Türk devletlerinin tarihi -geniş çalışma-

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Osmanlı İmparatorluğunun kudret kaynaklarından en önemlisi hiç şüphesiz* merkeziyetçi bir devlet oluşu idi. Osmanlılardan önceki Türk hakan ve sultanları* devleti* hanedanın ortak malı kabul ettikleri için* hanedana mensup şehzade ve beyler arasında saltanat mücadeleleri eksik olmuyordu. Her ne kadar* ailenin en büyüğü* ulu bey unvanıyla merkezde oturuyor ve devletin diğer bölgelerinde hüküm sürenler ona bağlı bulunuyorlar idiyse de* bu gibi durumlarda devletin birliği* ancak* kudretli şahsiyetler sayesinde devam edebiliyordu. Devlet merkezinde en küçük bir zaafın vuku bulması durumunda* eyaletlerdeki şehzadeler veya kudretli beyler* derhal istiklal mücadelesine girişiyorlardı.

Türk tarihinde ilk defa olarak* Osmanlıların* merkeziyetçi bir devlet sistemiyle meydana çıkması* büyük bir siyasi inkılap oldu. Osmanlı hanedanı* diğer Anadolu beyleri gibi* menşe itibariyle göçebe olduğu ve millî gelenekleri muhafaza ettiği halde* devletin taksim edilemez* mukaddes bir varlık olduğunu kavramış* sağlam ve istikrarlı bir devlet teşkilatı vücuda getirmeyi başarmıştı. Rivayete göre* Osman Gazi ölünce* Orhan Gazi* hükümdarlığı kardeşi Alâaddin Paşa'ya teklif eder. Fakat Alâaddin Paşa; "Gel kardaş* ataların duâsı ve himmeti seninledür. Ânınçün kendü zamanında seni askere koşdılar... ve hem bu azîzler dahî bunu kabul itdiler" cevabıyla* hakimiyeti* daha lâyık olan Orhan Gaziye bıraktı. Böylece Osmanlı Beyliği* daha kuruluşunda bir saltanat mücadelesinden* bölünme ve sarsıntıdan kurtulmuş oldu.

Ancak* Birinci Murad Anadolu'da meşgulken* Rumeli kuvvetlerinin başında bulunan Şehzade Savcı* babasına karşı tehlikeli bir harekete girişti. Onun* Bizans prensi Andronikos'la birleşmesi bir ibret dersi oldu. "Fitne kıtalden daha şiddetlidir" düşüncesiyle hareket eden Birinci Murad Han oğlunu öldürttü ve böylece Osmanlı tarihinde* ilk şehzade katli hadisesi meydana geldi. Âdil padişah Murad-ı Hüdavendigâr şehid olunca yerine geçen Yıldırım Bayezid de* aynı düşüncenin mahsulü olarak* kardeşi Yakup Çelebi'yi bertaraf etti. Fatih Sultan Mehmed ise* bir saltanat endişesi ve rakibi bulunmadığı halde* kendi adını taşıyan kanunnameye; "Evladımdan her kimseye saltanat müyesser ola* karındaşların nizam-ı âlem içün katletmek münâsibdür. Ekseri ulemâ dahî tecvîz itmişdür; anınla âmil olalar" maddesini koyarken* bu örfü kanunlaştırmıştır. Padişah olmak düşüncesiyle hareket eden şehzadeler* kendilerini en iyi şekilde hazırlıyorlardı. XVI. Yüzyılın başlarından itibaren* bu düşünce terk edilince* şehzadeler* vezirlerdeki fikir ayrılıklarına göre yönlendirildiler. Sultan Birinci Mustafa* tahtı istemediği halde padişah oldu. Sultan İkinci Osman* bu ayrılıklar sebebiyle öldürüldü. Bu durum* Sultan Abdülaziz'in ölümüne kadar gidecek ve Osmanlı Devletinde vezirler hakimiyeti ortaya çıkacaktır. Gerçekte şehzadenin şehzade ile değil de vezirlerle mücadelesi de* devlet için bir bahtsızlık olmuştur.

Padişahlar ve âlimler gibi* halk da* nizam-ı âlem düşüncesi* din ve devletin bekası kaygısı ile* zaruret halinde kardeş katlini tasvip ediyordu. Kanunî devrinde Türkiye'ye gelen* İmparator Ferdinand'ın elçisi Busbecq; "Müslümanlarda* Osmanlı hanedanı sayesinde ayakta durdukları* din ve devletin selameti ve bekasının* evlattan daha mühim olduğu" kanaatinin yaygın bulunduğunu bildirmektedir. Timur'un oğlu Şahruh'un* Çelebi Sultan Mehmed'e yazdığı bir mektupta; "Süleyman Bey ve İsa Bey ile mücadele ettiğinizi ve Osmanlı töresince onları bu fani dünyadan uzaklaştırdığınız haberini aldık. Ama* biraderler arasında bu usul İlhanî töresine münasip değildir" sözüne karşılık Çelebi Mehmed; "Osmanlı padişahları* başlangıçtan beri* tecrübeyi kendilerine rehber yapmışlar ve saltanatta ortaklığı kabul etmemişlerdir. On derviş bir kilim üzerinde uyur. Lâkin iki padişah bir iklime sığmaz. Zîra etrafta din ve devlet düşmanları fırsat beklemektedir. Nitekim* mâlum-u âlileridir ki* pederinizin arkasından (Ankara Savaşı) kâfirler fırsat buldu. Selanik ve başka beldeler* Müslümanların elinden çıktı" diye cevap vermiştir.

Yine* Cem Sultan'ın ülkeyi paylaşma teklifine karşı İkinci Bayezid'in; "Bu kişver-i Rûm bir Ser-i Pûşîde-i arus-i pür nâmustur ki* iki dâmâd hutbesinde tâb götürmez" (Osmanlı Devleti öyle namuslu bir gelindir ki* iki damadın talebine tahammül edemez) cevabı* Osmanlıların nizâm-ı âlem mefkûresine bağlılıklarını göstermektedir. Bayezid Han bu cevabıyla saltanatı* namusun timsali olan geline benzetmiş* paylaşılamayacağına dâir duygularını belirtmiştir.

