365 Gün Mustafa Kemal ATATÜRK

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
20062015.jpg


Soyadı Kanunu kabul edildi

20.06.1934


Cumhuriyetin ilanının ardından, Batılı bir yönetim anlayışı benimsenmiş ve toplumun bu yönde dönüştürülmesine girişilmişti. Bu süreçte, toplumdaki eşitsizliklerin giderilmesi, ayrılıkların önlenmesi ve mevcut aksaklıkların bertaraf edilmesi yönünde atılan adımlardan biri de, soyadı kullanımının zorunlu hale getirilmesiydi. Soyadı Kanunu’ndan önce Türkiye’de, her ailenin lakap ya da şöhret denilen bir adı olurdu. Bir kimse, ya aile lakabıyla ya da doğrudan baba ismiyle birlikte anılırdı. Halkçılığın temel ilke olarak benimsendiği Cumhuriyet dönemine gelindiğinde, bireyler arasında eşitsizlik intibası yaratan ve yarattığı karışıklıklar nedeniyle pratikte birçok soruna yol açan bu gibi unvan ve lakapların yerine, her Türk vatandaşına kimliğinin ayrılmaz parçası olan bir soyadı alma yükümlülüğü getirildi. 21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen ve 2 Ocak 1935’te yürürlüğe giren Soyadı Kanunu’na göre, söylerken ve yazarken öz ad önde, soyadı sonda kullanılacaktı. Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle, edebe aykırı ve gülünç soyadları alınamayacaktı. Soyadı seçme görevi “koca”ya verilmişti. Her reşit Türk vatandaşı, seçtiği soyadını iki yıl içinde nüfus kütüklerine kaydettirmekle yükümlüydü. Yine eşitlik ilkesine istinaden, Soyadı Kanunu’ndan sonra 26 Kasım 1935’te kabul edilen “Lakap ve Unvanların Kaldırılması Hakkındaki Kanun”la Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar da kaldırıldı. Böylece erkek ve kadın vatandaşların, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılması esasa bağlandı.
 
Son düzenleme:

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
20062015.jpg


Soyadı Kanunu kabul edildi

21.06.1934


Cumhuriyetin ilanının ardından, Batılı bir yönetim anlayışı benimsenmiş ve toplumun bu yönde dönüştürülmesine girişilmişti. Bu süreçte, toplumdaki eşitsizliklerin giderilmesi, ayrılıkların önlenmesi ve mevcut aksaklıkların bertaraf edilmesi yönünde atılan adımlardan biri de, soyadı kullanımının zorunlu hale getirilmesiydi. Soyadı Kanunu’ndan önce Türkiye’de, her ailenin lakap ya da şöhret denilen bir adı olurdu. Bir kimse, ya aile lakabıyla ya da doğrudan baba ismiyle birlikte anılırdı. Halkçılığın temel ilke olarak benimsendiği Cumhuriyet dönemine gelindiğinde, bireyler arasında eşitsizlik intibası yaratan ve yarattığı karışıklıklar nedeniyle pratikte birçok soruna yol açan bu gibi unvan ve lakapların yerine, her Türk vatandaşına kimliğinin ayrılmaz parçası olan bir soyadı alma yükümlülüğü getirildi. 21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen ve 2 Ocak 1935’te yürürlüğe giren Soyadı Kanunu’na göre, söylerken ve yazarken öz ad önde, soyadı sonda kullanılacaktı. Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle, edebe aykırı ve gülünç soyadları alınamayacaktı. Soyadı seçme görevi “koca”ya verilmişti. Her reşit Türk vatandaşı, seçtiği soyadını iki yıl içinde nüfus kütüklerine kaydettirmekle yükümlüydü. Yine eşitlik ilkesine istinaden, Soyadı Kanunu’ndan sonra 26 Kasım 1935’te kabul edilen “Lakap ve Unvanların Kaldırılması Hakkındaki Kanun”la Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar da kaldırıldı. Böylece erkek ve kadın vatandaşların, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılması esasa bağlandı.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
22062015.jpg


