365 Gün Mustafa Kemal ATATÜRK

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
22042015.jpg


22.04.1921

“Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir”


Mustafa Kemal Atatürk’ün en bilinen vecizelerinden biri, “Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir” sözüdür. Gazi, bu sözü, 22 Nisan 1921 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış yıldönümü vesilesiyle Hâkimiyeti Milliye gazetesine verdiği bir beyanatta söylemişti. Ulusal bağımsızlığı, bireyin var olabilmesinin ön koşulu olarak gören Mustafa Kemal’in beyanatı şu şekildeydi: Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en kıymetli mirası olan istiklal aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın her safhasını yakından bilenlerce bu aşkım malumdur. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut beka bulabilmesi, mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olmasıyla mümkündür. Ben şahsen bu saydığım vasıflara çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim... İstiklal ve hürriyet aşığı milletler için, ıstırap anları ve o ıstırabın nedenleri, ibret alıp tetikte durmak için daima hatırlanmalıdır. İstiklal ve hürriyetlerinin her ne pahasına ve her ne karşılığında olursa olsun ihlal edilmesine ve zincire vurulmasına asla müsamaha etmemek, istiklal ve hürriyetlerini bütün manasıyla sağlam bulundurmak ve bunun için, icap ederse, son ferdinin son damla kanını akıtarak insanlık tarihini şanlı bir misalle süslemek: İşte istiklal ve hürriyetin hakiki mahiyetini, geniş manasını, yüksek kıymetini vicdanında idrak etmiş milletler için esas ve hayati prensip.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
23042015.jpg


23.04.1920

Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı


Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın, İstanbul’un işgali nedeniyle 18 Mart 1920 günü faaliyetlerini durdurmasının ardından Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyeleri, Ankara’da ulusun kendi iradesini ortaya koyacağı, olağanüstü yetkilere sahip yeni bir meclis oluşturmak üzere tarihsel bir çabaya giriştiler. Kurulacak meclis, kapatılan Meclis-i Mebusan’ın devamı niteliğinde olmadığı için buna yeni bir isim verilmesi düşünülmüştü. Mustafa Kemal, “Müessisan Meclisi” (Kurucu Meclis) adını önerdiyse de, tartışmaların ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi adı benimsendi. Milli iradeyi temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram Camii’nde kılınan namazın ardından dualarla açıldı. Meclis’e, en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Milletvekili Şerif Bey başkanlık ediyordu. Meclis-i Mebusan’ın bazı üyeleriyle, vilayet ve livalardan gelen toplam 337 temsilcinin oluşturduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi, olağanüstü şartlar altında çalışan bir meclisti. Yasama ve yürütme yetkilerini elinde bulunduran Meclis hem Milli Mücadele için bir komuta merkezi işlevi görüyor, hem de çıkardığı yasalarla Yeni Türkiye’nin siyasi ve sosyal temellerini atıyordu. Ama en önemlisi, Mustafa Kemal’in açılıştan bir gün sonra yaptığı konuşmada söylediği gibi, milli egemenlik ilkesinin vücut bulmasını sağlamasıydı: Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da milli egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
24042015.jpg


24.04.1920

Mustafa Kemal Paşa TBMM başkanlığına seçildi


23 Nisan 1920 tarihinde açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 24 Nisan günü yapılan ikinci oturumda Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal’i Meclis başkanlığına seçti. TBMM başkanı, aynı zamanda Meclis tarafından seçilen hükümete de başkanlık yapacaktı. Böylece Mustafa Kemal, Milli Mücadele hareketi içindeki askeri liderliğinin yanı sıra Meclis ve hükümet başkanlığı görevlerini de üstlenmiş oluyordu. Mustafa Kemal, oylamanın ardından yaptığı teşekkür konuşmasında, Meclis başkanlığını bir “mevki” değil, bir “görev” olarak gördüğünü şu sözlerle dile getiriyordu: Muhterem Efendiler, Hayatımın bütün safhalarında olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felaketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki her türlü huzur ve istirahatimi, her nevi şahsi duygularımı milletin selameti ve saadeti namına feda etmekten mutlu olmayayım. Gerek askerlik ve gerek siyasi hayatımın bütün devir ve safhalarını işgal eden mücadelelerimde daima hareket düsturum, milli iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur. Bugün muhterem heyetinizin çoğunluk oylarında vücut bulan milli itimadı, liyakatimin çok üstünde görmekle beraber şahsım için bir amaç olarak değil, beraber giriştiğimiz mukaddes mücadelenin yöneldiği amaçları elde etmek için milletin bahşettiği bir dayanak olarak kabul ediyorum. Gazi Mustafa Kemal, Meclis başkanlığı görevini, cumhurbaşkanı seçildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar sürdürdü. Ondan boşalan Meclis başkanlığına ise 1 Kasım 1923 tarihinde Ali Fethi Bey (Okyar) seçildi.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
25042015.jpg


