yüzünde ne bir pembelik, ne bir sarılık vardı, hiç titremeyen, belki biran gürleyen ve gülen bir sesle;

- Kurşunlar bitti mi, paş**? diye sordu :

Bu yüzdeki huzuru bir anlık bakışla sezen Atatürk seymenin ata kurşunu insana zarar vermez inancı ile öyle dimdik ve sakin kalabildiğini anlamıştı. Birden tabancayı yere attı, gözlerinden iri yaşlar damlıyordu. Hıçkırıklı bir sesle dedi ki:

- Demin söylediklerim yalandı, yanlıştı. Ben her şey değilim, ben hiçim. Ben hiç olurdum, eğer bu millet bana böyle inanmasaydı. Bu millet kılı kıpırdamadan benim uğruma canını vermeye hazır olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım.


--------------------------------------------------------------------------------

İĞNECİYAN VE ATATÜRK

Mustafa Kemal’in dostları arasında İğneciyan adında bir de Ermeni vatandaş vardı. Zengin bir kişidir. Sık sık Mustafa Kemal’i Şişli’deki evinde ziyaret etmekte ve kendisine birçok yardımlarda bulunmaktadır.
Mustafa Kemal Anadolu’ya geçtikten sonra bir Ermeni örgütü ile ilgisi olduğu iddiasıyla İğneciyan’ı tutuklayıp Malta’ya sürüyorlar. Tüm servetine el konuluyor.
İğneciyan Malta’dan döndükten sonra üzerinde bir elbisesinden başka hiçbir şeyi olmayan fakir bir kişi durumundadır. Bir de kızı vardır. Yedikule’de bir gecekonduya sığınmışlardır.
Atatürk zaferi kazanmış, devlet başkanı olmuştur. Devrimler için geceli gündüzlü çalışmaktadır.
Atatürk 1927’de ilk kez İstanbul’a gelmiştir. Bu İğneciyan için iyi bir fırsattır. Hem dostunu görmek, hem de uğradığı haksızlığı anlatmak için doğruca Dolmabahçe Sarayı’na gider. İlgili memura başvurur:


- Ben, Gazi hazretlerini görmek istiyorum.
- Sen kimsin?
- Ben İğneciyan... Gazi’nin eski bir dostuyum, arkadaşıyım.
Memur, İğneciyan’ı baştan aşağı süzer. Kılık kıyafeti pek güven verici değildir. Bir bahane uydurarak atlatır. Birkaç kez daha başvurur, fakat sonuç alamaz.
Bir gün de kızını alıp birlikte saraya giderler. O gün sarayın önünde olağanüstü bir hal vardır. Motor sesleri, sağa sola koşturan insanlar. Bu, Gazi’nin bir geziye çıkacağına işarettir.
Polisler ve muhafızlar oradan uzaklaşması için İğneciyan’a işaret ederler. O sırada Gazi de Saray’dan çıkmıştır. Etrafındaki insan çemberi arasında otomobiline doğru ilerlemektedir.
O anda İğneciyan’ın kızı fırlayarak insan çemberini yarıp Gazi’nin karşısına sokulur. Gazi sorar:
- Kim bu kız?
Kız cevap verir:
- Ben İğneciyan’ın kızıyım.
- Nerede baban?
- Dışarıda bekliyor, sokmuyorlar...
Gazi hemen emir verir. İğneciyan’ı huzuruna alırlar. İki dost özlem içinde kucaklaşırlar. İğneciyan başından geçenleri anlatır. Gazi’nin gözleri dolu dolu olur. Emir verir. Gerekli soruşturma yapılır. İğneciyan’ın haklı olduğu anlaşılır ve alınan malları geri verilir.
Yıl 1938... Kasım’ın 12’si... Atatürk’ün acı kaybına dayanamayan İğneciyan üzüntüsünden ölür.

KAYNAK:Falih Rıfkı'nın Çankaya adlı eseri


--------------------------------------------------------------------------------

Ahmet Taner Kışlanın Kaleminden'

KEMALİZM NEDİR?

Kemalizm, tıpkı liberalizm ve sosyalizm gibi, bir devrim ideolojisi olarak doğmuştur. Ama, liberalizm ve sosyalizmden farklı olarak, geri kalmış bir ülkedeki devrim koşullarının gereksinimlerini yansıtmaktadır. Bu nedenle de, Kemalizmi iyi değerlendirebilmek için, geri kalmış ülke devrimlerinin gelişmiş ülke devrimlerinden farkını anlamak gerekir.
Fransız Devrimi, evrim sürecinde önlerde yer alan bir toplumda rastlanabilen devrimlerin en ünlü örneğini oluşturur. Koşullar ve toplumdaki güç dengesi değişmiş, ama eski koşullara göre oluşan ve eski güç dengesini yansıtan toplumsal ve özellikle de siyasal kurumlar değişmemekte direnmiş, toplumsal - ekonomik gelişmeyi zorlaştırmaya başlamıştır. Kentsoylular ( burjuvazi ) yeni bir toplumsal sınıf olarak doğmuş, güçlenmiş, ama güçleri ölçüsünde siyasal rejimde etkili olamamışlardır. Bir anlamda toplumun altyapısı değişmiş, ama üstyapı bu değişikliğe uymamıştır. Burada sözkonusu olan, eski kurumları yeni koşullara, yani üstyapıyı altyapıya uydurmaktır; değişen koşullarla, koşulların yarattığı gereksinmeleri karşılaması gereken kurumlar arasındaki çelişkileri gidermektir.

Evrim sürecinde geride kalmış toplumlarda görülen devrimler ise, belirli tarihsel koşullardan yararlanarak, bu toplumların evrimini hızlandırmak, bazı evreleri atlatmak amacını taşır. Birinci grup ülkelerdeki devrimciler, koşulların gereğini yerine getirmek ve gereksinimlerin doğurduğu devrimci ideolojiyi izlemekle yetinmek durumundadırlar. Toplumun henüz ulaşamadığı bir aşamaya göre kurumlar oluşturmak, böylece gelişmiş ülkelerle aralarındaki açığı bir ölçüde olsun kapatmak zorundadırlar. Kendilerinden çok önce o aşamaya ulaşmış olan toplumların deneyimlerinden ders alabilmek olanağına sahiptirler. Ama o devrimin doğal taşıyıcısı, itici gücü olan toplumsal sınıfın bulunmaması nedeniyle de işleri çok daha zordur. Ancak eski düzenin savunucusu güçlerin - tarihsel nedenlerle - zayıflamış oldukları bir andan yararlanarak iktidarı ele geçirebilirler. Temel devrimci gücün yokluğunu ya da zayıflığını ise, ideolojiye büyük ağırlık vererek ve o ideoloji etrafında iyi örgütlenmiş "bilinçli" bir çekirdek güç oluşturarak telafi etmeye çalışırlar.

Toplumlardaki güçler dengesinin değişmesine karşın, eski güçler dengesinde ağır basan güçlerin çıkarlarına ve dünya görüşlerine göre biçimlenmiş olan kurumların değişmemekte direnmesi, devrimin nesnel ( objektif ) koşullarını oluşturur. Varolan bu düzeni eleştiren ve yeni bir düzenin ilkelerini içeren ideoloji ise, devrimin öznel ( subjektif ) koşulu sayılabilir. Devrimi, bilinçsiz bir ayaklanmadan, kızgınlık birikimlerinin kırıp - dökmeye dönüşmesinden ayıran ana özellik, sahip olunan "devrimci bilinç", yani "bilinç" ögesidir.

Evrim sonucu doğan devrimlerde, ideoloji evrime koşut olarak doğar, devrimci eylem içinde gelişir. Böyle bir devrimde ideolojinin ağırlığı, nesnel koşulların, çok gerisinde kalır. Oysa geri kalmış ülkelerde nesnel koşullar yeterinde oluşmamış olduğu için, ideolojinin önemi artar. İdeoloji, devrimi olanaklı kılan ortamdaki, somut koşullardaki eksikliği giderme, boşluğu doldurma işlevini üstlenir. Burada ideoloji, yine devrimci eylem içinde bazı değişikliklere uğramakla birlikte, devrim öncesinde hazır olarak vardır ve çoğunlukla da, ana çizgileriyle gelişmiş ülkelerden aktarılmıştır. Amaç zaten o ülkelerin düzeyine daha hızlı bir biçimde ulaşmak olduğu için, bunu doğal karşılamak gerekir. Devrimci ideoloji, devrimin öncüsü güçlerin toplumsal özelliklerine göre bazı değişimler geçirmekle birlikte, ana doğrultuda aynı kalır.

Her devrim belirli toplumsal güçlere dayanarak gerçekleşir. O güçlerin yeterince gelişmediği ortamlarda ise, devrimci ideolojinin kendisi, yaratığı bilinç ve kitlesel etkisiyle devrimci bir güç oluşturabilir. Bir ayaklanmanın, bir hükümet darbesinin, bir bağımsızlık savaşının, tarihi hızlandırmak amacındaki bir devrime dönüşmesinde, devrimci ideolojinin etkisi büyüktür. Ama ideolojinin devrimdeki ağırlığının artması ölçüsünde, o ideolojinin dogmatikleşmesi olasılığı da artar. Çünkü söz konusu ideoloji, bir anlamda, varolması istenilen, ama henüz varolmayan koşulların ürünüdür.

Mustafa Kemal, tıpkı Lenin gibi, Birinci Dünya Savaşı'nın ülkesindeki eski düzenin temsilcilerini maddi ve manevi açıdan yıpratmasından yararlanarak, evrimin henüz zorunlu kılmadığı yeni bir toplumsal - siyasal düzeni yaratacak süreçleri harekete geçirmiştir. Lenin, Rusya ordusunun perişan olması sayesinde, küçük ama iyi örgütlü ve bilinçli bir güce dayanarak siyasal iktidarı ele geçirirken; Mustafa Kemal, ülkesini düşman işgalinden kurtarmanın kendisine kazandırdığı olağanüstü etkiyi kullanarak devrimi gerçekleştirmiştir. Lenin'in Rusya'nın koşullarına uydurmaya çalıştığı marksist ideoloji - yukarıda değindiğimiz nedenden dolayı - dogmalaşırken; Mustafa Kemal, liberealizm ve sosyalizmden yararlanarak Türkiye'nin koşullarına göre oluşturmaya çalıştığı devrimci ideolojinin dogmalaşma olasılığını önlemeye çalışmıştır. İdeolojik kalıplaşmanın hızlı bir değişim süreciyle bağdaşmayacağını vurgulayarak, bir anlamda "sürekli devrimcilik" anlayışının öncülüğünü yapmıştır. Bazılarının ileri sürdüğünün tersine, kemalizmin ideolojisi vardır, ama "öğreti"si ( doktrini ) yoktur.

Kemalizm'in önünde iki aşamalı bir amaç vardı: Bağımsızlık ve çağdaşlaşma. Bu ereklere ulaşmak için, ideolojinin çerçevesini oluşturan ulusçuluk, cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri Fransız Devrimi ve dolayısıyla liberalizmden; devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkeleri de sosyalizmden esinlendi.


--------------------------------------------------------------------------------

KEMALİZM: MİLLİYETÇİ SOL

Milliyetçilik ve sol ideolojik olarak Fransız Devrimi’ne dayandırılır.Aslında Fransız Devrimi milliyetçilik ve solun ideolojik olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.. Ancak milliyetçiliğin ve solun tarihini Fransız Devrimi ile sınırlamak sosyolojik bir hatadır.. Türk Milleti’nin tarihsel analizini yapacak olursak en çok dikkatimizi çeken bu iki unsurdur: Milliyetçilik Ve Sol.

Tarihsel yazıtlarda bulunan ‘Türk Budunu’ sözcüğü Türk Milletini tarif etmiştir.Ve Türk Milleti düşmanlarına karşı milliyetçilik çerçevesinde bağımsızlık mücadelesi ve savaşlar vermiştir. Ayrıca Türk Tarihi milliyetçi olduğu kadar da toplumcudur. Kamu ekonomisi hakimdir. Türk Tarihindeki isyanlara bakacak olursanız; yine bu iki öğenin (milliyetçilik ve sol) bütünleşmesini görürsünüz. Örneğin: Kürşad İhtilali, Şeyh Bedrettin Ayaklanması.

Milliyetçilik ve solun bir arada tutulmamasının tek sebebi klasik Marksist görüş ve egemen Batılı düşünme hastalığıdır. Bu anlayışa göre milliyetçilik kapitalizmin ve burjuvazinin omuzlarında yükselen bir akım iken; gerçekte doğu toplumları için bu böyle değildir..Bilakis, doğu toplumları için milliyetçilik sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesinin sonucu ortaya çıkmış bir fikir akımıdır.. Dolayısıyla ezilen ulusların bağımsızlık mücadelesi ulusal karakterlidir. İşte Türk Devrimi de; sadece marksizmden ibaret sanılan sola, alternatif olarak doğan akılcı, bilimsel ve pozitivist bir milliyetçi sol harekettir. Dolayısıyla Kemalizm ekonomik, sosyal, kültürel ve de siyasal olarak solun tek gerçek temsilcisidir. Sermayenin küresel saldırılarına karşı sınıf mücadelesinin yerini ulusal mücadeleler almıştır. Ulusal(Milli) mücadeleler de ancak milliyetçilik temelinde ortaya çıkmıştır. Zaten Türk toplumlarında (kötü yönetilen Osmanlı hariç) hiçbir zaman kölelik ve ağalık sistemi olmadığı için bir sınıf mücadelesi yaşanmamıştır. Dolayısıyla Marksizm en azından biz Türkler için pek bir şey ifade etmemektedir..

Emperyalist toplumlar için milliyetçilik gerçekten kapitalizmle iç içe geçmiş bir anlayışken; mazlum milletler için özellikle Türk Milleti için sol ile bütünleşmiştir..Herkes kabul eder ki, solun en karakteristik özellikleri antiemperyalizm, devletçilik ve halkçılıktır. Bu da Kemalist devrimin ve Türk Milliyetçiliğinin özünü oluşturmaktadır.. Solun enternasyonal anlamına gelince; sol milliyetçilik, kapitalist ve faşist yapıda olmadığı için insancıl ve barışçıl niteliktedir..Kemalizmin yüce davası sadece Türk Ulusu için değil tüm ezilen milletler için çok büyük bir anlam ifade etmektedir..Dolayısıyla ezilen ulusların siyasi ittifakına sol milliyetçilik anlayışı karşı değildir. Atatürk’ün tabiriyle :‘Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.’

Esasen sol milliyetçiliğin doktirinel olarak doğuşu Kemalist devrim ve Kemalizm’e rastgelir.Atatürk bunu şu şekilde ifade etmiştir : "Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye kendisiyle beraber olan şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir." Toplumculuğun ve milliyetçiliğin iç içe geçmiş olduğu mazlum ve madur kahraman Türk Halkı emperyalizme karşı ilk ulusal kurtuluş savaşını vermiş ve arasız devrimlerle milliyetçi sol yapısını güçlendirmeyi hedeflemiştir. Kemalist Devrim sadece Batı sömürgeciliğini değil aynı zaman doğu gericiliğini de yıkmıştır..

Milliyetçilik anlayışı üzerinde yükselen bu devrim bütün mazlum uluslara örnek teşkil etmiştir. Öyle ki; bu devrimin izleri Cezayir’de, Küba’da, Tunus’ta, Hindistan’da, Vietnam’da, Afrika’da, Türkistan’da Mısır’da ,Afganistan’da kendini göstermiştir.

Türk Milliyetçiliğinin yani Kemalist milliyetçiliğin; Batı Milliyetçiliğinden farklarından birisi de Sınıf Bilinci taraftarı olmamasıdır. Halkı sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış kitle olarak tanımlar. Atatürk Ulusçuluğu; dini, mezhebi, soyu ne olursa olsun, kendini Türk bilen herkesi, Türk ulusundan sayar. Kemalist Milliyetçilik sosyal devlet yanlısıdır. Ütopik sosyalizmi reddetmesine karşın, kamu ekonomisi yanlısı yani halkçı bir görünümdedir. Kemalist Milliyetçilik sosyal adalet çerçevesinde antiemperyalist, laik, devletçi; Türklük şuurunu birleştirici sayan bir düşünce sistemidir. Kemalist Milliyetçilik Osmanlı’nın ümmetçi ve federal sistemine karşı Türklük bilinci ve sol değerler taşıyan Türk Milliyetçiliği bayrağını yükseltir..

Bu gün zoraki birbirine düşman gösterilen sol ve milliyetçilik artık olması gerektiği gibi bir arada tutulmalı ve Kemalizm yorumlanırken bu değerler çerçevesinde olaya bakılmalıdır. Egemen muhafazakar sahte milliyetçi anlayışa karşı laik, devrimci, antiemperyalist, devletçi, sol milliyetçilik tezleri savunulmalı, marksizm kalıntısı milliyetçilik düşmanı anlayışlara karşı da bilimsel , tarihsel ve sosyolojik gerçeklerin ereği olarak milliyetçi olmayan bir solun ancak emperyalistlerin hizmetindeki bir hezeyan olduğu anlatılmalı ve Dünya’ya Batı gözüyle bakma sakatlığından kurtularak, olduğumuz yerden bakma cesaretini ve bilgeliğini göstermeliyiz. Ayrıca milliyetçiliği sadece ulusalcılık olarak algılamak da yanlıştır. Bizim önerdiğimiz Türk Milliyetçiliği (Atatürk Milliyetçiliği); Kurtuluş Savaşı ve onu takip eden Cumhuriyet devriminin yani genel anlamda Kemalist devrimin yarattığı özgün sol bir ulusçuluktur ki; Atatürk ilkelerinde de yerini almıştır. Ve bizce bu anlayıştan hiçbir şekilde taviz verilmemelidir.

Türk Ulusunun kurtuluşunu ve refahını başka yerde aramaya gerek yok. Tek yol milliyetçi uyanış. Tek yol halkçılık, devletçilik, sosyal adalet. Tek yol antiemperyalizm yani Tek yol bütün bunları bünyesinde barındıran büyük deha ATATÜRK’ün çağlar üstü ideolojisi kemalizmdir..
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Türklerin Babası

Uyku uyuyamadığı için gece yarısı yalnız dostlarını değil, yabancıları bile görmeye gider, yataklarından kaldırırdı. Bir akş** sofrada zengin bir işadamının, onun herkesten uzak durmasını padişahın haline benzettiğini söylediler: İkisinin de yüzünü kimse görmezdi. Bu söz, Atatürk'ün gücüne gitmişti. Sık sık: "Gerçekten böyle mi dedi?" diye sorup duruyordu. En sonunda, sabahın üçüne doğru sofradan kalktı. "Gelin", dedi, "gidip kendisine soralım". Önceden haber vermeden adamın evine daldı. Yanındakiler epey telaşlanmışlardı. Ama Atatürk'ün, adamı kucaklayıp öptüğünü görünce rahat nefes aldılar. Atatürk arkadan adamın çocuklarını da yataktan kaldırıp getirdi, onları da öptü, çevresinde herkese kendini sevdirdiği ve ona her zaman bağlı kalacak bir taraftar kazandı.

Atatürk yaşlandıkça çocukları daha çok sevmeye, çevresinde toplamaktan hoşlanmaya başlamıştı. Bir oğlu olmadığına hiç üzülmüyordu. Bir gün büyük adamların çocuklarının çoğunlukla dejenere olduklarını söylemişti. Atatürk, üstelik babadan oğula kalacak bir iktidar düşüncesine karşı olduğu için, oğlu olmasını siyasi bakımdan sakıncalı görürdü. Ama başkalarının çocuklarıyla ilgilenir, oynar ve onlara Rumeli türküleri söylerdi. Bir gün İzmit'te bir okul gösterisinde, küçük bir oğlan çocuk, Atatürk'e hayran hayran baktıktan sonra birdenbire kucağına atılıp onu öpmeye başladı. Arkadan, öteki çocuklar da öğretmenlerinin elinden kaçıp, Atatürk'ü öpücük yağmuruna tuttular. Atatürk, yanındaki yetişkinlere döndü: "Görüyorsunuz ya", dedi "bu çocuklarla ben aynı kuşaktanız." (Lord KINROSS, ATATÜRK)
Ankara'yı Neden Başkent Yaptım

Sıcak bir günün akş**ında yanında bazı ileri gelenlerle köşkünün bahçesinde dolaşıyordu. Ben de o sıralarda eski köşkün tavan dekorlarıyla meşguldüm. Tozlu ve sisli bir akş** Ankara'nın üzerine çökmüştü. Yer yer tozlu hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu. Bize:

- Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu.
Tabii herkes müspet cevap verdi. Arkasından:

- Neden?

Suali gelince, kimi stratejiden, kimi siyasetten bahsetti. Hatta birimiz:
- Kayalık güzeldir.
Gibi bir estetik kuram da ortaya attı. Atatürk:
- Şimdi dalkavukluğu bırakın, diye, münakaşayı kapattı. Ankara'nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni iknaya yetmez. Ben Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. Türk'ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar, asfaltlarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz. O kadar yakında olacak. (Münir Hayri Egeli'den Anıtlar, Oktay VEREL, Vatan Sana Minnettardır).


Gazi Pazar Yerinde
"Sakarya Savaşı'ndan sonra idi. Ilık bir güz sabahı, Akşehir'in pazar yeri karınca yuvası gibi kaynıyor. Bin ağızdan bin ses. Bir aralık, ortalıktaki uğultu perde perde sönmeye başlıyor, pazar yerini bir tapınak sessizliği kaplıyor. Yalnız, kulaktan kulağa bir fısıltı:

- Gazi gelmiş, Gazi!