Amasya Genelgesi yayımlandı

22.06.1919


Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktıktan sonra hızla Anadolu ve Rumeli’deki dağınık ve birbirinden kopuk direniş hareketlerini birleştirme çalışmalarına başladı. Fakat Samsun böyle bir çalışmayı sürdürmek için yeterince güvenli değildi. Bu nedenle 25 Mayıs’ta Havza’ya, 11 Haziran’da da Amasya’ya geçti. Amacı, bir an önce yeni bir yönetim oluşturmak için tüm vilayetlerden gelecek delegelerin katılımıyla bir kongre toplamaktı. Mustafa Kemal, bu amaçla, “Amasya Genelgesi” olarak tarihe geçen bir bildiri hazırladı. Bildiri, Amasya’ya gelmiş bulunan Rauf Bey (Orbay), Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ve Refet Bey (Bele) tarafından da imzalandı. Bir bakıma İstanbul’dan kopuşu temsil eden ve tam bağımsız bir Türkiye’nin temellerini oluşturmaya yönelik ilk kuruluş belgesi olan Amasya Genelgesi’nin başlıca noktaları şöyleydi: - Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. - İstanbul’daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum, ulusumuzu yok olmuş gibi göstermektedir. - Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. - Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür bir sesle dünyaya duyurmak için her türlü baskı ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zorunludur. - Bunun için, Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. Bütün illerin her sancağından, parti farkı dikkate alınmaksızın, milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkarılması gerekmektedir.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
23062015.jpg


Mustafa Kemal’e Darülfünun’dan fahri müderrislik

23.06.1923


Avrupa’daki üniversiteler model alınarak 1863’te temelleri atılan İstanbul Darülfünunu (İstanbul Üniversitesi), II. Abdülhamid döneminde sarayın sıkı denetimi altında yönetilmiş, ancak II. Meşrutiyet’in ilanından sonra özerkliğine kavuşabilmişti. I. Dünya Savaşı’ndan sonra İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal edince, Darülfünun yine baskı altına girdi. Buna rağmen Darülfünun, Anadolu’daki gelişmelere hiçbir zaman ilgisiz kalmadı. Milli Mücadele’yi yakından takip eden Edebiyat Fakültesi öğrencileri, 12 Nisan 1922’de Milli Mücadele aleyhine tavır sergileyen bazı öğretim üyelerini protesto etmek üzere boykota başladı. Boykotun diğer fakültelere de yayılması üzerine Maarif Nezareti, 25 Nisan’da okulu tatil etmek zorunda kaldı. Darülfünun, ancak 2 Haziran’da yeniden öğretime başlayabildi. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması üzerine İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi, henüz İstanbul’da işgal devam ederken, Gazi Mustafa Kemal’e “fahri müderrislik” unvanı vermeyi kararlaştırdı. Fikir, öğrencilerden çıkmıştı. Öğretim üyelerinden Yahya Kemal Bey de (Beyatlı) bu teklifi Edebiyat Fakültesi Meclisi’ne sundu. Fakülte Meclisi, 19 Eylül 1922 günü yaptığı toplantıda oybirliğiyle Mustafa Kemal’e, “Milli Mücadele’nin büyük kahramanı ve yeni devletin kurucusu” sıfatıyla fahri müderrislik unvanı verilmesini kabul etti. Karar, telgrafla Ankara’ya bildirildi. Mustafa Kemal Paşa, bu jeste, 13 Ekim 1922 tarihinde gönderdiği bir telgrafla teşekkür etti. Daha sonra öğretim üyelerinden oluşturulan bir heyet, Fahri Müderrislik Şahadetnamesi’ni 23 Haziran 1923 günü Ankara’da Gazi Mustafa Kemal’e takdim etti. Buradaki ilginç bir detay, heyete başkanlık eden Necip Asım Bey’in (Yazıksız) aynı zamanda Mustafa Kemal’in Harp Okulu’ndan Fransızca öğretmeni olmasıydı.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
24062015.jpg


Mustafa Kemal, İzmir Suikastı hakkında konuştu

23.06.1923

1926 Haziran’ında, İzmir’de Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik bir suikast girişimi ortaya çıkarıldı. Siyasi tarihimize “İzmir Suikastı” olarak geçen bu girişimin arkasında, Birinci Dönem Büyük Millet Meclisi’nde Lazistan Mebusu olarak görev yapan Ziya Hurşit ve arkadaşları vardı. Suikast girişimi, Giritli Şevki adlı motorcunun gönderdiği bir ihbar mektubuyla ortaya çıktı. Bunun üzerine Ziya Hurşit, kaldığı otelde bomba ve silahlarla yakalandı. Olayla bağlantısı olabileceği düşünülerek tutuklanan kişiler arasında Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy) ve Refet (Bele) gibi, Kurtuluş Savaşı’nın önemli isimleri de bulunuyordu. Ancak mahkemede bu kişilerin hepsi aklandı. Suikast girişimi, uzun süre kamuoyunun gündemini meşgul etti. 24 Haziran 1926 günü Gazi, Cumhuriyet gazetesine bu konuda bir demeç verdi. Mustafa Kemal, suikast hakkında şu değerlendirmeyi yapıyordu: Sayın İzmirlilerin ve çevre halkının, soylu hemşerilerimin bana karşı düzenlenen suikast konusunda belirttikleri derin üzüntüyü ve heyecanı minnet duyguları içinde öğreniyorum. Çok duygulandım. Soylu milletimin beni ne kadar sevdiğini biliyorum. Bu gösteriler bana olan sevginin, şefkatin, özellikle de ortak ülkümüze olan bağlılığın derecesini gösteren yeni bir kanıttır... Ben ölürsem soylu milletimizin birlikte yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağından kuşkum yok, bu konuda gönül rahatlığı içindeyim... Dış görünüşüyle suikast kişiye yönelik görünmekle birlikte, gerçekte milletin talihine kurşun sıkılmak isteniyordu. Türk milleti düşman bir dünya önünde kendini kurtardıktan sonra, böyle küçük düşünceler önünde yenik düşüp dağılmayacak kadar yüce ve soylu olduğunu tüm dünya önünde kanıtlamıştır.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
25062015.jpg