25.04.1915

Çanakkale’de karadan da geçit yok


İtilaf Donanması’nın 18 Mart 1915’te başlattığı deniz harekâtı başarısızlığa uğrayınca Fransa ve İngiltere, Çanakkale Boğazı’nı hâkimiyetleri altına almak üzere bir kara operasyonu başlatmaya karar verdiler. Gelibolu’ya çıkarılacak birlikler arasında, Avustralya İmparatorluk Kuvvetleri ve Yeni Zelanda Seferi Kuvvetleri de bulunuyordu. Bu birlikler, Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu (ANZAC) adı verilen bir kolordu oluşturdular. Gelibolu çıkarması, 25 Nisan 1915 sabahı başladı. Fakat İtilaf Kuvvetleri, hiç beklemedikleri bir Türk direnişiyle karşılaştı. Türk ordusunun başında Mareşal Liman von Sanders bulunuyordu; Kurmay Yarbay Mustafa Kemal ise 19. İhtiyat Tümeni’ne komuta ediyordu. Arıburnu’na çıkan Anzak birliklerini büyük bir cesaretle Conkbayırı’nda durdurmayı başaran Mustafa Kemal, tarihe geçen, “Ben size taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum!” sözünü de askerlerine burada söyledi. Mustafa Kemal, Conkbayırı’nda elde ettiği başarı nedeniyle 1 Haziran 1915’te albaylığa yükseltildi ve Anafartalar mevkiinde bulunan birliklerin başına getirildi. Türk ordusunun kahramanca direnişi karşısında planlarını başarıya ulaştıramayan İtilaf Kuvvetleri, 7 Aralık 1915 tarihinde Gelibolu harekâtını sonlandırmaya karar verdiler. İtilaf Devletleri için bu yenilgi, askerlerinin bireysel cesaret ve dayanıklılığına rağmen uğranılmış bir başarısızlıktı. Türk askerleri, ülkelerini savunmak için canlarını vermekte hiç tereddüt etmemişlerdi. Çanakkale Savaşı, özellikle Anzaklar üzerinde derin etkiler yarattı. Dünyanın en kanlı savaşlarından birinin başlangıcını temsil eden 25 Nisan tarihi, daha sonra Anzaklar tarafından ulusal gün ilan edildi.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
25042015.jpg


26.04.1915

Çanakkale’de karadan da geçit yok


İtilaf Donanması’nın 18 Mart 1915’te başlattığı deniz harekâtı başarısızlığa uğrayınca Fransa ve İngiltere, Çanakkale Boğazı’nı hâkimiyetleri altına almak üzere bir kara operasyonu başlatmaya karar verdiler. Gelibolu’ya çıkarılacak birlikler arasında, Avustralya İmparatorluk Kuvvetleri ve Yeni Zelanda Seferi Kuvvetleri de bulunuyordu. Bu birlikler, Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu (ANZAC) adı verilen bir kolordu oluşturdular. Gelibolu çıkarması, 25 Nisan 1915 sabahı başladı. Fakat İtilaf Kuvvetleri, hiç beklemedikleri bir Türk direnişiyle karşılaştı. Türk ordusunun başında Mareşal Liman von Sanders bulunuyordu; Kurmay Yarbay Mustafa Kemal ise 19. İhtiyat Tümeni’ne komuta ediyordu. Arıburnu’na çıkan Anzak birliklerini büyük bir cesaretle Conkbayırı’nda durdurmayı başaran Mustafa Kemal, tarihe geçen, “Ben size taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum!” sözünü de askerlerine burada söyledi. Mustafa Kemal, Conkbayırı’nda elde ettiği başarı nedeniyle 1 Haziran 1915’te albaylığa yükseltildi ve Anafartalar mevkiinde bulunan birliklerin başına getirildi. Türk ordusunun kahramanca direnişi karşısında planlarını başarıya ulaştıramayan İtilaf Kuvvetleri, 7 Aralık 1915 tarihinde Gelibolu harekâtını sonlandırmaya karar verdiler. İtilaf Devletleri için bu yenilgi, askerlerinin bireysel cesaret ve dayanıklılığına rağmen uğranılmış bir başarısızlıktı. Türk askerleri, ülkelerini savunmak için canlarını vermekte hiç tereddüt etmemişlerdi. Çanakkale Savaşı, özellikle Anzaklar üzerinde derin etkiler yarattı. Dünyanın en kanlı savaşlarından birinin başlangıcını temsil eden 25 Nisan tarihi, daha sonra Anzaklar tarafından ulusal gün ilan edildi.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
27042015.jpg


