365 Gün Mustafa Kemal ATATÜRK

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
07072015.jpg


Dolmabahçe Sarayı’nda öğretmenlerle birlikte

07.07.1927


Mustafa Kemal Paşa, 7 Temmuz 1927 günü Dolmabahçe Sarayı’nda Öğretmenler Birliği İstanbul Merkez Heyeti’ni kabul etti. Bu buluşma, Mustafa Kemal’in yeni Türkiye’nin yaratılmasında çok önemli bir görev biçtiği öğretmenlerle sayısız buluşmasından yalnızca biriydi. Gazi, öğretmenlerle her buluşmasında onlara sorumluluklarının önemini hatırlatıyor ve çağdaş uygarlığa ulaşma mücadelesinin en önemli cephelerinden birinin de eğitim olduğunu vurguluyordu. Mustafa Kemal, 22 Eylül 1924’te Samsun’da Öğretmenler Birliği’ni ziyaretinde, eğitim hakkında şunları söylüyordu: En önemli, en temelli nokta eğitimdir, eğitim sorunudur. Eğitimdir ki bir ulusu özgür, bağımsız, şanlı yüce bir toplum halinde yaşatır, ya da bir ulusu tutsaklık ve yoksulluğa bırakır. Mustafa Kemal, okulların kafalara hurafeler ve korkular dolduran yerler olmaması gerektiğini her fırsatta dile getiriyor ve milli eğitimin modern usullere uygun şekilde yapılmasını istiyordu. 7 Temmuz’da Dolmabahçe’de gerçekleşen buluşmada da öğretmenlere, toplumun her kesimiyle sıkı ilişki içinde olmalarını ve okul haricinde de ilim esasından hareketle aydınlatıcı bir rol üstlenmelerini şöyle tavsiye ediyordu: Okullardaki öğretim ve eğitim kadar, okul dışındaki neslin de sürekli olarak aydınlatılması lazımdır… Öğretmenler her vesileden istifade ederek halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutur bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
08072015.jpg


Sadâbad Paktı imzalandı

08.07.1937


Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasındaki dörtlü saldırmazlık antlaşması Sadâbad Paktı, 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran’da imzalandı. Türkiye, antlaşmaya imza koyan diğer ülkelerle daha önceki yıllarda iyi ilişkiler içine girmiş ve dostluk bağlarını güçlendirmişti. Örneğin Afganistan’la, henüz Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği sırada, 1921’de bir dostluk antlaşması yapılmış, ardından Afgan Kralı Amanullah Han Türkiye’yi ziyaret etmişti. İran’la olan sınır sorunları da 1932 yılında çözüme kavuşturulmuş ve İran Şahı Rıza Pehlevi’nin 1934 Haziran’ında Türkiye’ye yaptığı ziyaret sağlam bir dostluk bağı oluşturmuştu. Keza, Musul sorununun çözülmesinden sonra Irak’la olan ilişkiler de olumlu yönde gelişmişti. Pakistan’la ise Kurtuluş Savaşı’ndan beri süregelen bir kardeşlik ilişkisi söz konusuydu. Balkan Paktı’nda olduğu gibi, Sadâbad Paktı’nın kuruluşunda da Türkiye öncü bir rol oynadı. 8 Temmuz 1937’de, Tahran’daki Sadâbad Sarayı’nda imzalanan antlaşma ile taraflar genel olarak birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini taahhüt ettiler. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, antlaşmanın imzalanmasından sonra kendisine tebrik telgrafı gönderen Irak Kralı, Afganistan Hanı ve İran Şahı’na verdiği cevaplarda, dört ülke arasındaki barış idealini yansıtan bu antlaşmanın bölge ve dünya barışına sağlayacağı katkıya dikkat çekiyordu. Sadâbad Paktı, İran’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği, İngiltere ve ABD arasındaki çıkar mücadelesine sahne olması ve iç karışıklığa düşmesi üzerine işlerliğini kaybetti.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
09072015.jpg