3. Osmanlı merkeziyetçi devlet sisteminde ikinci önemli husus* timar sistemidir. Büyük Selçuklular* geniş askerî iktaları* kendilerine bağlı Türkmen beylerine veya sarayda yetişen köle kumandanlara veriyorlardı. Ancak bu Türk kumandanları* devletin zayıflamasıyla birlikte* Selçuklu İmparatorluğu içerisinde yeni devletler ve atabeylikler ortaya çıkarıyor* böylece devlet kısa bir süre sonra* üç beş parçaya bölünebiliyordu. Osmanlılar ise* Selçuklulardan devraldıkları bu mîrî toprak rejimini çok daha ileri ve mahirâne metodlarla olgunlaştırdılar. Bunun üzerine kurulan timar (ikta) usulü* Osmanlı ordusunun temeli olurken* Türk askerleri (sipahiler)* sancak beylerinin emrinde fakat padişaha bağlı idiler. Çünkü askerlerin geçimlerini sağlayan timarları ve sancak beylerinin zeâmetleri de padişah tarafından veriliyordu. İşte büyük Osmanlı ordusunun esasını bu timarlı askerler teşkil ediyor ve merkezdeki yeniçeriler* ancak 10.000-20.000 arasında değişiyordu.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Cihan Hakimiyeti Dönemi (1451-1566)
Diğer taraftan köylüler arasında* timar sisteminin meydana getirdiği huzur ve âhengi* şehirde sınaî* ticarî ve iktisadî faaliyetleri düzenleyen esnaf teşekkülleri sağlıyordu. Ahîlik adı verilen teşkilatlar sayesinde* şehir esnafı ve halkı* devletin hiç bir tesiri olmadan kendi kendisini idare ediyor* en küçük bir mesleki suiistimal* yolsuzluk ve geleneğe aykırı bir harekete fırsat verilmiyordu.
4. Cihan hakimiyeti ve dünya düzeni davasını gaye edinen Osmanlılar* hukuk sahasında da yüksek bir seviyeye ulaşmışlardı. Osmanlılar* hudutsuz İmparatorluk ülkesinde yaşayan çeşitli kavim* din* kültür ve örflere sahip toplulukları idarede* İslâm hukukuna aykırı hareket etmiyor* çıkardıkları kanun ve fetvalarla İmparatorluk nizamını sağlıyorlardı. Osmanlı İmparatorluğuna kudret* istikrar ve uzun bir ömür veren unsurlardan biri hukukî anlayış ve nizam idi. Bu sebeple Osmanlılarda çok kuvvetli olan kanun ve nizam şuuru* devlet gibi kutsaldı. Bu hususta yabancı seyyah ve elçilerin müşahedeleri ve eserleri hayranlık verici misallerle doludur. Osmanlı hukuk ve kanun nizamına bağlılıkta birinci vazife padişahlara âit olup* bunlar dini emirlere aykırı en küçük bir tasarrufta bulunamazlardı. Neticede* sağlam bir devlet kuruldu. Normal veya zayıf padişahlar zamanında bile devlet makinesi* asırlarca hayatiyetini devam ettirmiştir.

"İstanbul muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ve ordu* ne mükemmel insanlardır."

Peygamber efendimizin 800 küsur sene önce verdiği müjde* 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti. Bu durumda 1000 yıllık Şarkî Roma (Bizans) tarihe karışıyordu. Fatih Sultan Mehmed'e kadar Bizans* Osmanlı Devletinin toprakları arasında bir fitne çıbanı durumunda idi. Nihayet Fatih Sultan Mehmed* bu duruma son verdi ve ülke toprakları birleşerek* İmparatorluk vücuda geldi. Fetihten üç gün sonra* beyaz at üzerinde ve muhteşem bir alayla Topkapı'dan şehre giren Fatih Sultan Mehmed* doğruca İslâm mefkûresinin kalbi olan Ayasofya'ya gitti ve şükür secdesine kapandı. Tasvirlerden temizlediği bu büyük mabedde* ilk cuma namazını kıldı. Daha sonra Ayasofya'yı yeriyle birlikte satın alan Fatih* burayı vakıf yaparak* kıyamete kadar cami olarak kalması için evlatlarına vasiyet etti.

"Dünyada tek bir din* tek bir devlet* tek bir padişah ve İstanbul da cihânın payitahtı olmalıdır" diyen Fatih Sultan Mehmed* bundan sonra cihan hakimiyeti projesini gerçekleştirmek üzere* sistemli bir teşebbüse girişti. Kısa zamanda Anadolu'da İsfendiyar* Trabzon* Akkoyunlu memleketleriyle Karamanoğlu Beyliğini topraklarına kattı. Dulkadır Beyliği ile Kırım Hanlığını tabiiyeti altına aldı. Yunanistan* Arnavutluk* Bosna-Hersek* Sırbistan* Eflak-Boğdan ve sâir ülkeleri fethetti. Böylece bir çok imparatorluk* hanlık ve beylik ortadan kaldırılmış oldu ve Osmanlı İmparatorluğu Fırat'tan Tuna'ya kadar yayıldı. 6 Mayıs 1481'de* bütün Hıristiyan ve İslâm dünyalarını birleştirmek üzere başladığı İtalya seferi sırasında* Gebze civarında ölümü* Türk-İslâm dünyasını mâteme* Hıristiyan dünyasını ise büyük bir sevince boğdu.