İran Şahı’yla Çanakkale’de bir anı

25.06.1934


İran Şahı Rıza Pehlevi ve Mustafa Kemal Paşa, Ankara’daki temaslardan sonra birlikte Eskişehir, Afyon, Uşak, İzmir, Balıkesir, Çanakkale ve İstanbul’u kapsayan uzun bir geziye çıktılar. 25 Haziran 1934 günü Balıkesir yoluyla Çanakkale’ye geçtikleri sırada heyet, öğle saatlerinde Kirazlıdere mevkiinde yemek molası verdi. Bu sırada, Şah’ın isteğiyle, bölgede tesis edilmekte olan garnizon bünyesinde küçük bir askeri manevra yaptırıldı. Gezi heyetinde yer alan Hasan Rıza Soyak, bu sırada yaşanan ilginç bir olayı çok sonra, Yeni İstanbul gazetesinde yayımlanan anılarında şöyle anlatıyordu: Garnizon binalarından birinin temel atma töreni, iki devlet başkanının ziyareti gününe rast getirilmişti. Mustafa Kemal Paşa, Şah’la beraber açık bir otomobille temel atma töreninin yapılacağı yere geldi... Otomobilde Atatürk solda, konuğu da sağda oturuyordu... Birdenbire bir koyunun temele doğru yatırılıp boğazlanmak üzere olduğunu gördü. Kurban kesiyorlardı. “Durunuz!” diye bağırdı. Sonra başını sağa çevirdi ve “Şimdi yapacağınızı yapınız!” dedi. Şah duyduğu derin şaşkınlığı gizlemedi: “Hazreti Gazi?” Atatürk, konuğunun ne demek istediğini anlamıştı. Sözünü kesti: “Evet,” dedi, “Ben kana bakamam. Bir tavuğun dahi boğazlanmasına dayanamam.” Şah yine atıldı: “Fakat bu kadar çok bulunduğunuz savaş meydanları!..” Atatürk, “O başka…” dedi. “Öyle yerlerde ölülerin üzerinden atlayarak giderim.” Ve tekrar etti: “O, bambaşka bir iştir.”

 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
26062015.jpg


Dil Encümeni ilk toplantısını yaptı

26.06.1928


Arap alfabesinin aslında Türk dilinin ses düzenine uygun olmadığı uzun zamandır kabul edilen bir gerçekti. Bu nedenle de Türkçenin başka bir alfabeyle yazılması, zaman zaman tartışılan bir konuydu. Yakut Türklerinin 1918’de, Azerbaycan Türklerinin de 1922 yılında Latin alfabesini kullanmaya başlaması, Cumhuriyet sonrasında Türkiye’de de bu konuya olan ilgiyi artırmıştı. 1925 yılında mesleki ve teknik öğretimle ilgili görüş almak üzere Türkiye’ye davet edilen Alman eğitimci Dr. Kühne, hazırladığı raporda yazı sisteminin zorluğu nedeniyle okuma yazma eğitiminin uzun süre aldığına dikkat çekiyor ve Türkçeye yakınlığı olan Macar ve Fin dillerine benzer bir transkripsiyon uygulanmasını tavsiye ediyordu. Gerçekten de Harf Devrimi’nden önce Türkiye’de okuma yazma bilenlerin oranı yüzde 6’yı geçmiyordu. Dr. Kühne’nin raporu, bilinen bir gerçeği bir kez daha su üstüne çıkarmıştı. Bu dönemde pek çok yazar ve aydın bu tartışmalara katıldı. Mustafa Kemal’in Latin alfabesine geçmeye yönelik çalışmaları da, konunun belli bir olgunluğa ulaştığı bu dönemde başladı. 20 Mayıs 1928 tarihinde Maarif Vekâleti, “Latin harflerinin lisanımızda uygulama şekli ve imkânlarını” araştırmak üzere dokuz üyeli bir Dil Encümeni kurdu. Alfabe Encümeni olarak da anılan bu kurul, ilk toplantısını 26 Haziran 1928 tarihinde gerçekleştirdi. Dil Encümeni, yaklaşık bir aylık bir çalışmanın ardından, 41 sayfalık “Elifba Raporu”nu hazırladı. Bu raporun ilanından hemen sonra da Mustafa Kemal Paşa, 8 Ağustos 1928 tarihinde yeni Türk harflerini duyurduğu Sarayburnu konuşmasını gerçekleştirdi. Böylece, Harf Devrimi’ne giden yollar döşenmiş oldu.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
27062015.jpg


