Bioshock 2 bir FPS olmasına karşın duygusal, derinlikli ve hüzün dolu bir oyun. Bir FPSyi tanımlamak için hüzünlü ve duygusal sıfatları kullanılınca alarm zillerinin çalması gerekirken, Bioshock 2ye çok yakışıyor bu sıfatlar.
İlk oyundan sekiz yıl sonra, 1968de geçiyor oyunumuz. Kod adı Subject Delta olan ilk Big Daddy prototipini yönetiyoruz ve hayatımız tek bir Little Sistera adanmış durumda: Eleanor Lamb. Bir yandan telepatik olarak Eleanorun, diğer yandan da Raptureın hâlâ aklını yitirmemiş az sayıdaki sakininin yönlendirmesiyle yola çıkıyoruz: Kendi Little Sisterımız olan Eleanoru, Raptureı ele geçirmiş olan annesi Sophia Lambden kurtarmak artık tek amacımız.
[editor:Bir Big Daddy olmanın ağır sorumluluğunu güçlü omuzlarımızda sonuna kadar hissediyoruz.]
Aradan geçen sekiz yılda Rapture iyice çökmüş, okyanus yavaş yavaş şehri ele geçirmeye başlamıştır. Big Daddyler şehri ayakta tutmak için ellerinden geleni yapsa da, doğanın gücü karşısında çok da seçenekleri yoktur. Sızıntılar tehlikeli şekilde artmış, şehrin bazı yerleri tamamen su altında kalmış, kum ve deniz bitkileri bürümüştür birçok yeri. 1950lerin mağrur Raptureı, insanın doymak bilmeyen açgözlülüğü nedeniyle çürümüşlük, delilik ve doğanın insafının elinde oyuncak olmuştur. Bir zamanlar zengin iş adamı, bilim insanı, sanatçı ve filozof olan Rapture sakinleri, Adam kullanımını iyice abartmış, hem şekil hem de ruh olarak iyice insanlıktan çıkmıştır.
Bioshock 2nin ilk oyundaki olaylarla alakası olmayan bir yan hikâyeyi konu alması ilk bakışta bir dezavantaj gibi gelse de, aslında değil. İlk oyundaki şok edici olaylara benzer birkaç an daha yakalamayı başarmış yapım ekibi - ki bunların hepsi gözünüze sokulmuyor, bazılarına ancak dikkatle etrafınızı araştırırsanız denk geliyorsunuz. İlk oyun Raptureın yıkılış hikayesinin kabasını alırken, ikinci oyun okyanusun derinliklerinde başlayan ama insan doğasının derinliklerine ***üren bir hikâyeye sürükleniyor.
Evet, Bioshock 2nin muhteşemliği hikâyesinde saklı. Sadece bulduğunuz ses kayıtları değil, mekânlar, duvarlardaki yazılar, Splicerların kendi aralarında dönen konuşmaları, sesler, müzikler, her şey, her şey bir hikâye anlatıyor oyunda...
Sadece Hikaye Değil
Bir FPSde oynanış da çok önemlidir ve ne güzel ki Bioshock bu konuda kendisini oldukça geliştirmiş. Artık iki elinizi birden kullanabiliyorsunuz: Sağ elinizde silah, sol elinizde plasmidle ilerliyorsunuz. Bioshock evreninin büyülü güçleri diyebileceğimiz "gene tonic"lerin (size çeşitli özellikler katan pasif güçler), silahlara yükleyebileceğiniz mermi çeşidinin sayısı artmış. Plasmidler (saldırı amaçlı güçleriniz) ilk oyundakiyle aynı olsalar da, hepsine üçüncü bir seviye eklenmiş. Bütün bu güçleri aynı anda ve hatta birbirine ekleyerek farklı şekillerde kullanabildiğinizden, düşmanlarınızın başına açabileceğiniz belaların haddi hesabı yok. Hatta diyebiliriz ki, bir FPSde görüp görebileceğiniz en çok düşman yok etme çeşidi Bioshock 2de yer alıyor.