Fatih Sultan Mehmed'in yerine geçen* oğlu II. Bayezid'in 31 yıllık hükümdarlık dönemi (1481-1512) iki bölümde incelenebilir. Sultan Bayezid* saltanatının ilk 14 yıllık devresinde* Şehzade Cem meselesiyle uğraştı ve devletin parçalanması ihtimalini göz önünde tutarak* Avrupa'ya karşı büyük seferlere girişmedi. Bayezid Han* niyetlerini ancak Cem'in ölümünden sonra gerçekleştirmeye çalıştı. Bu düşünce ile Macaristan* Arnavutluk ve Venedik seferleri sonunda* Akkerman* Modon* Koron* Navarin ve İnebahtı kalelerini devletine kazandırdı. Denizciliğe çok önem verdi. Oğlu Korkut* denizcilerin hâmisiydi. II. Bayezid Hanın son dönemlerinde* Akkoyunlu Devletini ele geçiren Safeviler* Anadolu için de büyük tehlike arz etmeye başladılar. Bu arada* Padişahın oğulları arasında başlayan taht mücadeleleri* Şah İsmail'i cesaretlendirdi ve Osmanlı ülkesine gönderdiği adamları vasıtasıyla* cahiller arasında kendisine pek çok taraftar topladı. Taraftarları vasıtasıyla* Antalya'dan Bursa'ya kadar büyük bir sahada isyanlar çıkarttırdı. Şiî ayaklanmalarının büyümesi ve önlenememesi* Yeniçerilerin de* oğlu Selim'i tahta çıkarması için padişaha baskı yapması neticesinde* Bayezid Han* oğlu lehine tahttan feragat etti.

Henüz beş yaşındayken* dedesi Fatih Sultan Mehmed'in huzuruna çıkarılan* istikbalin Yavuz'u* büyük bir edep ve hürmet içinde padişahın elini öpmüştü. Torununu dikkatle süzen Fatih* oğlu Bayezid'e dönerek; "Bayezid! Bu çocuğa mukayyed ol* umarım ki* bu büyük bir cihangir olacak" demişti. Bu emirle yetişen Selim* kudreti* cesareti* iman ve mefkûresiyle* cihangir Osmanlı padişahları arasında müstesna bir mevkie sahip oldu.

Yavuz Sultan Selim* Osmanlı tahtına geçince (1512)* ilk seferini Anadolu'yu ve hattâ devleti tehdit eden Şah İsmail üzerine yaptı. Sahabeden Hazret-i Ebu Eyyub el-Ensarî'nin* babası Bayezid ve dedesi Fatih'in türbelerini ziyaret ederek zafer duaları eden Yavuz* uzun bir yolculuk sonunda Çaldıran Ovasında karşılaştığı Şah İsmail'in ordusunu* kısa bir sürede imha etti (1514). Tarihin en büyük meydan Savaşlarından birini kazanan Osmanlı-Türk hakanı Yavuz* bu seferinde rakibi Şah İsmail'i bertaraf etmekle kalmadı* Adana* Antep* Hatay* Urfa* Diyarbakır* Mardin* Siirt* Muş* Bingöl* Bitlis* Tunceli* Musul* Kerkük ve Erbil vilayetleriyle Dulkadıroğulları topraklarını içine alan 220.000 kilometrekarelik bir toprağı da devletine kattı.

Din ve devletin saldırıya uğraması sebebiyle İstanbul* Halep* Şam ve Kahire'deki din adamlarının fetvası üzerine İran seferine çıkan Yavuz Sultan Selim* yine mülhid Safevilerle işbirliği yapmaları dolayısıyla* bu defa da Mısır seferine çıktı. Yıldırım hızıyla* Mısır ordularını* 24 Ağustos 1516'da Mercidâbık'ta ve 26 Mart 1517'de Ridaniye'de kazandığı zaferlerle ortadan kaldırdı. İki meydan muharebesi sonunda* Memlûk Devleti tarihe karışırken* bütün Arap ülkeleri Yavuz'un hakimiyetine girdi. Bu durum üzerine* Mekke ve Medine emîri* mukaddes şehirlerin anahtarlarını "Sahib'ül-haremeyn" unvanı ile Yavuz Sultan Selim'e teslim etti. Fakat dindar padişah* bu unvanı* yüce makamlara saygısızlık sayarak* onu "Hâdim'ül-haremeyn" şekline çevirerek aldı ve evlat ve torunlarına böylece miras bıraktı.

1520 yılı Temmuzunda* Avrupa seferine çıkan cihangir padişah* yakalanmış olduğu şirpençe hastalığından kurtulamayarak Çorlu civarında vefat etti. Zamanın şeyhülislâmı ve büyük İslâm âlimi Ahmed ibni Kemal Paşa* onun için yazdığı mersiyede şöyle demektedir. "Şems-i asr idi* asrda şemsin/Zıllı memdûd olur* ömrü kasîr"* yani "o padişah ikindi güneşi idi* bu vakitte güneşin gölgesi uzun* ömrü de kısa olur".

Gerçekten o bir ikindi güneşi gibi çabuk* sekiz sene içinde bu dünyadan göçüp gitti* ama muazzam gölgesi* Kırım'dan Hicaz'a* Tebriz'den Dalmaçya sahillerine kadar uzanıyordu.

Yavuz Sultan Selim'in vefatı üzerine* hayattaki tek oğlu Süleyman* Osmanlı tahtına oturdu (1520). Henüz 26 yaşında bulunan sultan* iyi bir eğitim görmüş* kılıçta ve kalemde usta olarak yetişmişti. Gerek yaptığı kanunlar* gerekse kanun ve nizamlara gösterdiği fevkalâde riâyet yüzünden* "Kanunî" unvanıyla anılmış* bu unvan âdeta ona isim olmuştur.

Kanunî Sultan Süleyman* bizzat ordusunun başında çıktığı on üç büyük sefer sonunda* babasından devraldığı 6.557.000 kilometrekarelik Osmanlı toprağını* 14.893.000 kilometrekareye ulaştırdı. Yaşadığı asır* dünya tarihine* Türk asrı olarak geçti. 45 yıl 11 ay 7 gün Türk-Osmanlı tahtında oturan Kanunî* tarihçilerin ittifakı ile "Cihan Padişahı"dır. O* pek çok bakımdan eşine ender rastlanan bir devlet başkanıydı. Bütün dünyanın servetleri ayak ucuna hediye diye getirilen* bir savaşla bir devleti ortadan kaldıran* dünyanın bütün devlet reislerine emirlerini dikte eden bir padişahtı. 46 yıllık saltanatını* sarayların zevk ve sefasıyla değil* savaş meydanlarının cevr ve cefasıyla geçirdi. Bütün saltanat süresinin en az on yılını kar* kış* yağmur* tehlike altında çadırlarda harcadı. Batılılar ona* "Muhteşem Süleyman" diyorlardı. Ama o* kendinden çok devletine ve milletine ihtişam verdi.

