- 24 Eyl 2016
- 2,547
- 14
Şeyh Said İsyanı (Dönemin adıyla: Genç Hâdisesi, Şubat - Nisan 1925), Güneydoğu Anadolu'da merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı Kürt ve Zaza aşiretlerin destek verdiği Hilafet taraftarı ayaklanma.
Bölgeyi (Palu, Çapakçur, Genc, Piran, Hani, Lice, Ergani, Eğil, Silvan) kuşatan süngülü Türk askerleri (30 Mart 1925 tarihli Cumhuriyet gazetesi)
Tarih 13 Şubat 1925 31 Mart 1925
Bölge Elâzığ, Bingöl, Diyarbakır ve çevresi
Sonuç Kesin Türk zaferi. İsyan bastırıldı.
Taraflar
Türkiye
Zaza aşiretleri
(Sünni Zazalar
Birtakım Alevi Zazalar (Hormekan ve Lolan aşiretleri)
Kürt aşiretleri
(Kurmançlar)
Komutanlar ve liderler
Mustafa Kemal Paşa
Kâzım Paşa (3. Ordu)
Mürsel Paşa (VII. Kolordu)
Naci Paşa (V. Ordu)
Şeyh Said (Esir) (ve daha sonra idam)
Güçler
Mart boyunca: 25.000 (bunun 12.000'den azı silahlı asker, geri kalanı silahsız lojistik kuvvet)
Nisan başında toplam: 52.000 (İngiliz istihbarat kaynaklarına göre)
15.000 isyancı
Ayaklanma
Şeyh Said'e bağlı kişilerin Diyarbakır'ın Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde (Diyarbakır ilçesi Dicle) arama yapan bir jandarma müfrezesiyle çatışmaya girmeleri (13 Şubat 1925), kısa sürede genişleyecek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu. Genç vilayetinin kazası Darahini'yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. Başlangıçta isyan İslam şeriatının tesisi adına başlatılmış ise de sonradan Kürt istiklâl hareketine çevrilmiştir.
Mistan, Botan ve Mıhellemiler aşiretlerinin desteğini aldıktan sonra Genç ve Çapakçur (bugün Bingöl) üzerinden Diyarbakır'a yöneldi. Maden, Siverek ve Ergani'yi ele geçirdi. Şeyh Abdullah'ın yönettiği başka bir ayaklanma kolu da Varto üzerinden Muş'a doğru harekete geçti. Varto'yu ele geçiren isyancılar, Muş'a ilerledilerse de halktan toplanan yardımcı kuvvetlerle Murat Köprüsü civarında mağlup edilip, Varto'ya geri çekilmeleri sağlandı. 21 Şubat'ta gelişmeler üzerine hükümet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti. 23 Şubat'ta ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri Kış Ovası'nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır'a çekilmek zorunda kaldı. Ertesi gün Elâzığ'a giren Gökdereli Şeyh Şerif yönetimindeki başka bir ayaklanma kolu kenti kısa süre de olsa denetim altına aldı. Elâzığ birkaç gün boyunca isyancılar tarafından yağmalandı.
Şeyh Said Harekatı'nın başlangıç durumunu gösteren TSK'ya ait askeri harita.
Mart başında Şeyh Said'in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır'a saldırdı ve kuşatma altına aldı. Kuşatanlar takviye alıyordu ve kuşatma Şeyh Said tarafından bizzat yönetiliyordu.[10] Mürsel Paşa komutasındaki garnizon günlerce süren saldırıları geri püskürtmeyi başardı. Fakat bir gece bir grup şehrin Kürt sakinlerinin yardımıyla Diyarbakır içine girebilmeyi başardı. Bunların varlıkları garnizon tarafından fark edildi.[10] 7-8 Mart arası süren ağır bir çarpışma sonrası şehre sızan grup bozguna uğratıldı ve sadece birkaçı kaçabildi. Kuşatma'nın başarısız olduğunu gören Şeyh Said, kuşatmayı kaldırdı ve adamlarını Diyarbakır'dan çekti.