Bütün gözler mutlu bakışlarla aynı yönde dönüyor. Gazi, o ölçülü, güzel yürüyüşle yavaş yavaş ilerlemekte, ara sıra sergilerin önünde durup ilgilenmekte. Belli, alışverişe çıkmış; ama O, başka bir şey değil, yalnız gönül alıyor. Böylece gönül alıyor. Böylece gönül ala ala satıcı kadınların kesimine geliyor.

- Nasılsınız bacılar?

- Sağol Paş**, duacıyız.

Kadınlar Paşalarını özlem dolu gözlerle kana kana seyrederken kendilerini tutamıyorlar:

- Güzel Paş**!

- Yiğit Paş**!

- Yiğitlerin yiğidi Paş**!

Paşa utangaç; bu sevgi haykırışlarını durdurmak için birine soruyor:

- Erin var mı bacım?

- Var Paş**, cephede.

- Ya senin?

- Kanı helal olsun, benimki Çanakkale'de kaldı.

Gazi daha soracak, soracak ama bu yüreği yanıklardan alacağı yanıtların çoğunu şimdiden oranlıyor; Çanakkale'sinden sonra Kafkas'ı, Kanal'ı, Galiçya'sı, İnönü'sü, Sakarya'sı hep sıralanacak, hem de hiç kırgınlık taşımayan, hiçbir şey istemeyen, beklemeyen seslerle.
Paşa, gözleri buğulanmış, bir an düşünüyor ve hemen, bu kez evecen adımlarla, geldiği yana yöneliyor, bir kuyumcunun sergisi önünde durduktan sonra elinde bir avuç yüzükle dönüyor.

O gün pazardan köye dönen bacıların parmakları, Gazinin armağan ettiği yüzüklerle süslü, yürekleri yaşantılarının en büyük övüncü ile dolu idi."
(Mehmet Ali Ağakay'dan Anılar)


--------------------------------------------------------------------------------


--------------------------------------------------------------------------------

Atatürkçülüğe içtenlikle inanmadıkları halde, Atatürk’e açık açık karşı çıkma gücünü kendilerinde göremeyenler, “O’nun da kendilerinin savunduğu görüşten yana olduğu” iddiasıyla O’nun fikir ve düşüncelerini saptırmaya kalkışırlar. Öz olarak O’nun düşüncelerini benimsemediklerinden, doğrudan karşı çıkmak yerine takiyyeleri ceplerinde hazırdır. İşi, “O’da bizdendi” demeye kadar vardırdıklarını da görürüz. Bütün bu sağa-sola çekme girişimlerine karşı, Atatürk’ün bize vermek istediği gerçek mesajları çok iyi anlayıp, ayırt edebilmemiz gerek. İşte size somut bir örnek.
Türkiyenin yedinci Cumhurbaşkanı olarak Kenan Evren 12 Eylülden iki ay sonra, Atatürk’ün ölümünün 42. yılında anıtkabirdeki deftere aynen şunları yazar.”Aziz Atatürk, bükülmez bileklerimizde kuvvet, gözlerimizde ışıksın.Aydın (!) dimağlarımızda ilkelerin, kalplerimizde sınırsız sevgin ve inancın var.Ne sağında, ne solundayız. Yarattığın her yaştan 45 milyon kahraman ve asil Türk Ulusu, acı kaybının 42. yılında da yasınla başlarımız eğik, bizlere verdiğin azim ve gururla yolunda, ardında dimdik yürüyecek, koşacağız. Sana ve idealine mutlaka ulaşacağız.” (10.11.1980)
Atatürk’ün günümüzde yapılan bir çok heykelleri, ya da portreleri nasıl kendisine benzemiyorsa, fikirleri hakkında başkaları tarafından yapılan bazı yorumlarda aslına benzetilmek için adeta zorlama yapılmaktadır. Atatürk’ün görüş ve düşüncesini yorumlayanlar, çoğu kez, O’nu kendi görüş aynasına bakarak yorumlamaktan çekinmemektedirler.

Tarih, giderek sosyolojinin laboratuarı olmaya yüz tutmuştur. Bildiğiniz gibi ulusal bağımsızlık ve devrim tarihimiz üç aşamadan oluşmaktadır. Birincisi “kurtuluş”, ikincisi “kuruluş”, üçüncüsü de bugün halen devam etmekte olan “ kalkınma” dönemleri. İşin burada en ilginç yanı bu üç tipik aşamaya, Atatürk; üç ayrı işlev ile, üç ayrı lider kimliğiyle karşımıza çıkıyor : Başkomutan, Cumhurbaşkanı ve Başöğretmen. Üçünü de tek tek nasıl başardığını burada anlatmaya gerek yok.

Atatürk’ün kişiliğinin, karizmatik yapısını kuran temel öğelerden biri de, onun ileriyi gören önsezi gücü ve insancıl-evrensel yaklaşımıdır. Henüz 1907 yılında Selanik’de Bulgaristanlı Türkolog İ. Manalof’a (saltanat ve hilafetin kaldırılarak demokrasinin kurulmasından, kılık kıyafet ve harf reformlarına kadar) yapmayı düşündüğü bütün devrimleri sıralaması; daha 1923 yılında “Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, ufuktan bütün mazlum şark milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum. Sömürgecilik ve Emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerine milletlerin arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir işbirliği çağı hakim olacaktır” sözleriyle ortaya koyduğu önsezisi, bu üstün niteliklerin bir kanıtıdır.

Birinci Dünya Savaşı sonunda, dünyanın en köklü dört imparatorluğu birlikte teker teker çöktü. Bunlar; Avusturya-Macaristan imparatorluğunda Habsburg hanedanı, Almanya’da Hohenzollern hanedanı, Rusya’da Romanof hanedanı ile Ortadoğu- Balkanlarda Osmanlı hanedanlarıdır. Burada uzun bir tarih dersi verecek değiliz. Sadece Türkiye’de oluşan boşluk, Mustafa Kemal tarafından kurtuluş ve kuruluş olarak doldurulmuştur.

1918 yılında silahlarından arındırılmış bir ordunun içinden Mustafa Kemal, seçkin kişiliği ile Anadolu’ya ordu müfettişi olarak gelip, 19 Mayısta Samsun’a çıktıktan sonra Anadolu’yu dolaşıp toplumsal sinerjiyi yoklayıp, temaslar kurarak orta ve uzun vadeli çeşitli planlar kurmaktadır. İstanbul’daki işgal kuvvetleri kendisinden kuşkuya düştüklerinde İstanbul’a çağırırlar. Artık sonun başlangıcı yoluna tüm rütbelerini sıyırıp atarak başını koymuştur. Kendi deyimi ile “sine-i millete bir ferd-i mücahit” dir.

Bu kararını izleyen dönem içerisinde Mustafa Kemal, “Asi bir general” konumundan, Kuvay-i Milliyeci bir “örgüt lideri” konumuna geçebilme özelliğini şüphesiz tarih de imbiğinden geçirmiştir. Eylemi bireysellikten kurumsallığa, yani tüm ulusun ortak mücadele edeceği bir platforma taşımıştır. Erzurum kongresinden sonra geldiği Sivas’ta, kongrenin yapılacağı Lise binasının derslik duvarında duran, üzerinde “Padişahım çok yaşa” yazılı halıyı çekip çıkartarak tahta sandalyesine yayar ve üzerine oturur. Bu davranış karşısında “çıt” çıkmaz. Heyet-i temsiliye seçimi yapılır ve bağımsızlık programını saptarlar. Türkiye Devletini ilk Sovyetler Birliği, peşinden Fransa tanımıştır. Ankara’da ilk toplanan 380 meclis üyelerinin toplumsal statüsü mesleklere göre şöyledir.

Bürokrat-Emekli 115
Din adamı 61
Asker 51
Çiftçi 46
Tüccar-Esnaf 37
Hukukçu 29
Doktor 15
Aşiret reisi-Ağa 10
Tarikat şeyhi 8
Gazeteci 6
Mühendis 2



Bana göre; üzerinde durulması gereken en önemli bir konu, Latin alfabesine cesur bir kararla geçilmesidir. Ciltler dolusu kültürel mirastan, eskilerin deyimiyle “Hazine-i evrak”, nüfus, tapu, mahkeme vb gibi resmi devlet kayıtlarından ve belgelerinden, yeni kuşakların bir anda ilişkisini kestiğinde,” Kul-ümmetlik” yerini yurttaşlığa bırakmış oldu. Burada manevi kızı Prof.Dr. Afet İNAN’ın bir anısını aktaracağım.

“Atatürk Çankaya’da oturduğu bağ evinde, (Şimdiki Çankaya Köşkü) onarım ve değişiklikler yaptırırken, üst kattaki bir odayı da kitaplığa çevirtiyor ve bu amaçla kitaplar aldırtıyordu. İstanbul’dan her gelişinde şair Yahya Kemal Beyatlı da kitaplar getirirdi. Atatürk bu kitaplara baktığında, “Yahya bey, kitaplar çok güzel ama ne yazık ki Arap harfleriyle” diyor ve ekliyordu.

- Bu harfleri halkımıza okutup öğretmek çok güç, iyisi mi bazı yenilikler yaparak Latin
harflerin kabul etmeliyiz… dediğinde, Yahya Kemal Beyatlı hemen tepki vererek;

- Paşa hazretleri, yakın geçmişimize ait tüm eserler ve kültür hazinemiz Arap harfleriyle
yazılmıştır. Bu bizim yüz yıl geriden gitmemizi sağlar, dediğinde Atatürk;

- Bak Yahya ! Ben sana sadece harf değişimi hususundaki fikrini sordum,
iyerek kesip atar.

1928 yılının Kasım ayında millet mektepleri açılmış, bunu düzenleyen yönetmelik de “O”na haklı vefasını göstererek “Başöğretmen” unvanını vermiştir. İşte size Başkomutanlıktan, Başöğretmenliğe geçişin karizmatik bir kronolojisi. Daha sonra Atatürk, Köy Enstitülerinin ve Halk evlerinin kurulması emrini vermiş ve bu iki aydınlanma meşalesi Köy Enstitüleri ile Halk evleri, bağnazlık ve yobazlığın karşısında hep çağdaşlığın kaleleri olmuşlardır. Aydınlığın ışığından rahatsız olan mütegalibe, ağa ve şeyh ile kasaba işbirlikçileri “O”nun ölümünden kısa bir süre sonra bu kuruluşların kuyusunu kazdılar.

Biz 1924 yılı başlarına dönelim. 1916 yılında kurulan “Mecelle Komisyonu” her hukuk kuralının kaynağının kesinlikle şeraitte aranması yüzünden bir sonuç alamamıştır. Kurtuluş savaşı kazanılıp milli bir hükümet kurulduktan sonra “Kişi hukuku”, “Borçlar hukuku” ve “Medeni hukuk” komisyonlarında çalışanlar, şeriat hukuku ve mecelle alışkanlıklarından sıyrılarak günün ihtiyaçlarına göre bir türlü yasa yapamıyorlardı.


Mahmut Esat Bozkurt bu durumu “içler acısı” olarak niteliyor ve medeni kanunun bölümleri için,

- Birinci hüküm Alman kanunlarından, öbürü Hanbeli mezhebinden,
beriki Fransız kanunundan, diğeri Şafii’den Hanefi’den… Bir başkası İsviçre’den
Diğer kanunlar da böyle… Kanun maddeleri arasındaki uyum hak getire.”



Ben Atatürk’ün bir iki yaş** kesitindeki yazılanları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yepyeni bir Türkiye kurulmuş, bir yandan savaşın yaraları sarılmaya çalışırken, peş peşe yeni devrimler geliyor, dilin sadeleştirilmesi ile, yabancı sözcüklerin Türkçe’den arındırılmasına çalışılırken Ezanın Türkçe okunması üzerinde duruluyordu. Ezandaki tüm Arapça sözcükler ayıklanmış ancak, “Felâh”ın karşılığı tam olarak bulunamamıştı. Felâhın karşılığı kurtuluş anlamına geldiğinden “Haydi kurtuluşa” denilse bu çok garip bir telaffuz oluşturacaktı. İstanbul’un bir semti olan Kurtuluş akıllara gelir miydi?

Son çare olarak, Ulema sınıfı Atatürk’ün fikrine başvurdu. İleri sürülen tüm fikirleri dinledikten sonra Atatürk “Felâh”a bir karşılık bulamamış olacak ki:

- Bu da Felâh kalsın… diyerek sonucu belirlemiş olur.

Yine yazılanlardan okuduğum çok bilinen anılardan biri;

Dr. Reşit Galip Atatürk’ün bilgisine güven duyduğu arkadaşıdır. Bir gün Dolmabahçe sarayında olağan bir akş** rakı sofrasında Reşit Galip ayağa kalkıp alkolden cilalanmış kafasıyla, dönemin Milli Eğitim Bakanı Esat hocayı kastederek;

- Yaşlı insanlara vekillik yaptırmamalı, memlekete yarar yerine zarar veriyorlar, der.

Atatürk Esat beyin mükemmel Maarif Vekilliği yaptığını söyler. Reşit Galip hayır anlamında başını sallayarak,

- Çok iyi olabilir ama ben ihtiyar olduğunda ısrar ediyorum, o adam vekillik yapamıyor. Bunun üzerine Atatürk ;

- Yahu nasıl olur? Bu adam beni de okutmuştur. Derin bilgisi malumumuzdur.
Nasıl vekil olmaz ?

Diyerek Kaşlarını çatar. Hatta Reşit Galip ileri giderek hükümet üyeleri aleyhinde ileri geri epeyi konuşur. Belli ki Atatürk tarifsiz şekilde kızmıştır. Duygularını sofrada belli etmeden Reşit Galip’e,

- Lütfen sofrayı terk ediniz !

- Burası sizin değil milletin sofrasıdır. Gerçi biz saraydayız ama hocanız
Hace-i Sultani (bilgelerin başkanı) değildir.
Cumhuriyette konuşmak serbest değil midir ?...
Diye başlayınca Atatürk yavaşça yerinden kalkar,
kucağındaki peçeteyi masaya bırakarak:

- Öyleyse müsaade ederseniz ben terk edeyim diyerek, sofrayı ve salonu terk eder.

Ertesi gün Reşit Galip Atatürk’e ve İstanbul’a küserek Ankara’ya gider. Bu gidişinde cebinde beş parası olmadığından Genel Sekreter Tevfik beyden tren parasını borç alır. Bir ay sonra Reşit Galip’in Ankara Türkocağı salonunda verdiği bir konferansı radyodan dinleyen Atatürk,

- Kendisini affettirdi… diyerek Ankara’ya 15 gün sonra gittiğinde akş** rakı sofrasına
çağırtır. Hiçbir şey olmamış gibi davranır ve ertesi gün radyo ajans haberlerinde,
Reşit Galip’in Milli Eğitim Bakanı olduğunu duyurur.

Mustafa Kemal, devrim yolculuğunda kendisi ile birlik olduğuna şüphe etmediği arkadaşlarının her türlü nazını yüksünmeden çekmiştir.



Kurtuluş savaşı sonrası oluşturulan ilk meclisin sosyolojik açıdan tahlili için, mesleklere göre sayılarını yukarıda vermiştim. Bunların içerisinde Ziya Hurşit’den, Hüseyin Avni’ye, Şükrü Kaya’dan Cavit beye kadar Atatürk’ün muhalifleri vardır. Avrupa Birliğinin kapısında beklediğimiz şu günlerde, ülkemizde sık sık telaffuz edilen “Müzareke basını” kavramının karşılığında o günlerde dış güçlerce beslenen bir de “Mütareke basını” vardı. Bunun en önemli kişilerinden birisi de Ali Kemal isimli (Kara Kemal veya Artin Kemal diye de söylenirdi. Daha sonra İzmit’te halk tarafından linç edildi.) gazeteci acımasız yazılarıyla sıkı bir muhalifti.

Atatürk işte bu olumsuz muhalefetten, yapmak istediklerini yapamamaktan dolayı çok etkilendiğini NUTUK’da genişçe anlatır. Günlerce ilk mecliste uzun uzun ve bol tartışmalarla geçen boş günler, en önemlisi Atatürk’e alenen karşı çıkarak onun cumhurbaşkanlığını kabul etmemek için direnen muhalefet, savaştan yeni çıkmış bir ülkede hiçbir şey yapılamamaktadır. Ülke tam bir kaos içerisinde. Atatürk buna çok içerler. İşte tam bu şartların içinde, yaptığı ve çok iyi bilinen bir Meclis konuşması vardır. Gerisini tarihi belgeden okuyalım. Aşağıdaki bölümü Falih Rıfkı ATAY’ın “Çankaya” adlı kitabından aynen aktarıyorum.



“Henüz olmayan şartları boşuna zorlayanlardan değildi. Fakat fırsat, aynı ayın sonlarına doğru kendiliğinden eline (Atatürk’ün) geçti. İtilaf devletleri bizi barış konferansına çağırırken, İstanbul hükümetine de davetiye göndermişlerdi.

Saltanat kaldırılmadıkça ve milletin kendi kaderine yalnız kendinin hakim olduğu dünyaya anlatılmadıkça, bu karışıklıktan kurtulmak ihtimali yoktu. “Osmanlı İmparatorluğunun son bulduğunu” ve “Yeni Türk Devletinin doğduğunu” ilan etmek lazımdı. Saltanatı kaldırma teklifi Meclise geldi. İki kişi açıkça muhalefette bulunarak padişahlığı savundular. Bunlardan biri, sonradan Mustafa Kemal’i öldürmek istediği için İzmir’de idam olunan Lâzistan milletvekili Ziya Hurşit’tir.

Teklif “Teşkilât-ı Esasiye, Adliye ve Şer’iye Encümenlerinden teşekkül” bir karma komisyona verilmişti. Hemen medrese yandaşları başkaldırdı. Saltanat hilafetten ayrılabilir mi, ayrılamaz mı idi ? Mecliste doğrudan doğruya renklerini ve oylarını belli etmiyenler, işi bir teoriler çıkmazı içine saplamak istiyorlardı. Mustafa Kemal’in Meclise karşı ikinci açık diktası bu encümende olmuştur.

Dinleyiciler arasında idi. Önündeki sıranın üzerine çıkarak yüksek sesle haykırdı :

- Efendiler; hakimiyet ve saltanat hiç kimseye, hiç kimse tarafından “ilim icabıdır” diye müzakere yoluyla verilmez. Hakimiyet ve saltanat kuvvetle ve zorla alınır. Türk milleti bu hakimiyeti kendi eline almıştır. Şimdi bu millete “saltanatı bırakacak mısın” diye sorulmaz. Mesele gayet emr-i vakidir ve behemehal olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi böyle tabii görürse, muvafık olur. Yoksa hakikat gene usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.

Karma komisyon üyeleri bu “izahat ile tenevvür ettiklerini” (açıklamalardan yeterince tatmin olduklarını) söyleyerek işi kısa kestiler.”

Ben bu yazımla Mustafa Kemal’in, nasıl “Asi bir general” konumundan, Kuvay-i Milliyeci bir “örgüt lideri” konumuna geçebilme sürecindeki kişiliğini anlatmak istedim.

En çok şu günlerde esenlik, barış ve kardeşliğe ihtiyacımız var. Bunun sağlanılması için dileğimiz odur’ki bir daha “Artık Atatürk’ler gelmesin.”


Yararlanılan Kaynaklar :

1. Falih Rıfkı ATAY (ÇANKAYA Mustafa Kemal’in Çankaya’sı)

2. Turhan GÜRKAN Atatürk’ün uşağının gizli defteri ( Fer yayınları 1971)

3. Prof.Dr. Safa ERKÜN Sezildikçe yücelen Atatürk (İstanbul 1966)

4. Ajlan UÇAK Artık Atatürkler gelmesin. Tiglat Matbaacılık 20.9.1998 önsözlü kitap.

5. Mahmut Esat Bozkurt (Türk medeni kanunu nasıl hazırlandı )

6. Prof.Dr. Afet İnan Atatürk hakkındaki hatıralar, belgeler ( Ankara 1959)

7. Atatürk’ün söylev ve demeçleri (İstanbul 1945 Türk İnkilap tarihi Ens. Yayını)

8. Lord KINROSS Atatürk-Bir milletin yeniden doğuşu ( İstanbul 1973)
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Atatürk'ün Sözleri...

● Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir.

● Türk Milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azim ile yeni bir devlet kurmuştur bu devletin dayandığı esaslar "Tam Bağımsızlık" ve "Kayıtsız Şartsız Milli Egemenlik"ten ibarettir. Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu Milli Egemenliktir. Milletin Kayıtsız Şartsız Egemenliğidir...

● Bütün ümidim gençliktedir.

● Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyet'i biz kurduk, O'nu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz.

● Ne mutlu Türküm diyene !

● Öğretmenler! Cumhuriyet sizden düşünceleri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.

● Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak!

● “...bu ulusa ve ülkeye hizmet görevi bitmeyecektir.”

● Biz büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa ***ürdük.

● Devrimin amacını kavramış olanlar sürekli olarak onu koruma gücüne sahip olacaklardır.

● Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır.

● Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı... Gerçek zaferi siz kazanacak ve devam edeceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız.

● Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneği kazanmamıştır.

● Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.

● Herkes ulusal görevini ve sorumluluğunu bilmeli, memleket meseleleri üzerinde o düşünceyle, düşünüp çalışmayı görev edinmelidir.

● Tarihi yaşadığımız gibi yazdık, fakat geleceği cumhuriyete inananlara, onu koruyanlara ve yaşatacaklara emanet etmek lazımdır.

● Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerdeki cephenin suskunluğudur.

● Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemiştir, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de, sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz.

● İstiklal, istikbal, hürriyet, her şey adaletle kaimdir!

● Kendiniz için değil, bağlı bulunduğunuz ulus için elbirliği ile çalışınız. Çalışmaların en yükseği budur.