Yunus Nadi vefat etti

27.06.1945


Atatürk devrimlerinin en önemli destekçilerinden, gazeteci ve siyasetçi, Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi Abalıoğlu, 28 Mart 1945 tarihinde, tedavi için gittiği Cenevre’de gözlerini hayata yumdu. İlk öğrenimini Fethiye’de yapan Yunus Nadi, Rodos adasında Süleymaniye Medresesi’nde ve İstanbul’da Galatasaray Sultanisi’nde okudu. Sonra Hukuk Mektebi’ne devam etti. 1900 yılında gazeteciliğe Malumat gazetesinde başladı. İkdam ve Tasvir-i Efkâr gazetelerinde çalıştı. 1910’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çıkardığı Rumeli gazetesinin başyazarı oldu. 1912’de Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Aydın Milletvekili olarak katıldı ve 1918’de İstanbul’da Yeni Gün gazetesini kurdu. Anadolu’daki Milli Mücadele hareketini desteklediğini Yeni Gün’de açıkça yazdı. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden bir gün sonra gazetesi İngilizler tarafından kapatılınca Anadolu’ya geçti ve İzmir Milletvekili olarak Meclis’e katıldı. 1920’den itibaren gazetesini Anadolu’da Yeni Gün adıyla çıkardı. Kurtuluş Savaşı süresince Mustafa Kemal’e destek verdi. Savaşın zaferle biteceğine olan inancı nedeniyle, başyazılarını çoğu zaman, “Düşman yıkılmalıdır, yıkılacaktır” cümlesiyle bitiriyordu. Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul’a giderek, adını Mustafa Kemal’in koyduğu Cumhuriyet gazetesini yayımlamaya başladı. 1936’ya kadar Cumhuriyet’in başyazarlığını yaptı. Yunus Nadi, Mustafa Kemal’le Selanik’te tanışmıştı. Mustafa Kemal, Sofya’da ataşemiliter olarak görev yaparken Tasvir-i Efkâr gazetesinde başyazar olan Yunus Nadi’ye memleket ve dünya işleri hakkındaki düşüncelerini yazardı. Yunus Nadi, bu mektuplardaki fikirlerin kuvvetinden bahsederken daima, ‘‘Çelik kalemle yazılmış çelik fikirler’’ tabirini kullanırdı. Yunus Nadi, hayatı boyunca basın sahasında hep Atatürk inkılaplarına hizmet etti.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
27062015.jpg


Yunus Nadi vefat etti

28.06.1945


Atatürk devrimlerinin en önemli destekçilerinden, gazeteci ve siyasetçi, Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi Abalıoğlu, 28 Mart 1945 tarihinde, tedavi için gittiği Cenevre’de gözlerini hayata yumdu. İlk öğrenimini Fethiye’de yapan Yunus Nadi, Rodos adasında Süleymaniye Medresesi’nde ve İstanbul’da Galatasaray Sultanisi’nde okudu. Sonra Hukuk Mektebi’ne devam etti. 1900 yılında gazeteciliğe Malumat gazetesinde başladı. İkdam ve Tasvir-i Efkâr gazetelerinde çalıştı. 1910’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çıkardığı Rumeli gazetesinin başyazarı oldu. 1912’de Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Aydın Milletvekili olarak katıldı ve 1918’de İstanbul’da Yeni Gün gazetesini kurdu. Anadolu’daki Milli Mücadele hareketini desteklediğini Yeni Gün’de açıkça yazdı. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden bir gün sonra gazetesi İngilizler tarafından kapatılınca Anadolu’ya geçti ve İzmir Milletvekili olarak Meclis’e katıldı. 1920’den itibaren gazetesini Anadolu’da Yeni Gün adıyla çıkardı. Kurtuluş Savaşı süresince Mustafa Kemal’e destek verdi. Savaşın zaferle biteceğine olan inancı nedeniyle, başyazılarını çoğu zaman, “Düşman yıkılmalıdır, yıkılacaktır” cümlesiyle bitiriyordu. Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul’a giderek, adını Mustafa Kemal’in koyduğu Cumhuriyet gazetesini yayımlamaya başladı. 1936’ya kadar Cumhuriyet’in başyazarlığını yaptı. Yunus Nadi, Mustafa Kemal’le Selanik’te tanışmıştı. Mustafa Kemal, Sofya’da ataşemiliter olarak görev yaparken Tasvir-i Efkâr gazetesinde başyazar olan Yunus Nadi’ye memleket ve dünya işleri hakkındaki düşüncelerini yazardı. Yunus Nadi, bu mektuplardaki fikirlerin kuvvetinden bahsederken daima, ‘‘Çelik kalemle yazılmış çelik fikirler’’ tabirini kullanırdı. Yunus Nadi, hayatı boyunca basın sahasında hep Atatürk inkılaplarına hizmet etti.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
29062015.jpg


