Güneydoğu ve Yaşadıklarım...

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
15 Tem 2009
85
0
şırnak meteler özel harekat
gercekden övgüye tabi bir birlik
hepside cok ıyı hepside birbirinden kıymetli askerlerimiz.
 

ZebellaH

Katılımcı Üye
17 Haz 2008
934
2
yazdıkların çok etkileyici ve duygulandım.paylaşımların için teşekkürler yazı dizilerinin devamını dilerim
 

santral_1789

Katılımcı Üye
18 Tem 2009
372
0
ankara-urfa
kardeş inanın ki bölgedeki kürtlerden bu pkk lıların hiç bir alakası yoktur....bu soysuzların içinde ermeni rus ve bir sürü müslüman olmayan terörist vardır........
 

CoveRed

Kıdemli Üye
9 Eki 2008
2,451
7
!!! TANRI DAĞLARı !!!
Gerçekten çok sağol bnde bir subay ******yum böyle olaylarda çok başımızdan geçti babam Tunceli pülümürde pusuya düşürülmüştü neyseki kurtuldu anlatıyım:

Babam o gün oruçluydu ve iftar vakti gelmiş operasyon komutanına bunu söylemiş oda ileriki çeşmede sen dinlen 2.tim katılırsın demiş.Babamda iftar etmiş sonra ark tim gelmiş babamıda alıp devam etmişler sonra telsizden anons gelmiş öncü birliğe pusu yapıldığına dair hemen gitmişler ve malesef bir çoğu şehit düşmüş çok ii hatırlamıyom ama görmüştüm her yer yaralı askerler doluydu bir abi vardı bizim emir subayı onu çok severdim onu görmüştüm şehit olmuştu çok üzüldüm.
 

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Allah'ın hakkı Üçtür !!!

- " Hocam yere yatsana, hocammmmmm...., Ulan Abdullah koş, hocada mıknatıs var, gene vuruldu..... "

Kubilay'ın sözleri son duyduklarımdı, gerisini hatırlamıyorum...

ÖNCESİ

Üçüncü güne girmiştik, yerimizden kımıldayamıyorduk, hava muhalefeti nedeniyle kara ya da havadan herhangi bir yardımın gelmesi imkânsızdı. Bu yüzden cephanemizi çok dikkatli harcamaya başlamıştık. Sadece keskin nişancılar ve ara sıra havan ve G.T.T'ciler atış yapıyordu; burada daha fazla kalabilirdik.

İlk şehitimiz Ahmet'in yerine gönderilen asker; Halil... Yaman bir nişancıydı, keskin nişancı olmamasına, iyi bir havancı olmasına rağmen kısa sürede verdiğimiz Kanas eğitimi ile önüne geçilmez bir nişancı olup çıkmıştı. Naraları hepimize hem cesaret evrir, hem de gülüşmelere neden olurdu;

- " ...... ço cukları, birniz daha eşek cennetine gitti diyecem, ama cennete eşekleri almıyorlar "...

- " haha, zokayı yuttu sersem, önce boşa attım, kalkınca yedi mermiyi, bunlar hep böyle sa lak oluyor demek ki " ...

Bu ve bunlar gibi bir sürü söz, Kara Halil diyorduk ona, arap gibiydi, Adanalı, ama daha bir esmer, hatta siyahtı...

Mermim bitmişti, Halil'in de son 2 şarjörü ( toplam 20 mermi ), birini bana fırlattı, zor yakalayabildim.

Halil ile çapraza geçtik, acele etmeden yine tek tek atışa başladık. Bizi göremiyorlardı, fakat attıkları havan topları çok yakınımıza düşmeye başlamıştı. Halil'e hemen yerini değiştirmesini söyledim, daha yukarıda bulunan kayalara doğru seke seke gitti, giderken de;

- " Burada da vuramazsanız işinizi bitirecem sizin "

diye bağırıp duruyordu, anlaşılmıştı, yine bir söz dinlemez kahramanımız daha vardı.

Kubi elinde A-6 aralıklı fakat isabetli atışlara devam ediyordu; gören sanki elinde G-3 var zannederdi, üç ayaklı olan uçaksavarın ile MG-3 arasındaki bu silah, çok fazla kullanılmasa da diğer birliklerde, biz çok seviyorduk. MG-3 gibi namlu şişmesi yapmıyor, uçaksavar gibi ağır olmuyordu.