İlk Oyuna Ne Kadar da Benziyor
Evet, oyuna başlar başlamaz böyle düşüneceksiniz. Gerçekten de grafikler üç yıl öncesiyle aynı ve hiçbir ilerleme kaydetmemiş. Oynanışta bazı gelişmeler olsa da, o da hemen hemen ilk oyunla aynı. Bu nedenle, yakın zamanda Bioshock oynadıysanız, oynanış ve görünüş olarak neredeyse aynı olan 15 saatlik bir yan hikâyeye girdiğinizi sanabilirsiniz. Ama diğer yandan, ilk oyunu oynamadıysanız da Bioshock 2nin hikâyesini kavramakta güçlük çekebilirsiniz. Adam nedir? Big Daddy ve Little Sisterlar niçin vardır? Şu hep ismi geçen Andrew Ryan kimdir, başına ne gelmiştir? Ömrünüz bunları merak ederek geçebilir.
Bakın aklımıza ne geldi: Eğer ilk oyunu henüz oynamadıysanız, önce ikinci, sonra ilk oyunu oynamayı deneyebilirsiniz. Bu oyunda her şeyi anlayamamanın yarattığı tedirginlikten sonra, ilk oyuna dönerek olayı çözümlemek ilginç bir deneyim olacaktır.
LOOT Kavmi
Oyunda alınacak, toplanacak çok şey var ama ilk başlarda çok can sıkıcı olabiliyor bu. Yiyecek ve içecekler genel olarak aynı işe yaradığı halde 20 küsur çeşidi var. Bunca loot kalabalığının içinde önemli bir şeyleri kaçırmayayım diye sürekli başınız önünüzde, yere baka baka, karşınıza çıkan her bavulu, her ayakkabı kutusunu, her cesedi tıklayarak ilerlediğinizden oyunun hızı çok düşüyor.
Remote hacki daha oyunun başında alıyorsunuz ve bu sayede mekanik olan her şeyi hacklemek inanılmaz kolaylaşıyor. Önceki oyundaki pipemania benzeri hacking sisteminin yerine, bir ibreyi yeşil alanlarda durdurmaya çalıştığınız daha düz bir hacking sistemi gelmiş. Böylece kameraları, taretleri ve malzeme otomatlarını çatır çatır hack'leyerek ilerliyorsunuz.
Çatışmalar
Çatışmaların ilk oyuna göre çok daha keyifli olmasına sevindik ama bunun sebebi düşmanların daha zekice davranması, sizi şaşırtması falan değil: Silah, tuzak, büyü çeşitleriniz o kadar çok ki düşmanlarınızı deney hayvanı haline getiriyorsunuz. Buzlu Cyclone Trap kullanarak dondurup zıplattığınız tipi tavana çakıp kırılmasını izlemekten, yerlere taret, kapılara elektrikli tuzak döşediğiniz bir odayı kişisel kaleniz haline getirmeye kadar envai çeşit fantezi peşinde koşabilirsiniz.
İlk oyunda sadece Big Daddylerle yaşadığınız uzun süren, ölümcül kapışmaların çeşidi üçe çıkmış: Little Sisterları yanınıza almak için Big Daddylerle yapacağınız kapışmalara Big Sister kapışmaları ve Adam hasat eden Little Sister'a dalan Splicer akınları eşlik ediyor. Özellikle Big Daddy kapışmaları ilk oyundaki kadar zorlu, Adam hasadı sırasındaki savunma da zorlayabiliyor. Her Big Daddy kapışması, Splicer akını cephanenizi sonuna kadar zorluyor. Ama Big Sister kapışmaları biraz hayal kırıklığı oldu bizim için. Plasmidleri çok daha iyi kullanan, çok çevik, ve daha korkunç bir düşman bekliyorduk. Onun yerine elinizdeki en güçlü silahı ve elektrik plasmidini kullanarak yenebildiğiniz bir düşman gelmiş. Silahı üstüne boşaltıp öldürüyorsunuz. Kendisi de nedense sadece ateş ve telekinesi plasmidi kullanabiliyor. Oysa tuzak, böcek, buz gibi tüm plasmidlerle ful-kontak dalmasını beklemiştik.
Bu kadar karmaşık bir yapıda, ama aynı zamanda da gerçekçi olması gereken bir oyunda grafiksel olarak çok şey yanlış gidebilirdi. Ama çok iyi bir sanat yönetiminden geçtiği belli Bioshock 2'nin. Çoğu oyunda görmediğimiz bir bütünlük var. Her mekân oya gibi işlenmiş ve detay manyağı. Renk paleti çok geniş, atmosferin karanlığına rağmen oyun bir renk cümbüşü içinde geçiyor. Unreal 3 motoru artık yaşını gösterse de, usta ellerde ne kadar şahane işler çıkartılabileceğini gösteriyor Bioshock 2.