27.04.1924

Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti Ankara’da


Osmanlı döneminde Batı müziğinin başkenti İstanbul, en önemli icra merkezi de saraydı. II. Mahmud döneminde Muzıka-yı Hümayun adıyla kurulan askeri bandonun zaman içinde bir saray orkestrasına dönüşmesi, dar bir kesime Batı müziğiyle tanışma fırsatı sunmuş ve yabancı sanatçıların katılımıyla sarayda düzenlenen dinletiler elit kesimin müzik ufkunu genişletmişti. Orkestra, saray dışına adımını ilk kez 1917 yılında, Zeki Bey’in (Üngör) yönetiminde atmış ve halka yönelik konserlere de başlamıştı. Haftalık halk konserleri Tepebaşı’ndaki Union Française salonunda verilmekteydi. Orkestra, Kurtuluş Savaşı yıllarında saraya bağlı bir kurum olarak varlığını sürdürdü. 1922’de saltanatın kaldırılması üzerine halifeye bağlandı ve Makam-ı Hilafet Mızıkası adını aldı. Fakat 3 Mart 1924 tarihinde hilafetin kaldırılması ortaya yeni bir durum çıkardı. Orkestra, 11 Mart 1924 günü Ankara’da Milli Sinema binasında, Latife Hanım’ın himayesinde düzenlenen bir baloda sahne aldı ve Şef Zeki Bey’in yönetiminde İstiklal Marşı’nı seslendirdi. Halkın büyük ilgi gösterdiği bu konser, aynı zamanda kentte verilen ilk senfonik müzik konseriydi. Yeni hükümet merkezinde ilk sınavını böylece başarıyla veren orkestra, 27 Nisan 1924 tarihinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Ankara’ya taşınarak Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adını aldı. Orkestranın bünyesinde bando ve incesaz olarak iki takım yer alıyordu. Sonraki yıllarda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na dönüşecek olan Riyaset-i Cumhur Orkestrası’nı Zeki Bey (Üngör), incesaz takımını ise Hafız Yaşar Bey (Okur) yönetiyordu.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
28042015.jpg


28.04.1935

Atatürk’ün verdiği “Kızılay” adı kabul edildi


Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin adı, 28 Nisan 1935 günü toplanan kurultayda Türkiye Kızılay Cemiyeti olarak değiştirildi. Bu ismi öneren kişi, Mustafa Kemal Atatürk’tü. Hilal-i Ahmer Cemiyeti, ilk olarak 1868 yılında “Mecruhin ve Marza-yı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” (Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Derneği) adıyla kuruldu. Fakat bu sivil girişim askerler tarafından benimsenmediği için işlev kazanmadı ve bir süre sonra da faaliyetlerini tatil etti. Cemiyet, daha sonra 14 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti adıyla yeniden teşkil edildi. Bu tarihten sonra ilgisizlik ve bütçe yetersizliği nedeniyle birkaç kez faaliyetlerine ara vermek zorunda kalan cemiyet, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yardım faaliyetlerinde daha etkin rol oynamaya başladı. Milli Mücadele döneminde ise cemiyetin Genel Sekreteri Dr. Adnan Bey’in (Adıvar) Ankara’ya geçmesinden sonra, Ekim 1920’de Ankara temsilciliği kuruldu ve Anadolu teşkilatı buraya bağlandı. 29 Kasım 1922’de Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti adını alan kuruluş, savaştan sonra esir değişimi ve nüfus mübadelesi başta olmak üzere, kitlesel yardım gerektiren pek çok konuda yararlılık gösterdi. Mustafa Kemal, 15 Ocak 1924’te Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin fahri başkanlığını kabul etti. 1925 yılında, savaş döneminde en çok eksikliği hissedilen hemşire açığını kapatmak amacıyla, Türkiye’nin ilk hastabakıcı hemşire okulu Hilal-i Ahmer tarafından açıldı. Yine aynı yıl, kurumun genel merkezi İstanbul’dan Ankara’ya taşındı ve Atatürk’ün himayesinde hizmetlerini daha da geliştirdi.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
29042015.jpg