Karşıda hareketlenme başlamıştı, ya kaçacaklar, ya da yaklaşmaya çalışacaklardı. Bir kaç kişilik bir grup yaklaşmaya başladı tahmin ettiğim gibi; ama diğerleri öylece duruyordu, öndeki grup baskı ateşi kurmaya çalışırken diğerleri geriye doğru çekilecekler diye düşünürken öyle bir atış başladı ki toz topraktan gözümüzü açamıyorduk. Havancılar, hey gidi aslanlarım benim. Kubi'de durumu sezmiş olacak ki, hepsinin mesafesini 40 metre kadar arttırmış. İşaret vermemle birlikte havancılarımız bütün gücüyle atışa başladılar. Öncü (!) grubu da Kubi ve Halil hallediyordu, diğerleri ise kaçmalarına meydan vermemk için seri atışa başlamışlardı, karşıdan gelen canhıraş sesleri duyabiliyorduk, büyük kayıp verdirdiğimiz belliydi. Henüz yaralı ve şehidimiz yoktu, bu harika bir şeydi; gülümsüyordum.

Bunları düşünürken yavaşça doğruldum, keskin nişancılarından biri isabetli olmasa da tehlikelis ayılabilecek atışlar yapmaya başlamıştı, göremiyorduk. Dizlerimin üzerinde, ardına gizlendiğim kayalığın arkasından izlemeye başladım. Ses yoktu karşıda, be şerefesiz, ne aralık yer değiştirdin, ne zaman oraya gittin. Yatmak üzereyken, Kubi'nin son sözleri kalçamdaki sıcaklığa rağmen gülümsememe neden oldu. Hayal meyal Abdullah'ın şu sözlerini hatırladım helikopterde;

- " Allah'ın hakkı üçtür..."

Ertesi gün kendime geldim, kalça kemiğimi parçalayan Kanas mermisi kasıklarıma yakın yerden çıkmış, kalçama platin eklenmesine sebep olmuştu, ama hareket etmeme engel değildi bu. Bir hafta ayrı kalabildim canlarımdan; hastanede çıkardığım kavga gürültülerden sonra beni en sonunda karakola gönderdiler apar topar.

Helikopter karakola inerken beni bekleyen yine Kubilay'dı; oğlum olsa anca bu akdar severdim sanırım; elindekini bana uzattı ve;

- " Hocam, tak bunu, teyzeannem ( annemden böyle bahsederdi hep ) sana vermiş gerçi ama, bunu sen yokken annemden istedim, bizim hocaya güzel dualar yazdırdı, sana tek koruma yetmeyecek bu gidişle" ...

Kubi'nin verdiği dualar ve annemin verdiği sanırım beni korumaya yettiler, bundan sonra 3 kez daha vurulacak, ama ne yaık ki şehitlik mertebesi ile tanışamayacaktım...

----------------------
DEVAM EDECEK
----------------------
Genghis Khan
Mart 1992 / Siirt
 
Son düzenleme:

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Şehit Köpeğimiz İzel...

Arkadaşlar,öncelikle şunu belirtmek istiyorum; bir köpeğe şehit dediğim için bunu lütfen şehitlerimize bie hakaret olarak algılamayın; yürekten söylüyorum ki bunu yapacağıma canımı vermeyi tercih ederim. Ama köpeklerimiz bizim birer " askerimizdi " . Bir çok operasyonda bizimle bulundular ve bizi bir çok tehlikeden kurtardılar. Bu yüzden onları " şehit " olarak nitelendiriyorum; yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemesi temennisiyle...

-----------------

Karlar henüz erimemişti, Mart ayının ortasında olmamıza rağmen, aralıklarla bastıran tipi nedeniyle bırakın operasyonları, askerlerin mevzilerde durması bie zorlaşmaya başlamıştı. Aker eksiğimiz vardı, çocuklar 24 saat kalmaya başlamıştı mevzilerde ( normali 12 saattir ), zaman zaman ben de mevzi nöbetlerine gidiyor, onlara destek olmaya çalışıyordum. Batıdaki usta birliklerinden gönderilen askerlerin çoğunu geri gönderiyorduk, kendilerine bırakın faydalrı olmayı, kalsalar bize zararları dokunacaktı; hal böyle olunca da asker eksiğimiz artmış, Siirt merkez bizi kendi halimize bırakmıştı neredeyse.

Nihayet beklediğimiz operasyon mesajı gelmişti, küçük birlikle çıkmamız emrediliyordu ( daha ne kadar küçülebiliriz diye güldüm içimden ). 40 kişilik bir grubun Cehennem Deresi olarak tabir edilen bölgeye doğru intikal edeceği bildirilmiş, acilen hazırlanmamız emredilmişti. Adı geçen mevkiiyi okuyunca tüylerim diken diken oldu; orası sadece Özel Harekât birliklerinin korkusuzca girebildiği yerlerden sadece birisiydi.Bunu askerlerimle paylaştığımda aldığım cevap beni yerin dibine sokmya yetti, Kubilay ;

- " Hocam, sen bizi Değil oraya, Cehennem'e göndersen, oraya da gider geliriz inşallah" ....