Ve mümkün olsa da Bioshock 2nin ses ve müziklerine 5 üzerinden 7 versek diyoruz. O ne muhteşem bir orijinal müzik seçimidir! Onlar ne muhteşem seslendirmelerdir! Splicerların kendi aralarındaki konuşmalara varana kadar, oyundaki her ses kırıntısına inanılmaz bir özen gösterilmiş. Tek ayağı çıplak kadın Splicerların yürürken bir adımda tak bir adımda çlap diye ses çıkartmasına bile dikkat edilmiş.
Şahane dönem müzikleriyse Garry Schyman tarafından bestelenmiş. Oyunu gecenin karanlığında oynarken, birden kendinizi gözlerinizi kapatmış, 50li yılların Şikagosunda, dumanaltı bir kulüpte kadife sesli bir kadının hüzünlü şarkısını dinliyor bulabilirsiniz.
Big Daddy ve Little Sister'lar arasındaki bağ çok güzel işlenmiş. Haşır huşur dalmadan önce bir süre takip ederseniz, çok güzel enstantanelerle karşılaşıyorsunuz. Mesela bir Little Sister Adam topladıktan sonra, Big Daddysi homurdanarak ileriyi gösterdi haydi gidelim! anlamında. Bunun üzerine Little Sister her küçük kızın yapacağı gibi hayııır gelmicem, ben oyun oynamak istiyorum! deyip kollarını kavuşturdu. Big Daddy bir kere daha ileriyi gösterip homurdanınca kız olduğu yerde çakılı durdu İnatlaşmanın işe yaramayacağını içgüdüsel olarak anlayan Daddynin, kızın yanına gelip o kocaman, isterse tek sıkışta canını çıkartacak elini nazikçe kıza uzattığını, kızın da usulca uzanıp o elin kocaman bir parmağını tuttuğunu görünce, ister istemez bağ kuruluyor aranızda. Bu noktadan sonra o Big Daddyyi öldürmemek, Little Sisterı ondan ayırmamak için bahaneler ararken buluyorsunuz kendinizi ("Nasılsa başka Little Sister vardır, onlara giderim" gibi). Kızı sahte de olsa babasının başında ağlarken görmek her seferinde içinizi burkuyor.
İlk oyunda kızları harvest etmek veya kurtarmak arasında hemen hiç fark olmuyordu (oyunun birbirinden vasat iki sonu hariç). Bu kez Little Sisterlara kalben daha yakınsınız. Bu kez size hadi babacığım, meleğe ***ürsene beni! diyen küçük bir kızla baş başasınız. Daha fazla güç için bu güzel yaratığı öldürebilir misiniz? Ama, alacak o kadar çok plasmid ve o kadar az Adam var ki Bu çelişkiye katlanmak hakikaten güç.
Bioshock 2nin hikâyesi ilk oyunun vay anasını! dedirten müthiş sürprizlerinden ve şehir de ilk oyundaki Raptureın gizemli ve sıkça korkutan atmosferinden uzak. Daha çok çocuk sevgisi, kayıplar, çıkar için kullanılmak, hayallerin yıkılışı, insanın yıkıma yönelik doğası gibi önemli, ama ilk oyunun kurgusu içinde ikinci planda kalmış konular ele alınıyor. Sophia Lambin toplumun iyiliği esastır felsefesi Andrew Ryanın bireysellik her şeydir düşüncesiyle taban tabana zıt olsa da, ikisinin de körü körüne bağlı olduğu bu inançlarında insanın doğasını hesaba katmamalarının ikisini de aynı sonuca ***ürdüğünü görüyoruz.
İlk oyundan bariz bir Fallout havası alırken, ikinci oyunda bir başka muhteşem oyunun kokusunu da alacaksınız: STALKER. Görünüşte ve oynanışta zerre benzerliği olmasa da, sizin dışınızda yaşayan bir dünyada olduğunuzu hissettirme konusunda STALKERı andırıyor Bioshock 2. Ve ilk oyunda olmayan bir şeyi daha yaşatıyor oyun size: Nedense bittiğinde hüzünlü, buruk bir tat bırakıyor ruhunuzda. Eğer oyun sırasındaki seçimleriniz sizi beğenmediğiniz bir sona ulaştırdıysa, derhal en baştan oynama isteği duyuyorsunuz. Aklınızda buruk bir yer ediniyor kendisine
Ve böylece bir klasik olamasa da oyunlar arasında güzide bir yer ediniyor kendisine Bioshock 2. Onun anlatacak bir hikâyesi ve yaşatacak farklı duyguları var. Siz dinlemeye ve yaşamaya hazırsanız, Rapture sizi yine bekliyor olacak.
