- 14 Kas 2006
- 1,174
- 27
Osmanlı İmparatorluğunun kudret kaynaklarından en önemlisi hiç şüphesiz* merkeziyetçi bir devlet oluşu idi. Osmanlılardan önceki Türk hakan ve sultanları* devleti* hanedanın ortak malı kabul ettikleri için* hanedana mensup şehzade ve beyler arasında saltanat mücadeleleri eksik olmuyordu. Her ne kadar* ailenin en büyüğü* ulu bey unvanıyla merkezde oturuyor ve devletin diğer bölgelerinde hüküm sürenler ona bağlı bulunuyorlar idiyse de* bu gibi durumlarda devletin birliği* ancak* kudretli şahsiyetler sayesinde devam edebiliyordu. Devlet merkezinde en küçük bir zaafın vuku bulması durumunda* eyaletlerdeki şehzadeler veya kudretli beyler* derhal istiklal mücadelesine girişiyorlardı.
Türk tarihinde ilk defa olarak* Osmanlıların* merkeziyetçi bir devlet sistemiyle meydana çıkması* büyük bir siyasi inkılap oldu. Osmanlı hanedanı* diğer Anadolu beyleri gibi* menşe itibariyle göçebe olduğu ve millî gelenekleri muhafaza ettiği halde* devletin taksim edilemez* mukaddes bir varlık olduğunu kavramış* sağlam ve istikrarlı bir devlet teşkilatı vücuda getirmeyi başarmıştı. Rivayete göre* Osman Gazi ölünce* Orhan Gazi* hükümdarlığı kardeşi Alâaddin Paşa'ya teklif eder. Fakat Alâaddin Paşa; "Gel kardaş* ataların duâsı ve himmeti seninledür. Ânınçün kendü zamanında seni askere koşdılar... ve hem bu azîzler dahî bunu kabul itdiler" cevabıyla* hakimiyeti* daha lâyık olan Orhan Gaziye bıraktı. Böylece Osmanlı Beyliği* daha kuruluşunda bir saltanat mücadelesinden* bölünme ve sarsıntıdan kurtulmuş oldu.
Ancak* Birinci Murad Anadolu'da meşgulken* Rumeli kuvvetlerinin başında bulunan Şehzade Savcı* babasına karşı tehlikeli bir harekete girişti. Onun* Bizans prensi Andronikos'la birleşmesi bir ibret dersi oldu. "Fitne kıtalden daha şiddetlidir" düşüncesiyle hareket eden Birinci Murad Han oğlunu öldürttü ve böylece Osmanlı tarihinde* ilk şehzade katli hadisesi meydana geldi. Âdil padişah Murad-ı Hüdavendigâr şehid olunca yerine geçen Yıldırım Bayezid de* aynı düşüncenin mahsulü olarak* kardeşi Yakup Çelebi'yi bertaraf etti. Fatih Sultan Mehmed ise* bir saltanat endişesi ve rakibi bulunmadığı halde* kendi adını taşıyan kanunnameye; "Evladımdan her kimseye saltanat müyesser ola* karındaşların nizam-ı âlem içün katletmek münâsibdür. Ekseri ulemâ dahî tecvîz itmişdür; anınla âmil olalar" maddesini koyarken* bu örfü kanunlaştırmıştır. Padişah olmak düşüncesiyle hareket eden şehzadeler* kendilerini en iyi şekilde hazırlıyorlardı. XVI. Yüzyılın başlarından itibaren* bu düşünce terk edilince* şehzadeler* vezirlerdeki fikir ayrılıklarına göre yönlendirildiler. Sultan Birinci Mustafa* tahtı istemediği halde padişah oldu. Sultan İkinci Osman* bu ayrılıklar sebebiyle öldürüldü. Bu durum* Sultan Abdülaziz'in ölümüne kadar gidecek ve Osmanlı Devletinde vezirler hakimiyeti ortaya çıkacaktır. Gerçekte şehzadenin şehzade ile değil de vezirlerle mücadelesi de* devlet için bir bahtsızlık olmuştur.