Bizde de korkudan eser yoktu, ancak elimdeki askerlerin eğitimi orası için yeterli olmayabilirdi. Bir de İzel köpeklerimiz vardı, onları nasıl hava indirmeyle yere ulşatıreceğımızı düşünüyordum. Gö türmemiz gerekiyordu, hiç değilse İzel'i; çocuklar onu harika bir mayın köpeği haline getirmişti, tüm mayınların kokusunu uzaktan alıp bizi uyarırdı.

Hazırlıklar yapıldı, helikopterleri beklemeye başlamıştık. Kubi ve Abdullah'ın İzel'e paraşüt kuşanmaya çalışırkenki halleri görülmeye değerdi doğrusu;

- " Gel kızım buraya, sana ciciler aldım, gelllll" ( Kubi)

- " Gel lan buraya, uğraştırma ben, değerini bil kız, ilk paraşüt giyen köpek sen olacaksın " ( Abdullah )

Sonunda başardılar, iki yedek paraşütü ( Küçük oldukları için yedek kullandılar ) İzel'in alt ve sırt kısımlarına bağladılar dengede tutabilmek için.

Helikopterlerdeydik artık; dört helikopter aynı anda büyük bir gürültüyle havalandılar. 30 kişiydik, yeterdik biz onlara, yetmeliydikte...

Herkes yere başarıyla inmişti hafif tipiye rağmen, yerde 10 dakika İzel'i bekledik, kilosunu kimse hesaba katmamıştı ben dahil, yere süzülerek iniyordu, kızım benim, hiç mi sesi çıkmaz bir köpeğin; ama çıkmadı işte; biliyordu o da, ses çıkartmak yoktu...

Yavaşça görev yerimize doğru yaya olarak intikale geçtik, her şey normaldi, bizi gözetleyenler olduğunu sanmıyorduk; buna ilişkiin hiç bir emare yoktu. İzel en önde, arkasında ben, Kubi ve Abdullah, bu şekilde devam ediyordu. Yaklaşık 2 saat kadar yürüdükten sonra İzel'in hareketlerinde gariplikler sezdik, ama ortada ne mayın emaresi ne de etrafta biziö görebildiğim kimse vardı, her şey normaldi bize göre.

İzel ileri geri koşuyor, atlayıp zıplıyordu, Kubi'nin ayağını bile ısırdı hafifçe ki bu neredeyse imkânsızdı, en çok onu severdi İzel.

- " Kızım ne oldu, etrafta bi şey yok, sakin ol " ( Kubi )

Mayıncılar herhangi bir tehlikenin olmadığını söylüyordu, biz de yürümeye devam ediyorduk.

İzel birden üzerimize doğru koşmaya başladı, önce Kubi'yi yatırdı yere, sonra da benim üzerime atlayarak beni yere yıktı. Aniden geri dönerek 30 metre kadar ileride havaya zıplayarak yere düştü ve düştüğü yerde büyük bir patlama oldu. İzel bizi kurtarmak için kendini feda etmişti. Seri bağlı 8 mayın aynı anda patladı, topukkoparan diye halk arasında tabir edilen 6 , 2 de anti tank mayını. İlerideki tepe neredeyde olduğu yere çökmüştü. Kubi' ye baktım, ağlıyordu, Abdullah göz yaşlarını silmek için arkasını dönmüş, göstermemeye çalışıyordu.

Hemen toparlandık, yolumuza devam etmeliydik, birazdan büyük bir patırtının kopacağı belliydi, ileride bizi bekliyor olmalıydılar. Hemen yönümüzü değiştirerek başka bir yoldan ilerlemeye devam ettik.

O günün gecesi bir hafta süren bir çatışmaya girdik, şehidimiz yoktu Allah'a şükürler olsun, ancak 7 yaralımız vardı;ileride anlatacağım o geceyi.

Daha sonra geri dönerek, tepeyi kazdık ve İzel'den geri kalanları toplayarak , hak ettiği şekilde karakolun bahçesine gömdük.

İzel'i asla unutmadık...

----------------------
DEVAM EDECEK
----------------------
Genghis Khan
Mart 1992 / Bingöl Güneyi
 
Son düzenleme:

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Dualarımızı Artık Kim Okuyacak...

Hava şartlarının düzelmeye başlaması operasyonların sıklaşacağına işaretti. Kış uykusundan uyanacak olan kanı bozuklar , kış boyunca onlara nefes aldırmayışlarımıza misilleme yapacaklardı. Biz her zaman hazırdık, her gün, her saat, her dakika, her saniye... Yorgun da olsak ağzımızdan buna dair tek kelime çıkmazdı, nasıl çıkardı ki...?