Zigetvar Kalesi'nin fethi sırasında* 6-7 Eylül 1566'da* bu büyük cihan padişahının ölümüyle* Osmanlı-Türk tarihinde bir devir kapanıyordu. Türk milletinin binlerce yıllık hayatında erişebildiği en yüksek noktayı temsil eden Kanunî Sultan Süleyman Han* birbiri ardına dâhiler çıkaran Osmanoğlu ailesinin de zirvesini teşkil ediyordu. Ondan sonra da zaman zaman kudretli padişahlar çıkacak* fakat kuruluştan bu yana devam edip gelen dehâ zinciri* artık gevşemiş olacaktı.

Kanunî devrinin parlaklığı* yalnız* fetihlerinin azametine münhasır değildir. Türk-İslâm medeniyeti de her alanda en yüksek seviyesine bu devirde çıkmıştır. İlimde Zenbilli Ali Efendi* Kemal Paşazâde* Ebussuud Efendi; edebiyatta* kendisi başta olmak üzere* Bâkî* Fuzulî; sanatta* Mîmar Sinan; tarihte* Mustafa Selanikî* Celalzâde* Nişancı Mehmed Paşa; coğrafyada Pirî Reis; denizcilikte Barbaros Hayreddin Paşa* Seydi Ali Reis* Pirî Reis ve Turgut Reis; devlet adamlığında Lütfi Paşa ve Sokullu Mehmed Paşa* asrın dev simalarıdır.

Kültür hareketleri* bu devirde ziyadesiyle canlıydı. Osmanlı-Türk edebiyatında ilk defa görülecek olan tezkere vadisi* bu padişah zamanında ortaya çıktı. Sehî ve Latifî gibi tezkireciler* eserlerini ilk ona sundular. Bu* imparatorluğun dört bir yanındaki ses veren şâirleri bir arada görmek demekti. Bizzat kendisi de şâir olup* Muhibbî mahlâsı ile şiirler yazdı ve dîvanı* 2800'ü aşkın gazeli ile* devrinde* Zâtî'den sonra ikinci büyük dîvan olarak ortaya çıktı.

Osmanlı Devletinin* bir cihan imparatorluğu durumuna gelmesine ve yüzyıllarca dünya siyasetinde baş rolü oynamasına sebep olan maddî ve manevî kaynaklar nelerdi?
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
1. Kuruluş ve yükselme devrinde görülen dâhi padişahlar* cihan hakimiyeti devresinde de devam etti.

İtalyan Longosto* Fatih hakkında; "İnce yüzlü* uzunca boylu* hürmetten fazla korku telkin eder* seyrek güler* şiddetli bir öğrenme arzusuna sahip ve âlicenaptır. Daima kendinden emindir. Türkçe* Arapça* Farsça* Rumca* Slavca* İtalyanca ve İbranice konuşur* harp sanatından çok hoşlanırdı. Her şeyi öğrenmek isteyen* zekî bir araştırıcı idi. Nefsine hâkim ve uyanıktı. Soğuğa* sıcağa* açlığa* susuzluğa ve yorgunluğa dayanıklı idi" demektedir.

Ömrü devlet ve milleti için savaşmakla geçen Fatih* Trabzon Seferine giderken* Zigana dağlarını yaya geçmek zorunda kalmış ve bu sırada büyük güçlük ve sıkıntılarla karşılaşmıştı. Sefer sırasında yanında bulunan Uzun Hasan'ın annesi* onun çektiği bu eziyetleri gördükten sonra* kendisini seferden alıkoymak kasdıyla; "Ey Oğul! Bir Trabzon için bunca zahmet değer mi?" deyince* Yüce Hakan; "Hey ana* zahmete katlanmazsak* bize gazi demek yalan olur" diye cevap vermiştir.

Fatih Sultan Mehmed'in sadece* dünyanın incisi olan İstanbul'u Türk milletine hediye etmesi* bu milletin ona minnettar olması için yeter.

Sultan II. Bayezid ise* şair* âlim ve aynı zamanda hattattı. Fatih gibi bir baba ve Yavuz gibi bir oğul arasında saltanat sürmesi ve onlarla kıyaslanması sebebiyle saltanat devresi sönük görünmektedir. Halbuki o* kendinden önce ve sonra gelenlerle her bakımdan karşılaştırılabilecek bir padişahtı. İkinci Bayezid döneminde Osmanlı İmparatorluğu* türlü isyanlara* iç karışıklıklara* batı devletleriyle güney ve doğu komşularının* Türklere karşı daha tehditkâr bir tavır takınmalarına* deprem ve sel gibi âfetlere* salgın hastalıklar gibi felaketlere rağmen* dünyanın en güçlü devletlerinden birisi olarak teessüs etti.

Yavuz Sultan Selim Han ise* cihan hakimiyeti davasında çok kudretli bir simadır. Kendisini Rodos seferine teşvik edenlere; "Ben cihangirliğe alışmışken* siz himmetimi küçük bir adanın fethine hasretmek istiyorsunuz" cevabı* kendisini en iyi şekilde anlatmaktadır.