Ortada önde oturan beyaz sakallı Şeyh Sait, onun sağında Şeyh Şerif, arkada kalpaklı Binbaşı Kasım (Kasım Ataç), onun solunda siyah sakallı Melikanlı Şeyh Abdullah. :s. 259
Şeyh Saidin isyanından önce İstiklal Harbinin önde gelen Paşaları, M. Kemal hükümetinin din aleyhtarı ve totaliter (baskıcı) siyasetinden kaygılanmış, ve bu nedenle 17 Kasım 1924te, Cumhuriyet tarihinin ilk muhalif partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF)nın kuruluşunu ilan etmişlerdi. M. Kemalin icraatlarının dinin aleyhinde olduğu yönünde genel bir görüş birliği vardı. Genel Başkanlığını Kazım Karabekirin yaptığı TCFnin tüzüğüne, Madde: 6, Fırka (parti), dinî düşünce ve inançlara hürmetkardır şeklinde bir ibare konmuştu. TCF yetkililerinden Fethi Bey; Terakkiperverler dindardır. Halk Fırkası dini batırıyor. Biz dini kurtaracağız ve muhafaza edeceğiz
Şeyh Said hadisesinden iki hafta önce, 1925 Ocak ayı sonlarında, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Efendi, TBMM kürsüsünde, iktidardaki CHFnin icraatlarına ağır eleştiriler yönelterek; Yeniliğin isret (içki içme), dans, plaj sefasından başka bir şey ifade etmediğini, fuhuşun arttığını, Müslüman kadınların edeplerini kaybetme yolunda olduklarını, sarhoşluğun himaye, hatta teşvik olunduğunu, en önemlisi dinî duyguların rencide edildiğini, yeni rejimin sadece ahlaksızlık getirdiğini, rezil bir yönetimin memleketi çamurların içine sürüklediğini ilan ediyordu.
Şeyh Said, 13 Şubat 1925 Cuma günü, Piran camisinde verdiği vaazda halka şöyle sesleniyordu:
Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Millî Eğitime bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.
Şeyh Said bu arada, Emirül Mücahidin Muhammed Said El-Nakşibendi imzasıyla halka yönelik çeşitli beyannameler yayınladı. Ayrıca, direnişe destek vermeleri için Alevi Zaza aşiret reisleri, Kürt bey, ağa ve aşiret reisleri ile Erganideki Türk bey ve ağalarına da aynı imza ile mektuplar gönderdi ve onları Kemalist yönetime karşı ortak mücadeleye davet ederek yardım istedi. Yayınlanan beyannamelerden birinde,
Kurulduğu günden beri din-i mübini Ahmedinin [İslam] temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşlarının, Kuranın ahkamına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halife-i İslamı sürdükleri için, gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının şeriat-ı garrayı Ahmediyyeye [Muhammed'in şeriatına] göre helal olduğu hususlarına yer veriliyordu.
Şeyh Said, Vartodaki Alevi Zaza olan Hormek aşireti reisleri Halil, Veli ve Haydar Ağalara gönderdiği mektupta da söyle yazıyordu:
Din-i mübini Ahmediyi, kafir olan M. Kemalin yedi zulmünden tahlis etmek (kurtarmak) gazası niyetiyle susara hareket edildi. Bu gaza ve cihadın mezhep ve tarikat tefrik edilmeden, Lailahe illallah Muhammedün Resulüllah diyen bütün İslam muvahhidleri üzerinde farz olduğundan, büyük bir gayret ve secaat sahibi olan Müslüman aşiretinizin de şeriat-ı garrayı Ahmediyyeye ve bu cihad-ı ekbere itba edeceğinize itimadım berkemaldir. Ya eyyühel-ensar, dinimizi ve namusumuzu bu mülhidlerin(imansızların) elinden kurtaralım, size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükümet bizi de kendisi gibi dinsiz yapacaktır. Bunlarla cihad farzdır.