Sadece karakol olarak yakın çevrede bir A / T ( arama / tarama ) faaliyeti düzenlemeye karar verdim, merkeze bildirdim ve aynı gün onay cevabı geldi. Dört gün sonra çıkacaktık göreve, iyi bir şekilde hazırlanabilmemiz için kendimize yeterli süreyi tanımıştım. Kubi'yi çağırarak mevzilerdeki askerler haricindekilerin 24 saat uyumasını söyledim, herkes dinlenmeliydi, hazırlık için arta kalan 3 gün bize yeter de artardı bile.

Tahmin ettiğim gibi de oldu, yine kimse uyumuyordu, konuşuyorlar, mektuplar yazıyorlar, silâhlarını temizliyorlar, Çelik ve Ercan' a olmadık işkenceler yapıyorlardı. İşkence dediysem lafın gelişi elbette. Abdullah'ın Ercan' a gaz maskesini takıp onun sağa sola koşuşturmasını izlemesi, Kara Halil'in Çeliğe otomatik bombaatarın özellikleri ve kullanılışını anlatmaya çalışması görülmeye değerdi doğrusu. Onları izledikçe bu çocuklara her geçen gün biraz daha bağlandığımı hissediyor, Allah'tan onların acısını bana göstermemesi için her gün dua ediyordum.

Hazırlıklar bitmişti, herkesin dinlenmesi gerekiyordu artık. Zorla da olsa, hepsini teker teker saat başı dolaşarak uyumalarını sağladım, karakolda bırakacağımız kuvvet hariç herkes uyuyordu artık. Gözlüğümü elime aldım, silerek kan çanağına dönmüş gözlerime takmaya çalışırken Çeliğin kulübesinin yanında uykuya dalmışım.

Sıçrayarak uyandım, hemen Abdullah ve Kara Halil'i çağırdım;

- İkiniz de gelmiyorsunuz operasyona, itiraz istemem...

Sözlerimi tamamlayamadan ikisinden de birbirine karışan cümleler gelmeye başladı, çaresiz kabul ettim, hem onlara ihtiyacım vardı operasyonda, hem de görmüş olduğum rüyadan dolayı onları bu görevde istemediğimi onlara açıklayamazdım.

İki gün neşe içerisinde geçti, dikaktli, tetikte; ama neşe içerisinde...

Tok bir ıslık sesiyle herkes emir almışçasına kendini yere attı, 61 lik havan topunun sesiydi bu; yaklaşık 50 emtre kadar gerimize düştü biri, diğeri de sağ çaprazımıza 40 metre kadar ileriye. Mesafe ayarı yapabilmek için iki zot ve farklı noktaya atış yapmışlardı, ikinci atışlar tepemize düşebilirdi. Hemen , herkesin yerini ivedi olarak değiştirmesini, kayalıklara doğru korunaklı siperler alınmasını söyledim. Sanki bunu bekliyorlardı; szölerimi bitirmemiştim ki herkes kayalıklardaydı. Tahmin ettiğim gibi ikinci atışlar tam da az önce bulunduğumuz yerre düşmüştü, büyük bir felâketten son anda kurtulmuştuk. İyi de bunlar neredeydi, madem bizi görüyorlardı; neden yaylım ateşi açmamış, havan topları ile atışa başlamışlardı...?

15 dakika kadar geçtikten sonra yerlerini tespit ettik. O bölgede genelde kullandığımız yoldan gitmediğimiz için ne kadar da iyi bir şey yaptığımızı o an anlamıştım. İleride bizi bekliyorlardı, devam edecek olsaydık atış menzillerinden çıkacak, ancak ileride onların arkalarından dolaşmış olacak; bize doğru olan istikametten başka kaçış yönleri olmadığı için de ya büyük kayıp verecekler, ya da tamamıyle yok olacaklardı. Önce davranmışlar, ancak büyük hata yapmışlardı.

Kara Halil'e atışa başlamasını söyledim, Kubilay ise elleri hazırlamış olduğu havanda gözlerimin içine bakıyordu. Başımla işaret verdiğim anda gök gürültüsü gibi bir sesi andıran ilk atışımız başladı. Özellikle havanlar ve uçaksavarlar etkilyid, karşı tarafta çıt yoktu. Abdullah ise ardına gizlendiği kayadan çıkıp bizden yaklaşık 30 metre kadar ilerideki toprak yığınının arkasına koştu. MG-3' ü bırakıp hemen dönerek 3 kutu cephaneyi alarak tekrar yeni yerine yöneldi.