İki büyük meydan savaşıyla Memlûk Devletini ortadan kaldıran* mübarek makamlara hizmetle şereflenen ve 'Müslümanların halifesi' unvanını alan Yavuz Sultan Selim* 25 Temmuz 1518 günü İstanbul'a ulaşmıştı. Ancak* İstanbul'da halkın büyük bir karşılama hazırlığı yaptığını işitince* gece vakti yanında bir kaç kişiyle kayığa binerek gizlice Topkapı Sarayı'na çıktı. Ertesi gün* padişahın sarayda olduğu öğrenilince hiç bir merasim yapılamadı. "Biz ne yaptık ki bu kadar rağbet edilir!" diyen cihan padişahı* gâyet sâde giyinir* devlet işleri dışında gösterişe rağbet etmezdi.

Her bakımdan büyük bir îtina ile büyütülen Şehzade Süleyman* 25 yaşını geçerken Osmanlı tahtına oturduğunda* dünyanın en güçlü ordu ve donanması* en düzenli devlet teşkilatı* zengin ülkeler* muntazam maliye ve kabiliyetli bir millet emrinde idi. Bu muazzam kaynakları kullanarak zaferden zafere koşan Kanunî Sultan Süleyman* Osmanlı ihtişam ve azametinin en yüksek temsilcisidir. Kaynaklarda Kanunî* hareket ve sözleri güzel* aklı kâmil* âlim* hakîm ve şairlere dost* bütün maddî-manevî iyilikleri şahsında toplamış* emsalsiz bir padişah olarak vasıflandırılmaktadır. Devletin bu devirdeki büyüklüğü* dış dünyanın merakını gitgide arttırmış* Rusya ile Avrupa'dan* görünüşte hac için Kudüs'e giden seyyahlar* Osmanlı ülkesine akın etmişlerdir. Bu seyyahlar kendi hükümdarlarına sundukları arizalarda* Osmanlının büyüklük sırlarını anlatmaya çalışmışlardır.

2. Osmanlı padişahlarının büyük ilim* din* kültür ve sanat adamlarını ülkelerinde toplayarak* medeniyetin ilerlemesine ve müsbet ilimlerin gelişmesine çalışmaları. Nitekim Fatih devrinde İstanbul* medeniyetin ve dünyanın en yüksek merkezi haline geldi. Molla Gürani* Akşemseddin* Hocazâde* Molla Husrev ve Hızır Bey gibi dinî ilimlerdeki âlimlerin yanında* matematik ve astronomi âlimi Ali Kuşçu* Yusuf Sinan Paşa* tıp dalında Muhammed bin Hamza* Sabuncuoğlu Şerefeddin ve Altuncuzâde* bu devre mensup en mühim simalar idi. Fatih Sultan Mehmed* Türk-İslâm âlimleri gibi Rum ve İtalyan âlimlerini de himayesine alarak* çalışmalarına destek verdi. Rum bilgin Yorgo Amirukis'i* Batlamyus coğrafyasına göre bir dünya haritası yapmağa memur etti. Harita üzerine ülke* şehir ve mevkilerin Türkçe isimlerini de koydurdu. Fatih'in bilime olan hizmetlerine işaret eden eserlerden en önemlisi* hiç şüphesiz* camiinin etrafında yaptırdığı medreselerdir. Sahn-ı semân denilen bu medreselerden dinî ilimlerin yanısıra matematik* astronomi ve tıp okutulduğu ilmiye salnamelerinde yazılıdır.

Fatih Sultan Mehmed devrinde İstanbul'un ilim merkezi yapılması için başlatılan çalışmalar; Bayezid Han* Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman devirlerinde de devam etti. İkinci Bayezid Han* kendi ülkesinde olduğu gibi* doğu İslâm ülkelerindeki âlimlere dahî maaşlar dağıttı. Yavuz Sultan Selim'in etrafı âlim ve şairlerle doluydu. Seferleri bir görev sayarak* bütün kudretini onlara harcıyor* fakat bu zamanlarda bile ilim ve edebiyatı terk etmiyordu. Yanında bulunan âlimleri dâima telif ve tercümelere memur etti. Kendisi de her fırsatta kitap okur ve şiir yazardı. Kemal Paşazâde bir gün atını sürerken* Padişahın üzerine çamur sıçratınca çok üzülmüş* fakat Yavuz; "Üzülmeyiniz* âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur* bizim için süstür. Vasiyet ediyorum* bu çamurlu kaftanım* ben öldükten sonra* kabrimin üzerine örtülsün" diyerek ilim adamlarının* yanındaki değerine işaret etmiştir.

Kanunî Sultan Süleyman da âlimlere çok saygı gösterir* her birine hallerine göre izzet ve ikramlarda bulunurdu. Onlara danışmadan hiç bir işe girişmezdi. İstanbul'da kendi camii etrafında yaptırdığı Sahn-ı Süleymaniye adındaki tıp ve riyaziye fakülteleri dünyanın en ileri ilim merkezleriydi. Devrinde kültür ve sanat faaliyetleri doruk noktasındaydı. Kanunî'nin himayesinde değerli şahsiyetler yetişip* her biri eşsiz eserler verdiler. Sultan İkinci Murad'la temeli atılıp büyüyen ve genişleyen bu ilim ve kültür hareketleri* ondan sonraki padişahlar tarafından da en iyi şekilde devam ettirildi. Bu durum* Osmanlılarda ilmin gelişmesi ve ilim adamlarının yetişmesinde başlıca âmil olmuştur.