Öte yandan, Dersim Mebusu ve Alevi Zaza olan Hasan Hayri Efendi, Şeyh Saidin Elaziz Cephesi Kumandanı olarak görevlendirdiği Şeyh Şerif ile dayanışma içerisine girdi. Elazizde Şeyh Şerif ile birlikte hazırladığı ortak bir mektup, 06 Mart 1925te Dersimdeki tüm aşiret reislerine gönderildi.
Şeyh Saidin beyanname ve mektuplarında da benzer görüşler yer almaktadır. Kürt isminin dahi geçmediği söz konusu mektup ve beyannameler, direnişi sahiplenmek isteyen Kürt siyasi çevrelerince ileri sürülen Şeyh Said Kürtlük ve Kürdistan için ayaklandı yönündeki iddiaları tümüyle çürütmektedir.
Şeyh Said İsyanı'ndan 66 yıl sonra, Kürt örgütü PKKnın yayın organı olan Berxwedan gazetesi, konuyu sayfalarına şöyle taşımıştır:
"Nihayet üç ay süren Zaza direnişi, Kürt destekli Türk birliklerince kontrol altına alınarak kanlı bir şekilde bastırıldı, binlerce Zaza insanı yaşamını yitirdi, yüzlerce Zaza köyü yakıldı, pek çok aile de Batı Anadolu illerine sürgün edildi. Bu arada, devlet güçlerine destek veren ve vermeyen Kürt bey, ağa ve aşiret reislerinden birçokları da aileleri ile birlikte Batı Anadoluya sürgün edilmekten kurtulamadı."
Olayın başlangıcında Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ciddiyeti anlayıp Heybeliada'da rahatsızlığı nedeniyle dinlenen İsmet (İnönü) Paşa'yı acilen Ankara'ya çağırdı. İsmet Paşa ve ailesini bizzat Ankara Garı'nda karşılayan Mustafa Kemal Paşa, olayları anlatmak için onu Çankaya'ya götürdü. Çankaya'da, İsmet Paşa'ya "Doğuda din elden gidiyor bahanesiyle İngiliz destekli provokatif ama ciddi bir ayaklanmanın başladığını" söyledi. İsmet Paşa'nın Ankara'ya gelmesi dedikoduların başlamasına neden oldu. Ali Fethi (Okyar) Bey'in görevden ayrılacağı, yeni hükümeti İsmet İnönü'nün kuracağı ve önlemleri onun alacağı konuşulmaya başlanmıştı. Ayrıca Ali Fethi Bey ile İsmet Paşa'nın arası açıktı. Ali Fethi Bey olayı isyan olarak tanımlamamıştı ve sıkıyönetimle durdurulacağına inanıyordu. Ancak, olayların hızla tırmanması karşısında Başbakan Ali Fethi Bey'in istifasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, 3 Mart'ta İsmet Paşa'yı yeni bir hükümet kurmakla görevlendirdi. Bir gün sonra TBMM hemen Takrir-i Sükun Kanunu'nu kabul ederek hükümete olağanüstü hal yetkileri tanıdı. Ayaklanmayla ilgili yayınlara konan yasak daha sonra başka önlemleri de kapsayacak biçimde genişletildi. Ayrıca Ankara ve Diyarbakır'da İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı. Bu sırada Diyarbakır'ı kuşatma altına alan Şeyh Said kuvvetleri, hükümet kuvvetleri tarafından püskürtülerek geri çekilmeye başladı. Geniş çaplı bir sevkıyatın ardından toplu saldırıya geçen (26 Mart) ve bir bastırma harekatıyla ayaklananların çoğunu teslime zorlayan askeri birlikler, İran'a geçmeye hazırlanan ayaklanma önderlerini Boğlan'da (bugün Solhan) sıkıştırdı. Şeyh Şerif ve yanındaki bazı aşiret reisleri Palu'da yakalanırken, Şeyh Said de Varto yakınlarında yakın bir akrabasının ihbarıyla Carpuh Köprüsü'nde ele geçirildi (15 Nisan 1925).