Abdullah atışa başladığında üzerimize gelen atışların yarısı ona yöneldi, açısı bize göre daha iyi olduğundan sanırım onları görüyor olmalıydı. Abdullah'a atışı kesmesini, sadece yatmasını söylememe rağmen dinlemiyordu bir türlü, tam koşmaya hazırlanıyordum ki Kubi kolumdan tuttu ve;

- " Hocam, bırak bu sefer bizi vurmaya çalışsınlar, sen hakkını doldurdun "

dedi ve ok gibi fırlayarak Abdullah'ın yanına gitti.

- " Lan madem gelecektin, cephane getirseydin ya, ağır mı geldi Boğaziçili...? "

Abdullah verip veriştiriyordu Kubilay'a. Kubi, hemen geri döndü cephane almak için. Yerinden kalkıp geri gitmek üzereyken Abdullah'ın bulunduğu yere bir havan topu düştü; herkes susmuştu.

- " Abdi, cevap ver lan, öldüysen gebertirim seni, everecez lan seni daha..."

Kubilay'dı bunları söyleyen. İnleme sesinden sonra Abdullah'ı ayağa kalkmış tek kolu ile MG-3 teki son mayonları karşı tarafa boşaltırken gördük; diğer kolu yoktu Abdullah'ın. Delirmiş gibiydi, şoka girdiği bellydi ancak bu diğer yandan da onu cesaretlendirmiş, acısını unutmasını sağlamıştı.

- " Kubi koş... " ....

dememin ardından Kubilay ok gibi fırladı, henüz yarı mesafedeyken Abdullah'ın göğsünden fışkıran kanı görebildim, Kanas ile vurulmuştu. Bunu gören herkes var gücüyle atışa devam ediyordu Allah Allah naralarıyla . Abdullah artık yoktu, ancak Kubi yarı yolda kalmış, onun da hayatı büyük tehlikedeydi.

Kubilay omzundan vuruldu, Kara Halil kalçasından iki yara aldı, beni bu kez vuramadılar, 5 yaralımız daha vardı; ama Abdullah yoktu artık.

Karşı tarafa ne kadar cephane varsa hepsini boşalttık, 3 saat sonra kontorl için gittiğimizde 16 leş ile karşılaştık. 16 değil 160 olsa ne olurdu;

Abdullah'ımız yoktu artık, sinirlerim iyice boşaldı, tutamadım kendimi, Kubilay ile bir kenarda birbirimize sarılıp ağlamaya başladık.

Kubilay bir taraftan omzunu tutuyor bir taraftan da ;

- " Vatan sağ olsun hocam "

diyordu.

Elbette Vatan Sağ olsun, son sözlerim o an şunlar oldu Kubilay'a ;

- " Bi ben ölemedim Kubilay, ölseydim de canlarımın yitip gitmesini görmeseydim "....


-------------------------
DEVAM EDECEK
-------------------------
Genghis Khan
Mart 1992 / Siirt Kuzey Batısı
 
Son düzenleme:

tedbundy

Katılımcı Üye
10 Tem 2009
323
0
uzaklardan
BİR HİLAL UĞRUNA YA RAB NE GÜNEŞLER BATIYOR...
Allah yerini inşallah cennet eder sevdiğinin yanına gidersin meslektaşım ve saygıdeğer abicim...
 

ZebellaH

Katılımcı Üye
17 Haz 2008
934
2
murat abi seninle gurur duyuyorum.seninle ilgili güzel şeyler söylemek istiyorum ama kelimelerin yetersiz kalacağını biliyorum
 

lordpunisher

Kıdemli Üye
23 Ağu 2007
4,827
27
underground
hepsi çok güzel gerçekten.insanı derinden etkiliyo.aman Dualarımızı Artık Kim Okuyacak... başlıklı anını daha çok beğendim.eline sağlık.tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun
 

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Askeri Mahkemeye Verilişim

İki hafta kadar dinlenmemiz gerekiyordu. Yorulan beyin ve kaslarımız değildi; sinirlerimiz iyice yıpranmıştı; izin yok, gazete yok, dondurma yok, nefret ettiğim sakız bile yoktu. İzine göndermek istediğim askerler bunu reddediyor, kimse arkadaşı buradayken gidip eğlenmek istemiyordu.

Günler yavaş ama sakin geçiyordu. Kubilay kendisine küçük bir bahçe yapmış kışın bitmesine yakın ektiği sebzelerin neden çıkmadığını düşünüp dururken, Kara Halil' de ;

- " Len Boğaziçili, karpuz ek karpuz, bu mevsimde en iyi o çıkar "

diyip gülüp duruyordu Kubilay'a.