● "Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaş**ına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir."

● Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.

● Öğretmenler! Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Yeni nesli bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.

● Öğretmen, yıllar sonra ödülünü alır.

● Öğretmen bir kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir.

● Söz konusu olan vatansa, gerisi teferruat.

● Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her mahlûk için tabii bir halettir, fakat insanda yorgunluğu yenebilecek mânevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.

● Öyle istiyorum ki, Türk Dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar.

● Okul, genç beyinlere insanlığa saygıyı, millet ve ülkeye sevgiyi, bağımsızlık onurunu öğretir.

● Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir.

● Müsbet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir.

● Türk ****** ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.

● Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar.

● Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.

● Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.

● Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.

● Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.

● Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.

● Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.

● Yurtta sulh, cihanda sulh.

● Türk milletinin istidatı ve kati kararı medeniyet yolunda durmadan, yılmadan ilerlemektir.

● Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir.

● Yeni kuşak, en büyük cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır.

● Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.

● Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.

● Bir millet eğitim ordusuna sahip olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak eğitim ordusuyla mümkündür.

● Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

● Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır.

● Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz.

● Türk Milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektir.

● Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.

● Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır.

● Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.

● Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.

● Biz dünya medeniyeti ailesi içinde bulunuyoruz. Medeniyetin bütün icaplarını tatbik edeceğiz.

● Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır.

● Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.

● Milletimiz her güçlük ve zorluk karşısında, durmadan ilerlemekte ve yükselmektedir. Büyük Türk Milletinin bu yoldaki hızını, her vasıtayla arttırmaya çalışmak, bizim hepimizin en kutlu vazifemizdir.

● İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?

● Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.

● Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.

● Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa.

● Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.

● Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derecede istifade etmek zorunludur.

● Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük bir amacı elde etmek için belli başlı bir vasıtadır.

● Zafer, bir fikrin istihsâline (elde edilmesine) hizmeti nispetinde kıymet (değer) ifade eder. Bir fikrin istihsâline dayanmayan bir zafer pâyidar olamaz (yaşayamaz). O, boş bir gayrettir.

● Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem (dünya) doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına bir zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.

● Türkiye'nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve layık olan köylüdür. Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin iktisadi siyaseti bu aslî gayeye erişmek maksadını güder.

● Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.

● Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.

● Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerleyişin ve kurtuluşun anası hürriyettir.

● Tarih bir milletin kanını, varlığını hiçbir zaman inkar edemez

● Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunamaz.

● Millete efendilik yoktur. Hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.

● Basın milletin müşterek sesidir. Başlıbaşına bir kuvvet, bir okul, bir öncüdür.

● Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman tam bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması gerekir.

● Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.

● Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.

● Memleket mutlaka modern medeni ve yeni olacaktır. Bizim için bu hayat davasıdır.

● Yeni Türkiye Devleti temellerini süngüyle değil, süngünün de dayandığı ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye Devleti bir ekonomi devleti olacaktır.

● Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.

● Devrim yasası, eldeki yasaların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki akımı boğmadıkça, başladığımız devrim ve yenilik bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır.

● Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir.

● Toplumdaki başarısızlığın sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ihmal ve kusurdan doğmaktadır.
● Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı; Onların oğlu oldu. Bir gün o doğa ******, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu... Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

● Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için, en hakiki mürşit bilimdir, fendir.

● Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı. Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum.

● Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.
● Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. 1927

● Bombasırtı olayı (14 Mayıs 1915) çok önemli ve Dünya savaş tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir olaydır. Karşılıklı siperler arası 8 metre , yani ölüm kesin. Birinci siperdekilerin hepsi kurtulmamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerlerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğuk kanlılıkla biliyormusunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir cekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur' an-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenlerse Kelime-i şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebriğe değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale savaşlarını kazandıran bu yüksek ruhtur.

● Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, seçtiği dinin icaplarını yapmak ve yapmamak hak ve hürriyetlerine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. 1925

● Tüketici yaşamak iyi değildir. Üretici olalım. 1925

● Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün mana ve biçimiyle uygar bir toplum haline değiştirmektir.

--------------------------------------------------------------------------------

Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.


--------------------------------------------------------------------------------

Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır.
--------------------------------------------------------------------------------

Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz.
--------------------------------------------------------------------------------

Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz.


--------------------------------------------------------------------------------

Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.
--------------------------------------------------------------------------------

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!
--------------------------------------------------------------------------------

Bu millete çok şey öğretebildim ama onlara uşak olmayı bir türlü öğretemedim.
--------------------------------------------------------------------------------

Süngülerle, silahlarla ve kanla kazandığımız askeri zaferlerden sonra, kültür, bilim, fen ve ekonomi alanlarında da zaferler kazanmaya devam edeceğiz.


--------------------------------------------------------------------------------

Zafer, "Zafer benimdir" diyebilenindir. Başarı ise, "Başaracağım" diye başlayarak sonunda "Başardım" diyebilenindir.
--------------------------------------------------------------------------------

Egemenlik verilmez, alınır.
--------------------------------------------------------------------------------

Türk Milleti bağımsız yaş**ış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.
--------------------------------------------------------------------------------

Milletimiz davranışlarında ve gayretlerinde sarsılmaz bir bütünlük gösterdiği için başarılı olmuştur.


--------------------------------------------------------------------------------

Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.

--------------------------------------------------------------------------------

Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.
--------------------------------------------------------------------------------

Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.


--------------------------------------------------------------------------------

Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.

--------------------------------------------------------------------------------

"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni
alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."


--------------------------------------------------------------------------------

"Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır."


--------------------------------------------------------------------------------

"Türk’ün haysiyeti, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür."


--------------------------------------------------------------------------------

"Öğretmenler; Cumhuriyetin fedakar öğretmen ve eğitimcileri, yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir... Sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır."


--------------------------------------------------------------------------------

"Türk milleti güzel her şeyi her medeni şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder. Fakat muhakkaktır ki, her şeyin üstünde taktir ettiği bir şey varsa o da kahramanlıktır."


--------------------------------------------------------------------------------

"Bizim milletimiz, vatanı için, hürriyeti ve egemenliği için fedakar bir halktır."


--------------------------------------------------------------------------------

"Türk esirlik kabul etmeyen bir millettir."


--------------------------------------------------------------------------------

"Bizim başka milletlerden hiç bir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, Yüksek amaçlar uğrunda ölmesini biliriz."


--------------------------------------------------------------------------------

"Büyük şeyleri büyük milletler yapar."


--------------------------------------------------------------------------------

"Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların yaptığı siyasi ve sosyal inkılapların gerçek sahibi kendisidir. Milletimizde bu kabiliyet ve tekamül var olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet ve kudret yeterli olamazdı."


--------------------------------------------------------------------------------

"Bu millet kılı kıpırdamadan dava uğruna canını vermeye razı olmasaydı ben hiç bir şey yapamazdım."


--------------------------------------------------------------------------------

"Giriştiğimiz büyük işlerde, milletimizin yüksek kabiliyet ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız olmuştur."


--------------------------------------------------------------------------------

"Türk kuvvet ve zekasının yenmediği ve yenemeyeceği güçlük yoktur."


--------------------------------------------------------------------------------

"Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir."


--------------------------------------------------------------------------------

"Gerektiğinde vatan için bir tek fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet elbette büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millettir."


--------------------------------------------------------------------------------

"Bir milletin başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, ayni esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim."


--------------------------------------------------------------------------------

"Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir."


--------------------------------------------------------------------------------

"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Atatürk'e gavur diyenlere ithaf olunur

“Türk milleti daha dindar olmalıdır... Dinime bizzat gerçeğe
nasıl inanıyorsam, öyle inanıyorum.”
Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk'ün din anlayışı ve din konusunda izlediği politika, onyıllardır bazı çarpık yorumların ve yanlış anlamaların hedefi olmuş bir konudur. Kendi materyalist felsefelerini Atatürk'e mal ederek meşrulaştırma çabası içine giren bir kısım din aleyhtarı marksist çevreler, Büyük Önder'in laiklik ilkesini "din aleyhtarlığı" gibi yorumlamaya çalışmışlardır ve halen de bu çabayı sürdürmektedirler. Oysa tarihsel gerçekleri, Atatürk'ün dine bakışını ve uyguladığı din politikasını incelediğimizde, çok daha farklı bir tablo ile karşılaşırız: Atatürk, hem son derece samimi bir dindardır, hem de Türk milletini ayakta tutan değerlerin başında gördüğü dinin toplum tarafından anlaşılması ve doğru uygulanması için büyük bir çaba göstermiştir.
Atatürk'ün Dindarlığı
Atatürk, Allah'a ve İslam'a inanan samimi bir dindardır. Pek çok sözünde ve tavrında bunu görebilmek mümkündür. Büyük Önder, birçok konuşmasında, samimi ve içten bir şekilde Allah'tan, İslam'dan ve Kuran'dan saygı ve bağlılıkla bahsetmiştir. Hz. Peygamberimizi övmüş ve Türk milletine, gerçek dine sarılmayı ve daha dindar olmayı tavsiye etmiştir.

Atatürk, 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir'deki Paşa Camii'nde verdiği hutbede kendisini dinleyenlere İslam'ın yüceliğini şöyle açıklamıştır:

"Ey millet, Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, S.93)

Büyük Önder, 1926 yılında ise Ali Rıza Ünal isimli yakınına, Hz. Muhammed hakkında şunları söylemiştir: "O Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Herkesin adı silinir fakat O sonsuza kadar ölümsüzdür." (Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, sf.135)

Benzeri şekilde, Atatürk, Türk milletinin dindar olması ve dini değerlerini muhafaza etmesi gereğini “Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor” sözleriyle teşvik etmiştir. ( Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 3, S. 30 )

Aşağıdaki sözler de ona aittir:

"Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, sf. 66)

"Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, sf.4)

"Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 1, sf. 225)

Atatürk'ün, İslam Dini'ni, Kuran-ı Kerim'i, Hz. Peygamberi ve dini müesseseleri öven tüm bu sözleri, O'nun dinimize olan içten bağlılığını gösteren somut ve tartışılmaz belgelerdir. Bu bağlılık, sadece sözlerinde değil, uygulamalarında da açıkça görülür. Haftanın belli günlerinde, Sadettin Kaynak, Niyazi Ahmet Banoğlu, Mısırlı İbrahim, Hafız Yaşar, Hafız Rıza, Hafız Fahri, Hafız Kemal ve Hafız Nubar gibi döneminin en önde gelen hafızlarını çağırarak Kuran-ı Kerim okutturmuş ve okunan ayetlerin tefsir ve açıklamalarını yaptırmıştır. Atatürk bu açıklamaları ilgiyle izlemiş ve zaman zaman kendisi de sorular sorarak katılmıştır.

Atatürk'ün dindar kişiliğini gösteren sözlerinden en anlamlı olanı ise, kuşkusuz vefat etmeden önceki son sözleridir. Başbakan kanalıyla tüm dünyaya açıkladığı ve Türk milletine manevi bir vasiyet niteliği taşıyan bu son sözlerinde Atatürk şunları söylemiştir:


"Bütün dünyanın müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm müslümanlar Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler. (Nedim Senbai, Atatürk, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay., sf. 102, 1979)

Atatürk'ün Dine Hizmetleri
Atatürk'ün kişisel dindarlığı, uyguladığı din politikasında da etkili olmuştur. Büyük Önder'in Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi yönettiği 15 yıllık süreye baktığımızda, dinin doğru anlaşılması ve yaşanması için ciddi bir çaba gösterdiğini görebiliriz.

Atatürk bu amaçla Diyanet İşleri Başkanlığı'nı oluşturmuştur. Halihazırda müslümanların dini hizmetini yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün onbinlerce kişilik kadrosuyla, müslüman Türk milletine yıllardan beri dinimizin esaslarını öğretmektedir.

Atatürk, Kuran'ın Türk toplumu tarafından anlaşılması ve dolayısıyla uygulanması için büyük çaba göstermiştir. 1924-1938 yılları arasında, Kuran tefsiri ve meali olarak 9 büyük eser hazırlanmıştır. Dönemin en önde gelen din alimlerine hazırlattırılan ve çok titiz çalışmaların ürünü olan bu eserlerin hepsi, bugün de en muteber kaynaklar arasında yer almaktadırlar.

Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ne kazandırdığı laiklik ilkesini "din aleyhtarlığı" gibi yorumlamaya çalışan materyalist grupların büyük bir çarpıtma yaptıkları ise açıktır. Laikliğe din aleyhtarlığı gibi bir anlam verilmesi, ancak söz konusu grupların özenip örnek aldıkları komünist rejimlerde olur. Stalin'in Sovyetler Birliği'nde, Enver Hoca'nın Arnavutluk'unda ya da Mao'nun Kızıl Çin'inde görülür. Batılı anlamda laiklik, tüm vatandaşların dini inançlarını ve bunların gereklerini istedikleri gibi yerine getirebilmeleri özgürlüğüdür. Kaldı ki Atatürk, söz konusu laiklik anlayışından bir adım daha ileri giderek, Türkiye Cumhuriyeti'ne "İslam dininin doğru anlaşılması ve yaşanması için" çaba harcamayı da bir görev olarak yüklemiştir.

Bu çalışmaların, dini ortadan kaldırmak değil, aksine dini inancı toplumda yaymak ve güçlendirmek, öte yandan din adına yapılacak yanlış yorumları engellemek amacı güttüğü açıktır. Atatürk'ün "dini kurum" olarak tanımlanan merkezlerin kapatılması—tekke, türbe ve zaviyeler—yönündeki girişimlerinin amacı da, bu kurumların dejenere olmuş ve dini inançlar yerine hurafeleri savunur hale gelmiş olduklarını görmesidir. Yani bu köhne kurumların tasfiyesi de, yine dine destek olmak amacıyla yapılmış hareketlerdir.

Unutulmamalıdır ki, bugün ülkemizin binlerce camisinde müslümanlar ibadetlerini rahatça yerine getirebilmekte, minarelerden ezanlar okunmakta, milletimizin iradesi Atatürk'ün 1920 yılında dualarla açtığı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde serbestçe tecelli etmekte ve bayrağımız özgürce dalgalanmaktadır. Şüphesiz ki, bunların tümü, Atatürk'ün sayesinde mümkün hale gelmiştir.

Bu hizmetler nedeniyledir ki, Atatürk vefat ettiğinde, dönemin Hindistan İslam Birliği Başkanı olan ve daha sonra Pakistan Devleti'nin kuruculuğunu yapan Muhammed Ali Cinnah, üzüntüsünü "O'nunşahsında yalnız İslam alemi değil, bütün dünya en büyük insanlardan birini kaybetti" ifadeleriyle dile getirmiştir. (Prof. Dr. İsmet Giritli, Atatürk, Laiklik ve Din, Rönesans Dergisi, Şubat 1991, sf.20)

Atatürk, İslam’a inanan samimi bir dindar olarak laikliği din ve vicdan özgürlüğünün temeli olarak kabul etmiştir.

Sonuç
Atatürk'ün bize bıraktığı miras, her konuda olduğu gibi, din ve laiklik konusunda da modern Türkiye için yol göstericidir.

Bugün Türkiye'de din ve laiklik adına iki farklı kamp oluştuğu, bu kamplar arasında ciddi bir gerilim yaşandığı bir gerçektir. Ama bu yapay gerilim, Atatürk'ün uyguladığı formülle çözümlenebilir. Atatürk, İslam'a inanan samimi bir dindar olarak, laikliği din ve vicdan özgürlüğünün temeli olarak kabul etmiştir. "Gericilik" olarak tanımlanan tehlikenin ise dinin kendisinden değil, dine sokulan hurafelerden, batıl inanışlardan ve çarpık yorumlardan kaynaklandığını görmüş ve bunları dinden temizlemek için çaba göstermiştir.

Bize düşen görev, Atatürk'ün de yaptığı gibi, hurafalere ve batıl inanışlara karşı gerçek İslam'ı savunarak ve öğreterek mücadele etmek, öte yandan da Atatürk'ün mirasını "din aleyhtarlığı" gibi göstermek isteyen materyalist/marksist odaklara karşı tavır almaktır. 83. zafer yılına ulaşmış olan Cumhuriyetimizi nice 83 yıllara taşıyacak olan formül budur.
ATATÜRK DİYOR Kİ:
"DİNSİZ MİLLETLERİN DEVÂMINA İMKAN YOKTUR"


--------------------------------------------------------------------------------

10 Kasım Direnme Günüdür!

O'nu yitireli 69 yıl oldu.


Her geçen gün yokluğu, haklılığı daha çok belli oluyor. Sanki yattığı yerden "Ben size demedim mi?" diyor. O, akıl, bağımsızlık, onur, insanlık simgesiydi. Tarihte onun kadar uzun -bir çağdan öbür çağa- atlayış yapan kaç kişi vardı?

İhaneti, irticayı, "bizi yutmak isteyen emperyalizm" i ve "bizi mahvetmek isteyen kapitalizm" i de o kadar iyi tanıyormuş ki, "İstikbalde dahi seni bu kıymetli hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır" diye uyardı. Ve dediği aynen çıktı!

O gün yer yerinden oynadı. Dolmabahçe'de, sıkışıklıktan 11 kişi ezilerek öldü. Ayın 19'unda cenaze Sarayburnu'ndan Yavuz zırhlısına ***ürüldü. İzmit Ortaokulu'nda son sınıf öğrencisiydim. " Üssü Bahri Kumandanlığı" iskelesinde bekleştiğimizde, saat 20.00 sularında, karanlıkta, 5 dakikada bir patlayarak yaklaşan top seslerini duyduk. Motorla iskeleye çıkarılan cenazeyi, önde "mülki ve askeri erkân", arkada biz öğrenciler, gara ***ürüp, Chopin' in Cenaze Marşı eşliğinde, son yolculuğunda Ankara'ya yolladık. Orada ağlamayan var mıydı, bilmem. Aslında, Türkiye ağlıyordu.

Ankara'daki törene dünyanın dört bir yanından gelen devlet, hükümet başkanları ve askeri birlikler katıldı. Çanakkale'de onunla çarpışan ve sağ kolunu yitiren Fransız General Gourrot , " Seni selamlamak için bir kolum daha var" diyerek katafalkın önünde sol kolu ile selam durdu!

Vahdettin' i kaçıran İngiliz Malaya zırhlısı, kendini bağışlatmak için İstanbul'a gelip selam durdu!

Etten kemikten bir ölümlünün yücelebileceği başka hangi yükselti olabilir?

Eroica Senfonisi'ni Napoleon' a ithaf etmiş iken onun imparator olması üzerine bunu " Büyük bir kahramanın anısına" diye değiştiren Beethoven , çağdaşı olsaydı, yapıtını Atatürk' e adamaz mıydı? Aradığı " kahraman "ı onda bulmaz mıydı?

Bir Rus tarihçi, kitabında dünyanın gelmiş geçmiş 10 kişisi arasına Atatürk'ü aldı. Ankara'daki Çin Büyükelçisi "Atatürk'ü Çin'de tanımayan yok gibidir. Atatürk, okullarda ders olarak okutuluyor. Atatürk tarih yarattı" diye konuştu. Küba'da onun anıtı dikildi. Fidel Castro " Atatürk en büyük devrimcidir!" dedi. Gelin görün ki, mum dibine ışık vermiyor. Atatürk'ün en büyük düşmanları, kendi ülkesinde!

***

Ne var ki, bugün ağlaşma günü değildir. 10 Kasım direnme günüdür!

Türkiye nereye gidiyor? Daha doğrusu, nereye ***ürülüyor? Çünkü emperyalizmin yaşandığı günümüzde hiçbir şey rastlantı değildir, boy hedefi ülke de, Ortadoğu'nun ortasındaki Türkiye'dir! Ne idik, ne olduk? Bağımsızdık, bağımlı olduk. "Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için" diyor, "İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz" marşları söylüyorduk; imtiyazlı, sınıflı olduk. OECD ülkeleri arasında sosyal eşitlikte en gerideyiz (Moody's, 1990-1992 istatistikleri). "Dahili ve harici bedhahlar" var, iç ve dış düşman, işbirlikçiler var. Atatürk'ün yerine geçen Atatürk düşmanları 10 Kasım'da Anıtkabir'de dizi dizi dizilip "İzindeyiz" diyerek saygı duruşunda bulunacaklar! Ne yüzle?

Meşruiyet, her gün adım adım çiğnenmekte.. Devletin içine mollalar tıka basa doldurulmakta... Düşman vatanın bağrına hançerini dayamakta, Başbakan, Bush' tan alacağı yeni talimata hazırlanmakta... Nereye dek?

***

Kırmızı çizgi sadece Güneydoğu'da değil. Meşruiyetin sınırının saptanması da üniversiteleri, hukukçuları, baroları, YÖK'ü, sendikaları, kitle örgütleri... ile birlikte hukukun önünde... Meşruiyetin bekçileri, kadınıyla, gençliğiyle, Cumhuriyet mitinglerini dolduran milyonlarıyla, "Cumhuriyeti korumak ve kollamakla görevli" olanlarıyla bu meşruiyeti korumak durumunda... O meşruiyet çizgisi 27 Mayıs'ta Tahkikat Komisyonu ile çiğnenmiş ve İsmet İnönü tarafından " Siz ihtilali meşru kıldınız" biçiminde, doğru olarak değerlendirilmişti. Bugün de ufak, sessiz, sivil darbelerden tırmandırılan bir " Erdoğan Anayasası" Atatürk Cumhuriyeti ve meşruiyeti değiştirilmek isteniyor.

10 Kasım, ağlaşma değil, direnme ve Atatürk Cumhuriyeti'ni savunma günüdür. 70 milyon herkesin Anıtkabir'dekine verilecek bir hesabı vardır.