29.04.1920

Hıyanet-i Vataniye Kanunu kabul edildi


Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anadolu’nun haksız işgali karşısında, Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde direnişin ve milli iradenin temsilcisi olarak ortaya çıkmıştı. Meclis, bir yandan işgalci güçlerle savaşırken, bir yandan da Osmanlı hükümetinin ve işgalci güçlerin sebep olduğu ayaklanmalar ve yıkıcı propagandalarla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Cephede verilecek mücadelenin başarılı olabilmesi için öncelikle düzenli bir ordunun kurulması, dolayısıyla asker kaçaklarının önüne geçilmesi ve iç güvenliği tehdit eden unsurların ortadan kaldırılması gerekliydi. Bu zorunluluklar, Milli Mücadele’nin başlangıcında Müdafaa-i Hukuk örgütleri ve Kuvayı Milliye komutanlarının kendi imkânları ölçüsünde yerine getirilmişti. Ancak TBMM açıldıktan sonra merkezi hükümet, kendi otoritesini egemen kılacak ve içeride güvenliği sağlayıp firarları önleyecek bir yasaya ihtiyaç duymuştu. Bu amaçla, 25 Nisan 1920’de, Afyon Mebusu Mehmet Şükrü Bey tarafından, Meclis’in otoritesine ve kararlarına uymayanları “vatan haini” sayan bir kanun teklifi Meclis’e sunuldu. Böyle bir kanunun gerekliliği, sonraki günlerde yoğun şekilde tartışıldı. Fakat tam aynı günlerde Yabanabad’da (Kızılcahamam) Koç Bey adında birinin padişah adına halkı ayaklandırdığı haberinin gelmesi, kanunun gerekliliğini savununları haklı çıkardı. Böylece 29 Nisan’da “Hıyanet-i Vataniye Kanunu” kabul edildi. Bu kanun uyarınca, “Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine yönelik sözlü, yazılı veya eylemli muhalefet ve fesatlıkta bulunanlar vatan haini” sayılıyordu. Bu kanunu daha iyi uygulamak için, 29 Ekim 1920’de de İstiklal Mahkemeleri kuruldu.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
365_557ec99fa1f3a.png


30.04.2000

Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye-İngiltere ilişkileri


Kurtuluş Savaşı’nın ardından Türkiye ile İngiltere arasındaki ilişkilerin düzene konulması kolay olmadı. Çünkü İngiltere, en başından beri Türkiye’nin paylaşılması planlarında başrolü oynamış ülkelerden biriydi. Bu nedenle, Kurtuluş Savaşı’nda elde edilen parlak zafere rağmen Türk hükümetinin İngiltere ile ilişkilere ihtiyatla bakma eğilimi uzun süre devam etti. Lozan’da varılan uzlaşma bile Musul meselesi nedeniyle ilişkileri düzeltmeye yetmedi. Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alan Musul’un hangi ülkeye bağlanacağı konusu, Lozan Antlaşması’ndan sonra bağımsız olarak 1924’te İstanbul’da yapılan görüşmelerde yeniden ele alındı. Sorun ancak 1926 yılında, Musul’un belirli bir petrol geliri karşılığında Irak’a bırakılmasıyla çözüme kavuşturulabildi. Bu gelişmenin ardından Türkiye’nin de çabalarıyla ilişkilerde belirgin bir düzelme görülürken, İtalya ve Almanya’nın Avrupa’da gerilimi artıran bir politika izlemesi, Ortadoğu’da güvenli bir müttefik arayan İngiltere’yi Türkiye’ye biraz daha yakınlaştırdı. II. Dünya Savaşı öncesinde İtalya’nın Akdeniz’de oluşturduğu tehdit karşısında İngiltere, Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında, herhangi bir saldırı durumunda karşılıklı askeri yardımlaşmayı öngören Akdeniz Paktı’nın imzalanması, Türkiye’nin İngiltere ile olan münasebetlerinde bir dönüm noktası teşkil etti. Aynı dönemde İngiltere Kralı VIII. Edward’ın İstanbul’u ziyaret etmesi yakınlaşmayı daha da artırdı. Bu olumlu gelişmeler, 12 Mayıs 1939’da karşılıklı yardım ve dostluk deklarasyonunun imzalanmasıyla sonuçlandı.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
01052015.jpg