İlk oyundan sekiz yıl sonra, 1968de geçiyor oyunumuz. Kod adı Subject Delta olan ilk Big Daddy prototipini yönetiyoruz ve hayatımız tek bir Little Sistera adanmış durumda: Eleanor Lamb. Bir yandan telepatik olarak Eleanorun, diğer yandan da Raptureın hâlâ aklını yitirmemiş az sayıdaki sakininin yönlendirmesiyle yola çıkıyoruz: Kendi Little Sisterımız olan Eleanoru, Raptureı ele geçirmiş olan annesi Sophia Lambden kurtarmak artık tek amacımız.
[editor:Bir Big Daddy olmanın ağır sorumluluğunu güçlü omuzlarımızda sonuna kadar hissediyoruz.]
Aradan geçen sekiz yılda Rapture iyice çökmüş, okyanus yavaş yavaş şehri ele geçirmeye başlamıştır. Big Daddyler şehri ayakta tutmak için ellerinden geleni yapsa da, doğanın gücü karşısında çok da seçenekleri yoktur. Sızıntılar tehlikeli şekilde artmış, şehrin bazı yerleri tamamen su altında kalmış, kum ve deniz bitkileri bürümüştür birçok yeri. 1950lerin mağrur Raptureı, insanın doymak bilmeyen açgözlülüğü nedeniyle çürümüşlük, delilik ve doğanın insafının elinde oyuncak olmuştur. Bir zamanlar zengin iş adamı, bilim insanı, sanatçı ve filozof olan Rapture sakinleri, Adam kullanımını iyice abartmış, hem şekil hem de ruh olarak iyice insanlıktan çıkmıştır.
Bioshock 2nin ilk oyundaki olaylarla alakası olmayan bir yan hikâyeyi konu alması ilk bakışta bir dezavantaj gibi gelse de, aslında değil. İlk oyundaki şok edici olaylara benzer birkaç an daha yakalamayı başarmış yapım ekibi - ki bunların hepsi gözünüze sokulmuyor, bazılarına ancak dikkatle etrafınızı araştırırsanız denk geliyorsunuz. İlk oyun Raptureın yıkılış hikayesinin kabasını alırken, ikinci oyun okyanusun derinliklerinde başlayan ama insan doğasının derinliklerine ***üren bir hikâyeye sürükleniyor.
Evet, Bioshock 2nin muhteşemliği hikâyesinde saklı. Sadece bulduğunuz ses kayıtları değil, mekânlar, duvarlardaki yazılar, Splicerların kendi aralarında dönen konuşmaları, sesler, müzikler, her şey, her şey bir hikâye anlatıyor oyunda...
Sadece Hikaye Değil
Bir FPSde oynanış da çok önemlidir ve ne güzel ki Bioshock bu konuda kendisini oldukça geliştirmiş. Artık iki elinizi birden kullanabiliyorsunuz: Sağ elinizde silah, sol elinizde plasmidle ilerliyorsunuz. Bioshock evreninin büyülü güçleri diyebileceğimiz "gene tonic"lerin (size çeşitli özellikler katan pasif güçler), silahlara yükleyebileceğiniz mermi çeşidinin sayısı artmış. Plasmidler (saldırı amaçlı güçleriniz) ilk oyundakiyle aynı olsalar da, hepsine üçüncü bir seviye eklenmiş. Bütün bu güçleri aynı anda ve hatta birbirine ekleyerek farklı şekillerde kullanabildiğinizden, düşmanlarınızın başına açabileceğiniz belaların haddi hesabı yok. Hatta diyebiliriz ki, bir FPSde görüp görebileceğiniz en çok düşman yok etme çeşidi Bioshock 2de yer alıyor.
İlk Oyuna Ne Kadar da Benziyor
Evet, oyuna başlar başlamaz böyle düşüneceksiniz. Gerçekten de grafikler üç yıl öncesiyle aynı ve hiçbir ilerleme kaydetmemiş. Oynanışta bazı gelişmeler olsa da, o da hemen hemen ilk oyunla aynı. Bu nedenle, yakın zamanda Bioshock oynadıysanız, oynanış ve görünüş olarak neredeyse aynı olan 15 saatlik bir yan hikâyeye girdiğinizi sanabilirsiniz. Ama diğer yandan, ilk oyunu oynamadıysanız da Bioshock 2nin hikâyesini kavramakta güçlük çekebilirsiniz. Adam nedir? Big Daddy ve Little Sisterlar niçin vardır? Şu hep ismi geçen Andrew Ryan kimdir, başına ne gelmiştir? Ömrünüz bunları merak ederek geçebilir.