Hatay Türkiye’ye katıldı

29.06.1939

Hatay Sancağı 27 Ocak 1937 tarihinde Miletler Cemiyeti kararıyla, Türkiye ve Fransa’nın garantörlüğünde bir “Ayrı Varlık” (Entité distincte) olarak kabul edildi. Buna göre Hatay Sancağı içişlerinde bağımsız, dışişlerinde ise Suriye’ye bağlı olacaktı. Sancağın iç güvenliğini sağlayacak sayıda jandarma ve polisi olacak, buna mukabil bir ordusu bulunmayacaktı. Sancağın yasama organı olarak, 40 kişiden oluşan bir meclis teşkil edilecekti. Fransızlar, 29 Haziran 1938’de Sancak’tan ayrıldılar. 5 Temmuz’da ise Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri Hatay’a girdiler. Yapılan seçimlerin ardından 40 kişilik Hatay Meclisi oluşturuldu ve yeni devletin adı Hatay Cumhuriyeti olarak benimsendi (daha sonra Hatay Devleti olarak değiştirilmiştir). Tayfur Sökmen Devlet Başkanlığına, Abdülgani Türkmen Meclis Başkanlığına seçildi; Abdurrahman Melek ise hükümeti kurmakla görevlendirildi. Bu tarihten sonra Türkiye ile bir entegrasyon süreci başladı. Postanelerde Türkiye’den gönderilen pullar kullanılıyor, maaşlar Türk lirası ile ödeniyordu. Bir süre sonra Türkiye ile Hatay arasındaki ticaret de tamamen serbest bırakıldı. Adım adım Türkiye’ye bağlanmaya doğru giden Hatay Devleti, 29 Haziran 1939’da Meclis’in aldığı kararla Türkiye’ye katıldı. II. Dünya Savaşı’nın yaklaşması nedeniyle Türkiye ile arasını bozmak istemeyen Fransa ise bu duruma müdahale etmedi. Başından beri kararlı bir siyaset izlenerek, Hatay’ın tamamen barışçıl bir süreç sonunda Türkiye’ye katılması, Atatürk diplomasisinin bir başarısıydı. Ne var ki Hatay’ı “şahsi davası” olarak gören Atatürk’ün ömrü, bu birleşmeyi görmeye yetmemişti.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
30062015.jpg



Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu

30.06.1921


30 Haziran 1921 tarihinde Ankara’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın talimatıyla, Milli Mücadele sırasında savaşa katılanların çocuklarına bakmak amacıyla Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu. Cemiyet, 1 Ekim 1921’de çalışmalarına resmen başladı. Osmanlı Devleti’nde Himaye-i Etfal Cemiyeti ulusal düzeyde ilk olarak 1917 yılında İstanbul’da kurulmuştu. Cemiyet öncelikle, I. Dünya Savaşı sırasında cephede savaşanların çocukları ile göç etmek zorunda kalan kimsesiz ve yoksul çocuklar için İstanbul’da bir misafirhane kurmuştu. Cemiyet yöneticileri yıllar içinde faaliyetlerini geliştirerek, cemiyetin uluslararası düzeyde de tanınmasını sağlamıştı. İstanbul Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin faaliyetleri devam ederken, derneğin kurucularının bir kısmı Milli Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya geçmişti. Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti, bu kişilerin öncülüğünde, 30 Haziran 1921 günü Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin bir odasında kuruldu. Mustafa Kemal Paşa da, 1 Ağustos 1921 günü, Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti Reisliği’ne gönderdiği bir yazıyla, cemiyetin koruyuculuğunu kabul etti. Bu tarihten sonra TBMM tarafından desteklenen ve düzenli gelir kaynaklarına kavuşması için bazı ayrıcalıklar tanınan cemiyet, savaş yüzünden kimsesiz kalan çocukların bakım ve eğitimini üstlendi. Kurtuluş Savaşı boyunca hem İstanbul, hem de Ankara Himaye-i Etfal Cemiyetleri iki ayrı yapı olarak faaliyetlerini sürdürdü. Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesi ile İstanbul Himaye-i Etfal Cemiyeti, son genel kurulunu 1923 yılında gerçekleştirerek tarihe karıştı. Cemiyet, 1935 yılında Çocuk Esirgeme Kurumu adını aldı.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
01072015.jpg