Herkes serbestti, mevzi nönetlerini 6 saate düşürmüştüm, herkes bir şeylerle mutlaka ilgilenmeliydi. Ben de bir yandan " Gönderilmemiş Mektuplar " adı altında asla okuyamayacağını bildiğim halde rahmetli eşime mektuplar yazıyordum.

Tam dalmıştım ki telsizci koşarak yanıma geldi ve kağıdı elime tutuşturarak aynı hızle çekip gitti.

Kubilay'ın annesinin vefat mesajıydı bu, ertesi gün cenaze töreni vardı. İyi de bunu nasıl söylerdim ben, hadi söyledim diyeyim nasıl izine gödnerirdim. Bölgedeki operasyonlar nedeniyle tüm izinler iptal edilmişti, zaten operasyonlara katılmayan üç karakoldan biriydik. Bir de izine asker gönderdiğimiz duyulursa tüm gözler üzerimize çevrilecekti.

Kubilay ile konuşmam düşündüğümden de zor oldu. Arkadaşları şehit olduğunda oturup benimle ağlayan bu çocuk, annesinin ölüm haberini alınca tek göz yaşı dahi dökmedi.

- " Gördün mü komutanım, kaderlerimiz bir gibi seninle, sen yengemin cenasenize gidemedin, ben de anneminkine gidemeyeceğim "

İlk kez komutanım olarak hitap etmişti bana;

- " Kırk yıllık hoca komutan mı oldu Kubi...? "

Güldük birlikte, gülümsedik, tebessüm ettik; sanırım sadece ağzımızın kenarında bulunan kasları kımıldatabildik....

Kubilay'ı muhakkak izine göndermeliydim, ama nasıl ? Komando Tugayı'ndan kesin red yanıtı geldi. Haddimi aşıp Ankara'ya şifreli mesajla durumu anlattım, durum tekrar geri dönerek Komando Tugayı'na intikal etti; Ankara ile bağlantı kurduğum için bizzat Tugay Komutanı tarafından bir güzel azarlandım.

Hayır, bu ****** izine gönderecektim.

Çocukluk arkadaşım olan bir helikopter pilotu vardı, üsteğmen, 2 saat süre de onu bulmam, sonunda ulaşabildim. Durumu anlattım ve Kubilay'ı ivedi olarak karakoldan alıp Diyarbakır'a gö türmemiz gerektiğini söyledim.

- " Aklını peynir ekmekle mi yedin sen, bunu yaparsak ikimizi de yakarlar "

- Asıl yapmazsan ben yakarım seni, 1 saat içinde burada bir helikopter olacak ve bu ****** Diyarbakır'a gö türecek "....

Nazımın geçtiğini biliyordum, ama adaşımdan istediğim imkânsızdan öte bir şeydi. Benim en fazla askerliğim uzar, askeri hapishanede yatardım, ama o subaylıktan atılırdı.

Yirmi dakika sonra şifreli bir mesaj geldi, çözemiyordum bir türlü; bizim kullandığımız şifreler değildi bunlar. Sonunda 3 bölgenin şifrelerinin karıştırılarak oluşturulan bir sistem olduğunu anlayabildik ve çözdük. Bir UH-1 ( hakl arasında pat pat olarak bilinir ) , yarım saate kadar burada olacaktı, adaşım düzmece bir görev belgesi hazırlatarak devrelerinden birini ikna etmeyi başarmış ve helikopteri yola çıkartmıştı bile.Sonundaki nota çok güldüm;

- " Görevi başarırsak misletimi isterim "

İlkokula bile gitmiyorken onun kocaman bir misketini yutmuştum, midemden çıkarttıklarında ise " o kirli " diyerek almamıştı...Hey gidi günler.

Helikopter geldi, Kubilay o an öğrendi her şeyi, daha doğrusu sadece öğrenmesi gerekenleri. Helikopter için izin aldığımı, onu direkt Diyarbakır sicil havaalanına gö türeceğini söyledim, uçak bileti orada hazırdı.

Kubilay Allah'ın izni ile gidip geldi. Bir hafta içerisinde olay duyulmadan dönmesini söylemiştim. Hiç bir şeyden haberi olmadı, tâ ki o güne kadar ( "o" günü ileride anlatacağım ) .

Kubilay'ın izinde iken olay duyuldu. Tugay baş telsizcisi telsiz konuşmalarımızı yakalamış ve çözmüş, durumu üstlerine bildirmiş. Adaşım üsteğmen 2 dönem rütbe cezası aldı, ben askerliğim bitiminden sonra olmak koşulu ile 3 ay hapis ile cezalandırıldım. Daha sonra bu ceza karakoldaki başarım göz önüne alınarak affedildi. Anacak adaşımın 2 dönem rütbe alamamasına neden oldum. Konuştuğumuzda söyledikleri gözlerimi yaşarttı;

- " Yine olsa yine yaparım, yalnız, misketimi isterim "...