Gidiyor, rastgelmez bir daha tarih eşine,
Gidiyor on yedi milyon kişi takmış peşine!

Gidiyor, sonsuz olan kudreti sığmaz akla;
Gidiyor, göğsünü çepçevre saran bayrakla.

Gidiyor, izleri üstünde birikmiş yaşlar;
Gidiyor, yerde kılıçlarla eğilmiş başlar.

Gidiyor, harbin o en korkulu aslan yelesi;
Gidiyor, sulhun ufuklarda yanan meş'alesi!

Yine bir devr açacakmış gibi en başta O var
Hıçkıran seste O var, sessiz akan yaşta O var.

Siliyor ruhunun ulviliği fâni etini,
Çiziyor ufka batan bir güneşin heybetini.

Büyüyor, gökten inip toprağa yaklaştıkça;
Büyüyor gitgide gözlerden uzaklaştıkça.

KEMAL

dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
her geçen seni bizden parça parça ***ürür
mustafa'm mustafa kemal'im


diz dövdüm
gözlerim şavkı aktı sakarya'nın suyuna
sakarya'nın suları nâmın söyleşir
hemşehrim sakarya öksüz sakarya
ankara'dan uçan kuşlar
kemal'im der günler günü çağrışır
kahrolur bulutlara karışır
gök bulut yaşmak bulut
uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
divan durmuş bekleşir
mustafa'm mustafa kemal'im

nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin
çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
şol yüzünde güneş südü sıcaklık
ellerinden öperim mustafa kemal
senin dalın yaprağın biz senin fidanların
biz bunları yapmadık
sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal
elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal
hani bir vakitler kubilay'ı kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar
sen uyudun asılanlar dirildi
mustafa'm mustafa kemal'im


karalar kuşanmış karadeniz akmam diyor
dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor
bu gece kıyamet gecesi bu vapur bandırma vapuru
yattığı yer nur olsun mustafa kemal
ben ölümden korkmam diyor
korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu
değirmen döndü dolandı yıllar oldu
bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir
o bize öğretmedi kazan kaldırmasını
günahı vebali öğretenin boynuna
erdirip oldurana ana avrat sövmesini
yüreğim kırıldı kanım kurudu
var git karadeniz var git başımdan
mızıka çalındı düğün mü sandın
bir yol koyup gideni gelir mi sandın
mustafa'm mustafa kemal'im

ankara'nın taşına bak
tut ki baktım uzar gider efkârım
çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım
gözlerimin yaşına bak
ankara kalesi'nde rasattepe'de
bir akça şahan gezer dolanır
yaşın yaşın mezarını aranır
şu dünyanın işine bak
mustafa'm mustafa kemal'im

Atilla ilhan



ATATÜRK'ÜM

Seninle doluymuş ninnilerim,
Resmini bırakmazmışım elimden
Sana benzemekmiş ilk dileğim
Görmeden sevdiğim , bilmeden ağladığım
"Yerine ölseydim" dediğim Mustafa'm...

Bu senin aydınlığın,
Anlatamazdı annem maviliğini,
Bu senin sıcaklığın,
Ne varsa iyi , yeni
Nehirlerde , rüzgarlarda türkün
Kemal'im
Vatan kadar büyüksün...

Bir işaretinle
Akdeniz şahlanırdı.
Bayraklar yarıya inmiş, cana kıyar
Önceleri sanki kanın dalgalanırdı,
Gönüllere sığmayan
Atatürk'üm
Her şey sana kucak açar.

Bu vatan seninle dolu
Bölünmez aydınlığı Türkiye'min,
Gök kartalsız olur mu?
10 Kasım'da yaprak yaprak dökülürüm
Mustafa'm,
Kemal'im,
Atatürk'üm...

Yekta Güngör ÖZDEN

Aziz Nesin / Bir kısmı...


sorma ata'm, halimizi,
hal mi kaldı anlatacak...
işte geldik dizindeyiz!

yata yata çok yorulduk,
tatil yaptık, izindeyiz!

sanayide henüz daha,
cafer için lazım diye,
amerikan bezindeyiz!
geçeceğiz avrupa'yı
ama şimdi izindeyiz!

hocamız var, hacımız var,
uçan kuşa borcumuz var,
el oğlunun ağzındayız!
ama bizi zor bulurlar,
bahar, yaz, kış izindeyiz!

evet, doğru söylemişsin:
'türk milleti çalışkandır! '
biz de senin tezindeyiz!
dinlenmekten yorulduk da,
onun için izindeyiz!

zinde kuvvet diye söz var,
kimse bilmez adresini,
ah izindeyiz, vah izindeyiz!
bugün değil, bu yıl değil,
çoktan beri izindeyiz!

ilerledik ata'm öyle,
şimdi görsen tanımazsın:
amerikan tarzındayız!
arasan da bulamazsın,
otuz yıldır izindeyiz!

Allah mekânını cennet eylesin.
İzinde olanlar İZİNDE olanları alt edecek... Çok yakında.


--------------------------------------------------------------------------------

Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal İçin Yazılan İlk Şiir

Anafartalar Zaferi'nden sonra, Mustafa Kemal ismi herkes için kahraman anlamı taşıyordu. Çanakkale'de görev yapan Türk askeri için onun adı moral kaynağı ve cesaret demekti, Müttefik askerleri bile kim olduğunu bilmedikleri bu komutana övgüler diziyorlardı. Ian Hamilton bile günlüğüne, Türk askerinin çok iyi komuta edildiğini yazıyordu.
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal ilk kez burada gösterdiği kahramanlıkla bir şiirde yerini alıyordu. Mehmet Emin Yurdakul Eylül 1915'de; yani muharebeler henüz bitmemiş iken; "Tan Sesleri" isimli ir şiir kitabı yayınlar. Bu kitapta "Ordunun Destanı" adlı ve 15 Eylül 1915 tarihini taşıyan uzun manzumede, ilk dörtlük:

"Ey bugüne şahit olan Sarphisarlar
Ey kahraman Mehmet Çavuş Siperleri
Ey Mustafa Kemal'lerin aziz yeri
Ey toprağı kanlı dağlar, yanık yerler"

Böylece Mustafa Kemal adı şiirle halka mal edilmektedir. Farklılığı vurgulanmaktadır.

Muharebeler sırasında yerli ve yabancı basının M. Kemal'e ilgisi yoğundur. 2'nci Anafartalar Zaferi'nden sonra çok artar ve devletin planlı heyetlerinin dışında M. Kemal ile doğrudan görüşebilmek için; 21 Ağustos'ta Polonyalı bir bayan gazeteci gelir ve 2 nci Anafartalar Zaferinin coşkusunu M. Kemal'le birlikte yaşar. 2 Eylül'de bir Alman gazeteci gelir. 8 Eylül'de Türkiye'nin ilk filmcisi Necati bey gelir ve 3 gün çekimler yapar. 10 Eylül'de Tanin yazarı Ekrem Bey, 21 Ekim'de Suriye yazar ve şairler heyeti gelir. Özetle şöyle diyebiliriz. Muharebeler sırasında o dönemin yazarları, çizerleri, ressam ve şairlerinin büyük bölümü; başarılarından dolayı M. Kemal ile tanışmak için cepheye gelmişler ve intibalarını halka aktarmışlardır. İşte bu aktarmaların sonunda M. Kemal, halkın ağzında efsanevi kahraman olur. Yakup Kadri, o günlerde duyduklarını "Atatürk" isimli eserinde şöyle anlatır:

"Bu genç kumandan, yanında bir avuç süngülü askerle, yerden, gökten, denizden gelen sürekli bir gülle, kurşun ve şarapnel sağanağının ortasında durmadan ileriye doğru atılıyor kollarıyla, kızgın boyunlarından yakalayıp denize yuvarlayacakmış gibi sıra sıra topları üstüne saldırıyor. Bu insan, ateşte yanmıyordu. Vücuduna kurşun işlemiyordu ve zırhlıların (savaş gemilerinin) attığı gülleler başının üstünden munisleşmiş, yırtıcı kuşlar gibi geçip gidiyordu"

Bu anlatım, Atatürk'ün tam bir masal kahramanı gibi algılandığını gösteriyor ki, o neslin de bir beklenti içinde olduğunu yine Yakup Kadri kitabının başlangiçinda şöyle ifade eder.

"Bizim ilk gençlik yıllarımız bir milli kahramana hasretle geçti" der.

Atatürk'ün kazandığı bu haklı ün, Başkomutanlık'ta da etkisini gösterir. Muharebelerin ilk ayı sonunda başarılarından dolayı rütbesi albaylığa yükseltilir ve toplam 3 madalya ve 2 nişan verilir. Ayrıca kendisine iki önemli görev için tayin teklifi yapılır. İlki, Temmuz 1915 ortasında, Trablusgarb'e ordu komutanı yetkisiyle ve Tuğgeneral (Mirliva) rütbesi ile gitmek arzusunda olup olmadığı sorulur. İkincisi ise Anafartalar grup komutanı iken 1915 Ekim ayı başında, Irak Ordusu Komutanlığına tayin teklifidir. Bu görev çok daha büyük ve önemlidir.

Bu olaylar devleti yönetenlerin Atatürk'e bakış açısını sergilemektedir. Yani daha muharebeler sırasında, henüz zafere erişilmeden Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal tanınmış ve hakkı teslim edilmiştir.

Zaferden sonra ise Mustafa Kemal ismi, efsanevi bir kimlik kazanır, artık İstanbul'u Kurtaran Kahraman ünvanı ile anılır. Gazeteciler, yazarlar kendisiyle mülakat yaparlar. Halkın en büyük arzusu ise kendisini görmektir. 1916'nın ocak ayında 16'ncı kolordu komutanı olarak Edirne'ye girişinde halk sokaklara dökülür.

Atatürk'ün Çanakkale'de ve sonrasında Kurmay Başkanlığı'nı yapmış olan Orgeneral İzzettin Çalışlar, günlüğünde bu karşılanışı şöyle anlatır:

"28 Ocak 1916

...Yollar hıncahınç ahaliyle dolmuş, bütün mektepler karşılama için yerlerini almıştı. Şehir saray gibi donanmış, peş peşe zafer takları yapılmıştı. "Yaşasın Arıburnu ve Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Bey" yazılı levhalar asılmıştı...Edirne eşrafı, vilayet erkanı,konsoloslar hep oradaydılar...Bütün şehir, heyecan ve coşkulu sevinçle karşıladı. Çiçekler, buketler takdim ettiler. Alkışlar, her türlü nümayişler, tezahürat, her türlü tasavvurun üstündeydi..."

Görüldüğü gibi Atatürk'ün şöhreti, halkın kendisine layık gördüğü unvanlar, kendisine duyulan hayranlık o günlerde ortaya çıkmıştır. Sonradan yakıştırma değildir. Tarihte herhalde bir şehir halkı, hiçbir albayı bu şekilde karşılamamıştır. Albay Mustafa Kemal ne Edirne'nin fatihidir, ne de Edirne'yi düşmandan kurtarmıştır. Bunlara rağmen karşılanışın bir fatih'e yaraşır biçimde olduğunu anlıyoruz. Sebep, Çanakkale'de yaptıklarıdır. Yaptıkları ile kazanılan zaferdir. Türk milletine, iki yüz yıldır hasret kaldığı zafer coşkusunu tekrar tattırmasıdır. Bir büyük zafer armağan etmesidir.
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Gizli görevle Libya’ya giden Atatürk halı tüccarı kılığındaydı.

Halı tüccarı kılığında Mısır’a giden Mustafa Kemal’in ve diğer gerillacıların sahte kimlik ve pasaportlarının temin edilmesinden, ünlü Teşkilat-ı Mahsusacı Kara Kemal sorumluydu.



İttihat ve Terakki’yi İttihad-ı İslam projesine teşvik eden Trablusgarp’ın İtalyanlar tarafından işgal edilmesiydi. İttihat ve Terakki, iktidarın dizginlerini ele geçirdiklerinde bu projeye bel bağladı. İttihatçı eylemciler Libya’da kazandıkları tecrübeden Balkan ve Birinci Dünya savaşlarında da yararlanacaklardı. Enver Paşa’nın liderliğindeki Özel Teşkilat, Libya’da silah, cephane ve profesyonel asker kıtlığına rağmen, mükemmel bir gerilla harbini örgütleyerek, 200 bin kadar İtalyan askerini sahil şeridine kilitlemeyi başarıyordu. Trablusgarp’ta, sonradan çoğu Teşkilat-ı Mahsusa’cı olan ünlü isimler gerillacılık yaptı. Bunların başında Mustafa Kemal Paşa, Nuri ve Halil Paşalar, Ali Fethi Okyar, Kuşçubaşı Eşref ve Hacı Selim Sami, Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya, ilk tayyareci şehitlerden Sadık Bey, Çerkez Reşit Bey, Süleyman Askeri, Fuat Bulca, Yakup Cemil, Nuri Conker, Rauf Orbay gibi isimler yer alıyordu. Ünlü Masonlardan Ord.Prof. Mim Kemal Öke de yüzbaşı rütbesinde Derne cephesindeydi. Prof. Ayhan Songar’ın babası Nazmi Bey ve ünlü seyyah Abdurreşit İbrahim de Libya’ya giden gönüllü mücahitler arasında yer alıyorlardı.

“FUAT, TRABLUSGARP’E GİDİYORUZ, SEN DE GELİYORSUN”
Trablusgarp direnişi için Özel Teşkilat, Enver Paşa tarafından gerçekleştirildi. Enver Paşa ve Ali Fethi Okyar binbaşı, Mustafa Kemal Paşa Kolağası rütbesindedir. Özel Teşkilat’ın kuruluşunu Atatürk’ün akrabası Fuat Bulca, Cemal Kutay’ın yayınladığı “Trablusgarp’te Bir Avuç İnsan” adlı anılarında anlatır. Bulca, Mustafa Kemal’in muavinidir. Mustafa Kemal’in Bulca’ya ilk sözü şuydu: “Trablusgarp’e gidiyoruz, sen de geleceksin” olur. Mustafa Kemal, şöyle diyordu: “Enver’in planı şu: Bizler kendi arzumuzla ve hususi bir teşkilat olarak müdafaayı ele alacağız. Harbiye Nezareti de bizi istifa etmiş sayacak. Orada teşkilat yapacağız. Biliyorsun ki ben daha evvel de Trablusgarp’te bulundum. Haleti ruhiyeyi bilirim. Eğer ciddi olarak müdafaaya girişirsek başta Sunusiler olmak üzere halk bize yardım eder. Enver Urbanı teşkilatlandıracak, onların dillerini ve adetlerini bilen arkadaşları beraberimize alacağını söyledi. Eşref bey de geliyor. Mıntıkaları harita üzerinde taksim dahi ettik. Sen benim muavinim olacaksın. Bu akş** Beşiktaş’ta Enver’in evinde toplanacağız. Mahrem tut. Hiç kimse bir şey bilmiyor. Mahmut Şevket Paşa’yla Enver temas ediyor. Ali Fethi de Cezayir’e geçecek, oradan deniz vasıtasıyla münakele imkanlarını araştıracak.”
Trablusgarp’ın kapıları Askeri’ye nasıl açıldı?
Mısır’ın liman kenti İskenderiye, Trablusgarp’e geçişin kilidi idi. Özel Teşkilat’ın subayları İskenderiye’den hududa, oradan da Trablusgarp’e geçeceklerdi. Teşkilat mensupları subay olduklarını gizlemek zorunda olduklarından sahte kimliklerle yolculuğa çıkacaklardı. Mustafa Kemal halı tüccarı, Süleyman Askeri genç bir molla kılığına bürünmüştü. 1915'te Teşkilat’ın Osmancık Gönüllü Taburu’nun başında Irak’ta şehit düşen Kısıklılı Yüzbaşı Cemil hoca kılığındaydı. Mustafa Kemal yolcuğa çıkmadan önce Fuat Bulca’ya şöyle diyordu: “Hükümet acziyet içinde. Bunu Harbiye Nazırı elem ve üzüntüyle itiraf etti. İstanbul’dan hiçbir yardım göreceğimizi zannetmiyorum. Enver de aynı kanaatte… Evvela o gitmek istiyor. Eşref beyin Mısır’daki muhitinden ve dostlarından istifade edeceğiz. Sevkiyatın tehlikesiz oraya varması için Mısır’ın muhtelif yerlerinde teşkilat yapacak. Takma adlarımızla bu unvanlara uygun mesleklerimizin listesi hazırlanıyor.”

SAHTE PASAPORTLAR KARA KEMAL’DEN
Kara Kemal, Özel Teşkilat’ın İstanbul’daki işleriyle ilgilenecekti. Özel Teşkilat’a seçilecek subayların iaşeleri, yolculukta kullanacakları kıyafetler, sahte kimlik ve pasaportların tanzim edilmesi onun işiydi. Hazırlıklar gizli tutuldu. Özel Teşkilat’ın Hükümetle, İttihat-Terakki merkezi ile irtibatından da Kara Kemal ve Şükrü Bey sorumluydu. Kara Kemal Bey’in Karagümrük’teki evi, Özel Teşkilat’ın güvenli eviydi. (Kara Kemal, 1926'da Atatürk’e suikast davasından aranırken intihar etti. Maarif eski nazırı Şükrü Bey de aynı davadan idam edildi.)
Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin sevkiyat sorumlusuydu
Enver Bey’in evinde yapılan gizli toplantıda Mustafa Kemal, Ali Fethi Okyar, Kuşcubaşı Eşref, Mümtaz Bey, Süleyman Askeri, Fuat Bulca ve birkaç subay vardır. Toplantıda büyük bir harita başında çalışılıyordu. Teşkilat, Mısır üzerinden Libya’ya sızacaktı. İngiliz kontrolü altındaki Mısır’dan geçişler tehlikeliydi. Başka bir çare de yoktu. Mısır’da Eşref Bey’in çevresi işe dahil edilecekti. Mısır’ı iyi tanıyan biri daha vardı: Ömer Fevzi Mardin.
Fevzi Bey, Özel Teşkilat’ın İskenderiye’deki sevkiyat ve ikmal sorumlusu tayin edildi. Teşkilat, Trablusgarp’e karadan ve denizden bağlanan yollar üzerindeki merkezlerde güvenilir elemanlar görevlendirecekti. Özel Teşkilat herkese açık olmayacaktı. Profesyonel çeteciler ve idare etme niteliğine sahip güvenilir subaylar yer alacaktı. Enver Paşa, hazırlık için Eşref Bey’in önceden gitmesini istedi. Enver Paşa’nın son sözleri şöyleydi: “Hepimiz yekdiğerini tebrike layıkız. Nizam ve disiplini muhafaza etmek için mutehalli olduğumuz şuura azami riayet içinde, tam bir kardeşlik ve uhuvvet havasını temsil edeceğiz. Allah bizimle beraberdir.”
İtalyanları kuş gibi avladı
Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Bey Libya’da keskin nişancılığı ile ün saldı. Pusuya yatan Nuri Paşa’nın, tek başına 100'den fazla İtalyan askerini öldürdüğü dilden dile dolaştı. Kuşçubaşı Eşref de “Uçan Şeyh” ünvanını Libya’da kazanıyordu. Tunus, Cezayir ve Sudan’dan gönüllüler akıyordu. Cezayir’li Emir Abdulkadir’in oğlu Emir Ali Paşa ile Tunuslu Şeyh Salih Şerif Tunusi de Eşref Beyin davetiyle Trablusgarp’e geldi…


--------------------------------------------------------------------------------

Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

"BİR YANDAN BATININ İŞÇİ SINIFI, ÖTE YANDAN ASYA VE AFRİKA'NIN KÖLELEŞTİRİLMİŞ HALKLARI; MİLLETLER ARASI SERMAYENİN KENDİLERİNİ YIKMAK VE EFENDİLERİNE BÜYÜK ÇIKARLAR SAĞLAMAK İÇİN KÖLE DURUMUNA GETİRİLMEK İSTEDİĞİNİ VE SÖMÜRGE POLİTİKASININ İŞLEDİĞİ SUÇ, DÜNYA İŞÇİLERİNCE KAVRANDIĞI GÜN; BURJUVAZİNİN GÜCÜ SONA ERECEKTİR" (1920)

"Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı" (1904)

"Yurt icinde bozgunculuğa ve anlaşmazlığaa müsade etmeyen ve nimet ve külfeti bütün memelekette her vatandaş icin eşit tutan milli birlik sınırları içinde ekonomik gelişmeye çalışmamızı adamak , işte siyasetimizin esası bu olacaktır." (1923)

"Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye kendisiyle beraber olan şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir." (1922)

" 'Parti (TCF), dinî düşünce ve inançlara saygılıdır' ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, yüz yıllardan beri, sonu gelmeyen felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıkların gerekli olduğu pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş miydi... "

"Ancak, bunca yüzyıllar boyunca olduğu gibi, bugün de, milletlerin cahilliğinden ve bağnazlığından yararlanarak binbir türlü siyasi ve şahsî maksatla çıkar sağlamak için, din âlet ve vasıta olarak kullanmak teşebbüsünde bulunanların memleket içinde de dışında da var oluşu, ne yazık ki, daha bizi bu konuda söz söylemekten alıkoyamıyor. İnsanlık dünyasında, din konusundaki uzmanlık ve derin bilgi, her türlü hurafelerden armarak gerçek bilim ve tekniğin ışıklarıyla tertemi ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine,her yerde rastlanacaktır"

"Baylar ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensublar memleketi olamaz. En doğru ve en hakikî tarikat, medeniyet tarikatıdır"

"Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler. İğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karsıyız ve buna müsaade etmiyoruz."

''Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyidlerin, çelebilerin, babaların emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatların, emanet eden insanlardan kurulu bir topluma uygar bir ulus gözü ile bakılabilir mi? Ulusumuzun gerçek görünüşü yalnış anlamda gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi unsurlar ve müesseseler, yeni Türkiye devletinde, Türkiye Cumhuriyeti'nde sürüp gitmeli miydi? Buna önem vermemek, ilerleme ve yenileşme adına en büyük ve düzeltilmesi imkansız bir hata olmaz mıydı?… Biz her vasıtadan yalnız ve ancak, bir bakımdan faydalanırız. O da şudur: Türk Ulusunu uygar dünyada, layık olduğu mevkie çıkarmak ve Türkiye Cumhuriyeti'ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha ziyade kuvvetlendirmek… ve bunun içinde istibdat fikrini öldürmek.''


--------------------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------------------



Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerleyişin ve kurtuluşun anası hürriyettir. 1906

Ben askerliğin herşeyden ziyade sanatkarlığını severim. 1912

Savaş için düşmanı ordugahımızda beklemektense, onu uzaktan karşılamak yeğdir. 1914

Tarih bir milletin kanını, varlığını hiçbir zaman inkar edemez. 1919

Bütün ümidim gençliktedir. 1919

Bizim görüşümüz -ki halkçılıktır-kuvvetin, kudretin, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. 1920

Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunamaz. 1920

Büyük Türk ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rastgelinmemiştir. 1921

Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. 1921

Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük bir amacı elde etmek için belli başlı bir vasıtadır. 1921

Millete efendilik yoktur. Hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur. 1921

Basın milletin müşterek sesidir. Başlıbaşına bir kuvvet, bir okul, bir öncüdür. 1922

Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür. 1922

Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle taarruz, hiç taarruz etmemekten daha fenadır. 1922

Bayrak bir milletin bağımsızlık alametidir. Düşmanın da olsa hürmet etmek lazımdır. 1922

Eğitim işlerinde behemahal muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin hakiki kurtuluşu ancak bu surette olur. 1922

Her çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması mutlaka lazımdır. Vatanın sağlam temeli ve bayındır hale getirilmesi bu esastadır. 1922

"Zamanın değişmesi ile hükümlerin değişmesi inkar olunamaz" kaidesi adalet sistemimizin temel taşıdır. 1922

Türkiye' nin gerçek efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstehak olan köylüdür. 1922

Okulun vereceği ilim ve irfan sayesindedir ki Türk Milleti, Türk Sanatı, Ekonomisi, Türk Şiir ve Edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir. 1922

Okul, genç beyinlere insalığa saygıyı, millet ve ülkeye sevgiyi, bağımsızlık onurunu öğretir. 1922

Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman tam bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması gerekir. 1923

Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. 1923

Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner. 1923

Memleket mutlaka modern medeni ve yeni olacaktır. Bizim için bu hayat davasıdır. 1923

Yeni Türkiye Devleti temellerini süngüyle değil, süngünün de dayandığı ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye Devleti bir ekonomi devleti olacaktır. 1923

Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. 1923

Devrim yasası, eldeki yasaların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki akımı boğmadıkça, başladığımız devrim ve yenilik bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır. 1923

Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir. 1923

Toplumdaki başarısızlığın sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ihmal ve kusurdan doğmaktadır. 1923

Kadınlarımız erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha çok bilgili olmak zorundadırlar. 1923

Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak! 1923

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. 1923

Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı; Onların oğlu oldu. Birgün o doğa ******, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu... Türk budur. YIldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için, en hakiki mürşit bilimdir, fendir. 1924

Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı. Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum. 1924

Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir. 1924

Türk milletinin istidatı ve kati kararı medeniyet yolunda durmadan, yılmadan ilerlemektir. 1924

Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir. 1924

Yeni kuşak, en büyük cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır. 1924

Öğretmenler! Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Yeni nesli bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. 1924

Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. 1925

Zafer "Zafer benimdir" diyebilenindir. Başarı "Başaracağım" diye başlayanın ve "Başardım" diyebilenindir. 1925

Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, seçtiği dinin icaplarını yapmak ve yapmamak hak ve hürriyetlerine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. 1925

Tüketici yaşamak iyi değildir. Üretici olalım. 1925

Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkilapların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün mana ve biçimiyle uygar bir toplum haline değiştirmektir. 1925

Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca, hürriyet ve istiklale sembol olmuş bir milletiz. 1927

Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. 1927


--------------------------------------------------------------------------------

İki Mustafa Kemal vardır

İki Mustafa Kemal vardır; biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal...
İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem.
O, ben değil, bizdir. O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşcı bir topluluktur.
Ben onların rüyasını temsil ediyorum.
Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O
Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve
muvaffak olması gereken Mustafa Kemal odur."

"Benim anladığım gençlik, devrimin fikirlerini ve ideolojisini benimseyip gelecek kuşaklara ***ürecek kimselerdir. Benim nazarımda yirmi yaşında bir yobaz, ihtiyardır; yetmiş yaşında bir idealist ise zinde bir gençtir."


“Dine bağlı, din ve devlet işlerini bir arada yürütmeye çalışan idarelere teokratik idareler denir ki, bu çeşit devletler, önünde sonunda çökmeye mahkumdurlar... Bugün dünyada bu şekilde yönetilen devletler, dünyanın en geri kalmış ülkeleridir. Bunun için laiklik ilkesini, Anayasa'mızın en yüksek ilkelerinden biri olarak kabul etmek ve buna dört elle sarılmak gerekir. Türk gençliğini, bu ilkenin dışında yetiştirmeye yeltenecek olanlar bu devlete, bu millete en büyük kötülüğü yapmış olacaklardır”.

"Cumhuriyet bilhassa, kimsesizlerin kimsesidir"

“En iyi fert, kendinden çok mensup olduğu sosyal toplumu düşünen, onun varlığını korumaya, ve mutluluğuna kendini adayan insandır”



--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden biri..

Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
-Bu köşk kimin?
-Kirkor'un...
-Ya şu koca bina?
-Yargo'nun...
-Ya şu?
-Salomon'un...
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
-Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur:
-Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boyları'nda, Balkanlar'da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk paş**...

Atatürk bu anısını naklederken:
-Hayatımda cevap veremediğim tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu...


--------------------------------------------------------------------------------

Kartpostal

Sevgili Arkadaşlarım ;

Atatürk'ü bu kadar güzel ifade eden bir cümleyi bugüne kadar duymadım.


Ne kalbimizdesin , ne sen ölmedin yaşıyorsun gibi kalıplaşmış cümlecikler

bu kartpostaldaki ifadenin yanına bile yaklaşamaz.




FRANSIZCA CÜMLENİN TERCÜMESİ:

''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''


--------------------------------------------------------------------------------

FİDEL CASTRO'NUN ATATÜRK HAKKINDA GÖRÜŞLERİ

68Fidel Castro, dünya kamuoyunun yakından tanıdığı son günlerde anımsadığım kadarı ile 80. yaş günü kutlanan belki de yaşayan en eski ve uzun yıllardır yönetimde olan Küba devlet başkanıdır.

Türkiye sol hareketi Castro ve Guevera’yı 68’li yıllarda tanıdı. Castro
ülkesinin ABD’ye karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinin önderidir.

Castro, ABD’ye ve yerli işbirlikçilerine karşı verdiği mücadeleyi bir genç
Küba’lı avukat olarak; “Tarih Beni Berat Ettirecektir” adlı kitabında
detaylı olarak anlatıyor.

Yine, “Havana Duruşması” adlı tiyatro oyunu, Castro ve Che Guavera’nın ABD Emperyalizmi ve yerli işbirlikçilerine karşı ABD’nin “Domuzlar Çıkarması” ve sonuçlarını izleyicilerine lirik bir dille anlatan bir oyundur.

Fidel Casto, doğrusu ile yanlışı ile 40 yılı aşkın bir zamandır Küba devlet
başkanıdır.

Bu zaman süreci içinde Castro dünyaya bir olguyu isbat etti. ABD
Emperyalizminin burnunun dibinde bir minik adada bu süper gücün binbir
entrikasına karşı boyun eğmedi. Tam bağımsız olarak Küba varlığını sürdürdü. Sürdürüyor.

Küba halkı aç kaldı, susuz kaldı. Ama sömürge olmadı.

Fidel Castro bu bağımsızlıkçı tavrını sadece kronik karşıtı ABD
emperyalizmine karşı değil, tüm egemenlere karşı sürdürdü.

Bu tavrını gün geldi sosyalist olduğu halde S.S.C.B’ye, gün geldi Başkan Mao’nun Çin Halk Cumhuriyeti’ne gösterdi.

Halkı bir çok şeyden mahrum kaldı. Ama ulusal onuru ayaklar altına alınmadı. Küba halkı parya muamelesi görmedi.

Fidel Castro’yu Fidel Castro yapanda bu onurlu tavrı oldu. O’na sadece
dostları değil, karşıtları da saygı ile bakmak zorunda kaldı.

Türk aydınları ile Küba arasındaki ilişkilerde hep sıcak oldu. Bu zaman
zaman iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilere de yansıdı. Hatta bir ara
Türkiye’de Küba’ya gidip tatil yapmak moda haline geldi. Bu işten kimler
kimler nasibini aldı. Sadece sosyalist nostalji için giden Ahmet Kaya v.s.
değil parlamenter olan eski DİSK Başkanı Rıdvan Budak, MHP milletvekili Mehmet Gül, eski MHP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici’de Küba plajlarında boy gösterdiler.

Fidel Castro’ya karşı süren kamuoyu ilgisi, O’nun 1997’de İstanbul’da
düzenlenen Habitat toplantısının konuk konuşmacısı olmasına kadar gitti.

Türk medyası ise, ancak bu yıllardan sonra Fidel Castro’nun Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili düşüncelerini öğrenebildi.

22.8.1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Barış Doster şöyle yazdı:

“Zapata Caddesi ile Salvadar Allende Bulvarı’nın kesiştiği yer gibi
adreslerin tanımlandığı, devrimci bir geleneğin ve anti emperyalist ruhun
her sokakta hissedildiği Havana’nın en önemli caddelerinden birinde, bir
başka büyük devrimcinin, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olduğu belirtilmiş. Doğum tarihi olarak ise; 19.5.1881 yazılmış. Ayrıca kaidede ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ sözlerinin Türkçesi ve İspanyolca’sı yer almış.”

Türkiye kamuoyu 1997 yılında İstanbul’da yapılan HABİTAT toplantısında Fidel Castro’nun İstanbul’a gelmesinden sonra Yeni Yüzyıl gazetesinde Jale Özgentürk ile yaptığı söyleşide özetle şunları öğrendi:

Castro Atatürk’ü kastederek, “O’nun yaptıklarını ben başaramazdım. Asıl
devrimci Atatürk’tür diyor ve şöyle devam ediyor: “Bu kadar büyük bir devrim yaptım ama Atatürk’ün yaptıklarını başaramazdım.”.

O yılların sağlık bakanı Yıldırım Aktuna; Küba ziyaretinde Castro’nun
Atatürk’ün tüm yaş**ını iyi bildiğini ve O’nun için; “Atatürk’ün büyük bir
asker, döneminin en önemli liderlerinden biri olduğunu” ifade ettiğini
ardından ise; “Küba’da bu kadar büyük bir devrim yaptım ama Atatürk’ün Türkiye’de yaptıklarını başaramadım. Atatürk, harf devrimi gibi bir takım reformlar yaptı. Ben böyle bir düzen değişikliği yapamazdım” dediğini ifade ediyor.

Bütün bunlardan Fidel Castro’nun dünya siyaseti ve Türkiye’nin içinde
bulunduğu coğrafya’daki siyasi gelişmeleri ve tarihsel gelişimini
takip ettiği de görülüyor.

Bugün dünyada yaşayan ender sosyalist ülkelerden biri olarak Küba ve devlet başkanı Castro’nun aynı zamanda bir ABD uzmanı olduğunu da belirtmek gerekir.

Dünyanın en ücra köşelerinde bile dilediğini yapan ABD emperyalizminin
burnunun dibinde bağımsız bir devlet olarak yaşamak ancak böyle olabilir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde işgalci emperyalist devletlere karşı Türk bağımsızlık mücadelesi vererek ulusal devletini kuran Türkiye’ye karşı ABD ve AB desteği ile etnik kalkışma yapmaya çalışan Kürtler için bakın Fidel Castro bundan tam 11 yıl önce ne diyor:

“Türkiye’deki olayları yakından izliyorum. Umarım ve dilerim ki, sizin
oradaki Kürt Hareketi, Yankee’nin (ABD’nin) petrol bekçisi olmaz.”

Bu sözleri Fidel Castro kendini ziyarete Türkiye’den gelen bir heyet önünde söylüyor. Bu heyet içindekilerden biri de Esenyurt eski belediye başkanı Gürbüz Çapan’dır. Yıl ise; 1994. PKK Hareketi’nin Şemdinli baskını olayından sonraki yıllar.

Daha ortada ne Irak işgali var, nede Apo’nun yakalanması meselesi.

Ne yazık ki Castro’nun belirttiği gibi Kürt Hareketi ABD’nin yani Yanke’nin elinde adeta oyuncak olmuş durumda.

Yanke’nin AB destekli Ortadoğu işgalinin en büyük destekçisi artık Kürtler oldu.

Kürtler verdikleri mücadeleye “bağımsızlık” adını veriyorlar.

Dünya’nın süper gücüne “petrol bekçiliği” yapmanın adı ne zamandan beri
“bağımsızlık mücadelesi” oldu.

Üstelik bu bekçiliğe sadece Kürtler içindeki bir grup değil önemli bir
çoğunluk aday, kamuoyuna açıklanan araştırma sonuçlarına göre Türkler’in %80-82’si ABD’nin Irak işgaline karşı iken Kürtler’in %92’si bu işgalden yana ve bu işgalin bölgeye demokrasi getireceği düşüncesi var.

Demek ki, yaşadığımız dünyada bağımsızlık mücadelesi vermek isteyenlerin ABD’ye karşı bağımsızlık mücadelesinde sembol isim olmuş Fidel Castro’dan öğrenecekleri çok şey olduğu görülüyor.
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Atatürk Ve Kurtuluş Savaşı Müzesi

Anıtkabir'de Atatürk'ün mozolesinin bulunduğu şeref salonunun altında bulunan 3 bin metrekarelik sütunlu alanda kurulan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi, özellikle farklı sergileme teknikleri ile Çanakkale, Sakarya, Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Muharebeleri'ni, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarını ve Atatürk dönemini çarpıcı biçimde sunuyor.

Tören alanından Anıt bloğuna doğru bakıldığında, sağda yer alan Misak-ı Millî Kulesi'nin kapısından girilen müze, dört ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Atatürk'ün özel eşyaları sergilenmekte; ikinci bölümde panorama ve yağlı boya tablolarla Çanakkale Muharebeleri ile Kurtuluş Savaşı; üçüncü bölümde ayrı ayrı tonozlarda Millî Mücadele ve devrimler anlatılmaktadır. Dördüncü bölümde ise Atatürk'e ait kitaplar ile bu kitapları okurken altını çizip notlar aldığı kısımlardan örnekler sergilenmektedir.

Misak-ı Millî ve İnkılap kuleleri arasındaki ilk bölümde bulunan ve Atatürk'ün özel eşyalarının sergilendiği Atatürk Müzesi, yeni sergileme teknikleriyle düzenlenerek ve diğer bölümlerle birleştirilerek, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi adını almıştır. İlk olarak 21 Haziran 1960 tarihinde açılan bu bölümde Atatürk'ün kullandığı eşyalar ile kendisine yabancı devlet adamları tarafından hediye edilen eşyalar sergilenmektedir. Müzede Atatürk'ün manevi evlatlarından A. Afet İnan, Rukiye Erkin, Sabiha Gökçen'in müzeye hediye ettikleri Atatürk'e ait eşyalar da bulunmaktadır.


Türkiye İş Bankası Tarafından Hediye Edilen Saat
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi'nin ikinci bölümünde ilk önce Çanakkale Savaşı, Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz'u konu alan üç panorama dikkati çekiyor. Üç büyük panorama, önlerinde düzenlenen başka bir alanla üç boyutlu bir etkiye büründürülmüştür. Bu alanda düzenlemelerde kullanılan savaş objeleri ve maketlerle, muharebelerin geçtiği yerler ve dönem, yaşananların aslına uygun olarak yeniden canlandırılmıştır. Türkiye'de ilk kez uygulanan bu teknikle, Müzede ziyaretçilere Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna giden yolda yaşanan güçlükler hissettirilmeye çalışılmaktadır

Büyük Taarruz PanoramasıBüyük Taarruz Panoraması KocatepeBu bölümde ayrıca, başta Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kurtuluş Savaşı'na katılan komutanların portreleri ile kurtuluş mücadelesinden çeşitli anların resmedildiği büyük boyutlu tablolar sergilenmektedir.

Müzenin üçüncü bölümü, Panorama Bölümünü çevreleyen koridordaki 18 tonozda yer alan tematik sergi alanlarından oluşmaktadır. 1919-1938 yılları arasında, Atatürk dönemine ilişkin olayların anlatıldığı Tonozlu Galeriler, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi'ne farklı bir atmosfer kazandırmaktadır. Mozolenin bulunduğu şeref salonunu ayakta tutan sütunlu salon ile Anıtkabir'in temel duvarları arasında kalan koridorda yer alan ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları'ndan ebediyete intikal edenlerin defnedilmesi amacıyla inşaa edilen, ancak kullanılmayan tonozlu odacıklardaki vitrin düzenlemelerinde Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Devrimleri'ne ilişkin 3 bin kadar fotoğraf ile bunların Türkçe ve İngilizce açıklamalarına yer verilmektedir. Değerli sanatçılar tarafından hazırlanmış rölyefler de tonozlu galerilerin görselliğini güçlendirmektedir. Ayrıca tonozlu galerilerin bulunduğu koridor boyunca Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında büyük hizmetleri görülen asker-sivil 20 kahramanın büstü ve kısa özgeçmişleri de yer almaktadır.

Müzenin dördüncü bölümü olan Atatürk Özel Kitaplığı modern müzecilik anlayışına uygun olarak 11 Haziran 2005 yılında yeniden düzenlenmiş ve böylece kitaplar daha özenli bir şekilde koruma altına alınmıştır. “Düşünce Adamı Atatürk” fikrinden ilham alınarak düzenlenen bölümde yerli ve yabancı ziyaretçilerimizin “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin ne olduğu ve bundan ne anlaşılması gerektiği hakkında bilgilenmeleri hedeflenmiştir. 26 Ağustos 2002 tarihinde açılan Kurtuluş Savaşı Müzesi’nde Atatürk’ün askeri dehası vurgulanırken, burada ise Atatürk’ün “düşünce adamı” yönü vurgulanmaktadır.

Bu bölümde Atatürk'ün kendisine ait özel kitapları bulunmaktadır. 3123 adet olup, 26 konu başlığı altında toplanarak vitrinlerde sergilenmektedir.Kitapların dillere göre dağılımına bakıldığında ağırlıklı olarak Türkçe ve Fransızca olduğu görülür. Bunun yanında İngilizce, Romence, Yunanca ve Latince kitaplar da bulunmaktadır. Konu bazında değerlendirildiğinde ise ilk sırayı tarih, ikinci sırayı ise dil ve edebiyat almaktadır


--------------------------------------------------------------------------------

Bir DEVRİMCİNİN günlüğünden alıntı

Kısa zamanda parlak başarılar elde edebilirdik..
Sınırlan genişletmek istemiyordum
Ulusal sınırlar içinde
Sağlıklı bir devlet kurarak
Benden sonrada sağlam kalacak .
Siyasi bir sistem bırakmalıydım
Misakı Milli
VATAN
Sen büyüksün...
Sen güzel
Bu can feda olsun senin' yolunda
Varlık içinde yok sana bir bedel
Hilal sağ yanında, ,
Yıldız solunda.
Arkadaşlarla bazen tartışırdık
Bazıları eski sınırlara kovuşmak isterlerdi
Hatta daha ötesine
Oysa ben sömürgeciliğin , yayılmacılığın hüsranla sona ereceğini biliyordum.
Amaçlarıma adım adım gitmeliydim.
Halkıma ters gelecek düşünceleri defalarca düşünmeliydim
Danışmalıydım.
Ama karar verince de asla geri dönmemeliydim.
"Doğudan doğdu güneş
İlk defa karanlık korktu
İhaneti ateşle yakıp aydınlattık "
İnsanlar bilinçlendikçe kişiliklerini ister
Milletler de öyleydi
Kabiliyetlerini keşfetmek ,zengin olmak isterler
Bu zenginlik başkalarının açlığı pahasına olursa
İşte o zaman iş değişir.
Eninde sonunda hesabı sorulur
Gerçek bir devrimcinin amacı
"Egemenliğin kayıtsız ve şartsız ulusta olmasını sağlamaktır
Tam bağımsızlık , dünya milletleriyle kardeş olmak demektir.
Irk esasına dayanan düşünce unsurları
İnsanlık ailesine üvey evlat yetiştirmek demektir.."
Kimsiz , kimliksiz kalanlar
Şimdi kendi yazgılarını yazacaklar
Ne ezen olmalıydı ne ezilen
Her ulus kendi bağımsızlığını kendi yaratacak
Siz bu işleri başkaları adına yapmaya kalkarsanız.
İşte biz buna emperyalizm deriz
Oysa biz emperyalizmi kahretmeye geliyoruz
Sosyal devlet emeğin ve geniş halk kitlenin sefahı demektir.
Bunu kaideleri bellidir.
Ne üç beş kişi parasıyla dünyayı değiştirebilmeli
Ne de devlet zalim olmalıdır.
Eğer uğruna savaşacak bir şeyin varsa
Olsa olsa özgürlüğündür , bağımsızlığındır.
Cumhuriyet özgürlük , insanca varlık yolu,
Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu..
Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa
Artık millet olmuştur.
Sakın kurtarıcı bekleme;
Yoksa sana karşı vazifemi yapamadım sayarım.
Anafartalarda Mustafa Kemal'din
Kurtuluş savaşında Gazi Kemal
Laik Türkiye Cumhuriyetini kurarken Kemal ATATÜRK oldun
Yaşarken ve yokluğunda ÖNDERİMİZ, IŞIĞIMIZ oldun.