TBMM, Milletler Cemiyeti’ne girişi onayladı

09.07.1932


Türkiye Büyük Millet Meclisi, 9 Temmuz 1932 günü yapılan oturumda Milletler Cemiyeti’nin (Cemiyet-i Akvam) Türkiye’ye yaptığı daveti ele aldı. Oturumda dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey (Aras) konu hakkında bir izahat verdi ve ardından Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girişi milletvekillerinin oybirliğiyle kabul edildi. Bugünkü Birleşmiş Milletler’in temeli sayılabilecek Milletler Cemiyeti, I. Dünya Savaşı’nın ardından 1920 yılında İsviçre’de kurulmuştu. Ülkeler arasında çıkan sorunları barışçıl yollarla çözmeyi amaçlayan cemiyete Türkiye, halen devam etmekte olan Kurtuluş Savaşı nedeniyle kurucu üye olarak katılamamıştı. Lozan Konferansı’ndan sonra Musul sorununun devam etmesi nedeniyle Türkiye’nin üyeliği uzun süre gerçekleşmemiş ve Türk heyeti Milletler Cemiyeti’nin konferanslarına sadece gözlemci statüsünde katılmıştı. Mustafa Kemal Atatürk de, “henüz kesin ve etkili bir araç olduğunu kanıtlayamadığını” söylediği Milletler Cemiyeti’ne üyelik için acele edilmemesi gerektiği görüşündeydi. Milletler Cemiyeti Genel Kurulu, 6 Temmuz 1932 tarihli toplantısında, İspanya temsilcisinin teklifiyle Türkiye’nin üyeliğe davet edilmesi konusunu gündeme aldı. Yapılan oylamada Türkiye’nin davet edilmesini öngören tasarı oy birliği ile kabul edildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi de daveti 9 Temmuz’da kabul etti. Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne davet yoluyla üye olan ilk ülkeydi.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
10072015.jpg


Atatürk traktör üstünde

10.07.1929


Tarımsal üretimin son derece ilkel koşullarda sürdürüldüğü Osmanlı toplumunda modern tarım tekniklerinin kullanılmasına yönelik ilk adımlar, çok sınırlı bir çerçevede 19. yüzyılın ikinci yarısında atıldı. Tarım arazisi işleten yabancılar, Rumeli’den gelen göçmenler ve bazı büyük toprak sahipleri, makine ve modern üretim tekniklerine öncülük eden kesimlerdi. Ne var ki savaşlar tarımdaki ilerlemelerin önünü kestiği gibi, tarımsal faaliyetlerin büyük bir çöküntüye uğramasına yol açtı. Oysa Anadolu’da halkın ana geçim kaynağı tarımdı. Nüfusun yüzde 48’ini çiftçiler teşkil ediyordu ve Mustafa Kemal’in çiftçileri “milletin efendisi” olarak tanımlaması da bundan ötürüydü. Tarımın modernleştirilmesi, yeni yönetimin en öncelikli konularından biriydi. Gazi, 1925 yılında Kastamonu’da çiftçilerle yaptığı bir sohbet sırasında, tarımda makinenin önemine şöyle dikkat çekiyordu: Makinesiz tarım olmaz. El emeği güçtür. Birleşiniz. Birlikler halinde makine alırsınız. Yılda yüz dönüm ekeceğinize on katı, yüz katı fazla ekersiniz. Ülkemiz, gerçek bir çiftçi ülkesidir. Henüz bunu tam hak etmiş değiliz. Ama tarım ülkesi olacağız. Bu da makineyle olacaktır. Bu nedenle, daha ilk yıllardan itibaren çiftçiyi makineli tarıma yönlendirecek önlemlere başvuruldu. Makine teminini kolaylaştırmak amacıyla, tarım araçlarının Ziraat Bankası eliyle gümrüksüz dağıtılması yönünde bir kanun çıkarıldı. Tarım araç gereçlerinin üretimini ve onarımını gerçekleştirmek üzere özel sektör görevlendirildi. 1934 yılında uygulamaya konulan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda da, tarımda makineleşmeyi yaygınlaştırmaya yönelik önlemler alındı.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
11072015.jpg


Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu

11.07.1932


“Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır,” diyen Gazi Mustafa Kemal’in talimatıyla 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Türkçeyi özleştirmeyi ve geliştirmeyi hedefleyen kuruluş, 1936’da Türk Dil Kurumu adını aldı. Osmanlı döneminin sonlarında bazı aydınlarca başlatılan öz Türkçeye yöneliş çabaları, Türk dilinin özellikle Arapça ve Farsça sözcüklerden arındırılmasını ve devlet yazışmaları ile okullardaki eğitimin halkın anlayabileceği bir Türkçeyle yapılmasını öngörüyordu. Osmanlı döneminde oldukça sınırlı kalan bu çabalar, Cumhuriyetin ilanından sonra devlet politikası olarak çok daha kapsamlı bir boyutta ele alındı. Arapçanın Türkçe üzerindeki etkisini artıran medreselerin 1924 yılında kapatılması ve tüm okulların Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması, bu yönde atılmış önemli adımlardı. Fakat Türk dilinin bilimsel yöntemlerle araştırılarak geliştirileceği yer, 1932 yılında kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti olacaktı. İlk kurucuları arasında Ruşen Eşref (Ünaydın), Celal Sahir (Erozan) ve Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) gibi isimlerin bulunduğu cemiyetin ilk başkanı Samih Rifat (Yalnızgil) idi. Faaliyetlerini doğrudan Mustafa Kemal’in himayesinde yürüten cemiyet, Türk dili konusunda araştırmalar yapmak, sonuçlarını yayımlamak, Türkçenin özelliklerini belirlemek, söz varlığını derlemek ve dili kendi köklerine uygun olarak geliştirmek gibi görevler üstlenmişti. Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin en önemli faaliyetlerinden biri de, iki yılda bir gerçekleştirilen Türk Dil Kurultayları idi. Atatürk, sağlığında gerçekleştirilen 1932, 1934 ve 1936 Kurultaylarının hepsinde de çalışmalara bizzat katılmıştı.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
11072015.jpg


Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu

12.07.1932


“Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır,” diyen Gazi Mustafa Kemal’in talimatıyla 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Türkçeyi özleştirmeyi ve geliştirmeyi hedefleyen kuruluş, 1936’da Türk Dil Kurumu adını aldı. Osmanlı döneminin sonlarında bazı aydınlarca başlatılan öz Türkçeye yöneliş çabaları, Türk dilinin özellikle Arapça ve Farsça sözcüklerden arındırılmasını ve devlet yazışmaları ile okullardaki eğitimin halkın anlayabileceği bir Türkçeyle yapılmasını öngörüyordu. Osmanlı döneminde oldukça sınırlı kalan bu çabalar, Cumhuriyetin ilanından sonra devlet politikası olarak çok daha kapsamlı bir boyutta ele alındı. Arapçanın Türkçe üzerindeki etkisini artıran medreselerin 1924 yılında kapatılması ve tüm okulların Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması, bu yönde atılmış önemli adımlardı. Fakat Türk dilinin bilimsel yöntemlerle araştırılarak geliştirileceği yer, 1932 yılında kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti olacaktı. İlk kurucuları arasında Ruşen Eşref (Ünaydın), Celal Sahir (Erozan) ve Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) gibi isimlerin bulunduğu cemiyetin ilk başkanı Samih Rifat (Yalnızgil) idi. Faaliyetlerini doğrudan Mustafa Kemal’in himayesinde yürüten cemiyet, Türk dili konusunda araştırmalar yapmak, sonuçlarını yayımlamak, Türkçenin özelliklerini belirlemek, söz varlığını derlemek ve dili kendi köklerine uygun olarak geliştirmek gibi görevler üstlenmişti. Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin en önemli faaliyetlerinden biri de, iki yılda bir gerçekleştirilen Türk Dil Kurultayları idi. Atatürk, sağlığında gerçekleştirilen 1932, 1934 ve 1936 Kurultaylarının hepsinde de çalışmalara bizzat katılmıştı.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
13072015.jpg