Ayaklanmayı destekleyen eski Şuray-ı devlet reislerinden Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdülkadir ve 12 arkadaşı İstanbul'da tutuklanarak yargılanmak üzere Diyarbakır'a getirildiler. Yargılanma sonucunda Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşı ölüme mahkûm olarak, idam edildiler (27 Mayıs 1925). Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi (28 Haziran). Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi.
Bu isyanın çıkmasında Lozan Barış Konferansı sırasında, İngiltere ile üzerinde anlaşmaya varılamayan Musul sorununun etkisi olduğu gösteren çokça belge ve beyan da vardır. Mustafa Kemal Paşa daha zaferden hemen sonra, Lozan konferansı sürerken 14 Ocak 1923te Eskişehirde yaptığı konuşmada, Musul-Kerkük sorununa değinirken, bu soruna bağlı olarak Kürt devleti konusunu da ele almış ve şunları söylemişti: Musul-Kerkük kadar önemli olan ikinci konu, Kürtlük sorunudur. İngilizler orada (Kuzey Irakta y.n.) bir Kürt devleti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Bunu engellemek için sınırı güneyden geçirmek gerekir.. Lozan sırasında ve sonrasında İngiliz sözcüleri bunu çağrıştıracak yorumlarda bulunmuşlardır. İngilterenin İstanbul Büyükelçilik görevlisi Kidston, 28 Kasım 1919da Londraya gönderdiği raporda, Kürtlere ne kadar güvenmesek de, onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir diyordu. İngiltere Başbakanı Lloyd George ise, 19 Mayıs 1920de San Remoda yapılan Konferansta Kürtlerin arkalarında büyük bir devlet olmadıkça varlıklarını sürdüremezler diyor, bölgeye yönelik İngiliz politikası için şunları söylüyordu: Türk yönetimine alışmış olan Kürtlerin tümüne yeni bir koruyucu kabul ettirilmesi güç olacaktır.. İngiliz çıkarlarını, dağlık kesimlerinde Kürtlerin yaşadığı Musul ve içinde bulunduğu Güney Kürdistan ilgilendirmektedir. Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan Devletine bağlanabileceği düşünülmektedir.. Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek çok güç olacaktır.
Lozan konferansında Musul konusunun İngiltere ve Türkiye arasında ikili görüşmeler ile halledilmesi, bu gerçekleşmezse de konunun Milletler Cemiyetine götürülmesine karar verilmişti. 19 Mayıs 1924 de İstanbul'da yapılan görüşmelerde sonuç alınamamış ve İngiltere meseleyi 6 Ağustos 1924 de Milletler Cemiyetine götürmüştür. Şeyh Sait ayaklanması, İngiliz işgal güçlerinin Kuzey Irakta sıkıyönetim ilan ettiği, subay izinlerini kaldırdığı, birliklerini Musula taşıdıkları günlerde ortaya çıktı. O günlerde, Sömürgeler Bakanı Musula dek giderek denetlemelerde bulunuyor ve güçlü bir İngiliz donanması Basraya hareket ediyordu. İsyanın bastırılmasından bir ay sonra da 5 haziran 1926 da imzalanan Ankara Antlaşması ile Musul İngilizlerin manda yönetimimi altındaki Irak'a bırakılmıştır.
Şeyh Said Ayaklanması'nın bastırılması Cumhuriyet yönetiminin Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu'da denetimi sağlamasında önemli bir dönüm noktası oldu. Öte yandan ayaklanmayla ortaya çıkan gelişmeler, bir süre önce çok partili yaşama geçiş yönünde atılan adımların kesintiye uğramasına yol açtı. Ayaklanmaya karıştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, çok geçmeden hükümet kararnamesiyle kapatıldı.
Rus Ordusu Kafkas cephesi komutanı Grandük Nikolay Nikolayevich Şeyh Sait'e madalya takarken.
Şeyh Saidin İngizlerin adamı bir vatan haini olduğu belgeleriyle kanıtlanmıştır. Kanıtlar ortadayken, Kürd-Der Başkanı İbrahim Güçlü, Şeyh Said ve arkadaşlarını mahkum eden mahkemeleri yasal bulmamakta ve Türkiye Cumhuriyetinin yargılanmasını istemektedir.