Bakın aklımıza ne geldi: Eğer ilk oyunu henüz oynamadıysanız, önce ikinci, sonra ilk oyunu oynamayı deneyebilirsiniz. Bu oyunda her şeyi anlayamamanın yarattığı tedirginlikten sonra, ilk oyuna dönerek olayı çözümlemek ilginç bir deneyim olacaktır.
LOOT Kavmi
Oyunda alınacak, toplanacak çok şey var ama ilk başlarda çok can sıkıcı olabiliyor bu. Yiyecek ve içecekler genel olarak aynı işe yaradığı halde 20 küsur çeşidi var. Bunca loot kalabalığının içinde önemli bir şeyleri kaçırmayayım diye sürekli başınız önünüzde, yere baka baka, karşınıza çıkan her bavulu, her ayakkabı kutusunu, her cesedi tıklayarak ilerlediğinizden oyunun hızı çok düşüyor.
Remote hacki daha oyunun başında alıyorsunuz ve bu sayede mekanik olan her şeyi hacklemek inanılmaz kolaylaşıyor. Önceki oyundaki pipemania benzeri hacking sisteminin yerine, bir ibreyi yeşil alanlarda durdurmaya çalıştığınız daha düz bir hacking sistemi gelmiş. Böylece kameraları, taretleri ve malzeme otomatlarını çatır çatır hack'leyerek ilerliyorsunuz.
Çatışmalar
Çatışmaların ilk oyuna göre çok daha keyifli olmasına sevindik ama bunun sebebi düşmanların daha zekice davranması, sizi şaşırtması falan değil: Silah, tuzak, büyü çeşitleriniz o kadar çok ki düşmanlarınızı deney hayvanı haline getiriyorsunuz. Buzlu Cyclone Trap kullanarak dondurup zıplattığınız tipi tavana çakıp kırılmasını izlemekten, yerlere taret, kapılara elektrikli tuzak döşediğiniz bir odayı kişisel kaleniz haline getirmeye kadar envai çeşit fantezi peşinde koşabilirsiniz.
İlk oyunda sadece Big Daddylerle yaşadığınız uzun süren, ölümcül kapışmaların çeşidi üçe çıkmış: Little Sisterları yanınıza almak için Big Daddylerle yapacağınız kapışmalara Big Sister kapışmaları ve Adam hasat eden Little Sister'a dalan Splicer akınları eşlik ediyor. Özellikle Big Daddy kapışmaları ilk oyundaki kadar zorlu, Adam hasadı sırasındaki savunma da zorlayabiliyor. Her Big Daddy kapışması, Splicer akını cephanenizi sonuna kadar zorluyor. Ama Big Sister kapışmaları biraz hayal kırıklığı oldu bizim için. Plasmidleri çok daha iyi kullanan, çok çevik, ve daha korkunç bir düşman bekliyorduk. Onun yerine elinizdeki en güçlü silahı ve elektrik plasmidini kullanarak yenebildiğiniz bir düşman gelmiş. Silahı üstüne boşaltıp öldürüyorsunuz. Kendisi de nedense sadece ateş ve telekinesi plasmidi kullanabiliyor. Oysa tuzak, böcek, buz gibi tüm plasmidlerle ful-kontak dalmasını beklemiştik.
Bu kadar karmaşık bir yapıda, ama aynı zamanda da gerçekçi olması gereken bir oyunda grafiksel olarak çok şey yanlış gidebilirdi. Ama çok iyi bir sanat yönetiminden geçtiği belli Bioshock 2'nin. Çoğu oyunda görmediğimiz bir bütünlük var. Her mekân oya gibi işlenmiş ve detay manyağı. Renk paleti çok geniş, atmosferin karanlığına rağmen oyun bir renk cümbüşü içinde geçiyor. Unreal 3 motoru artık yaşını gösterse de, usta ellerde ne kadar şahane işler çıkartılabileceğini gösteriyor Bioshock 2.