Amerikalı gazeteci Marcosson Çankaya’da

13.07.1923


Amerika’da yayımlanan The Saturday Evening Post dergisi yazarlarından İsaac F. Marcosson, Lozan Antlaşması’nın hemen arifesinde, 13 Temmuz 1923 tarihinde Mustafa Kemal Paşa ile Ankara’da bir görüşme gerçekleştirdi. Derginin 20 Ekim 1923 tarihli sayısında yayımlanan bu uzun söyleşi, Mustafa Kemal’in kafasındaki yeni Türkiye hakkında önemli ipuçları içeriyordu. İşte Mustafa Kemal’in Amerikalı gazeteciye yaptığı açıklamalardan küçük bir bölüm: Uzun yıllar emperyalizm, Avrupa’ya hâkim oldu. Ancak emperyalizm ölüme mahkûmdur. Bunun cevabını, Almanya’nın Avusturya’nın, Rusya’nın ve geçmişteki Türkiye’nin yıkılışında bulursunuz. Demokrasi, insan ırkının ümididir. Bir Türkün ve savaş için yetişmiş benim gibi bir askerin böyle konuşması size garip gelebilir. Oysa, yeni Türkiye’nin temelindeki fikir aynen budur. Biz, zor kullanma, fetih istemiyoruz. Yalnız bırakılmamızı ve kendi ekonomik ve siyasal kaderimizi kendimizin tayin etmesine müsaade edilmesini istiyoruz. Yeni Türk demokrasisinin yapısı, bunun üzerine kuruludur... Kan ve fetihle dolu bunca yıldan sonra nihayet Türkler, bir anavatana kavuşmuşlardır. Biz bu sınırların içinde mevkiimizi korumak ve kendi kurtuluşumuz için çalışmak istiyoruz. Kendi evimizin efendileri olmak istiyoruz… Bizim güçlükle kazandığımız Türk bağımsızlığını engellemeye çalışan, milliyetçiliğimizi kötüleyen, bunun Doğu komşularımızı fethetme arzusunu maskeleyen bir kamuflajdan ibaret olduğunu söyleyen, ekonomiyi yönetecek yetenekte olmadığımızı ileri süren milletler var. Bakalım, göreceğiz. Yeni Türkiye’nin ilk ve en önemli düşüncesi, siyasal değil, ekonomiktir. Biz, dünya üretiminin de, tüketiminin de bir parçası olmak istiyoruz.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
14072015.jpg


Mustafa Kemal’den Fransız Devrimi üzerine

14.07.1922


Mustafa Kemal Paşa, Fransız Cumhuriyeti’nin kuruluşunun kutlandığı Bastille Günü münasebetiyle 14 Temmuz 1922 günü Ankara’da Fransız Elçiliği’nde verilen ziyafete katıldı. Fransa’nın Ankara’da görevli resmi temsilcisi Albay Mougin tarafından verilen davette Mustafa Kemal, Fransız İhtilali ile Anadolu İhtilali arasındaki benzerliklere dikkat çeken bir de konuşma yaptı. Mustafa Kemal, konuşmasında şunları söyledi: Efendiler, 130 sene evvel Fransız milletinin pek haklı ayaklanmasını ve galeyanını mucip olan zulüm ve şiddet, hak ve adalet asrı olduğu iddia edilen 20. asırda Türkiye halkına reva görüldü. Türkiye halkı, tanınmayan ve çiğnenen hukukunu müdafaa için ayağa kalktı; bu ayaklanma onun için bir hak ve vazife oldu… Efendiler, yeryüzündeki uzak görüşlü devlet adamları için her zaman göz önünde tutulması gereken bir gerçek vardır: Fikirler zorla ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez. Hassas bir millete karşı uygulanan zalimane muamelelerin, onu daha ziyade güçlendirdiği denenmiştir. Hürriyet ve bağımsızlık aşkı ile coşan ve şahlanan bir milletin ne harikalar yaratabileceğini, Fransız Büyük Devrimi bundan 130 yıl önce pek güzel ispat etmiştir… General Jordan kumandasındaki Fransız ordusunun yüz bin kişilik Avusturya ordusunu mağlup etmek ve geri çekilmeye mecbur bırakmak suretiyle kazandığı zaferin sır ve hikmetini bilenler, İzmir’in işgali üzerine aynı heyecanla çarpan kalplerden oluşan milli ordumuzun nelere kadir olacağını kolaylıkla tahmin edebilirler. Bizim mücadele ve ayaklanmamızın sebebi de, Fransız milletini o kahramanca harekete sevk eden sebeplerden daha az kuvvetli ve daha az mantıki değildir.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
15072015.jpg