3. Osmanlı ordusunun* padişah ve komutanlara itaat* düzen* disiplin* kabiliyet* ahlâk* nefse hakimiyet* silaha alışkanlık ve kahramanlıkta en yüksek noktada bulunması. Nitekim yabancıların söyledikleri şu sözler* Türk ordusunun durumunu göstermesi bakımından önemlidir:

"Bizde (Fransız ordusunda) 10 kişi* Türklerde 1000 kişinin yapacağından fazla gürültü yapar." (Bertrandon de la Brocquiere)

"Mâhir bir kumandan* Türk askeriyle dünyayı kutuptan kutba kadar katedebilir." (Vandal)

"Seleflerinin gayretleri sayesinde* Sultan Süleyman öyle bir orduyu emri altında bulunduruyordu ki* kuruluşu ve silahları bakımından bu ordu* dünyanın bütün diğer ordularından dört asır ilerideydi... Her Türk askeri* yalnız başına* seçkin bir Avrupa taburuna bedeldi." (Benoist Mechin)

"Kudretli Türk ordusu* bir tek emirle* tek vücut ve iyi kurulmuş bir makine halinde harekete geçiyordu." (Henri Hauser)
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Duraklama Dönemi (1566-1699)
"Türklerin mevcut sistemini kendi sistemimizle mukayese edince* istikbalin başımıza getireceği felaketleri düşünüyor* titriyor ve âkıbetimizden korkuyorum. Bir ordu galip gelecek ve pâyidar olacak* diğeri de mahv olacaktır. Çünkü* şüphesiz ikisi de sağlam surette devam edemez. Türklerin tarafında kuvvetli bir imparatorluğun bütün kaynakları mevcut* hiç sarsılmamış bir kuvvet var* sefer görmüş askerler* zafer alışkanlıkları* meşakkatlere dayanma kabiliyeti* birlik* düzen* disiplin* kanaatkârlık ve uyanıklık var. Bizim tarafta ise* umumî fakirlik* hususî israf* sarsılmış kuvvet* bozulmuş maneviyat* tahammülsüzlük ve idmansızlık var. Bütün bunların en kötüsü* düşmanın (Türklerin) zafere* bizim de hezimete alışkın bulunmamızdır. Sonucun ne olacağını tahminde tereddüde yer var mıdır?" (Busbecq)
4. Osmanlıların* Atlas Okyanusundan Umman Denizine ve Macaristan'dan* Kırım ve Kazan'dan Habeşistan'a kadar geniş yerlere hakim olmaları ve adaletle idare etmeleri.

5. Osmanlı Devletinin bütün temel müessese ve teşkilatı* Fatih devrinde en mükemmel bir duruma geldi. Fatih* teşkilatçı ve imarcı idi. Devlet yönetimini tam bir intizam içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyaç görüldükçe* kanunlar ve fermanlar yayımladı. Hazırlattığı kanunnamesi* hukuk sahasında çok önemli bir mevki tutmaktadır. Daha sonra Kanunî Sultan Süleyman* o güne kadar çıkarılan kanunları* "Kanunname-i Âl-i Osman" adı altında tanzim ettirdi. Bu kanunname* hukukî* idarî* malî* askerî ve diğer lüzumlu mevzuları içine alan başlıklar altında* ceza* vergi ve ahaliyle askerlerin kanunlarını içeriyordu. Fethedilen ülkelerde* örfî hukuk denilen* önceki yönetimden kalan kanunlar ve halkın teamülleri de* İslâm hukukuna uygunluğu şartıyla Kanunnamede yer almıştır. Böylece hazırlanan kanunlar* asırlarca en iyi şekilde ve eksiksiz tatbik edilip* devletin tebaasını teşkil eden her çeşit insana huzur ve mutluluk kaynağı olmuştur.

Kanunî Sultan Süleyman'ın ölümü ile* muhteşem padişahlar ve onların hamleleri sona ermekle birlikte* devletin henüz karalarda üstünlüğü* iç denizlerde hakimiyeti ve sosyal düzeni bütün kudretiyle yaşamakta idi. Nitekim II. Selim döneminde (1566-1574) Avusturya'nın Erdel'e küçük bir tecavüzü üzerine* şiddetli bir karşılık verildi. 1570'te Kıbrıs fethedildi. Türk donanması Okyanusya'ya kadar gidip Sumatra (Açe) Sultanlığıyla* yani Uzakdoğu Müslümanlarıyla temasa geçti. Kurdoğlu Hayreddin Hızır Bey* 22 parça gemiyle Açe sultanı Alâaddin'e top ve topçu ustası götürdü. Türk subayları* Açe ordusunda ıslahat yaptı.

Diğer taraftan* II. Selim Han'ın* Türk tarihinin en şuurlu ve hayatî seferi olan* Don ve Volga nehirlerini bir kanalla birleştirme* böylece Karadeniz'le Hazar Denizini birbirine bağlamayı amaçlayan Don-Volga Kanal Projesi* Kırım Hanı Devlet Giray'ın ihanetiyle* başarısız kaldı. Bu kanal projesi sayesinde* o sırada gitgide güçlenen Rusların güneye doğru sarkmaları önlenecek* İran kuzeyden çevrilmek suretiyle artık tehlike olmaktan çıkacak* bütün Sünnî Müslümanların halifesi olan Osmanlı sultanı* Sünnî İslâm ve Türk ülkelerinin aynı zamanda fiilî hakimi olacaktı. Bütün Türk yurtlarını bir bayrak altında toplayabilecek kadar muhteşem bu tasarıdan* Ruslar dehşete kapılmışlar* ancak karşı koyamamışlardı. Öte yandan Devlet Giray; bu kanal açıldığı takdirde* Osmanlının artık o taraflarda kendi askeriyle iş görüp Kırımlılara ihtiyacı kalmayacağı* böylece Kırım'ı ilhak edip merkezden valilerle idare edebilecekleri gibi bozuk bir düşünce içine düştü. Bu yüzden asker arasında menfi propaganda yaptı. Kış mevsiminin buralarda altı ay sürdüğünü ve kimsenin bu soğuğa dayanamayacağını söyledi. Çeşitli zorluklar çıkardı. Neticede kışı geçirmek üzere Azak'a dönen Osmanlı teknik heyeti ve askerleri bir daha kanal başına gidemedi. Böylece Kırım* bugünlere kadar süren tarihteki talihsizliğini kendi eliyle hazırladı ve Türk tarihinin çehresini değiştirebilecek büyük ve önemli bir teşebbüs* başarısızlığa uğradı. Artık* Rusya* Kafkas Türk hanlıklarını yutmaya* Osmanlıları da en fazla hırpalayacak bir güç olmaya hazırlanıyordu.