Bölgeyi (Palu, Çapakçur, Genc, Piran, Hani, Lice, Ergani, Eğil, Silvan) kuşatan süngülü Türk askerleri (30 Mart 1925 tarihli Cumhuriyet gazetesi)
Tarih 13 Şubat 1925 31 Mart 1925
Bölge Elâzığ, Bingöl, Diyarbakır ve çevresi
Sonuç Kesin Türk zaferi. İsyan bastırıldı.
Taraflar
Zaza aşiretleri
(Sünni Zazalar
Birtakım Alevi Zazalar (Hormekan ve Lolan aşiretleri)
Kürt aşiretleri
(Kurmançlar)
Komutanlar ve liderler
Mustafa Kemal Paşa
Kâzım Paşa (3. Ordu)
Mürsel Paşa (VII. Kolordu)
Naci Paşa (V. Ordu)
Şeyh Said (Esir) (ve daha sonra idam)
Güçler
Mart boyunca: 25.000 (bunun 12.000'den azı silahlı asker, geri kalanı silahsız lojistik kuvvet)
Nisan başında toplam: 52.000 (İngiliz istihbarat kaynaklarına göre)
15.000 isyancı
Ayaklanma
Şeyh Said'e bağlı kişilerin Diyarbakır'ın Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde (Diyarbakır ilçesi Dicle) arama yapan bir jandarma müfrezesiyle çatışmaya girmeleri (13 Şubat 1925), kısa sürede genişleyecek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu. Genç vilayetinin kazası Darahini'yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. Başlangıçta isyan İslam şeriatının tesisi adına başlatılmış ise de sonradan Kürt istiklâl hareketine çevrilmiştir.
Mistan, Botan ve Mıhellemiler aşiretlerinin desteğini aldıktan sonra Genç ve Çapakçur (bugün Bingöl) üzerinden Diyarbakır'a yöneldi. Maden, Siverek ve Ergani'yi ele geçirdi. Şeyh Abdullah'ın yönettiği başka bir ayaklanma kolu da Varto üzerinden Muş'a doğru harekete geçti. Varto'yu ele geçiren isyancılar, Muş'a ilerledilerse de halktan toplanan yardımcı kuvvetlerle Murat Köprüsü civarında mağlup edilip, Varto'ya geri çekilmeleri sağlandı. 21 Şubat'ta gelişmeler üzerine hükümet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti. 23 Şubat'ta ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri Kış Ovası'nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır'a çekilmek zorunda kaldı. Ertesi gün Elâzığ'a giren Gökdereli Şeyh Şerif yönetimindeki başka bir ayaklanma kolu kenti kısa süre de olsa denetim altına aldı. Elâzığ birkaç gün boyunca isyancılar tarafından yağmalandı.
Şeyh Said Harekatı'nın başlangıç durumunu gösteren TSK'ya ait askeri harita.
Mart başında Şeyh Said'in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır'a saldırdı ve kuşatma altına aldı. Kuşatanlar takviye alıyordu ve kuşatma Şeyh Said tarafından bizzat yönetiliyordu.[10] Mürsel Paşa komutasındaki garnizon günlerce süren saldırıları geri püskürtmeyi başardı. Fakat bir gece bir grup şehrin Kürt sakinlerinin yardımıyla Diyarbakır içine girebilmeyi başardı. Bunların varlıkları garnizon tarafından fark edildi.[10] 7-8 Mart arası süren ağır bir çarpışma sonrası şehre sızan grup bozguna uğratıldı ve sadece birkaçı kaçabildi. Kuşatma'nın başarısız olduğunu gören Şeyh Said, kuşatmayı kaldırdı ve adamlarını Diyarbakır'dan çekti.