Mustafa Kemal Beyrut’ta

15.07.1906


Mustafa Kemal, Erkan-ı Harbiye Mektebi’nden 1905 yılında mezun olduktan sonra iki yıl boyunca Şam’da 5. Ordu emrine verildi. Burada kendisine aktif bir görev verilmediği için boş zamanlarını bol kitap okuyarak ve siyasi nedenlerle Şam’a sürgüne gönderilmiş bazı hürriyet yanlılarıyla buluşarak geçiren Mustafa Kemal, 1906 Ekim’inde Dr. Mustafa (Cantekin) ve Lütfi Müfit (Özdeş) ile birlikte “Vatan ve Hürriyet” adında, meşrutiyet taraftarı gizli bir cemiyet kurdu. Bu dönemde çeşitli vesilelerle Suriye eyaletinin farklı şehirlerine ve Beyrut’a gitme fırsatı bulan Mustafa Kemal, birkaç kez gizlice Selanik’e de gitti. Selanik’e yaptığı bu gezilerden birinde Mustafa Kemal, yakın arkadaşlarını Hakkı Baha’nın (Pars) evinde toplayarak onlara, yürüttüğü hürriyet yanlısı faaliyetleri anlattı. Amacı, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik’te de bir şube açmasını sağlamaktı. Mustafa Kemal, bu toplantıda arkadaşlarına şu sözlerle hitap etti: Bu talihsiz memlekete karşı önemli görevlerimiz vardır. Onu kurtarmak tek hedefimizdir. Bugün Makedonya’yı ve bütün Rumeli topraklarını vatan bütünlüğünden ayırmak istiyorlar. Memlekete yabancı etkisi ve egemenliği kısmen ve fiilen girmiştir. Padişah zevk ve saltanatına düşkün, her alçaklığı yapabilecek, nefret edilen bir kişidir. Millet baskıcı ve zorba bir yönetim altında yok oluyor. Hürriyet olmayan bir memlekette, ölüm ve yok olma vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir. Tarih bugün biz evlatlarına bazı büyük görevler yüklüyor. Böylece Selanik’te yeni bir şubenin kurulmasını sağlayan Mustafa Kemal yeniden Şam’a döndü ve 20 Haziran 1907’de kolağalığına (kıdemli yüzbaşı) terfi ederek Şam’daki ordunun kurmay başkanlığında görevlendirildi.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
16072015.jpg


“Hamidiye Kahramanı” Rauf Orbay öldü

16.07.1964


Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılmasında yeri olan devlet adamlarından Hüseyin Rauf Orbay, 1881 yılında İstanbul’da doğdu. Heybeliada Bahriye Okulu’nda okuduktan sonra 1899’da teğmen rütbesiyle Osmanlı donanmasına katıldı. Balkan Savaşı sırasında Hamidiye Kruvazörü komutanı olarak Karadeniz ve Akdeniz’de gerçekleştirdiği baskınlar nedeniyle “Hamidiye Kahramanı” olarak tanındı. Savaşın sonunda bahriye nazırlığı yaptı. Bu sırada baş murahhas olarak Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. 1919’da askerlikten ayrılarak Mustafa Kemal’in yanında yer aldı. Amasya Genelgesi’ni imzaladı, Erzurum ve Sivas Kongrelerine katıldı. Heyet-i Temsiliye’yi temsilen Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na katılmak üzere İstanbul’a gitti ve Meclis’te Felah-ı Vatan grubunun kurulmasına öncülük etti. Fakat İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya sürüldü. 1921’de serbest kaldıktan sonra Ankara’ya gelerek TBMM’ye katıldı. Bir süre bayındırlık bakanlığı, başbakanlık ve TBMM başkan yardımcılığı yaptı. Cumhuriyetin ilanından sonra, muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Ancak Şeyh Said İsyanı nedeniyle partisi kapatılınca bağımsız kaldı ve tedavi amacıyla Avusturya’ya gitti. 1926’da İzmir Suikastıyla ilgili görülerek gıyabında 10 yıl kelebentliğe mahkûm edildiyse de hakkındaki suçlamaları asla kabul etmedi. 1933 yılındaki af kanunundan yararlanmayı da “suçlu olmadığı” gerekçesiyle reddetti. 1935 yılında ailesinin ısrarıyla Türkiye’ye döndü ve yeniden politikaya atılarak 1939 yılında TBMM’ye girdi. Son olarak 1942-44 yılları arasında Londra büyükelçiliği yapan Rauf Orbay, 1964’te İstanbul’da vefat edene kadar üniversitelerde ders ve konferanslar verdi.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
17072015.jpg