01.05.1920

“Meclis’i teşkil eden kişiler yalnız Türk değildir”


1 Mayıs 1920 günü TBMM’de Sağlık Bakanlığı’nın kurulmasıyla ilgili konuların görüşüldüğü bir sırada, Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey (Tengirşenk), “Arkadaşlar, Türkleri korumak için önce sağlıklarını korumalıyız,” şeklinde bir söz ortaya attı. Bu sözlere Sivas Mebusu Emir Paşa (Marşan), “Biz burada Türklük namına toplanmadık. Bu vatanda Çerkes, Çeçen, Kürt, Laz ve daha birtakım İslam kabileleri vardır. Bunları dışarıda bırakacak bir söz söylemeyelim,”şeklinde itiraz etti. Bunun üzerine Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa söz alarak, kimlikçi yaklaşımlardan sakınılmasını isteyen şu konuşmayı yaptı: Efendiler, meselenin bir daha tekrarlanmaması ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada kastedilen ve Yüksek Meclisinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinin birleşiminden oluşan İslam unsurlarıdır; iç içe geçmiş bir topluluktur. Bundan dolayı, bu yüksek heyetin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için azmettiğimiz emeller, İslam unsurlarının yalnız bir tanesine özgü değildir. İslam unsurlarından oluşan bir kütleye aittir… Bu topluluğu meydana getiren her bir İslam unsuru, bizim kardeşimiz ve çıkarları tamamiyle müşterek olan vatandaşımızdır. Kabul ettiğimiz esasların ilk satırlarında bu muhtelif İslam unsurları ki: Vatandaştırlar, birbirlerine karşılıklı hürmet duyarlar ve birbirlerinin her türlü hukukuna, ırk, sosyal ve coğrafi hukukuna daima saygılıdırlar... Bunun böyle kabul edilmesini ve yanlış anlamalara meydan verilmemesini rica ediyorum.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
03052015.jpg


02.05.1935

Türkkuşu kuruldu


“İstikbal göklerdedir” sözüyle havacılığın önemine işaret eden Atatürk’ün yönlendirmesiyle, Türk Hava Kurumu bünyesinde gençlere uçuş eğitimi vermek üzere 3 Mayıs 1935 tarihinde Türkkuşu kuruldu. Türkkuşu’nun faaliyete geçmesi nedeniyle Cumhurbaşkanı Atatürk, Etimesut Havaalanı’nda yapılan törende şunları söyledi: Bayanlar, Baylar, Bizim dünyamız topraktan, sudan ve havadan oluşmuştur. Hayatın da esas unsurları, bunlar değil midir? Bu unsurlardan birinin eksikliği değil, sadece bozukluğu, hayatı imkânsız kılar. Hayatı, hele ulusal hayatı seven, onu korumak isteyen; yurdunun topraklarına, denizlerine olduğu gibi havasına da ilginliğini her gün biraz daha çoğaltmalıdır. Bu ilginlik, saydığım hayat örgenlerine egemenlikle olur… Türk; yurdun dağlarında, ormanlarında, ovalarında, denizlerinde, her bucağında nasıl bir bilgi ve kendine güvenle yürüyor, dolaşıyorsa, yurdun asumanında da aynı suretle dolaşabilmelidir. Bu ise, Türkü, çocukluğundan vatan kuşlarıyla, vatan havası içinde yarışa alıştırmakla başlar. İşte bugün, burada bizi toplayan sebep, o kutsal işe başlama ayinidir. Türk çocuğu; Her işte olduğu gibi, havacılıkta da en yüksek düzeyde, gökte, seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın. Bundan, gerçek dostlarımız sevinecek, Türk ulusu mutlu olacaktır.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
03052015.jpg