Ortada önde oturan beyaz sakallı Şeyh Sait, onun sağında Şeyh Şerif, arkada kalpaklı Binbaşı Kasım (Kasım Ataç), onun solunda siyah sakallı Melikanlı Şeyh Abdullah. :s. 259
Şeyh Saidin isyanından önce İstiklal Harbinin önde gelen Paşaları, M. Kemal hükümetinin din aleyhtarı ve totaliter (baskıcı) siyasetinden kaygılanmış, ve bu nedenle 17 Kasım 1924te, Cumhuriyet tarihinin ilk muhalif partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF)nın kuruluşunu ilan etmişlerdi. M. Kemalin icraatlarının dinin aleyhinde olduğu yönünde genel bir görüş birliği vardı. Genel Başkanlığını Kazım Karabekirin yaptığı TCFnin tüzüğüne, Madde: 6, Fırka (parti), dinî düşünce ve inançlara hürmetkardır şeklinde bir ibare konmuştu. TCF yetkililerinden Fethi Bey; Terakkiperverler dindardır. Halk Fırkası dini batırıyor. Biz dini kurtaracağız ve muhafaza edeceğiz
Şeyh Said hadisesinden iki hafta önce, 1925 Ocak ayı sonlarında, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Efendi, TBMM kürsüsünde, iktidardaki CHFnin icraatlarına ağır eleştiriler yönelterek; Yeniliğin isret (içki içme), dans, plaj sefasından başka bir şey ifade etmediğini, fuhuşun arttığını, Müslüman kadınların edeplerini kaybetme yolunda olduklarını, sarhoşluğun himaye, hatta teşvik olunduğunu, en önemlisi dinî duyguların rencide edildiğini, yeni rejimin sadece ahlaksızlık getirdiğini, rezil bir yönetimin memleketi çamurların içine sürüklediğini ilan ediyordu.
Şeyh Said, 13 Şubat 1925 Cuma günü, Piran camisinde verdiği vaazda halka şöyle sesleniyordu:
Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Millî Eğitime bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.
Şeyh Said bu arada, Emirül Mücahidin Muhammed Said El-Nakşibendi imzasıyla halka yönelik çeşitli beyannameler yayınladı. Ayrıca, direnişe destek vermeleri için Alevi Zaza aşiret reisleri, Kürt bey, ağa ve aşiret reisleri ile Erganideki Türk bey ve ağalarına da aynı imza ile mektuplar gönderdi ve onları Kemalist yönetime karşı ortak mücadeleye davet ederek yardım istedi. Yayınlanan beyannamelerden birinde,
Kurulduğu günden beri din-i mübini Ahmedinin [İslam] temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşlarının, Kuranın ahkamına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halife-i İslamı sürdükleri için, gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının şeriat-ı garrayı Ahmediyyeye [Muhammed'in şeriatına] göre helal olduğu hususlarına yer veriliyordu.
Şeyh Said, Vartodaki Alevi Zaza olan Hormek aşireti reisleri Halil, Veli ve Haydar Ağalara gönderdiği mektupta da söyle yazıyordu:
Din-i mübini Ahmediyi, kafir olan M. Kemalin yedi zulmünden tahlis etmek (kurtarmak) gazası niyetiyle susara hareket edildi. Bu gaza ve cihadın mezhep ve tarikat tefrik edilmeden, Lailahe illallah Muhammedün Resulüllah diyen bütün İslam muvahhidleri üzerinde farz olduğundan, büyük bir gayret ve secaat sahibi olan Müslüman aşiretinizin de şeriat-ı garrayı Ahmediyyeye ve bu cihad-ı ekbere itba edeceğinize itimadım berkemaldir. Ya eyyühel-ensar, dinimizi ve namusumuzu bu mülhidlerin(imansızların) elinden kurtaralım, size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükümet bizi de kendisi gibi dinsiz yapacaktır. Bunlarla cihad farzdır.
Öte yandan, Dersim Mebusu ve Alevi Zaza olan Hasan Hayri Efendi, Şeyh Saidin Elaziz Cephesi Kumandanı olarak görevlendirdiği Şeyh Şerif ile dayanışma içerisine girdi. Elazizde Şeyh Şerif ile birlikte hazırladığı ortak bir mektup, 06 Mart 1925te Dersimdeki tüm aşiret reislerine gönderildi.