Mustafa Kemal Paşa yeniden İstanbul’da

01.07.1927


1919 yılında 16 Mayıs günü İstanbul’dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa, 8 yıl aradan sonra, 1927 yılının 1 Temmuz günü Cumhurbaşkanı sıfatıyla yeniden İstanbul’a adım attı. Ankara’dan İzmit’e kadar trenle gelen Gazi, burada Ertuğrul yatına geçti ve akşamüzeri İstanbul’a ulaştı. Kurtuluştan sonra Mustafa Kemal’in Anadolu’yu kapsayan yurt gezilerinden fırsat bulup hiç İstanbul’a gelememiş olması, İstanbullularda büyük bir özlem yaratmıştı. Mustafa Kemal’e duyulan sevgi ve onu görme arzusu, şehrin her köşesinde büyük bir heyecana yol açmış, halkı sokaklara dökmüştü. İstanbul’a yaklaştığı andan itibaren çevresi teknelerle çevrilen Ertuğrul yatı sonunda Dolmabahçe Sarayı’na yanaştı ve Mustafa Kemal sarayın Bayramlaşma Salonu’nda İstanbul’un ileri gelenleri tarafından karşılandı. Mustafa Kemal burada, İstanbullulara şöyle seslendi: Sekiz sene evvel mustarip ve ağlayan İstanbul’dan kalbim sızlayarak çıktım; uğurlayanım yoktu. Sekiz sene sonra kalbim müsterih olarak, gülen ve daha güzelleşen İstanbul’a geldim. Bütün İstanbulluların ruhuma heyecan veren sıcak ve muhabbetkâr kucaklamasıyla karşılandım. Sekiz sene, toplum hayatımızın yeni dahil olduğu devrin tarihi, ihtiva ettiği devrimlerle, inkılaplarla ve neticeleriyle az dolu değildir. Sekiz senede milletimizin siyasi, sosyal ve medeni gelişme yolunda gösterdiği kabiliyet ve liyakat derecesi yüksektir… Bu bakış açısını size, aziz İstanbul halkına, sekiz sene evveline kadar içinde yedi evliya kuvvetinde bir heyula hayal ettirilmek istenen bu sarayın içinde söylüyorum. Yalnız artık bu saray, Allah’ın gölgelerinin değil, gölge olmayan, gerçek olan bir milletin sarayıdır. Ve ben burada milletin bir ferdi, bir misafiri olarak bulunmakla bahtiyarım.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
02072015.jpg


Birinci Türk Tarih Kongresi başladı

02.07.1932


Cumhuriyet rejiminin milli tarih politikası olan “Türk Tarih Tezi”nin sunulduğu Birinci Türk Tarih Kongresi, 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında Ankara Halkevi’nde gerçekleştirildi. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin düzenlediği ve Mustafa Kemal’in de katıldığı kongreyi, Cemiyet Başkanı Yusuf Akçura yönetti. Kongrenin iki ana amacından biri, tarih öğretmenlerine tarih öğretiminde kullanılacak yeni yöntem ve bilgileri anlatmak, diğeri de Türk Tarih Tezi’ni resmen duyurmaktı. Bu nedenle kongrede esas olarak tarih eğitimi ve Türklerin tarihiyle ilgili konular öne çıkıyordu. Kongreyi yöneten Yusuf Akçura’ya göre Türk Tarih Cemiyeti’nin kongrede savunduğu büyük dava, “Türklerin, eski ve orta çağlarda göçebe ve istilacı olarak yaşayan ve yüksek medeniyet seviyesine erişemeyen ikinci derecede insanlar olmayıp, insanlık tarihinde ilk medeniyeti kuran ve en eski zamanlardan beri meşalesini elinde taşıyan insanlar olduğu” görüşüydü. Kongreye Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın yanı sıra birçok devlet adamı, siyasetçi ve tarihçi iştirak etmişti. Gece geç saatlere kadar devam eden kongreyi, başta Sovyetler Birliği olmak üzere, İngiltere, Almanya ve Fransa’dan temsilciler de ilgiyle izledi. Katılımcılardan biri olan ABD’nin İstanbul Konsolosu Charles H. Sherrill, ABD Dışişleri’ne sunduğu raporda kongrenin amaç ve anlamını şöyle özetliyordu: Bu toplantının amacı, Türkiye’nin karışık fikirlere sahip tarih ve dil hocalarını bir düzene sokmak, onlara iyi bir uyum verip, hükümetin ideolojisini doğru olarak yansıtacak birer enstrümana dönüştürmektir.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
03072015.jpg