Padişahlar ve âlimler gibi* halk da* nizam-ı âlem düşüncesi* din ve devletin bekası kaygısı ile* zaruret halinde kardeş katlini tasvip ediyordu. Kanunî devrinde Türkiye'ye gelen* İmparator Ferdinand'ın elçisi Busbecq; "Müslümanlarda* Osmanlı hanedanı sayesinde ayakta durdukları* din ve devletin selameti ve bekasının* evlattan daha mühim olduğu" kanaatinin yaygın bulunduğunu bildirmektedir. Timur'un oğlu Şahruh'un* Çelebi Sultan Mehmed'e yazdığı bir mektupta; "Süleyman Bey ve İsa Bey ile mücadele ettiğinizi ve Osmanlı töresince onları bu fani dünyadan uzaklaştırdığınız haberini aldık. Ama* biraderler arasında bu usul İlhanî töresine münasip değildir" sözüne karşılık Çelebi Mehmed; "Osmanlı padişahları* başlangıçtan beri* tecrübeyi kendilerine rehber yapmışlar ve saltanatta ortaklığı kabul etmemişlerdir. On derviş bir kilim üzerinde uyur. Lâkin iki padişah bir iklime sığmaz. Zîra etrafta din ve devlet düşmanları fırsat beklemektedir. Nitekim* mâlum-u âlileridir ki* pederinizin arkasından (Ankara Savaşı) kâfirler fırsat buldu. Selanik ve başka beldeler* Müslümanların elinden çıktı" diye cevap vermiştir.
Yine* Cem Sultan'ın ülkeyi paylaşma teklifine karşı İkinci Bayezid'in; "Bu kişver-i Rûm bir Ser-i Pûşîde-i arus-i pür nâmustur ki* iki dâmâd hutbesinde tâb götürmez" (Osmanlı Devleti öyle namuslu bir gelindir ki* iki damadın talebine tahammül edemez) cevabı* Osmanlıların nizâm-ı âlem mefkûresine bağlılıklarını göstermektedir. Bayezid Han bu cevabıyla saltanatı* namusun timsali olan geline benzetmiş* paylaşılamayacağına dâir duygularını belirtmiştir.
3. Osmanlı merkeziyetçi devlet sisteminde ikinci önemli husus* timar sistemidir. Büyük Selçuklular* geniş askerî iktaları* kendilerine bağlı Türkmen beylerine veya sarayda yetişen köle kumandanlara veriyorlardı. Ancak bu Türk kumandanları* devletin zayıflamasıyla birlikte* Selçuklu İmparatorluğu içerisinde yeni devletler ve atabeylikler ortaya çıkarıyor* böylece devlet kısa bir süre sonra* üç beş parçaya bölünebiliyordu. Osmanlılar ise* Selçuklulardan devraldıkları bu mîrî toprak rejimini çok daha ileri ve mahirâne metodlarla olgunlaştırdılar. Bunun üzerine kurulan timar (ikta) usulü* Osmanlı ordusunun temeli olurken* Türk askerleri (sipahiler)* sancak beylerinin emrinde fakat padişaha bağlı idiler. Çünkü askerlerin geçimlerini sağlayan timarları ve sancak beylerinin zeâmetleri de padişah tarafından veriliyordu. İşte büyük Osmanlı ordusunun esasını bu timarlı askerler teşkil ediyor ve merkezdeki yeniçeriler* ancak 10.000-20.000 arasında değişiyordu.
Türk tarihinde ilk defa olarak* Osmanlıların* merkeziyetçi bir devlet sistemiyle meydana çıkması* büyük bir siyasi inkılap oldu. Osmanlı hanedanı* diğer Anadolu beyleri gibi* menşe itibariyle göçebe olduğu ve millî gelenekleri muhafaza ettiği halde* devletin taksim edilemez* mukaddes bir varlık olduğunu kavramış* sağlam ve istikrarlı bir devlet teşkilatı vücuda getirmeyi başarmıştı. Rivayete göre* Osman Gazi ölünce* Orhan Gazi* hükümdarlığı kardeşi Alâaddin Paşa'ya teklif eder. Fakat Alâaddin Paşa; "Gel kardaş* ataların duâsı ve himmeti seninledür. Ânınçün kendü zamanında seni askere koşdılar... ve hem bu azîzler dahî bunu kabul itdiler" cevabıyla* hakimiyeti* daha lâyık olan Orhan Gaziye bıraktı. Böylece Osmanlı Beyliği* daha kuruluşunda bir saltanat mücadelesinden* bölünme ve sarsıntıdan kurtulmuş oldu.