Ve mümkün olsa da Bioshock 2nin ses ve müziklerine 5 üzerinden 7 versek diyoruz. O ne muhteşem bir orijinal müzik seçimidir! Onlar ne muhteşem seslendirmelerdir! Splicerların kendi aralarındaki konuşmalara varana kadar, oyundaki her ses kırıntısına inanılmaz bir özen gösterilmiş. Tek ayağı çıplak kadın Splicerların yürürken bir adımda tak bir adımda çlap diye ses çıkartmasına bile dikkat edilmiş.
Şahane dönem müzikleriyse Garry Schyman tarafından bestelenmiş. Oyunu gecenin karanlığında oynarken, birden kendinizi gözlerinizi kapatmış, 50li yılların Şikagosunda, dumanaltı bir kulüpte kadife sesli bir kadının hüzünlü şarkısını dinliyor bulabilirsiniz.
Big Daddy ve Little Sister'lar arasındaki bağ çok güzel işlenmiş. Haşır huşur dalmadan önce bir süre takip ederseniz, çok güzel enstantanelerle karşılaşıyorsunuz. Mesela bir Little Sister Adam topladıktan sonra, Big Daddysi homurdanarak ileriyi gösterdi haydi gidelim! anlamında. Bunun üzerine Little Sister her küçük kızın yapacağı gibi hayııır gelmicem, ben oyun oynamak istiyorum! deyip kollarını kavuşturdu. Big Daddy bir kere daha ileriyi gösterip homurdanınca kız olduğu yerde çakılı durdu İnatlaşmanın işe yaramayacağını içgüdüsel olarak anlayan Daddynin, kızın yanına gelip o kocaman, isterse tek sıkışta canını çıkartacak elini nazikçe kıza uzattığını, kızın da usulca uzanıp o elin kocaman bir parmağını tuttuğunu görünce, ister istemez bağ kuruluyor aranızda. Bu noktadan sonra o Big Daddyyi öldürmemek, Little Sisterı ondan ayırmamak için bahaneler ararken buluyorsunuz kendinizi ("Nasılsa başka Little Sister vardır, onlara giderim" gibi). Kızı sahte de olsa babasının başında ağlarken görmek her seferinde içinizi burkuyor.
İlk oyunda kızları harvest etmek veya kurtarmak arasında hemen hiç fark olmuyordu (oyunun birbirinden vasat iki sonu hariç). Bu kez Little Sisterlara kalben daha yakınsınız. Bu kez size hadi babacığım, meleğe ***ürsene beni! diyen küçük bir kızla baş başasınız. Daha fazla güç için bu güzel yaratığı öldürebilir misiniz? Ama, alacak o kadar çok plasmid ve o kadar az Adam var ki Bu çelişkiye katlanmak hakikaten güç.
Bioshock 2nin hikâyesi ilk oyunun vay anasını! dedirten müthiş sürprizlerinden ve şehir de ilk oyundaki Raptureın gizemli ve sıkça korkutan atmosferinden uzak. Daha çok çocuk sevgisi, kayıplar, çıkar için kullanılmak, hayallerin yıkılışı, insanın yıkıma yönelik doğası gibi önemli, ama ilk oyunun kurgusu içinde ikinci planda kalmış konular ele alınıyor. Sophia Lambin toplumun iyiliği esastır felsefesi Andrew Ryanın bireysellik her şeydir düşüncesiyle taban tabana zıt olsa da, ikisinin de körü körüne bağlı olduğu bu inançlarında insanın doğasını hesaba katmamalarının ikisini de aynı sonuca ***ürdüğünü görüyoruz.
İlk oyundan bariz bir Fallout havası alırken, ikinci oyunda bir başka muhteşem oyunun kokusunu da alacaksınız: STALKER. Görünüşte ve oynanışta zerre benzerliği olmasa da, sizin dışınızda yaşayan bir dünyada olduğunuzu hissettirme konusunda STALKERı andırıyor Bioshock 2. Ve ilk oyunda olmayan bir şeyi daha yaşatıyor oyun size: Nedense bittiğinde hüzünlü, buruk bir tat bırakıyor ruhunuzda. Eğer oyun sırasındaki seçimleriniz sizi beğenmediğiniz bir sona ulaştırdıysa, derhal en baştan oynama isteği duyuyorsunuz. Aklınızda buruk bir yer ediniyor kendisine
Ve böylece bir klasik olamasa da oyunlar arasında güzide bir yer ediniyor kendisine Bioshock 2. Onun anlatacak bir hikâyesi ve yaşatacak farklı duyguları var. Siz dinlemeye ve yaşamaya hazırsanız, Rapture sizi yine bekliyor olacak.