Mustafa Kemal Paşa Erzurum’da

03.07.1919


Mustafa Kemal Paşa, beraberindeki heyetle birlikte, kongre hazırlıkları yapmak üzere 3 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum’a ulaştı. Heyetin gelişi şehirde büyük sevinç yarattı. Mustafa Kemal’in yaveri Muzaffer Kılıç’ın anlattığına göre şehirde herkes yollara dökülmüş, gençler ağaçlara tırmanmış, kadınlar damları doldurmuştu. Mustafa Kemal, bu ilgiden çok duygulanmıştı. Kendisini ilk defa böyle bir kalabalık karşılıyordu. Büyük Kurtarıcı’yı karşılayanlar arasında bulunan Cevat Dursunoğlu ise Mustafa Kemal’in gelişini şu anekdotla birlikte anlatır: Erzurum’un eski ve güzel bir âdeti vardır. Erzurumlular misafirlerini şehrin ilk göründüğü nokta olan Ilıca’da karşılar, kaleye kadar kendisine yoldaşlık ederler. O gün Mustafa Kemal Paşa’yı küçük bir kafile burada karşıladı... Kaplıcaların önünde, düşman baltasından kurtulmuş birkaç söğüdün gölgesinde misafirlere birer kahve sunuldu. O sırada, iri ve dinç bir ihtiyar yavaş yavaş söğütlüğe doğru ilerledi… Misafirlerin önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı, elini göğsünün üstüne koyarak oturanları selamladı. Mustafa Kemal Paşa da ihtiyarın hatırını sordu. Kısa hoşbeşten sonra Paşa, “Ağa böyle nereden geliyorsun?” dedi. İhtiyar, “Paşam, Çukurova’da muhacirdim. Şimdi köyüme dönüyorum,” diye cevap verdi. Paşa, “Yoksa oralarda geçinemedin mi?” dedi. Ağa derhal mukabele etti: “Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer. Bir eken yüz biçiyor. Yalnız son günlerde işittim ki İstanbul’daki ırzı kırıklar bizim Erzurum’u vereceklermiş. Geldim ki göreyim, kimin malını kime veriyorlar?” Bu sözler üzerine büyük devlet adamı yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü ve “Bu milletle neler yapılmaz!” dedi.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
04072015.jpg


Atatürk’ün Başyaveri Cevat Abbas Gürer öldü

04.07.1943


Cevat Abbas Gürer, 1887 yılında bugün Sırbistan’da bulunan Niş kentinde doğdu. Manastır Harp Okulu’nda öğrenciyken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Balkan ve I. Dünya Savaşlarında bulundu. Üsteğmen rütbesiyle katıldığı Çanakkale Savaşı’nda, Mustafa Kemal’in emir subayı oldu. 1916’da yüzbaşılığa yükseldi. Mondros Mütarekesi’nden sonra Harbiye Nezareti emrine verilen Mustafa Kemal Paşa ile birlikte 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi. Mustafa Kemal ile birlikteliği Anadolu’da da devam etti. 16 Mayıs günü Samsun’a gitmek üzere Bandırma vapuruna binenler arasında o da vardı. Erzurum ve Sivas Kongresi çalışmalarına katıldı. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı için 8 Ocak 1920’de yapılan seçimlerde Bolu milletvekili seçilerek İstanbul’a gitti. Fakat İstanbul’un işgale uğrayıp Meclis-i Mebusan’ın dağılması üzerine Ankara’ya gelerek TBMM’ye katıldı. Milletvekili seçilmesi nedeniyle Erzurum’da son bulan askerlik hayatına 1920’de yeniden döndü ve yüzbaşı rütbesiyle Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Yozgat Ayaklanması’nın bastırılmasında gösterdiği çabalardan dolayı kendisine İstiklal Madalyası verildi. Rütbesi 1923’te binbaşılığa yükseltildi. 1924’te kurulan İş Bankası’nın kurucuları ve hisse sahipleri arasında o da vardı. Yine Atatürk’ün işaretiyle 1925 yılında Türk Tayyare Cemiyeti’nin kuruluşunu gerçekleştirdi ve bir yıl süreyle cemiyetin başkanlığını üstlendi. Cevat Abbas Gürer, 1941 yılına kadar milletvekilliği yaptı. Mustafa Kemal Paşa’yla ilgili hatıralarını, Ebedi Şef Kurtarıcı Atatürk’ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak (1939) adlı kitapta topladı. 1943 yılında Yalova’da öldü.
 