---------------------
DEVAM EDECEK
---------------------
Genghis Khan
Mart 1992 / Siirt
 
Son düzenleme:

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Ava giderken avlanmak...

Tam kıştan çıkıyoruz, yine operasyonlar hızlanacak derken 2. pusu görevimiz geldiğinde herkesin yüzü asıldı; sevmiyorduk bu pusu görevlerini. Hem bütün görevlerden tehlikeli oluyorlardı, hem de kendimizi işe yaramıyor hissine kaptırıyorduk. Bize göre işe yaramayanlar pusuya gönderilir, diğerleri ise asıl operasyonlarda görevlendirilirdi...!

Emrin geldiği günün gecesi göreve çıkacaktık, tepemizdeki projektör gibi ay ben dahil herkesi gergin kılmıştı. Çok uzaklardan dahi olsa rahatlıkla görebilirlerdi bizi. Bu yüzden ufuk çizgisinin çok uzağında ve sürekli yamaçlardan intikale devam etmek zorundaydık ki bu hem yolumuzu uzatmış olacak, hem de bizi hayli yoracaktı; görev bölgesi bize yaklaşık 2,5 gün mesafedeydi. Yol üzerinde su kaynağının olmaması ise tam bir kâbus, süresi belli olmayan pusu görevlerinde su, cephane kadar kıymetli idi neredeyse. Herkese yanlarına taşıyabildikleri kadar limon almalarını söyledim, suratları daha da ekşidi, hep birlikte gülüştük...

Yola çıkalı 1,5 saat kadar olmuştu, vadileri kullanmamaya, yamaçlardan intikali sürdürmeye gayret ediyorduk. Ancak çok zordu bu erimeye başlayan karkarın oluşturduğu birikintilerde, bizi çok yavaşlatıyordu, hızlanmamız gerekiyordu, nasıl olsa pusuya gidiyorduk, dinlenebilirdik (!)...

İki gün boyunca hiç bir tehdit ile karşılaşmadık, tahmin ettiğimizden daha kolay olmuştu, Allah'ın yardımıyla görev yerimize zamanında ulaşacağımızı umuyordum. İki günde sadece yarım saat uyuyan askerlerimde yorgunluk belirtileri baş gösterse de kimseden şikâyeti andıran herhangi bir davranış ya da ses gelmiyordu.

Yaklaşık 60 km kadar kalmıştı görev bölgemize, hızımızı arttırmıştık, takip eden bile olsa bu hızla bize yetişmeleri neredeyse imkânsızdı. Sanki bizi arkadan itiyordu ilâhi bir güç, yorgunluğumuzdan eser kalmamıştı, sadece ayaklarımız; hissetmiyorduk onları. Bize verilen su geçirmez (!) botlarımızın içi kar suyuyla dolmuştu...

Görev bölgemize gece varmalıydık, gündüz ulaşmaya çalışır ve görüntü verirsek her şeyi berbat edebilirdik. Uygun bir yerde mola gelince akşama kadar mola vereceğimizi söylediğimde, içten içe atılan çığlıklar yüreğimi delip geçti; her türlü zor koşula rağmen büyük bir vatan aşkı ile görevlerini yerine getiren bu çocukları seviyordum.

Tam çevre emniyetini almış yerleşmek üzereyken büyük bir gümbürtü koptu, ıslık seslerini duyan herkes kendini yere attı; onlarca havan üzerimize geliyordu, o an gözlerim Abdullah'ı aradı. Olsaydı eminim ki şunları söylerdi;

- " Kelime- i şehadet getirin lan, uyumayın "....

Havan toplarından biri uçaksavarın olduğu yere düşmüş, Allah'tan ıslık sesini duyan uçaksavarcılar kendilerini yamaçtan aşağı atmışlardı. İki uçaksavarımız kalmıştı elimizde. Ben mi çok beceriksizim, yoksa bu pislikler mi çok akıllıydı? Onca zaman onları nasıl fark etmemiştik ki? İlerleyen zamanlarda uzun zamandır onların pusuda olduklarını öğrenecektik; ava giderken avlanmak üzereydik.