Florya’da yüzme vakti

17.07.1935


Atatürk’ün genel olarak sporla ve suyla arası çok iyiydi. Banyo almak, Atatürk’ün en zor koşullarda dahi vazgeçmediği bir alışkanlığıydı. Öyle ki, harp esnasında bile ne yapar eder, her gün yıkanabileceği bir düzeni oluştururdu. Örneğin Trablusgarp çöllerinde, vahadan aldırdığı çamurlu suyu süzüp en azından yüzünü yıkayabileceği suyu temin ederdi. Bomba yağmuru altında savaş yönettiği Anafartalar’daki küçücük kulübesine de bir banyo koydurtmuştu. Ruşen Eşref Ünaydın, onun temizliğe düşkünlüğünü şöyle aktarır: Savaş meydanında top ateşi altında bile, dinlenmek için çadırına çekildiği zaman dahi soyunup dökünmeden yatmazdı ve yıkanıp, giyinip kuşanmadan çadırından çıkmazdı. Muharebelerin en kızgın günlerinde bile tıraşlı, itinalı giyinmiş bir centilmen idi. Onun su sevgisinin bir başka yönünü de denize olan düşkünlüğü oluşturuyordu. Florya’daki yazlık köşkünde kaldığı zamanlar her gün denize girmekten, kürek çekmekten ve halkla haşır neşir olmaktan zevk alırdı. Florya plajında denizde mayo ile çekilmiş fotoğraflarının özellikle gazetelerde yayımlanmasını ister, böylece halkı denizden yararlanmaya teşvik ederdi.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
18072015.jpg


Muhafızgücü Spor Kulübü kuruldu

18.07.1920


Sporu Türk gençliğinin yetişmesinde önemli bir unsur sayan Mustafa Kemal Paşa, 1920 yılında ordu içinde bir spor birliği oluşturulması için talimat verdi. Bu birliğin başına getirilen Teğmen İsmail Hakkı Bey’in (Tekçe) girişimleriyle 18 Temmuz 1920 günü kurulan Muhafız Alayı, 1 Haziran 1923’te Muhafızgücü adını aldı. Mustafa Kemal, başlattığı bu girişimin faaliyetlerini her dönemde yakından takip etti. Muhafızgücü’nün Ankara’da, bugünkü Tandoğan Meydanı’nın olduğu yerde bulunan antrenman sahası, onun fırsat buldukça uğradığı yerlerden biriydi. Gazi’nin manevi desteğini de arkasına alan Muhafızgücü, bir dönem Türkiye’nin en güçlü spor kulüplerinden biri haline geldi. Futbol, atletizm, binicilik, bisiklet, polo, voleybol ve basketbol branşlarında mücadele eden kulüp, milli takımlar seviyesinde birçok asker sporcu yetiştirdi. Muhafızgücü futbol takımı 1924-25, 1925-26, 1926-27, 1927-28 ve 1928-29 sezonlarında Ankara Futbol Ligi Şampiyonluğunu, 1927 yılında da Türkiye Futbol Şampiyonasını kazandı. İlerleyen yıllarda basketbol ve voleybol şubeleriyle lig şampiyonlukları elde eden kulüp, binicilik alanında da ulusal ve uluslararası başarılara imza attı. 20 yıl boyunca Muhafızgücü’nün başkanlığını yapan İsmail Hakkı Tekçe, aynı sırada Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı ikinci başkanlığını ve Atatürk’ün spor danışmanlığını da yürüttü.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
18072015.jpg