Şeyh Saidin beyanname ve mektuplarında da benzer görüşler yer almaktadır. Kürt isminin dahi geçmediği söz konusu mektup ve beyannameler, direnişi sahiplenmek isteyen Kürt siyasi çevrelerince ileri sürülen Şeyh Said Kürtlük ve Kürdistan için ayaklandı yönündeki iddiaları tümüyle çürütmektedir.
Şeyh Said İsyanı'ndan 66 yıl sonra, Kürt örgütü PKKnın yayın organı olan Berxwedan gazetesi, konuyu sayfalarına şöyle taşımıştır:
"Nihayet üç ay süren Zaza direnişi, Kürt destekli Türk birliklerince kontrol altına alınarak kanlı bir şekilde bastırıldı, binlerce Zaza insanı yaşamını yitirdi, yüzlerce Zaza köyü yakıldı, pek çok aile de Batı Anadolu illerine sürgün edildi. Bu arada, devlet güçlerine destek veren ve vermeyen Kürt bey, ağa ve aşiret reislerinden birçokları da aileleri ile birlikte Batı Anadoluya sürgün edilmekten kurtulamadı."
Olayın başlangıcında Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ciddiyeti anlayıp Heybeliada'da rahatsızlığı nedeniyle dinlenen İsmet (İnönü) Paşa'yı acilen Ankara'ya çağırdı. İsmet Paşa ve ailesini bizzat Ankara Garı'nda karşılayan Mustafa Kemal Paşa, olayları anlatmak için onu Çankaya'ya götürdü. Çankaya'da, İsmet Paşa'ya "Doğuda din elden gidiyor bahanesiyle İngiliz destekli provokatif ama ciddi bir ayaklanmanın başladığını" söyledi. İsmet Paşa'nın Ankara'ya gelmesi dedikoduların başlamasına neden oldu. Ali Fethi (Okyar) Bey'in görevden ayrılacağı, yeni hükümeti İsmet İnönü'nün kuracağı ve önlemleri onun alacağı konuşulmaya başlanmıştı. Ayrıca Ali Fethi Bey ile İsmet Paşa'nın arası açıktı. Ali Fethi Bey olayı isyan olarak tanımlamamıştı ve sıkıyönetimle durdurulacağına inanıyordu. Ancak, olayların hızla tırmanması karşısında Başbakan Ali Fethi Bey'in istifasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, 3 Mart'ta İsmet Paşa'yı yeni bir hükümet kurmakla görevlendirdi. Bir gün sonra TBMM hemen Takrir-i Sükun Kanunu'nu kabul ederek hükümete olağanüstü hal yetkileri tanıdı. Ayaklanmayla ilgili yayınlara konan yasak daha sonra başka önlemleri de kapsayacak biçimde genişletildi. Ayrıca Ankara ve Diyarbakır'da İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı. Bu sırada Diyarbakır'ı kuşatma altına alan Şeyh Said kuvvetleri, hükümet kuvvetleri tarafından püskürtülerek geri çekilmeye başladı. Geniş çaplı bir sevkıyatın ardından toplu saldırıya geçen (26 Mart) ve bir bastırma harekatıyla ayaklananların çoğunu teslime zorlayan askeri birlikler, İran'a geçmeye hazırlanan ayaklanma önderlerini Boğlan'da (bugün Solhan) sıkıştırdı. Şeyh Şerif ve yanındaki bazı aşiret reisleri Palu'da yakalanırken, Şeyh Said de Varto yakınlarında yakın bir akrabasının ihbarıyla Carpuh Köprüsü'nde ele geçirildi (15 Nisan 1925).
Ayaklanmayı destekleyen eski Şuray-ı devlet reislerinden Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdülkadir ve 12 arkadaşı İstanbul'da tutuklanarak yargılanmak üzere Diyarbakır'a getirildiler. Yargılanma sonucunda Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşı ölüme mahkûm olarak, idam edildiler (27 Mayıs 1925). Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi (28 Haziran). Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi.