Üzerimizdeki şaşkınlığı çabuk attık, Mg-3 ve elimizde kalan 2 uçaksavar anında karşılık vermeye başladılar, cephaneyi dikkatli kullanmamız gerektiğini biliyordu arslanlarım, önce şaşırtmaca atışlar yapıyorlar, daha sonra hemen yer değiştirerek asıl atışlarını yaparak hedeflerini bulmaya çalışıyorlardı. Kara Halil'de mevzii aldığı yerden tek atışlara başlamış, görebildiğim kadarıyla havancılarını vurmayı başarmıştı; havanları artık susmuştu. Buradan bir an önce çıkıp gitmeliydik, ama nasıl? Yoğun ateş altındaydık, cephanemiz pusu görevi için tükeniyordu yavaş yavaş, hesapta olmayan durumlar için fazla cephane her zaman yanımıza alırdık, ancak bizim gördüğümüz değil de, bizi gören durumlardaki çatışmalara her zaman daha fazla cephane tüketilirdi. Kubi'yi çağırdım hemen; telsizciye merkezle irtibat sağlayarak hava desteği istemesini söyledim; hep cephanemiz yetmeyecekti, hem de sayıları bizden hayli fazla idi; destek istemekten başka çaremiz kalmamıştı.

Üç yaralımız olduğunu fark ettim, birinin durumu ağırdı, boynuna girip çıkan mermi atardamarı parçalamış, oluk gibi kan fışkırıyordu. Sıhhıye erimiz ( sivilde bir eczanede çalışan bu ço cuğun adı Mustafa, biz ona Mıstık derdik, çok görevde nice hayat kurtardı ) hemen damarı bağlayıp kan kaybını yavaşlattı.

- " Hocam, yaranız " ...

- Kubilay, git başımdan, yaram çoktan iyileşti, bilmiyormuş gibi davranma, kendine gel bir an önce...

- " Ama hocam, yaranız " ....

- Kubiiiiiii....

Kubilay'ın ısrarlarından sol kalçamın üzerindeki minik deliği görebildim. Aşırı kanama yoktu, mermi çıkıp gitmişti, kalaşnikof deliğiydi bu. 4 ncü kez yine beceremediler diye içimden kıs kıs gülerken canımın acıdığını o an hissettim.

- Bir şeyim yok Kubi, Mıstığın işi bitince sarıversin şu yarayı...

Bu arada da telsizci merkez ile irtibatı sağladığını ve 3 Kobra'nın 20 dk içerisinde burada olacağını söyledi. Kurtulmuştuk, tek dileğim şehit vermeden bir an önce oradan çıkabilmekti. Mg-3'lere durmadan ateş etmelerini, gerekirse tüm cephanelerini harcamalarını söyledim, Kara Halil'de boş durmuyordu bu esnada. Kubilay yine benden izinsiz getirdiği 81 lik havan ile atışlara başlamıştı. " Hey gidi söz dinlemez çocuk, yine yaptı yapacağını " dedim içimden. 81 lik havalar hem menzil, hem de isabetteki imha gücü açısından 60' lıklara oranla çok daha üstündü.

Helikopterlerin seslerini duyduğumuzda dünyalar bizim oldu. Pilotlar ile telsiz bağlantısı sağlanmış hedef koordinatları verilmişti. O esnada duyduğum ses beni hem çok şaşırttı, hem de daha bir sevindirdi sanki ;

- " Bana bak, bir daha vurulmak gibi bir saçmalık yapma, sizi oradan çıkartıp canını ben okuyacağım "...

Çocukluk arkadaşım, adaşım , pilot Ütğm. Murat'tı bu. iyi de ne işi vardı burada, onun görev bölgesi değildi. Daha sonradan öğrendim ki; Pervari civarındaki bir karakola destek için gitmiş, dönüşte yakaladığı telsiz konuşmaları üzerine, bize yönlendirilen diğer 2 helikoptere katılmış, hey gidi adaşım, komutanım, kan kardeşim benim...

Pilotlar 2 sorti yaparak hedefleri yakından gördükten sonra atışlarına başladılar; ortalık toz bulutundan sis benzeri bir manzaraya bürünmüştü; karşıdan gelen çığlıkları duyabiliyorduk. 15 dakika yetti hedefi imha etmeleri için. Hele son bıraktıkları birer napalm müthişti, karşıda artık alevler vardı...

Pilotlar üzerimizden selam uçuşu yaptıktan sonra gözden kayboldular, gidecek daha çok yerleri vardı...

Yarım saat sonra cephane ve su desteğimiz UH-1 ile gelmiş, yaralımızı almış ve bizi oldukça rahatlatmıştı.

Pilotlara çok şey borçluyuz. Güneydoğu'nun görünmez kahramanları hepsi. Onlar olmasa her şey çok, ama çok daha zor olurdu.

Bir saat dinlendikten sonra pusu görevimizi icra etmek üzere yola çıktık,

Yapacak daha çok işimiz vardı...


--------------------
DEVAM EDECEK
--------------------
Genghis Khan
Nisan / 1992
 
Son düzenleme:
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.