Osmanlı Devletinin* İkinci Selim devrinde uğradığı ikinci başarısızlık İnebahtı'da oldu. Kıbrıs'ın Türkler tarafından fethi üzerine* Papa'nın teşvikleri sonucunda* büyük bir Haçlı donanması hazırlandı. 1571'de İnebahtı'da meydana gelen deniz savaşında* Osmanlı donanması imha edildi. Çok şehit verildi. Ancak Uluç (Kılıç) Ali Paşa* kurtarabildiği 60 kadar gemi ile İstanbul'a gelebildi. Bundan sonra devlet* bütün imkânlarıyla; bir kış zarfında eski donanmasını yeniden inşa ederek* Akdeniz hakimiyetini tekrar sağladı. Sokullu Mehmed Paşa* Venedik elçisine: "Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik. Siz ise donanmamızı yakmakla* bizim sadece sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol bir daha yerine gelmez* fakat kazınan sakal daha gür çıkar" diyerek* onlara fazla sevinmemelerini söyledi. Bu arada* donanmanın yetişmeyeceği endişesini taşıyan Kılıç Ali Paşaya da; "Paşa* bu millet öyle bir millettir ki* isterse bütün gemilerinin demirlerini gümüşten* yelkenlerini atlastan* halatlarını ibrişimden yapar" sözü meşhurdur. Gerçekten ertesi yaz* Osmanlı donanması hazırlanıp Akdeniz'e inince* Venedikliler* barış istemek zorunda kaldı. Hattâ bu anlaşmada Venedik Cumhuriyeti* Türklere* Kıbrıs Seferinde yapılan masraflar karşılığı savaş tazminatı ödemeyi bile kabul etti.

II. Selim Han'dan sonra Osmanlı tahtına oturan III. Murad döneminden (1574-1595) itibaren Osmanlı Devletinin giriştiği harpler çok uzun sürmeye ve devletin aleyhinde olmaya başladı. Nitekim 1578 yılında başlayıp çeşitli aralıklarla III. Mehmed (1595-1603)* Birinci Ahmed (1603-1617)* II. Osman (1618-1622) ve IV. Murad (1623-1640) devirlerinde olmak üzere 1639'a kadar sürmüş olan İran savaşları* Osmanlı duraklamasının başlıca sebeplerinden biri olmuştur. Osmanlı Devletinin zayıf anını kollayan ve Hıristiyan Batı dünyası ile birlikte hareket eden İran* devamlı olarak bu devleti uğraştırmayı gaye edinmiştir. İran'a karşı koyabilmek için* devamlı Anadolu'dan asker desteği verilmiş* bu durum* zamanla Anadolu'da dengelerin bozulmasına yol açmıştır.

Duraklamanın diğer sebepleri şu şekilde sıralanmıştır:

1. 1593-1606 Avusturya harplerinde timarlı sipahi yerine* tüfekli piyade kullanılması mecburiyeti yüzünden* yeniçerilerin sayısı fazlasıyla arttırıldığı gibi* Anadolu'da ücretle pek çok tüfekli sekban askeri yazıldı. Sekban askerine ihtiyaç kalmadığı zamanlarda parasız kalan bu eli tüfekli gruplar* Anadolu'da halkı haraca kesmeye ve saldırılara başladılar. Bozgunculukları sebebiyle timarları ellerinden alınan sipahiler de onlara katıldı. Böylece 1596-1610 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğunu temelinden sarsan Celâli hareketi başgösterdi. Anadolu'da yağma ve çapulculuğa başlayan Celâlilere İran yanlılarının da katılıp* İran'ın bunları desteklemesi neticesinde* isyanlar kısa sürede büyüdü. Öyle ki* Anadolu'da etrafına 30-40 bin kişilik kuvvetler toplayan Celâli liderleri çıktı. Bunlar* emirleri altındakileri bir ordu biçiminde teşkilatlandırıyorlar ve üzerlerine gönderilen devlet güçleriyle çetin muharebelere girişiyorlardı. Devletin İran ve Avusturya ile savaş halinde olmasından da yararlanan Celâliler* Anadolu'yu baştan başa yakıp yıktılar. Paniğe kapılan köylüler* topraklarını bırakarak şehir ve kasabalara sığınmaya çalışıyorlar* varlıklı olanlar İstanbul'a* Kırım'a veya Rumeli'ye kaçıyorlardı. Bu durum Sultan I. Ahmed Han'ın dirayeti ve vezir-i azam Kuyucu Murad Paşa'nın üç sene süren temizleme faaliyeti neticesinde önlenebildi. Bu müddet içinde öldürülen Celâli sayısının 65 bini bulması* Anadolu'nun içine düştüğü durum hakkında bir fikir vermektedir.

2. 1580'lerden itibaren batıdan büyük ölçüde gümüş gelmesi sonucu* fiyatların düşmesi üzerine yaşanan ve fiyatlar ihtilali denen karışıklık. Bu vaziyet karşısında küçük timar sahipleri* uzak ve masraflı seferlerden kaçınmaya başladı. Diğer taraftan Orta Avrupa'da yapılan savaşların usullerinde meydana gelen değişiklikler* tüfekli yaya askerine olan ihtiyacı ortaya çıkardı. Ayrıca timarlı sipahiler* silah ve techizat bakımından değil* teşkilat ve taktik bakımından da* modern savaş şekline ayak uyduramıyorlardı. Bu sebeplerle devlet* yeniçeri sayısını arttırmaya ve sekban-ı saruca adı altında tüfekli Anadolu leventlerini ücretli asker olarak kullanmaya başladı. Yine bu devrede* artık işe yaramayan yaya ve müsellemler ve voynuklar gibi bazı eski askeri birlikler de kaldırıldı. Kapıkullarının toplam mevcudu; 1470'lerde 13.000* timarlı sipahi 60.000; 1526'da kapıkulu 24.000* timarlı sipahi 80.000 olduğu halde* 1610'larda kapıkulu 40.000'e çıkmış* timarlı sipahi sayısı 20.000'e düşmüştür. Sonuçta* timar sisteminin bozulmasının en menfi tarafı* devletin iktisadi yapısına yansımasıdır. Timarlı sipahilerin boşalttığı dirliklerin gelirini eskisi gibi toplayıp devletin hazinesine aktarmak mümkün olmamıştır. Bu dirliklere gönderilen mültezimler* zamanla büyük servet sahibi olarak nüfuz kazanmış ve devletin başına bela kesilmişlerdir.