EMPERYALİZME ve İŞBİRLİKÇİLERİNE
geçit vermeyeceğiz ATAM..



--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk'ün yemini

'Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna taahhüt ettigim vicdan yeminini tekrar edeyim: Validemin mezarı önünde ve Allah'ın huzurunda ahdü peyman ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletin elde ettigi ve tesbit ettigi hâkimiyetin muhafaza ve müdafaası için gerekirse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyecegim. Millî hâkimiyet ugrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.'

Milletin istiklâli tehlikeye girdigi vakit, millet ordularını kendi toplar ve yalnız bir hareket tarzı kabul eder. O da kurtuluş ugrunda sonuna kadar kanını dökmek!

Millî hâkimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.

Türk vatanının bir karış topra ı için bütün millet bir vücut olarak ayaga kalkar.

*
Bilelim ki, millî benligini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar.
Memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir.
Ordumuz Türk birli inin kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliginin çelikleşmiş bir ifadesidir.

Türk gençleri;
Benim Türk milletine, Türk Cumhuriyeti'ne, Türklügün istikbâline ait ödevlerim bitmemiştir. Siz, onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar edersiniz.


--------------------------------------------------------------------------------


Makbule Hanım Atatürk'ü Anlatıyor

Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Atadan'ın, gazeteci Şemsi Belli'ye anlattığı anıları Selis Kitaplar tarafından yeniden yayınlandı. Makbule Hanım kitapta, Atatürk'ün çocukluğuna ve sonraki günlerine ait pek çok anekdotu samimiyetle aktarıyor.


Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Atadan'ın "Ağabeyim Mustafa Kemal" isimli anıları Selis Kitaplar'dan çıktı. Merhum Makbule Atadan'ın vefatından önce gazeteci Şemsi Belli'ye anlattığı anıları ilk kez 1959'da yayınlanmıştı. 1885'te Selanik'te doğan ve 1930'da Ağabeyinin emriyle Fethi Okyar tarafından kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası'na giren Makbule Hanım, kısa süren siyaset hayatının ardından köşesine çekilmiş ve 1935'te Mecdi Boysan ile evlenmişti. 1956'da vefat eden Makbule Atadan, kitapta ağabeyinin farklı yönlerini anlatıyor.

Sekiz yıl sonra eve dönüş sevinci

Makbule Hanım ve annesi Zübeyde Hanım, Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Selanik'ten İstanbul'a gelerek Beşiktaş Akaretler'de bir eve yerleşirler. Bu dönemde çeşitli cephelerde savaşan Atatürk, Makbule Hanım'ın anlattığına göre tam sekiz yıl evinden uzak kalmış. Makbule Hanım, Ağabeyinin dönüşünü şöyle anlatıyor: "İstanbula geleceğini haber aldığımız zaman sevincimize payan yoktu. On gün on gece hazırlık yaptık. Her tarafı sildik, süpürdük.. Sevdiği yemekleri yaptık. Sekiz senelik bir ayrılıktan ve zaferden sonra Ağabeyimin dönüşü bizi sevinçten deliye çevirmişti adeta. Ah! O gün.. O güzel ve mesut günü şu anda bile hatırladıkça içimde çok derin bir sızı hissediyorum."

Silahla oynarken tabanca patladı

Makbule Hanım Ağabeyi Atatürk'ün bir insan olarak çeşitli yönlerini de içtenlikle anlatır. Ağabeyinin çocukluk yıllarına dair pek çok anekdotu dile getirir. Makbule Hanım ağabeyinin çocukluk yıllarında her çeşit oyuncağa, özellikle de silaha düşkün olduğunu belirterek, daha o yıllarda askerliğe sempati duyduğunu dile getirir. Ne varki Atatürk'ün silahla oynaması az kalsın bir felakete yolaçacaktır. Atatürk, elindeki eski bir silahı temizlemesine yardım etmesi için kızkardeşini yanına çağırır. İşte o anı Makbule Hanım şöyle anlatır: "Karşısına geçtm. O elindeki lüveri temzilemeye başladı. Ne yaptı nasıl etti, bilmiyorum. Birden korkınç bir ses duydum. Annem korku ve heyecan içinde: 'Eyvah ! Kardeşini öldürdün Mustafa' dedi. Ben ise 'Ağabeyim öldü' diye ağlıyordum. Tabancanın dumanı kalkınca baktık ki ikimiz de sağız".

Fareden çok korkardı

Ağabeyi Mustafa Kemal'in köy türkülerini dilinden düşürmediğini, sanata ve sanatçılara karşı büyük saygı duyduğunu ifade eden Makbule Hanım'ın anlattığına göre çocuk Mustafa Kemal en çok fareden korkarmış. Anne Makbule hanım ise küçük Mustafa Kemal'i "Sen asker olacaksın! Asker korkar mı hiç?" diyerek teskin edermiş.

'Biri beni, diğeri mevkimi sevdi'

Makbule Hanım, Atatürk'le fırtınalı geçen bir evlilik yaşayan Uşşakızade Latife Hanım'la ilgili çok az şeyler nakleder. Atatürk'e aşık olan ve daha sonra intihar eden akrabası Fikriye de yer almaz bu anılarda. Atatürk'ün ikisi hakkında kendisine sadece şunu söylediğini nakleder: "Biri beni mevkim ve param için sevmiştir. Diğeri yalnız ben olduğum için. Yani biri mevkimi ve paramı, diğeri de hakikaten beni sevmiştir."

Enver Paşa'ya kızdı içkiye başladı

Ağabeyinin evde en çok irmik helvası ve yoğurdu sevdiğini söyleyen Makbule Hanım, kuru fasulyeye ise askeri mektepte alıştığını ifade eder. Atatürk'ün leblebi düşkünlüğü ise içkiye başladıktan sonradır. Makbule Hanım'ın aktardığına göre Atatürk'ün içkiye başlamasının nedeni Harbiye Nazırı Enver Paşa ile didişmesidir. Gerçekten de Atatürk, Enver Paşa ile savaş dönemi politikaları yüzünden çok kere karşı karşıya geldi. Alman subayların cephelerde komutanlık ve idarecilik yapmalarına şiddetle karşı çıktı...



--------------------------------------------------------------------------------


KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR

Bir gece beraber oturuyorduk. Yanımızda Siirt milletvekili Mahmut Soydan, şimdiki Macaristan elçimiz Ruşen Eşref Onaydın, bir de Soysallı vardı. Atatürk, ertesi günü Büyük Millet Meclisi'nde okuyacağı söylevi hazırlıyordu. Mahmut'la Ruşen Eşref not tutuyorlardı. Atatürk ara sıra bana da, "Ne dersin?" diye soruyordu. Ben ne diyebilirim? Hiç... Sonra Atatürk bana döndü ve dedi ki:

- Bu memleketin efendisi kimdir?

Düşündüm. Karşılığı o verdi:
- Türk köylüsüdür, dedi. Ve devam etti:

- Türk köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!...





--------------------------------------------------------------------------------

Atamız ile ilgili Devlet Arşivleri içerisinde yer alan metinler

Latin Harfleri ile:
30/9/[1]338

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reîsi
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Ankara'da yapılacak merâsim-i istikbâliye programıdır.

1-Gâzî Paşa hazretlerinin Ankara'ya yevm-i muvâsalatları henüz ma‘lûm değildir. Bu bâbda kat‘î ma‘lûmât vürûdunda gazeteler ve suver-i sâire ile i‘lân olunacakdır.

Merâsim-i istikbâliyenin sükûn ve intizâm dâiresinde cereyânını te’mînen müstakbilîn tarafından işbu program ahkâmına ri‘âyet buyurulacakdır.

2-Paşa hazretleri Ankara'yı istasyon cihetinden teşrîf buyuracaklardır. Merâsim istasyon ile Türkiye Büyük Millet Meclisi binâsı arasındaki sâhada cereyân edecek ve bunu müte‘akib Başkumandan Paşa hazretleri tarafından Meclis'de riyâset odasında muhtasar bir resm-i kabul icrâ olunacakdır.

3-Merbût krokide görüldüğü vechile istasyon ile Meclis arasında üç tâk-ı zafer inşâ edilmişdir.

4-Paşa hazretlerinin uzakdan istikbâli için Türkiye Büyük Millet Meclisi Birinci Reîs Vekîli Konya Mebûsu Vehbi Efendi hazretleri riyâsetinde Hey’et-i Umûmiyece bâ-kur‘a intihâb edilen on zâtdan mürekkeb bir hey’et hareket edecekdir. Vâli, belediye reîsi ve Ankara kumandanı da ayrıca bir hey’et hâlinde istikbâle gideceklerdir.

5-Paşa hazretlerinin mezkûr hey’etlerle beraber istasyona muvâsalatlarını müte‘âkib ale'l-usûl muzıka ile bir müfreze-i askeriye tarafından resm-i selâm îfâ olunacakdır.

6-Hey’et-i Vekîle ve Türkiye Büyük Millet Meclisi a‘zâsı istasyonda veyahud meclis binâsı önünde resm-i istikbâle iştirâk ederler.

7-İstasyon civârındaki tâk-ı zaferle köprü arasındaki mıntıka Ankara Garnizonu'nu teşkîl eden bilumûm kıta‘ât ile ümerâ ve zâbitâna tahsîs kılınmışdır. Paşa hazretlerinin bu mıntıkaya takarrüblerinde işbu hey’et nâmına Ankara Kumandanlığı tarafından gazâ-yı ekber münâsebetiyle îfâ-yı tebrîkât ve arz-ı hoş-âmedî olunacakdır.

8-Köprü ile dört yol ağzındaki tâk-ı zafer arası Ankara ve civâr köylerden gelecek eşrâf-ı memleket, ahâli ve esnâfa tahsîs kılınmışdır. Bu mıntıkanın başında umûm belde nâmına belediye reîsi tarafından arz-ı tebrîkât ve hoş-âmedî edilecekdir.

9-Dört yol ağzındaki tâk-ı zaferle meclis binâsının istasyon cihetinde bulunan nâ-tamâm binâ temelleri arasındaki mıntıka Ankara Vilâyeti me’mûrîniyle devâ’ir-i merkeziye müsteşârları ve rü’esâ-yı me’mûrînine ve Ankara mekâtib talebesi ne tahsîs kılınmışdır. Başkumandan Paşa hazretlerine bu mıntıkanın baş tarafında Ankara Vâlisi tarafından arz-ı tebrîkât ve hoş-âmedî edilecekdir.

10-Erkân-ı matbû‘ât, Hilâl-i Ahmer, Himâye-i Etfâl Cemiyetleri'yle Ankaradaki sâir cemiyetler ve mü’essesât Meclis binâsı yanında yapılan yeni binâ önünde ahz-ı mevki‘ ederek merâsim-i istikbâliyeye iştirâk eyleyeceklerdir.

11-İntizâmı muhâfaza maksadıyla Başkumandan Paşa hazretlerinin Meclis'e muvâsalatına kadar, tafsîl edilen cadde tarafeynindeki tertîbât bozulmayacakdır ve ancak hey’et-i istikbâliye ile hey’et-i vekîle ve Büyük Millet Meclisi a‘zâsı müşârun-ileyhle beraber Meclis'e gelebileceklerdir. Paşa hazretlerinin Meclis'e muvâsalatlarını müte‘âkib müctemi‘în ve müstakbilîn sırasıyla dağılacaklardır. Ankara Vilâyeti ve Ankara Kumandanlığı gerek bu husûsda ve gerekse esnâ-yı merâsimde intizâm ve inzibâtı te’mîn için müştereken tedâbîr-i lâzıme ittihâz edeceklerdir.

12-İstikbâle şitâb eden tekmîl zevâtın yolun tarafeyninde ahz-ı mevki‘ ederek caddeyi hitâm-ı merâsime kadar tamâmen serbest bırakmaları ricâ olunur.

13-Millet Bahçesi münhasıran hanımlara tahsîs edilmişdir.


--------------------------------------------------------------------------------


Atatürk'ün Gizli Kalan Röportajı

Yeni Aktüel dergisi Atatürk'ün ordu-siyaset ilişkisine bakışını ortaya çıkardı. Gazi Mustafa Kemal, Mondros'un ardından bir gazeteciye şu yanıtı veriyor..



Atatürk'ün ilk gazetesi Minber'deki yazılar, 89 yıl sonra Erzincan Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç. Erol Kaya tarafından kitap haline getirildi. Minber'de 19 Kasım 1918'de yayımlanan röportajın Yeni Aktüel'de günümüz Türkçesi ile yayımlandığı röportajın tam metni şöyle: Üç gün önce son görevi olan Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığı'nı bırakarak İstanbul'a gelen Fahri Yaver Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle bir görüşme yapması için bir muhabirimizi Paşa'nın nezdine gönderdik. Osmanlı Devleti tarafından mütareke yapılması üzerine, mütareke şartlarının uygulanma biçimleri hakkında merkezle görüşmelerde bulunmak üzere İstanbul'a gelmiş ise de, Yıldırım Ordular Grubu'nun kaldırılması ile görevi sona ermiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın muhabirimiz ile yaptığı kıymetli görüşme aşağıdadır:

MİNBER'DEN...
-Siyasi durumumuz hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyim? - Ben siyasetle yalnız 329 senesinde Sofya ve aynı zamanda Belgrat ve Çetine ataşemiliterlikleri görevinde bulunduğum bir sene içerisinde ilgilendim ve ilgilenme amacım da siyasi olmayıp askeri-siyasi bir durum idi. Bu ilgim dışında bütün hayatım Trablusgarb'da, Balkan Savaşları'nda savaş meydanlarında askerlikle geçmiştir. Her ne kadar kendimde ordulardan, muharebelerden ve askeri hususlardan bahsetmek için kuvvetli bir selahiyet görüyorsam da siyasetten bahsetmek hususunu ilgililere bırakmayı uygun buluyorum. Ancak bu sözlerimle, aziz vatanımızın ve bahtsız milletimizin kurtuluş ve menfaatine yönelik olarak, içinde bulunduğumuz dönemin farklı safhalarında ilgisiz kaldığımı söylemek istemiyorum. Bu konuda farklı dönemlere ait düşüncelerimin ve bu düşüncelerin gerektirdiği araştırmaların bir özetini ve sonucunu ifade etmem gerekirse diyebilirim ki; ben en iyi siyasetin her anlamda en kuvvetli olmak olduğuna inanırım. En kuvvetli olmak tabirinden kastım, yalnızca silah olarak kuvvetli olmak anlaşılmamalı. Aksine, asker olmama rağmen diyebilirim ki, silah kuvveti, kuvvetler değerlendirmesini meydana getiren unsurların sonuncusudur. Benim kastettiğim; manen, ilmen, fennen, ahlâken kuvvetli olmaktır. Çünkü bu saydığım hususlardan mahrum olan bir milletin bütün fertlerinin en son silahlarla donanmış olduğunu kabul etsek bile, kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olmaz. Bugünkü insanlık alemi içinde mevki sahibi olabilmek için elbette sadece silah kuvvetine sahip olmak yeterli değildir. Benim düşünceme göre, kuvvetli bir ordu dendiği zaman anlaşılması gereken manâ, her ferdi, özellikle subayı ve kumandanı, fen ilmi ve medeni alemin gereklerine göre yetişmiş ve bunlara göre düşünce ve hareketlerini uygulayan ordudur. Yüksek ahlâkta bir heyettir. Şüphesiz ki tek amacı, vazifesi, düşüncesi ve hazırlığı vatanı savunmak olan bu heyet, memleketin siyasetini idare edenlerin verecekleri karara göre faaliyete geçer. Ordulara komuta etmiş bir asker sıfatıyla bu nokta-i nazardan siyasetle temas etmiş olabilirim. Memleketi ve milleti çok iyi tanıyan ve muhtaç olduğu ilerlemeye kavuşması için huzur ve sükun içinde, fakat hürriyet ve istiklali korunmuş bir durumda çok çalışmak gerektiğine inanmış biri olarak, bu düşüncelerimi karşılayacak, yani bize huzur ve sükûn verecek ilişkilere ve dostluklara ciddi anlamda taraftarım.
-İngilizlerle ilgili düşünceleriniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? - Bu savaşta İngilizlerle Arıburnu, Anafarta ve Filistin cephelerinde karşı karşıya gelip savaştım. Ben gerek bu cephelerde ve gerekse daha önce bahsettiğim cephelerde sürekli vatanın müdafaasından ibaret bir görev yaptım. Bununla birlikte kalbimde nefret ve düşmanlık düşünceleri yer bulmamıştır. Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin bağımsızlığına hürmet ve saygı gösterdikleri takdirde yalnız benim için değil bütün Osmanlı milleti için İngilizlerden daha hayırlı bir dost olmayacağı kanaati tabiidir.
-Memlekette en son meydana gelen fikir hareketlerini nasıl buluyorsunuz? - Savaş meydanlarından İstanbul'a döneli iki gündür. Karargâhımın bulunduğu Adana'da fikir hareketlerini incelemeye vakit bulamadım. Bunun için henüz bu konuda bir şey söyleyemem. SABAH
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Atatürk Şimdi Ölüyor


Atatürk şimdi ölüyor...



SEVGİLİ Kıymet Sönmez, bir eski takvim yaprağının arkasında buldu:

"...İnebolu’dan Kastamonu’ya geliyoruz. Büyük Gazi’nin 24 saat evvel şapka hakkında söylediği nutuk Kastamonu’da etkisini göstermiş. Bütün memurlar, öğretmenler beyaz şapka giymişler.

(.......)

Ata, Kastamonu’ya gelirken çarşaflı-peçeli kadın öğretmenler, şimdi peçelerini açmışlar. Yol boyunca yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk herkes dizilmiş, sevgi çığlıkları atıyorlar. Bu sesler Ilgaz’ın eteklerinde yankı yapıyor.

(.......)

Gazi, manzaranın ihtiş**ı karşısında otomobilinden indi. Daha iki adım attı ki, yolun iki tarafını dolduran ve tarlalara taşan gök peştamallı Türk anaları onun etrafını sardılar.

(.......)

Altın saçlı, keskin bakışlı Atatürk, mendilini gözlerine kapattı...

Atatürk ağlıyordu..."

*

O kutsal devrimin, artık sadece eski takvim yaprağının arkasında kalan kısmıdır bu.

Bize; kılık-kıyafet devriminin, tüm cumhuriyet devrimlerinin sembolü olduğunu anlatır.

Atatürk, güçlü orduları yendiğinde değil, Kastamonu’da çağdaş giysili kadınları gördüğünde anlamıştı başardığını ve ilk kez ağlamıştı.

Ve dinci bu yüzden ısrarlı.

Bu yüzden; karşı devrimciler açısından kadınların tekrar tesettüre bürünmelerinin, üniversitelerden başlayarak kızların türbana girmelerinin önemi fazla.

Bu yüzden sabırsızlar.

Bu yüzden aceleleri var.

*

Şimdi kaybediyor Atatürk...

Şimdi yeniliyor...

Atatürk’ü ağlatan kıyafet devrimi de öbür devrimler gibi bugünlerde siliniyor.

Anlamıyor musunuz?..

Bir ulus, kendisine bağımsızlık-özgürlük-kimlik-kişilik veren... Onur-şeref armağan eden... Kendisine çağdaşlık-uygarlık yolunu açan... Ve bunu başardığını gördüğü zaman ağlayan yiğidine ihanet ediyor.

Çocukları terk ediyorlar onu...

Ve Atatürk yeni yeni ölüyor.



--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk Ve Nine

Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
- Merhaba nine.
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- Merhaba dedi.
- Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp,
- Neden sordun ki, dedi. Buraların saabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır.
Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı.
- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
- Gazi Paş**ızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey..
- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü sertleşti.
- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim
Vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı.
Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan?
Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paş**! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu
dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi.
Bana dönerek,
- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu.
Ikisi de ağlıyordu. Iki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;
- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik.
Oradakilere şu emri verdi;
'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. ( 'Ananı da al git' diyenler var artık zamanımızda )
Sonra köyüne ***ürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.'


--------------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK VE MİLLİ SANAT ANLAYIŞI

Sanatın ve sanatçının sahip olması gereken profil ve üstlendiği -üstlenmesi gerektiği-amaç birçok kez tartışma konusu oldu. Kimi kesim: "sanat istisnasız toplum için olmalıdır ve sanatçı tamamen bu amaçla eser vermelidir; sanatçı ancak o zaman sanatçıdır" görüşünü savunurken, kimi kesim de "ben müziğimi dinler, kitabımı okurum; ruhumu okşasın yeter" anlayışındaydı.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde "milli" tanımı şöyle yapılmaktadır: "Milletle ilgili, millete özgü, ulusal. O halde ne demektir milli sanat? Milli değer yargılarını benimsemiş, halkın ahlaki anlayışıyla çelişmeyen, her şeyden önce "ulusallığı" ön plana çıkaran, toplumun çıkarlarını göz eden ve toplum için yapılan sanattır, milli sanat.

Peki "sanat evrenseldir" tanımı yanlış mıdır?