kadirkaracaoglu

Yeni üye
25 Eki 2015
8
0
Ulu önder Atatürk ve askerlerimizin bize verdiği ülke şuanda ne halde görse bu halimizi savaştığına pişman olurdu beklide...
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
04072015.jpg


Atatürk’ün Başyaveri Cevat Abbas Gürer öldü

05.07.1943


Cevat Abbas Gürer, 1887 yılında bugün Sırbistan’da bulunan Niş kentinde doğdu. Manastır Harp Okulu’nda öğrenciyken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Balkan ve I. Dünya Savaşlarında bulundu. Üsteğmen rütbesiyle katıldığı Çanakkale Savaşı’nda, Mustafa Kemal’in emir subayı oldu. 1916’da yüzbaşılığa yükseldi. Mondros Mütarekesi’nden sonra Harbiye Nezareti emrine verilen Mustafa Kemal Paşa ile birlikte 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi. Mustafa Kemal ile birlikteliği Anadolu’da da devam etti. 16 Mayıs günü Samsun’a gitmek üzere Bandırma vapuruna binenler arasında o da vardı. Erzurum ve Sivas Kongresi çalışmalarına katıldı. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı için 8 Ocak 1920’de yapılan seçimlerde Bolu milletvekili seçilerek İstanbul’a gitti. Fakat İstanbul’un işgale uğrayıp Meclis-i Mebusan’ın dağılması üzerine Ankara’ya gelerek TBMM’ye katıldı. Milletvekili seçilmesi nedeniyle Erzurum’da son bulan askerlik hayatına 1920’de yeniden döndü ve yüzbaşı rütbesiyle Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Yozgat Ayaklanması’nın bastırılmasında gösterdiği çabalardan dolayı kendisine İstiklal Madalyası verildi. Rütbesi 1923’te binbaşılığa yükseltildi. 1924’te kurulan İş Bankası’nın kurucuları ve hisse sahipleri arasında o da vardı. Yine Atatürk’ün işaretiyle 1925 yılında Türk Tayyare Cemiyeti’nin kuruluşunu gerçekleştirdi ve bir yıl süreyle cemiyetin başkanlığını üstlendi. Cevat Abbas Gürer, 1941 yılına kadar milletvekilliği yaptı. Mustafa Kemal Paşa’yla ilgili hatıralarını, Ebedi Şef Kurtarıcı Atatürk’ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak (1939) adlı kitapta topladı. 1943 yılında Yalova’da öldü.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
06072015.jpg


Irak Kralı Faysal Ankara’da

06.07.1931


Irak Kralı Faysal, 30 Haziran 1930’da Büyük Britanya ile özerklik antlaşmasını imzaladıktan kısa bir süre sonra, Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek amacıyla Ankara’ya geldi. 6 Temmuz 1931 günü Ankara’ya ulaşan Kral Faysal’ı istasyonda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa karşıladı. Faysal bin Hüseyin, I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında gelişen Arap milliyetçiliğinin önderlerindendi. İngilizlerle kurduğu yakın ilişkiyi kullanarak bölgede bir denge siyaseti oluşturan Faysal, 1921 Ağustos’unda İngiliz mandası altındaki Irak’ta kral ilan edildi. Ülkeyi oluşturan çeşitli etnik ve dini gruplara karşı ılımlı bir yönetim gösteren Faysal, 1930 yılında Irak’ı bağımsızlığına kavuşturdu. Kral Faysal’ın Türkiye’yi ziyareti 6 Temmuz’da Ankara’da başladı. Aynı akşam Mustafa Kemal Paşa, Kral şerefine Ankara Palas’ta bir ziyafet verdi. Gazi Mustafa Kemal, ziyafette yaptığı konuşmada şunları söyledi: Bütün gayretlerini barış içinde gelişmeye adayan, komşularıyla ve dünyanın bütün milletleriyle karşılıklı samimiyet ve eşitlik esasları dahilinde iyi geçinmeyi ilke edinen Cumhuriyet Hükümeti, Irak’ın gittikçe artan bir yükselme ile huzur içinde mesut ve refah içinde olmasını ilgi ile takip ve temenni etmektedir. Milletler arasındaki bağların ve ilgilerin gelişmesinde pek önemli olan ve tarihin seyrinde daima etkisini gösteren coğrafi, iktisadi sebeplerden başka, bugünkü karşılıklı menfaatleri ve dahili, harici barış ve sakinlik siyasetleri ve ilişkileri de Irak ile Türkiye’yi birbirine yaklaştırmakta ve daha çok dost yapmaktadır. 9 Temmuz’da İstanbul’a geçen Kral Faysal, 14 Temmuz günü Viyana’ya gitmek üzere şehirden ayrıldı.
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.