Muhafızgücü Spor Kulübü kuruldu

19.07.1920


Sporu Türk gençliğinin yetişmesinde önemli bir unsur sayan Mustafa Kemal Paşa, 1920 yılında ordu içinde bir spor birliği oluşturulması için talimat verdi. Bu birliğin başına getirilen Teğmen İsmail Hakkı Bey’in (Tekçe) girişimleriyle 18 Temmuz 1920 günü kurulan Muhafız Alayı, 1 Haziran 1923’te Muhafızgücü adını aldı. Mustafa Kemal, başlattığı bu girişimin faaliyetlerini her dönemde yakından takip etti. Muhafızgücü’nün Ankara’da, bugünkü Tandoğan Meydanı’nın olduğu yerde bulunan antrenman sahası, onun fırsat buldukça uğradığı yerlerden biriydi. Gazi’nin manevi desteğini de arkasına alan Muhafızgücü, bir dönem Türkiye’nin en güçlü spor kulüplerinden biri haline geldi. Futbol, atletizm, binicilik, bisiklet, polo, voleybol ve basketbol branşlarında mücadele eden kulüp, milli takımlar seviyesinde birçok asker sporcu yetiştirdi. Muhafızgücü futbol takımı 1924-25, 1925-26, 1926-27, 1927-28 ve 1928-29 sezonlarında Ankara Futbol Ligi Şampiyonluğunu, 1927 yılında da Türkiye Futbol Şampiyonasını kazandı. İlerleyen yıllarda basketbol ve voleybol şubeleriyle lig şampiyonlukları elde eden kulüp, binicilik alanında da ulusal ve uluslararası başarılara imza attı. 20 yıl boyunca Muhafızgücü’nün başkanlığını yapan İsmail Hakkı Tekçe, aynı sırada Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı ikinci başkanlığını ve Atatürk’ün spor danışmanlığını da yürüttü.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
20072015.jpg


“Şekl-i hükümet cumhuriyet olacaktır”

20.07.1919


Cumhuriyet’in ilanına, 29 Ekim 1923 tarihinde birdenbire karar verilmemiştir. Özellikle 1923 yılının sonbaharında İstanbul basınında “cumhuriyet” teması üzerine yoğun tartışmalar cereyan etmiştir. Ancak cumhuriyet rejiminin ilk defa telaffuz edilmesi, daha eski tarihlere gitmektedir. Kendi anılarında anlattığına göre Mazhar Müfit Kansu, “Cumhuriyet” sözcüğünü Mustafa Kemal’in ağzından ilk duyan kişiydi. Erzurum Kongresi’nin hazırlıklarının yoğunlaştığı bir sırada, 20 Temmuz 1919 günü Mustafa Kemal Paşa, Mazhar Müfit Bey’e, “Şekl-i hükümet zamanı gelince cumhuriyet olacaktır,” demişti. Ancak, Mustafa Kemal’in Nutuk’taki ifadesiyle, “Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneği”nden henüz uzak olan kamuoyuna bu fikri açıkça söylemek için henüz çok erkendi. Bununla birlikte cumhuriyetle ilgili tartışmalar zaman zaman Meclis’te kendini gösterdi. Örneğin Mayıs 1921 tarihinde Hoca Raif Efendi liderliğindeki bir grup milletvekili, “Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun hilafet ve saltanat idaresini cumhuriyete dönüştürme amacı güttüğünü” öne sürerek, memleketin ve İslam dünyasının geleceği açısından bundan kesinlikle sakınılması gerektiğini beyan etmişti. Mustafa Kemal ise, Milli Mücadele içinde bir bölünme veya ihtilafa neden olmamak için titizlikle bu tartışmalara girmekten kaçınıyordu. Ona göre Kurtuluş Savaşı kazanılmadan, açıkça yeni rejim tartışmalarına girmek yerinde değildi. Ancak Mazhar Müfit Bey’e söylediklerinden de anlaşılacağı gibi, geleceğin Türkiye’sinin nasıl yönetileceğine dair fikirler çok daha erken tarihlerde zihninde oluşmuştu.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
21072015.jpg