Ancak* Birinci Murad Anadolu'da meşgulken* Rumeli kuvvetlerinin başında bulunan Şehzade Savcı* babasına karşı tehlikeli bir harekete girişti. Onun* Bizans prensi Andronikos'la birleşmesi bir ibret dersi oldu. "Fitne kıtalden daha şiddetlidir" düşüncesiyle hareket eden Birinci Murad Han oğlunu öldürttü ve böylece Osmanlı tarihinde* ilk şehzade katli hadisesi meydana geldi. Âdil padişah Murad-ı Hüdavendigâr şehid olunca yerine geçen Yıldırım Bayezid de* aynı düşüncenin mahsulü olarak* kardeşi Yakup Çelebi'yi bertaraf etti. Fatih Sultan Mehmed ise* bir saltanat endişesi ve rakibi bulunmadığı halde* kendi adını taşıyan kanunnameye; "Evladımdan her kimseye saltanat müyesser ola* karındaşların nizam-ı âlem içün katletmek münâsibdür. Ekseri ulemâ dahî tecvîz itmişdür; anınla âmil olalar" maddesini koyarken* bu örfü kanunlaştırmıştır. Padişah olmak düşüncesiyle hareket eden şehzadeler* kendilerini en iyi şekilde hazırlıyorlardı. XVI. Yüzyılın başlarından itibaren* bu düşünce terk edilince* şehzadeler* vezirlerdeki fikir ayrılıklarına göre yönlendirildiler. Sultan Birinci Mustafa* tahtı istemediği halde padişah oldu. Sultan İkinci Osman* bu ayrılıklar sebebiyle öldürüldü. Bu durum* Sultan Abdülaziz'in ölümüne kadar gidecek ve Osmanlı Devletinde vezirler hakimiyeti ortaya çıkacaktır. Gerçekte şehzadenin şehzade ile değil de vezirlerle mücadelesi de* devlet için bir bahtsızlık olmuştur.
Padişahlar ve âlimler gibi* halk da* nizam-ı âlem düşüncesi* din ve devletin bekası kaygısı ile* zaruret halinde kardeş katlini tasvip ediyordu. Kanunî devrinde Türkiye'ye gelen* İmparator Ferdinand'ın elçisi Busbecq; "Müslümanlarda* Osmanlı hanedanı sayesinde ayakta durdukları* din ve devletin selameti ve bekasının* evlattan daha mühim olduğu" kanaatinin yaygın bulunduğunu bildirmektedir. Timur'un oğlu Şahruh'un* Çelebi Sultan Mehmed'e yazdığı bir mektupta; "Süleyman Bey ve İsa Bey ile mücadele ettiğinizi ve Osmanlı töresince onları bu fani dünyadan uzaklaştırdığınız haberini aldık. Ama* biraderler arasında bu usul İlhanî töresine münasip değildir" sözüne karşılık Çelebi Mehmed; "Osmanlı padişahları* başlangıçtan beri* tecrübeyi kendilerine rehber yapmışlar ve saltanatta ortaklığı kabul etmemişlerdir. On derviş bir kilim üzerinde uyur. Lâkin iki padişah bir iklime sığmaz. Zîra etrafta din ve devlet düşmanları fırsat beklemektedir. Nitekim* mâlum-u âlileridir ki* pederinizin arkasından (Ankara Savaşı) kâfirler fırsat buldu. Selanik ve başka beldeler* Müslümanların elinden çıktı" diye cevap vermiştir.
Yine* Cem Sultan'ın ülkeyi paylaşma teklifine karşı İkinci Bayezid'in; "Bu kişver-i Rûm bir Ser-i Pûşîde-i arus-i pür nâmustur ki* iki dâmâd hutbesinde tâb götürmez" (Osmanlı Devleti öyle namuslu bir gelindir ki* iki damadın talebine tahammül edemez) cevabı* Osmanlıların nizâm-ı âlem mefkûresine bağlılıklarını göstermektedir. Bayezid Han bu cevabıyla saltanatı* namusun timsali olan geline benzetmiş* paylaşılamayacağına dâir duygularını belirtmiştir.
3. Osmanlı merkeziyetçi devlet sisteminde ikinci önemli husus* timar sistemidir. Büyük Selçuklular* geniş askerî iktaları* kendilerine bağlı Türkmen beylerine veya sarayda yetişen köle kumandanlara veriyorlardı. Ancak bu Türk kumandanları* devletin zayıflamasıyla birlikte* Selçuklu İmparatorluğu içerisinde yeni devletler ve atabeylikler ortaya çıkarıyor* böylece devlet kısa bir süre sonra* üç beş parçaya bölünebiliyordu. Osmanlılar ise* Selçuklulardan devraldıkları bu mîrî toprak rejimini çok daha ileri ve mahirâne metodlarla olgunlaştırdılar. Bunun üzerine kurulan timar (ikta) usulü* Osmanlı ordusunun temeli olurken* Türk askerleri (sipahiler)* sancak beylerinin emrinde fakat padişaha bağlı idiler. Çünkü askerlerin geçimlerini sağlayan timarları ve sancak beylerinin zeâmetleri de padişah tarafından veriliyordu. İşte büyük Osmanlı ordusunun esasını bu timarlı askerler teşkil ediyor ve merkezdeki yeniçeriler* ancak 10.000-20.000 arasında değişiyordu.