Elbette değildir, zira bu söylemin ağızda sakız olması da boşuna değildir.Evrensellik: Mutlak bir gerçeklikten söz eden; bilgi, sanat ve siyasi anlamalarda genel geçer "tek" bir ilkeyi savunan anlayış türüdür.
Etik alanda evrensellik, her yerde her koşulda insanı bir sayar.
Bugün bir Mozart bestesini bir Arjantinli'ye de dinletseniz bir Polonyalı'ya da dinletseniz hissedeceği duygular hemen hemen aynıdır. Farklı bir iletişim aracıdır sanat. Bugün ünlü piyanist Fazıl Say gidip de yeni senfonisini ilk kez Avusturya'da çalıyorsa, bunun açıklaması sanatın evrensel bir kavram olduğudur.

Fakat burada öncelikle dikkat edilmesi gereken husus evrenselliğe uyumun ulusallıktan geçtiğidir. Bu iki kavram birbirine zıt değildir, aksine birbirinin alt kümesi olan sürekli etkileşim içinde olan ve olması gereken iki kavramdır. Evrensellik ulusallıktan, ulusallık evrensellikten beslenir.

Her ne kadar bu durum günümüz Türkiye'sinde pek böyle olmasa da, ne kadar ulusal değerleri ön plana çıkaran yapıt varsa alt edilmeye çalışılıp, ne kadar gayri milli eser, söylem varsa emperyalist güçler ve onun yerli işbirlikçileri tarafından el üstünde tutulsa da durum ana hatlarıyla böyledir.

Türk Devriminin mimarı M. Kemal Atatürk'ü askeri alanda savaşımdan sonra çok büyük bir savaş daha bekliyordu: "Kültürel alanda savaş".

Yüzlerce sene ümmetçilik bilinci aşılanmış, islami kurallarla yönetilen bir savaştan yeni çıkmış bithap bir halk...

Fransız Devrimi'nin kıvılcımıyla yanan aydınlık ateşinden biraz olsun ısınmamış bir toplumu kendi deyimiyle "çağ atlatmıştır" M. Kemal. İnsanlara kulluk inancından sıyrılması gerektiğini anlatmış, birey olmanın, vatandaşlık bilincinin gereklerini öğretmiştir. Bir ümmetten, millet yaratmıştır.

Nedir ümmet? Arap milliyetçiliği...Bu insanları bir arada tutan tek şey dindir. Yüzyıllardır iktidarın elinde oyuncak olmuş din, kitleleri uyuşturmak ve onları sakin, bir arada tutmanın en kolay yoludur.

Bir milleti ise ayakta tutan birçok kavram ve değer vardır: Dil birliği, tarih birliği, ülkü birliği vb. Bütün bunlar o milletin kültürel değerlerini oluşturur. İşte M. Kemal bunun önemini vurgulamış,bir milleti ayakta tutan şeyin bu kültürel bağların kuvvetliğinden meydana geldiğini anlamıştır. Bu bakımdan sanata ve sanatçıya verdiği destek tartışmasız çok büyüktür.

“Bir millet sanattan ve sanatkarlıktan mahrumsa, tam bir hayata malik olmaz" diyerek sanatın millet hayatındaki yerine ve önemine dikkat çeker Aynı konuyla ilgili bir başka sözünde de; "Bir millet sanata ehemmiyet vermedikçe büyük bir felakete mahkumdur. Birçok unsurlar o felaketin unsurlarını fark etmez. Fark ettiği gün de, ne kadar müthiş bir faaliyetle çalışmak gerektiğini tahmin eyleyemez" diyerek, sanatın bir başka boyutuna, el sanatlarına dikkat çeker Bu da gösteriyor ki, sanatın İster el sanatları boyutu olsun, ister güzel sanatları boyutu olsun, her iki boyutu da, millet hayatında önemli bir yer işgal etmektedir. "Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir" sözü de bu düşünceyi doğrulamaktadır.

Bu konuda sarfettiği başka bir söz Nutuk'tadır: "Bir millet ki, resim yapmaz, bir millet ki, heykel yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin tarihinin gelişme çizgisinde yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz, gerçek özellikleriyle gelişme içinde medeni olmaya layıktır."

Yani medeniyet yalnızca iktisadi başarıların bir ölçütü değildir, sanatsal alanda verilen eserler bu yolda çok önemli bir yere sahiptir.

Ancak nasıl bu nasıl bir sanat anlayışıydı?

"Atatürk'ün not defterleri"nden(Ali Mithat İnan/Gündoğan Yayınları) bir alıntı:

"Hafızamda aldanmıyorsam, Belgrat üzerinden Viyana'ya yürüyen bir Osmanlı ordusunun başında bulundan Sultan Süleyman-ı Kanuni'nin atının nalı düşmüştür. Nalbant bulmak bir mesele-i mühimme teşkil etti.
Nihayet askerler arasında nalbantlıktan anlar brisi bulundu. Padişahın atını nalladı. Fakat, padişah bu hadiseden,ordunun hümayunları içnde bir nalbantın bulunduğundan meyus ve müteessir olmuştur. Padişah bu gib sanatların orduya girmesini, ordunun selabetini mubil olacağı zehabında idi.(Onurunu zedeleyip, zayıflatıcı inancında idi)"

İşte bu zihniyetin uygulama ve kapsamındandır ki, binnetice Osmanlı ordusunu iğneden ipliğe kadar, nalından mıhına kadar her türlü ihtiyacını teminde cahil ve aciz bir halde bırakmıştı.

Bütün ihtiyacının temini için milleti yabancılara bağımlı kıldı. Bu zihniyetle sanatın lüzumu, sanatkarlığın ehemmiyet ve şerefi takdir olunamazdı.

"Efendiler bu zihniyetin ne kadar yanlış ne kadar akıldan uzak olduğunu asırların verdiği acı tecrübe ile bilhassa bugün içinde bulunduğumuz şartların zorluğu oranında anlamış, acısını hissetmemiş bir ferd-i millet kalmamıştır."

Yani Atatürk sadece sanatın önemini vurgulamıyor, genç yaşında sanatın ve zanaatin "milli" olmasının gerektiğinin altını çiziyor.

Takip etmemiz gereken yol hep "ulusal" olandan yana olmalıdır. Bu bakımdan kişisel zevklerimizi bir kenara bırakıp, dinlediğimiz veyahut okuduğumuz eserin ve eserin sahibinin amaçlarını, toplumsal anlamda taşıdığı değeri iyice süzgeçten geçirip, onlardan bu şekilde yararlanmalıyız.


--------------------------------------------------------------------------------

Nutuktan Bölümler
15 EKİM 1927 NUTUK

Nutuk, ulusal Kurtuluş Savaşı'mızın en önemli komutanının, emperyalizmin güçlerine karşı verdiği mücadeleyi anlatıldığı en büyük eserdir. Bu eserinde Atatürk Türk milletine olan sonsuz inancının ve verdiği mücadeleye olan güvenini bir kere daha ispat etmiştir. Atatürk, Nutuk'u yazmasındaki amacını geçmişi gelecek nesillere aktarırken bir yandan da yaptıklarının hesabını vermek olarak bahsetmektedir. Tarihi Nutuk, Gazi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet Halk Fırkası kurultayı üyelerine 1919 – 1927 yılları arasındaki gelişmeleri anlattığı 36.5 saat süren tarihi konuşmasıdır. Konuşma 15 -20 Ekim 1927 tarihleri arasında yapılmıştır. Tarihe yön veren bir liderin konuşması elbette daha sonraki yıllarda tarihin de kaynağı haline gelmiştir. Atatürk düşmanlarının en nefret ettiği bu eser yazıldığı günden bu yana yalan, iftira kampanyalarıyla karalanmaya çalışılmıştır. Nutuk, belgeleri sayesinde Atatürk'ün tarihçi kimliğini de ortaya koymaktadır. Atatürk kendisine bilim adamı diyen pek çok insandan daha da dikkatli davranarak yaşadığı olaylarla ilgili belge ve bilgileri biriktirmiş ve bu belgelere Nutuk'ta yer vererek daha sonraları tartışılacak pek çok olayda önceden kendi savunmasını yapmış muhaliflerine söz hakkı bile bırakmayarak ne kadar ileri görüşlü bir lider olduğunu da ortaya koymuştur.

Atatürk, 15 Ekim 1927 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin büyük salonunda Cumhuriyet Halk Partisi'nin Kurultay üyelerine sesleniyordu. O tarihte henüz "Atatürk' adını almamış olan Gazi Mustafa Kemal, tam 5 gün süren tarihi konuşmasında 1919 - 1927 yılları arasındaki gelişmeleri kendi kaleminden, kendi sesinden aktardı. Daha sonra "Nutuk, Büyük Nutuk, Söylev" adlarıyla anılan bu uzun konuşma Osmanlı İmparatorluğu'nun son günleri, ulusal bağımsızlık mücadelesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu üzerine bilinen en önemli kaynaklardan, tarihi belgelerden biridir.

Nutuk, tarihe yön veren bir liderin olaylara bakış açısını birinci elden anlatır. Mustafa Kemal'in yaşadıklarını, bir diğer deyişle yaş** öyküsünü hemen her sayfada izlemek mümkündür. Eserin bir diğer önemli yanı da, parti üyelerine ve topluma "genç Cumhuriyet'in ideoloji"sinin ve geçmişin nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin en yetkili ağızdan aktarımıdır. Bu konuşmanın, söz konusu dönemde yükselen aykırı seslere karşı net bir bildiri, muhalefete dönük şüphe bulutlarını dağıtmaya yönelik bir "kamuoyu" açıklaması olduğu da hatırlanmalıdır. Tüm bu nitelikleriyle "Nutuk" sadece ülkenin, bölgenin, uluslararası ilişkilerin tarihi için değil, tarihe yön veren liderlerin davranışlarına ve zihin yapısına örnek oluşturması adına da özel bir ilgiyi hak eder.

Nutuk'tan Bölümler..

Birinci Dünya Savaşı'nda Anadolu'nun durumu ve kurtuluş çareleri
Milli teşkilatların kurulması ve kongreler
İstanbul hükumeti ile ilişkiler
Milli teşkilatın yeniden düzenlenmesi
Misak-ı Milli ve gelişmeler
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanması
İç isyanlar ve Doğu cephesindeki gelişmeler
Düzenli orduya geçme kararı
İstanbul hükumetinin Ankara ile temas arayışları
Batı cephesindeki gelişmeler ve Birinci İnönü Zaferi
Londra Konferansı ve İkinci İnönü Zaferi
Sakarya Meydan Muharebesi ve müteakip gelişmeler
Büyük Taaruz ve Başkomutanlık Savaşı, Mudanya Konferansı
Lozan Barış Konferansı ve Saltanatın kaldırılmasına ilişkin gelişmeler, hilafet meselesi
Halk Partisinin kuruluş çalışmaları, Lozan Barış Anlaşması ve müteakip gelişmeler
Cumhuriyetin ilanı
Hilafetin kaldırılmasın
Cumhuriyete karşı iç muhalefet, paşalar mücadelesi ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası olayı
Türk Gençliğine hitabe


Nutuk'un Felsefesi ..
Atatürk'ü ve yaptıklarını anlamak isteyen herkes Nutuk'u baştan sona okumalıdır. Atatürk gençliğe hitabında “Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım. Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.” anlatımıyla söylediği nutkunda felsefesi hakkında ipuçları vermektedir. Atatürk Nutuk ile geçmişi bizlere anlatıp aynı zamanda gelecekte düşebileceğimiz tehlikeleri önceden sezmemiz için alınacak derslerden bahsetmektedir. Nutuk yokluklardan, imkansızlıklardan imkanlar yaratan bir milletin önderiyle el ele verdiğinde yapamayacağı hiçbir şeyin olamayacağını gösteren tarihi bir belge niteliğindedir. Nutuk emperyalizme karşı verilen en büyük savaşı anlatır. Bu savaş daha sonra dünya tarihini değiştirerek sömürgecilik devrinin kapanışına da ışık tutmuştur. Dili Atatürk'ün yetiştiği döneme kullanılan söz dağarcığı ve cümle yapısı bakımından milli edebiyat devrinin temsil ettiği dildir. Klasik Osmanlıcaya göre oldukça sadeleştirilmiştir. O devirde kullanılan Arapça ve Farsça sözcükler ve bu dillerden alınan kurallarla oluşturulan tamlamalar, devlet dilinde kullanımından dolayı Nutuk'a girmiş sözcükler nedeniyle dili günümüze göre oldukça ağırdır. Dil kullanılırken anlatılan duruma göre bazen kısa ve keskin cümleler bazende uzun ve hareketli söyleyişlere yer verilmiştir.
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Atatürk ve İslam

Büyük Önder Atatürk, Türk Milleti’nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur"; "Din vardır ve lazımdır."

Milletini, batıl inanışlardan arındırıp, gerçek dine yöneltmeyi amaçlamıştır. Bunun için de Kuran'ın kolay bir şekilde okunup anlaşılmasını sağlamak amacıyla Türkçeye çevrilmesi emrini vermiştir:
"..Sonra Kuran'ın tercüme ettirilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Hz. Muhammed'in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim."


Kuran'ın Türkçeye çevirilmesi emrini verirken, Atatürk'ün isteği Müslüman milletinin imanının güçlenmesidir. Bunu ifade ettiği sözleri şöyledir:
"Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur."


Büyük Önder, gerçek dinin temelini ve Müslümanların konuyu hangi kıstaslara göre değerlendirmeleri gerektiğini 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir’deki Paşa Camii’nde verdiği hutbede kendisini dinleyenlere şöyle ifade etmiştir:
"Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor."


Atatürk, İslam dininin tamamen ilme ve mantığa uygun bir din olduğunu bir başka sözünde de şöyle ifade etmiştir:
"Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. ... İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz"


Büyük Önder Atatürk, Türk Milleti’nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini de, sıklıkla vurgulamıştır. Ayrıca, Atatürk'ün Osmanlı Devleti'nin çöküşünü dine bağlayan, Türk düşmanlarına yanıtı ise kesin bir şekilde olmuştur:
"Düşmanlarımız, bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla itham ediyor, duraklamamızı ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar; bu bir hatadır. Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların, erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şey, Müslüman erkekle, Müslüman kadının beraberce din öğrenerek eğitilmesidir. Kadın ve erkek bu ilim ve eğitimi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kuralla bağlanmış zannettiğimiz şey yoktur. Türk sosyal yaşantısında kadınlar bilimsel yönden eğitim ve öğretim görmekte ve diğer konularda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir."


Dini meseleler hakkındaki görüşlerini öğrenmek isteyen Fransız gazeteci Maurice Perno'ya Atatürk yine kesin bir şekilde şu cevapları vermiştir:
M. Perno:Şu halde yeni Türkiye'nin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak demek?
Atatürk: "Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz."
M. Perno: Zat-ı asilaneleri, düşündüklerini bendenize daha iyi izah buyururlar mı?
Atatürk: "Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, sun'i, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız."



Atatürk her yönüyle olduğu gibi dindarlığıyla da milletine en güzel örnek olmuştur. Ulu Önder, dindar kişiliğinin bir göstergesi olarak din adamlarına karşı her zaman samimi bir şekilde hürmetkar olmuş ve saygı duymuştur.
Cumhuriyet'in ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, Atatürk'ün kendisine duyduğu saygı ve hürmeti şöyle anlatmıştır:
"Ata'nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, "Paş** beni mahcup ediyorsunuz" dediğim zaman "Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır." buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi."


Atatürk Kuran okutulmasına da son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman Atatürk'ün bu yönünü şöyle anlatmıştır:
"Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; "Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme"der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi."
(alıntıdır)



--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk İlke ve İnkılâpları

Atatürk'ün büyük bir titizlikle kurduğu ve bizlere emanet ettiği en büyük eseri Türkiye Cumhuriyeti'nin sonsuza kadar yaşaması, Onun ilke ve inklaplarına sahip çıkma ile olur. Çünkü bu ilke ve inkilaplar Türkiye'nin gelişmesinin yegane çizgisidir. Türk insanına düsen görev önce Atatürk ilke ve inkılaplarını öğrenmek ve onların etrafında kenetlenmek, sonra da tek varlığımız Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza kadar yaşatmaktır. Atatürk ilke ve inkılapları Türk insaninin ülküsü ve idealleridir.
Atatürk'ü öğrenmek bir bakıma Onun ilke ve inkılaplarını bilmekle baslar. Bu ilkeler:

1- Cumhuriyetçilik: ürk Milleti'nin hür seçimlere dayanan en uygun yönetim sekli Cumhuriyet'tir seklinde özetlenebilir.

2- Milliyetçilik: Türk Milleti'nin 2000 yıllık tarihine yakışır bir şekilde millet olma ve yasama ilkesidir. Türk bayrağı altında yaşanan tasada ve kıvançta ayni duyguları paylasan herkesi Türk sayan ilkedir. Böylece milletimizi birleştiren ve kaynaştıran bir ilke konumundadır.

3- Halkçılık: Türk Milleti'nin yasayan kitlesine halk denir. Çeşitli meslek ve etkinlikleri olan halkımızın el ve gönül birliğiyle çalışıp yurdumuzun kalkınmasını sağlaması demektir. Bütün fertlerimizin birbirine saygılı ve fedakarlık duyguları içinde olmalarını önerir.

4- Laiklik: Devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil akla ve bilime dayandırılmasıdır. Böylece din ve devlet isleri iki ayrı kurum olarak birbirine zarar vermeden görevlerini sürdüreceklerdir.

5- Devletçilik: Devletin, halkın rahatı için sosyal ve ekonomik alanlarda üretim ve teşebbüste bulunmasıdır. Özel sektörün yapamadığı zorunlu hizmetleri devlet yapar ve vatandaşa hizmet oturur. Böylece endüstri ve sanayileşmede özel sektörün yanında devlet de bir sektör olarak görev yapar.


6-İnkılapçılık ( devrimcilik-yenilik) : Türk Milleti ve Devleti'nin durmadan ilerleyen ülkeler yarışmasına katılmasıdır. Türk toplumu endüstri, bilim, teknoloji, tip ve sanayi gibi her alanda, her turlu gelişmeye yabancı kalmayacak kendini cağın gereklerine göre yenileyecektir.

Atatürk ilkelerinin amacı Türk insaninin atılgan, yaratıcı, barışçı, birleştirici yapmaktır. Büyük Atatürk hayatta iken kendi de bu ilkeleri uygulamış ve bugünkü Türkiye'yi çağdaş yapan inkılapları sağlamıştır. Kısa bir ömre sığan bu inkılapları Avrupa ancak 200-300 yılda yapabilmiştir. Atatürk, cağımızın gelmiş geçmiş dahi devlet adamlarından biridir. Onun büyüklüğü çok yönlü bir kişiliğe sahip olmasından kaynaklanır. İyi bir kumandan, dahi bir lider, güçlü bir devlet adamı, iyi bir hatip, milletinin bas öğretmeni, koylusunun bas çiftçisi ve esir milletlerin kılavuzudur. Türk inkılaplarının kısa surede başarıya ulaşmasının sırrı buradadır.

Atatürk inkılapları ile çağdaş bir devlet niteliğine kavuştuk. Dünyada saygınlığımız arttı. Yabancı uyruklulara tanınan kapitülasyon ayrıcalıkları kaldırıldı. Tarımın modernleşmesinde devlet öncü oldu. Bankalar, fabrikalar kuruldu. Sonunda ülkemiz bayındır oldu. Ulusumuz zenginleşti.

---

Siyasal Alanda Yapılan Değişiklikler:

Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde 1919 yılında başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşımız 1922'de tamamlandı. Osmanlı Devleti yöneticileri bu savaşın önderleri hakkında ölüm fermanları imzalamaktan çekinmediler. Kurtuluş Savaşı bittiği zaman bir yanda Büyük Millet Meclisi Hükümeti, öte yanda Osmanlı Saltanatı vardı. Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922 günü kabul ettiği bir yasa ile tarihimizde saltanat dönemi kapandı. Yeni bir dönem başladı. Osmanlı Saltanatının kaldırılmasından sonra 1921 Anayasası'nda değişiklikler yapıldı. 29 Ekim 1923 günü Türkiye Devleti'nin hükümet şeklinin Cumhuriyet olduğu kabul edildi.
Cumhuriyetin ilanı ile tarihimizde Cumhuriyet Dönemi başladı.

Hukuk Alanında Yapılan Değişiklikler:

Cumhuriyet öncesinde yargı işleri din adamları tarafından görülürdü. Kadı adı verilen yargıçlar din kurallarına göre karar verirdi. Hukuk alanında yapılan değişiklikle eski mahkemeler kapatıldı. Eski yasalar yürürlükten kaldırıldı. Uygar ulusların yasaları örnek alınarak boşanma, miras, ceza hukuku yeniden düzenlendi. Hukuk devrimi ile kadın - erkek arasında eşitlik sağlandı. Miras konusunda kadın ve erkek eşit pay almaya başladı. Kadınlar da erkekler gibi seçme ve seçilme hakkına kavuştu.

Eğitim Alanında Yapılan Değişiklik:

Osmanlı Devletinde eğitim sistemi dinseldi. Mahalle okulunu bitirenler isterlerse öğrenimlerini Medreselerde sürdürürlerdi. Medreselerde genel olarak dini bilgiler öğretilirdi. Bu öğrenim kurumlarında tekniğe, bilime önem verilmezdi. Medreselerin yanı sıra İmparatorluğun devlet işleri için kurulmuş Enderun adlı Saray Okulu vardı. Çok sonraları Tanzimat Döneminde Ortaokul dengi Rüştiye, Lise dengi İdadi ve Sultani okulları açıldı. Daha sonra Tıp, Harp Okulu, Mülkiye Okulları kuruldu.
Cumhuriyet döneminde dine bağlı eğitim sistemine son verildi. Eğitim kurumlarında bilimsel yöntem ve ilkelere dayalı eğitim çalışmaları başladı. Tüm okullar bu ilkelere göre yeniden örgütlendi.
Atatürk eğitime, öğretime çok önem verdi. Bilgisizliği kısa yoldan çözmek, okuma yazmayı kolaylaştırmak amacı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Kasım 1928 tarihinde Türk Alfabe Yasası'nı kabul etti. Bu alfabe ile okuma yazma öğrenilmesi için Ulus Okulları açıldı. Bütün yurtta okuma yazma öğrenme çalışmaları başladı. Atatürk, Ulus Okullarında Başöğretmen olarak dersler verdi.
Harf değişikliğini, dilde özleşme izledi. Arapça ve Farsça sözcüklerden oluşan Osmanlıca yerine Türkçe konuşulup yazılmaya başlandı. Atatürk Türk Dili'nin benliğine kavuşma çalışmalarını yürütmek amacı ile 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti'ni kurdu. Dilimiz yabancı sözcüklerden arındı.