Montrö Sözleşmesi’yle Boğazlar sorunu çözüldü

21.07.1936


1930’lu yılların ortalarına doğru dünyada silahlanmanın artmaya başlaması, Lozan Antlaşması’nın hükümleri gereğince Boğazlar üzerinde mutlak bir hâkimiyete sahip olmayan Türk hükümetini endişelendirmeye başlamıştı. Bu yüzden Boğazlar’a yeni bir statü verilmesi için girişimlere başlandı. Balkan Antantı’nın 1936 Mayıs’ındaki toplantısında Türkiye’ye destek vermesi üzerine girişimler hızlandırıldı ve 20 Temmuz 1936 tarihinde İsviçre’nin Montrö (Montreux) kentinde düzenlenen konferans sonucunda yeni bir anlaşma yapıldı. Üzerinde uzlaşmaya varılan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, gemilerin savaş ve barış zamanlarındaki geçişlerine ayrı ayrı düzenlemeler getiriyor ve Lozan hükümlerine göre Türkiye’ye Boğazlar üzerinde çok daha geniş bir kontrol yetkisi sağlıyordu. Montrö Sözleşmesi’ni takiben Türk ordusu, 21 Temmuz 1936 günü İstanbul ve Çanakkale Boğazlarındaki askerden arındırılmış sahalara silahlı kuvvetlerini sokarak kontrolü ele aldı. Aynı gün İstanbul ve Ankara’da zafer mitingleri ve kutlamalar gerçekleştirildi. İstanbul’da Beyazıt ve Taksim Meydanlarında iki ayrı kutlama yapılırken, binlerce vatandaş Edirnekapı Şehitliği’ne aktı. İstanbul ve Ankara’da gece fener alayları düzenlendi. Atatürk de bu önemli gelişme üzerine şu açıklamayı yaptı: Milletin yüksek yaradılışına, ordusunun bükülmez pazısına ve uygar insanlığın aldatılamaz sağduyusuna dayanarak ve güvenerek zekâ, mantık ve enerjinin, bütün insanlığın muhtaç olduğu barış ve huzur veren sonuçlar doğurabileceğinin bir delili olan Montrö Konferansı eseri, cidden sevinmeye ve sevindirmeye değer bir tarihi olaydır.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
22072015.jpg


Saltanat Şûrası Sevr projesini kabul etti

22.07.1920


Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde savaşı kaybeden devletlerle İtilaf Devletleri arasında teker teker barış antlaşmaları imzalanmasına rağmen Osmanlı Devleti ile 1919 yılının sonuna gelindiği halde henüz bir barış antlaşması imzalanmamış ve görüşmeler belirsiz bir geleceğe ertelenmişti. İtilaf Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’na uygulanacak barış antlaşmasının şartlarını hazırlamak için 18 Nisan 1920 tarihinde San Remo’da toplandılar. Bu konferansta, Türkiye ile birlikte Ortadoğu’nun da geleceğine ilişkin tasarılarını masaya yatırdılar. San Remo Konferansı’ndan birkaç gün sonra Osmanlı hükümeti, 22 Nisan’da Paris’te toplanacak olan barış konferansına davet edildi. Bunun üzerine Ahmet Tevfik Paşa başkanlığında bir heyet Paris’e gönderildi. Fakat Ahmet Tevfik Paşa, önlerine konulan şartların “devlet kavramıyla bağdaşır tarafı olmadığını” bildirerek görüşmelerden çekildi. İtilaf Devletleri ise bunun üzerine, Türk direnişini kırmak için, İzmir’de bulunan Yunan kuvvetlerine Balıkesir, Bursa, Uşak ve Trakya’yı işgal ettirdi. Ege’deki işgaller üzerine, 22 Temmuz 1920 tarihinde İstanbul’da Padişah Vahdettin’in de iştirakiyle Saltanat Şûrası toplandı. Topçu Feriki Rıza Paşa’nın karşı çıkmasına rağmen Sevr Projesi’ni kabul eden Şûra, Paris’e Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi. Bu heyet, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nı imzaladı. Ankara’daki TBMM hükümeti ise durumu sert bir bildiriyle kınayarak, antlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti.
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.