03.05.1935

Türkkuşu kuruldu


“İstikbal göklerdedir” sözüyle havacılığın önemine işaret eden Atatürk’ün yönlendirmesiyle, Türk Hava Kurumu bünyesinde gençlere uçuş eğitimi vermek üzere 3 Mayıs 1935 tarihinde Türkkuşu kuruldu. Türkkuşu’nun faaliyete geçmesi nedeniyle Cumhurbaşkanı Atatürk, Etimesut Havaalanı’nda yapılan törende şunları söyledi: Bayanlar, Baylar, Bizim dünyamız topraktan, sudan ve havadan oluşmuştur. Hayatın da esas unsurları, bunlar değil midir? Bu unsurlardan birinin eksikliği değil, sadece bozukluğu, hayatı imkânsız kılar. Hayatı, hele ulusal hayatı seven, onu korumak isteyen; yurdunun topraklarına, denizlerine olduğu gibi havasına da ilginliğini her gün biraz daha çoğaltmalıdır. Bu ilginlik, saydığım hayat örgenlerine egemenlikle olur… Türk; yurdun dağlarında, ormanlarında, ovalarında, denizlerinde, her bucağında nasıl bir bilgi ve kendine güvenle yürüyor, dolaşıyorsa, yurdun asumanında da aynı suretle dolaşabilmelidir. Bu ise, Türkü, çocukluğundan vatan kuşlarıyla, vatan havası içinde yarışa alıştırmakla başlar. İşte bugün, burada bizi toplayan sebep, o kutsal işe başlama ayinidir. Türk çocuğu; Her işte olduğu gibi, havacılıkta da en yüksek düzeyde, gökte, seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın. Bundan, gerçek dostlarımız sevinecek, Türk ulusu mutlu olacaktır.
a
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
15
04052015.jpg


04.05.1924

Hilafet ve yabancı dini müesseseler hakkında


Gerek savaş yıllarında, gerekse Cumhuriyetin ilanından sonra azınlık faaliyetlerini çok yakından takip eden Mustafa Kemal, geçmişte onlara verilen imtiyazların kaldırılmasını ve onların da Türkler gibi eşit hak ve sorumluluklara sahip vatandaşlar haline getirilmesini şart sayıyordu. Lozan Konferansı’nda da Türk heyeti, hem azınlık meselesini uluslararası bir statüye kavuşturmak, hem de hilafet müessesesinde olduğu gibi, patrikhaneleri ve hahamhaneyi kaldırmak için uğraş vermişti. Mustafa Kemal, 4 Mayıs 1924 tarihinde New York Herald muhabirine verdiği demeçte bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu: Hilafet ve bu patriklikler yüzyıllardan beri, ruhani yetki çerçeveleri dışında, muazzam ayrıcalıklar topladılar… Geçmişte, anayasayı ve Meşrutiyet kanunlarını, Batı’nın uygarlık makinesine benzer şekilde değiştirmeye çok çalıştık. Fakat bu girişimlerimiz sonuçsuz kaldı. Çünkü her adımda patrikhaneler ve hilafet gibi siyasi, dini kurumların hukuku ile karşı karşıya geldik. Patrikhanelerin veya hilafetin itirazlarına maruz olmaksızın hiç bir düzenleme veya ilerici fikir, idare şeklimize sokulamıyordu… Patrikhanelerin ve hilafetin imtiyazları nedeniyle hükümet, eğitim usulünü dahi ıslah edemezdi. Türkiye’de yerleşmiş olan her cemaat, kendi dini mekteplerine sahipti. İmparatorluk hududu dahilinde her millet kendi lisanını ve dinini talim ederdi. Fakat bu mektepler ihanet projelerine hizmet ettiler. Bizimle 400 sene yaşamış olan yerli Rumlar, günün birinde Türklerin boyunduruğundan kurtulacakları günü düşünmeye başladılar. Diğer milletlerle de aynı hal vaki oldu… Böyle bir vaziyete İngiltere, Fransa, Amerika veya herhangi bir milletin ne kadar zaman tahammül edebileceklerini sorarız.
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.