Ekonomik Alanda Yapılan Değişiklikler:

Lozan Barış Antlaşması ile yabancı uyruklulara tanınan kapitülasyon ayrıcalıkları kaldırıldı. Ülkemiz kendi zenginlik kaynaklarına sahip çıktı. Her alanda devlet öncülük etmeye başladı. Bankalar, fabrikalar kuruldu. Modern tarım çalışmalarına başlandı. Yollar, özellikle demiryolları yapımında büyük çaba gösterildi. Böylece yurdun en uzak yerlerine ulaşma olanağı hazırlandı. Ekonomik bağımsızlığımız kazanıldı. Ekonomik alanda sağlanan bu başarılar sonucu yurdumuz bayındırlaştı. Ulusumuz zenginleşti. Halk için ağır bir yük olan aşar vergisi kaldırıldı. Çağdaş vergilendirme yöntemleri uygulanmaya başlandı.

Sosyal Alanda Yapılan Değişiklikler:

Atatürk, ulusumuzun uygar uluslar düzeyine ulaşması için, sosyal alanda da köklü değişiklikler yaptı. Yeni okullar açtı. Hastaneler, dispanserler kurulmasını sağladı. Güzel sanatların gelişmesi için gerekli girişimlerde bulundu. Konservatuar kuruldu. Stadyumlar, spor alanları, kapalı spor salonları yapıldı. Uygar bir toplum için gerek duyulan tüm sosyal kurumlar Atatürk döneminde açıldı.

Ölçü Birimlerinde Yapılan Değişiklikler:

Atatürk dünya ile ilişkilerimizi düzenli yürütmek için ölçü birimlerinde değişiklikler yaptı.
Uzunluk ölçüsü birimi olarak arşın, endaze; ağırlık ölçüsü birimi olarak okka, dirhem gibi ölçüleri kaldırarak bugün kullanmakta olduğumuz ölçü birimlerini kabul etti.
Yurdumuzda daha önce takvim Hicri takvime göre düzenlenmişti. Buna göre dünyanın kullandığı takvimle aramızda 580 yıl kadar bir farklılık vardı. 1 Ocak 1926 tarihinden sonra bizde de Miladi takvim kullanılmaya başlandı.
Eskiden ülkemizde ezani saat kullanılıyordu. Bu saat uygar ülkelerin kullandığı saate uymuyordu. Takvimde olduğu gibi saatler arasındaki bu uymazlık büyük karışıklıklara neden oluyordu. Bunları önlemek için takvimle birlikte bugünkü kullandığımız saat kabul edildi.
Hafta tatili Cuma'dan Pazar gününe alındı.
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Atatürk ve Yürüyen Köşkü


Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, tarımda modern teknikleri kullanılması, çevre üreticilere örnek olması ve onların nitelikli fidan, fide, damızlık ihtiyaçlarının karşılanması için kişisel mülki olan Yalova’nın doğusundaki ‘Millet Çiftliği’ni bu amaca uygun olarak düzenletmiştir. Çiftlik içinde, deniz kıyısında, ikameti için 1929 yılında bir çınarın yanında iki katlı mütevazi bir köşk yapılmıştır.

‘Yalova Benim Kentim’ diyen Atatürk Yalova ile yakından ilgilenmiştir. Yalova’ya 1936 yılındaki gelişinde Millet Çiftliği’ndeki köşkün pencerelerini zarar vereceği için yanındaki çınarın dalını kesileceğini öğrenir. Ağacın bir dalının bile kesilmesini istemeyen Atatürk köşkün ağaçtan uzaklaştırılmasını ister. Görev İstanbul Belediyesi Fen İşleri Yollar-Köprüler Şubesi’ne verilir. Sorumlu baş mühendis Ali Nuri (ALNAR) binanın temellerini açtırır. Temellerin altına zor ve çok yavaş ta olsa raylar döşenir. Bina rayların üzerinde doğuya doğru 4 m kaydırılır. 11 Ağustos 1936 günü yapılan bu işlemi yanında bulunan kız kardeşi Makbule (ATADAN) Hanım, Affet (İNAN) Hanım, Yunus Nadi (ABALIOĞLU), Muhafız K. İsmail Hakkı (TEKÇE), Yaver B.N.B. Nasuhi Bey ve diğer ilgililerle baştan sona izler.

Atatürk 11 Haziran 1937’de şahsına ait bütün taşınamaz mallar gibi bu Köşkü de Türk Milletine bağışlar.

Diğer tüm köşkler gibi ‘Yürüyen Köşk’de halen müze olarak korunmaktadır.

Atatürk’ün bir dalının bile kesilmesini istemediği Ulu Çınar ve yanındaki köşk, ağaç sevgisi ve çevre bilincinin de bir anıtı olarak ziyaretçilerini beklemektedir.

Yürüyen Köşk ‘Atatürk bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü’ arazisi içindedir ve Enstitü Atatürk’ün 1920'li yıllarda gösterdiği Türk Tarımın ileri tekniklerle donatılması amacı doğrultusunda bilim, hizmet ve nitelikli materyal üretim amaçlı hizmetlerini sürdürmektedir.


--------------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN DİKKAT ÇEKTİĞİ TEHLİKE: KOMÜNİZM

"Biz ne bolşeviğiz ne de komünist;ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız."

-Mustafa Kemal Atatürk-

Atatürk, millet realitesinin ve milliyetçiliğin temel unsurlarını red ve inkar eden Marksizm'in ve komünizmin kesinlikle karşısındadır. Ülkeyi felakete sürükleyecek, sınıflara bölecek, menfaat gruplarını çatışmaya sokacak bu ideolojilerin her zaman karşısında yer almıştır. Atatürk'ün başlattığı Türk Devrimi doğuşundan itibaren bu tehlikelerle karşılaşmış, Bolşevik liderler, Türkiye'de komünist köylü hareketin yapılmasını sürekli teşvik ve tahrik etmişlerdir. Komünistler, Türkiye'de milli ve bağımsız bir devletin kurulmasını istememişlerdir. Sosyal Hariciye Komiseri Çiçerin, daha 13 Eylül 1919'da, Sivas Kongresi sıralarında, Türk köylüsünün komünist olmayan idarecilere karşı isyan etmesini tavsiye ederek, Türk hareketine karşı davranış ve anlayışını göstermiştir.
Komünizmin Türk Devrimi için sakıncalı ve tehlikeli olduğunu, Büyük Atatürk çeşitli vesilelerle değişik zamanlarda ifade etmiştir. Sivas Kongresi'nden hemen sonra, Amerikalı General Harbord'a verilen 27 Eylül 1919 tarihli muhtırada Mustafa Kemal Paşa, Milli Harekat'ın amacını anlatmış ve komünizmle ilgili görüşlerini şöyle dile getirmiştir:

"Bolşeviklere gelince, bizim memleketimizde bu doktrinin hiçbir şekilde bir yeri olamaz. Dinimiz, adetlerimiz ve aynı zamanda sosyal bünyemiz tamamiyle böyle bir fikrin yerleşmesine müsait değildir. Türkiye'de ne büyük kapitalistler, ne de milyonlarca zanaatkar ve işçi vardır. Diğer taraftan zirai bir problemimiz yoktur. Son olarak, sosyal bakımdan dini prensiplerimiz bolşevizmi benimsemekten bizi uzak tutmaktadır." (Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, IV., 1917-1938, Ankara, 1964, s.78)

Ayrıca Atatürk, çeşitli zamanlarda komünizmi tehlikeli gördüğünü ve hiçbir zaman bu karanlık sisteme geçit vermeyeceğini ifade etmiştir. Atatürk'ün bu konudaki bir sözü şöyledir:

6 Şubat 1921'de,

"Komünizm içtimai bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin içtimai şeraiti, dini ve milli ananelerinin kuvvetli, Rusya'daki komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatini teyit eder bir mahiyettedir." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. III, 2. Baskı, s .20)

2 Kasım 1922'de,

"Şurası unutulmamalı ki, bu tarz-ı idare, bir bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz ne bolşevizim ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız. Hülasa, bizim şekl-i hükümetimiz tam bir demokrat hükümetidir ve lisanımızda bu hükümet halk hükümeti diye yad edilir." (Ag.e, c .3, 2. Baskı, s. 20)

21 Haziran 1935'te,

"Türkiye'de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü, Türk Hükümeti'nin ilk gayesi halka hürriyet ve saadet verme, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır." (A.g.e., c. 3, 2. Baskı, s. 99)


--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk ve İslam

Büyük Önder Atatürk, Türk Milleti’nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur"; "Din vardır ve lazımdır."

Milletini, batıl inanışlardan arındırıp, gerçek dine yöneltmeyi amaçlamıştır. Bunun için de Kuran'ın kolay bir şekilde okunup anlaşılmasını sağlamak amacıyla Türkçeye çevrilmesi emrini vermiştir:
"..Sonra Kuran'ın tercüme ettirilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Hz. Muhammed'in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim."


Kuran'ın Türkçeye çevirilmesi emrini verirken, Atatürk'ün isteği Müslüman milletinin imanının güçlenmesidir. Bunu ifade ettiği sözleri şöyledir:
"Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur."


Büyük Önder, gerçek dinin temelini ve Müslümanların konuyu hangi kıstaslara göre değerlendirmeleri gerektiğini 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir’deki Paşa Camii’nde verdiği hutbede kendisini dinleyenlere şöyle ifade etmiştir:
"Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor."


Atatürk, İslam dininin tamamen ilme ve mantığa uygun bir din olduğunu bir başka sözünde de şöyle ifade etmiştir:
"Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. ... İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz"


Büyük Önder Atatürk, Türk Milleti’nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini de, sıklıkla vurgulamıştır. Ayrıca, Atatürk'ün Osmanlı Devleti'nin çöküşünü dine bağlayan, Türk düşmanlarına yanıtı ise kesin bir şekilde olmuştur:
"Düşmanlarımız, bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla itham ediyor, duraklamamızı ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar; bu bir hatadır. Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların, erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şey, Müslüman erkekle, Müslüman kadının beraberce din öğrenerek eğitilmesidir. Kadın ve erkek bu ilim ve eğitimi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kuralla bağlanmış zannettiğimiz şey yoktur. Türk sosyal yaşantısında kadınlar bilimsel yönden eğitim ve öğretim görmekte ve diğer konularda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir."


Dini meseleler hakkındaki görüşlerini öğrenmek isteyen Fransız gazeteci Maurice Perno'ya Atatürk yine kesin bir şekilde şu cevapları vermiştir:
M. Perno:Şu halde yeni Türkiye'nin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak demek?
Atatürk: "Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz."
M. Perno: Zat-ı asilaneleri, düşündüklerini bendenize daha iyi izah buyururlar mı?
Atatürk: "Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, sun'i, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız."



Atatürk her yönüyle olduğu gibi dindarlığıyla da milletine en güzel örnek olmuştur. Ulu Önder, dindar kişiliğinin bir göstergesi olarak din adamlarına karşı her zaman samimi bir şekilde hürmetkar olmuş ve saygı duymuştur.
Cumhuriyet'in ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, Atatürk'ün kendisine duyduğu saygı ve hürmeti şöyle anlatmıştır:
"Ata'nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, "Paş** beni mahcup ediyorsunuz" dediğim zaman "Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır." buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi."


Atatürk Kuran okutulmasına da son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman Atatürk'ün bu yönünü şöyle anlatmıştır:
"Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; "Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme"der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi."
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Atatürk'ün ölümünün Yurtdışındaki yankıları

''Atatürk öldü!Şu Hıçkıran Göğüsler Şu Yaşlı Gözler,Şu Yarı İnik Bayraklar Hep Onun İçindir.Çünkü O , Bu Göğüsleri Gururla Kabartmış,Bu Gözleri Sevinçle Yaşartmış ve Bu Bayrakları Zafere Dalgalandırmıştı.Bu Milletin ÖZ ATA'sıydı;Gönlümüz de Babasını Kaybetmiş Çocukların Acısı Var !'' ORHAN SEYFİ ORHON

Kemal Atatürk'ün Ölümü Türkiye'nin Kurtarıcısı Öldü.
Mustafa Kemal,Savaş Bitip yeni Türkiye'nin Sınırlarını Çizdikten Sonra Türkiye'yi Avrupa Tipinde Bir Devlet Durumuna Getirmek İçin Çok Çalıştı Aksiyon Fransa Gazetesi

Savaşta Türkiye'yi Kurtaran , Savaştan Sonra da Türk Milletini Yeniden Dirilten Atatürk'ün Ölümü Yanlız Vatanı İÇin Değil Avrupa İçinde En Büyük Kayıptır Her Sınıfa Mensup Halkın ONun Ardından Döktükleri içten Gözyaşları Bu Büyük Kahramana Ve Modern Türkiye'nin Atası'na Değer Bir Görünümden Başka Bir Şey Değildir.
Winston Churchill [İngiltere Başbakanı]


Kardeş Türk Milletinin Uğradığı Bu Acı Karşısında Bizim en Büyük Tesellimiz Büy Dahinin Çizdiği Yolu Takip Etmektir
Elkabes Gazetesi Suriye


Benim Üzüntüm İki Türlüdür.Önce büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm.İkinci üzüntüm ise bu büyük adamla tanışmak konusundaki içten dileğimin gerçkleşmesine imkan kalmamış olmasıdır.
Franklin Delano Roosvelt ( ABD BAŞKANI)
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
ATATÜRKÜN Amerikan halkına Söyledikler

Atatürk’ün, Lozan Konferansının kesintiye uğradığı sırada Amerikan Milletine seslenişi.


Amerikan Ulusuna :


Siz zulüm ve zorbalığı kendi vatanınızdan uzaklaştırdınız. Siz, uzun ve kanlı bir mücadeleden sonra kendi özgürlük ve bağımsızlığınızı kazanarak halk egemenliğine dayanan demokratik bir devlet ve güçlü bir uygarlık kurdunuz. Yer kürenin diğer tarafında diğer bir ulus var ki, o da aynı özgürlük, aynı bağımsızlık ve aynı demokrasi uğrunda mücadele ediyor, kan döküyor. Bu ülkünün arılık ve yüceliğine karşı düşüncelerinizi yanıltmak istiyorlar. Bu propagandayı yapanlar, ya bir takım cahil tutucular veya yeni kazandığımız özgürlüğü kaldırmak ve bizi ondan mahrum etmek isteyen gizli ve açık düşmanlarımıza alet oluyorlar. Yalanlara ve iftiralara inanmayınız. Özgürlük ve bağımsızlık uğrunda savaşan ve tıpkı sizler gibi dünyada ilerleme ve adaleti sağlamak için samimi bir surette mücadele eden Türk halkına kalbinizi açık bulundurunuz.


Not: Bu açıklama, Amerikan Kongresinin 26 Şubat 1923 Tarihli tutanaklarında da yer almıştır.


(Arar, İsmail; Atatürk’ün Amerikan Milletine Seslenişi, Belleten, C. XLV/2, Nisan 1981, Sayı: 178’den Ayrı Basım, Ankara, 1981, s. 111)

Tarih biliminin en önemli kurallarından biriside "Olayları o zamanın şartlarına göre değerlendirmektir"..

ABD o tarihlerde henüz yeryüzünü kana bulamamıştı..Emperyalizmin en güçlü odağı haline gelmemişti..

Fakat günümüzde durum değişti,Amerika emperyalizmde sınıf atladı..Dünyaya kan ve gözyaşı saldı..

Kemalist düşünce sistemi emperyalizme karşı savaş vermeyi öğütlemektedir..

Amerika bizim dostumuz değildir...

(Yalnız atlanılmaması gereken bir husus vardır..Biz Amerikan halkına düşman değiliz,Amerikan Hükümetine düşmanız)
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Atatürk'e Esrarengiz Hediye

Pera Palas'ta Atatürk'ün odasını gezdiniz mi?Giderseniz bir bakın orada duvarda asılı

bir halı var.Zamanın Hint Cumhurbaşkanı Atatürk'ün doğum günün de kahininden ona

bir hediye hazırlatmasını istemiş.Bunun üzerine kahin bir halı dokumuş.Halının üzerinde

bir saat var.Saat dokuz'u on geçiyor(Atatürk'ün beyin ölümü saati.)Etrafında da 10

tane kasım çiçeği var.
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
"Türkiye Türklerindir."

"Bu ülke tarihte Türk'tü, şimdi Türk'tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır."

"Diyarbakır'lı, Van'lı, Erzurum'lu, Trabzon'lu, İstanbul'lu, Trakya'lı ve Makedonya'lı, hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır."

"Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz.

"Cumhuriyetimiz'in dayanağı Türk Topluluğu'dur. Bu topluluğun bireyleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar güçlü olur."

"Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk ulusu denir."

"Ne mutlu Türk'üm diyene."

"Aziz ulusuma şunu öneririm ki bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!"

"Beyler ! ... Mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın umunçlarına (emellerine) göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Oysaki hangi bağımsızlık vardır ki yabancıların öğütleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir!"

"Türkiye bir maymun değildir. Ne Amerikanlaşacak ne de Batılılaşacaktır. Türkiye yalnızca özleşecektir."

"Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden çok inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki bu kararlar ulusun yaş**ına giderilmesi olanaksız zararlar verebilir."

"Kayıtsız şartsız tabiriyle açıkça ifade edilen egemenliği, ulusun sorumluluğunda tutmak demek, bu egemenliğin en küçük bir parçasını; sıfatı, adı ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir."

"Egemenlik hiçbir sebep ve şekilde terk ve iade edilemez, emanet edilemez! Bu egemenliği tekrar geri alabilmek için, almak için kullanılmış olan araçları (Kurtuluş savaşı) kullanmak gereklidir."

"Ulus ve ülkenin çıkarlar gerektirdiği takdirde insanlığı oluşturan uluslardan her biriyle uygarlık gereği olan dostluk ve siyaset ilişkilerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim ulusumu tutsak etmek isteyen herhangi bir ulusun da bu isteğinden cayıncaya dek amansız düşmanıyım."

"Ulusal egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun."

"On yıl, yirmi yıl sonra aşağılaşarak ölmektense şimdiden onur ve saygınlıkla ölmeyi üstün tutmalıyız."

"İsteğimiz dışarıda bağımsızlık, içerde kayıtsız ve şartsız ulusal egemenliği korumadan ibarettir. Ulusal egemenliğimizin hatta bir zerresini bozmak niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan eminim."

"... Ülkede iktidara sahip olanlar; umursamazlık, doğru yoldan sapmışlık ve hatta hainlik içinde bulunabilirler. Üstelik bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını, istilacıların siyasal umunçlarıyla birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve yoksunluk içinde yıkılmış ve bitkin düşmüş olabilir. Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu durum ve koşullar içinde dahi görevin, Türk bağımsızlık ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun erk, damarlarındaki soylu kanda vardır!"
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Atatürk'ün Sevdiği Şarkılar


Yanık Ömer

Kırmızı Gülün Âli Var

Zorbalarında Gurudu Meşe Yanıyor Efem

Çökertmeden Çıktımda Halilim

Mehrali Bey Ağıtı

Ata Barı

Mızıka Çalındı Düğünmü Sandın

Köroğlu Solağı

Yanık Ömer

Dağlar Dağlar Alişimin Kaşları Kare

Sarı Zeybek

Havada Bulut Yok

Kışlar Doldu Bugün

Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa


Merhaba Mustafa Kemal Paşa


Bayati Taksim

Merhaba

Bayati S. Se

Viola - Kanun

Atanın Sevgi Nefesi

Mustafa Kemal

Ritim Sol

Merhaba

Sarayburnu 1934

Ud Taksim

Keman Solo

Ataya Merhaba
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Sakarya Zaferinin Ardından Neferlere - Mustafa Kemal Atatürk

Kurtuluş için yaptığımı bu savaştan çok daha evvel sizi başka muharebe meydanlarında da tanımış idim. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rasgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alteden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bildim. Sizin gibi kumandanları, zabitleri, neferleri olan bir millete yad elleri altında köle olmak mümkün değildir. Bu defa Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hakkımda yeni bir rütbe ve Gazi ünvanıyla tecelli eden iltifat ve teveccühü, doğrudan doğruya size racidir. Milletin verdiği bu rütbeyle yükselen ordu, en şerefli ve en ulu bir gazayla mümtaz olan gene ordudur. Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz fedakârlıklar pahasına kazanılan büyük muzafferiyetin millet tarafından takdirine delalet eden bu ünvanı ve rütbeyi ancak size izafe ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük sermaye-i iftiharı olarak taşıyacağım. Cenabı Hak giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerini temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kati halâsı nasip etsin.
Başkumandan Mustafa Kemal
20 Eylül 1921
Sakarya Zaferi'nden sonra TBMM'ce 19 Eylül 1921 günü Gazi ünvanı ve Mareşal rütbesi verilen Mustafa Kemal'in Türk ordusuna mesajı
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.