Bu isyanın çıkmasında Lozan Barış Konferansı sırasında, İngiltere ile üzerinde anlaşmaya varılamayan Musul sorununun etkisi olduğu gösteren çokça belge ve beyan da vardır. Mustafa Kemal Paşa daha zaferden hemen sonra, Lozan konferansı sürerken 14 Ocak 1923te Eskişehirde yaptığı konuşmada, Musul-Kerkük sorununa değinirken, bu soruna bağlı olarak Kürt devleti konusunu da ele almış ve şunları söylemişti: Musul-Kerkük kadar önemli olan ikinci konu, Kürtlük sorunudur. İngilizler orada (Kuzey Irakta y.n.) bir Kürt devleti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Bunu engellemek için sınırı güneyden geçirmek gerekir.. Lozan sırasında ve sonrasında İngiliz sözcüleri bunu çağrıştıracak yorumlarda bulunmuşlardır. İngilterenin İstanbul Büyükelçilik görevlisi Kidston, 28 Kasım 1919da Londraya gönderdiği raporda, Kürtlere ne kadar güvenmesek de, onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir diyordu. İngiltere Başbakanı Lloyd George ise, 19 Mayıs 1920de San Remoda yapılan Konferansta Kürtlerin arkalarında büyük bir devlet olmadıkça varlıklarını sürdüremezler diyor, bölgeye yönelik İngiliz politikası için şunları söylüyordu: Türk yönetimine alışmış olan Kürtlerin tümüne yeni bir koruyucu kabul ettirilmesi güç olacaktır.. İngiliz çıkarlarını, dağlık kesimlerinde Kürtlerin yaşadığı Musul ve içinde bulunduğu Güney Kürdistan ilgilendirmektedir. Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan Devletine bağlanabileceği düşünülmektedir.. Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek çok güç olacaktır.
Lozan konferansında Musul konusunun İngiltere ve Türkiye arasında ikili görüşmeler ile halledilmesi, bu gerçekleşmezse de konunun Milletler Cemiyetine götürülmesine karar verilmişti. 19 Mayıs 1924 de İstanbul'da yapılan görüşmelerde sonuç alınamamış ve İngiltere meseleyi 6 Ağustos 1924 de Milletler Cemiyetine götürmüştür. Şeyh Sait ayaklanması, İngiliz işgal güçlerinin Kuzey Irakta sıkıyönetim ilan ettiği, subay izinlerini kaldırdığı, birliklerini Musula taşıdıkları günlerde ortaya çıktı. O günlerde, Sömürgeler Bakanı Musula dek giderek denetlemelerde bulunuyor ve güçlü bir İngiliz donanması Basraya hareket ediyordu. İsyanın bastırılmasından bir ay sonra da 5 haziran 1926 da imzalanan Ankara Antlaşması ile Musul İngilizlerin manda yönetimimi altındaki Irak'a bırakılmıştır.
Şeyh Said Ayaklanması'nın bastırılması Cumhuriyet yönetiminin Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu'da denetimi sağlamasında önemli bir dönüm noktası oldu. Öte yandan ayaklanmayla ortaya çıkan gelişmeler, bir süre önce çok partili yaşama geçiş yönünde atılan adımların kesintiye uğramasına yol açtı. Ayaklanmaya karıştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, çok geçmeden hükümet kararnamesiyle kapatıldı.
Rus Ordusu Kafkas cephesi komutanı Grandük Nikolay Nikolayevich Şeyh Sait'e madalya takarken.
Şeyh Saidin İngizlerin adamı bir vatan haini olduğu belgeleriyle kanıtlanmıştır. Kanıtlar ortadayken, Kürd-Der Başkanı İbrahim Güçlü, Şeyh Said ve arkadaşlarını mahkum eden mahkemeleri yasal bulmamakta ve Türkiye Cumhuriyetinin yargılanmasını istemektedir.