3. Sokullu Mehmed Paşanın ölümünden (1579) Halil Paşanın sadrazamlığına kadar geçen otuz sana zarfında hükümet reisliği makamına geçen 19 vezir-i azam içinde* bu mevkie liyakati olanların adedi üçü geçmemektedir. Bu durum son devirde 'kaht-ı rical' denilen adam yokluğunun daha 17. yüzyıldan itibaren görülmeye başladığının da işaretidir.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Bütün bu olumsuzlukların başlangıcına rağmen padişahlar* cihan hakimiyeti davalarına samimiyetle bağlı bulunuyorlardı. Nitekim onlar yine Alman hükümdarlarını imparator ve kendilerine denk kabul etmiyor* onlarla yapılan anlaşmalara yine muâhede-nâme değil* ahid-nâme nazarıyla bakıyor ve eskisi gibi bunu kendi lütuf ve ihsanları sayıyorlardı. Osmanlı siyasî gücü gibi* sosyal nizamı da devam ediyordu. Ayrıca ticaret ve sanat hayatında ahlâkî nizam ve geleneklere aykırı bir hareket nâdir görülüyor ve bu gibi durumlar esnaf teşekküllerinin (loncalar) şiddetli denetim ve kontrolüne sebep oluyordu. Böylece devletin bir müdahalesi olmadan içtimaî müesseseler genel düzeni muhafaza ediyordu. Bu hususta Fransız elçisi D. Chesneau; "(Osmanlı şehirlerinde) düzen ve asayiş inanılmaz derecede kuvvetliydi. Geceleyin şehirleri muhafaza için* elinde bir sopa ve fenerle gezen tek bir kimsenin dolaşması kâfi idi. Halbuki Paris'te aynı iş* bir kıta askerin başında bir kumandan tarafından* zorlukla yapılıyordu" demektedir. Thevanot ise "Bir milyonluk büyük İstanbul şehrinde dört yılda dört öldürme vakası görülmemiştir. Ticarî emtia ile dolu olan muazzam kervansaraylar* bir tek adam tarafından korunuyor" der. Böyle bir toplumda* devletin vazifesi sadece nizam ve adaleti sağlamak ve bunu dünyaya yaymaktı. Bununla birlikte devlet hiç bir zaman İslâmlaştırma ve Türkleştirme siyaseti gütmedi. Zîra* cihan hakimiyeti mefkûresine inanan bir devlet* dar bir milliyetçilik görüşüne saplansa ve insanlık prensiplerine bağlı kalmasa idi* bu cihanşümul vazifesini yapamaz ve başka imparatorluklar gibi süratle çöker* uzun asırlar boyunca yaşayamazdı.

Osmanlı Türkleri* 17. yüzyılda* zaferler kazanırken* bazen de yenilgiler görüyor* böylece önceki döneme göre* bir duraklama içinde bulunduklarını anlıyorlardı. Ancak duraklamanın sebeplerini araştıran Türk mütefekkirleri askerî* idarî ve ilmî müesseselerde gördükleri bozuklukları ıslah etmek sayesinde* İmparatorluğun eski kudretini tekrar kazanacağına* medenî ve manevî üstünlüğün kendilerinde olduğuna inanıyorlardı. Fakat kanun ve nizamlardaki bu düzelme* otorite sahibi bir padişah idaresinde mümkündü. Bir de artık ortalıkta tek bir padişah adayı bulunmuyordu. Bir noktada vezirlerin nüfuzları konuşuyordu. Bu sebepten ilk öldürülen padişah* sultan II. Osman olmuştu. Böylece padişahların* devletin aksayan yönlerine neşter vurabilmesi kolay görünmüyordu. Ayrıca timarlı sipahi ordusunun gücünü kaybetmesi* buna karşılık yeniçeri ordusu miktarının aşırı derecede artışı* merkezde büyük bir gücün doğmasına yol açtı. Yeniliklere karşı çıkan bazı devlet adamları da* her fırsatta bu gücü kullanmaya başlayarak* devletin ve yeniçeri ocağının sonunu hazırlamaya başladılar.

Nitekim III. Mehmed Han'dan sonra* ilk defa ordunun başında sefere çıkan II. (Genç) Osman (1621)* Yeniçeri kuvvetlerinin bozulmakta olduğunu gördü. Ancak onun* ocağı ıslah girişimi* Osmanlı tarihinde ilk defa bir padişahın kul eliyle öldürülmesi hadisesini ortaya çıkardı. Bununla birlikte* II. Osman'ın şehit edilmesi hâdisesinden ders alan IV. Murad Han* parlak zekâsı* tedbirli siyaseti ve acı kuvveti sayesinde* devlete yükselme devirlerini hatırlatacak bir canlılık getirdi.

IV. Murad Han* İran üzerine düzenlediği Revan ve Bağdat seferlerine giderken* öncelikle Anadolu'daki sipahi zorbalarını ve mütegallibe denilen* zorla işbaşına gelmiş veya yolsuzlukla zengin olarak nüfuz sahibi olmuş zümreyi temizleyerek* ülke içerisinde istikrarı sağladı. Daha sonra Revan ve Bağdat seferlerinden zaferle çıkan Sultan* İran'la çeşitli aralıklarla 16 yıldır devam eden savaşa son verdi. Kasr-ı Şirin Muâhedesi (Anlaşması) diye meşhur olan antlaşmanın hükümleri* çok az bir değişiklikle günümüze kadar geldi.

IV. Murad Han'ın genç yaşta ölümü (1640) ve daha sonra Sultan İbrahim'in* âsiler tarafından şehit edilmesi (1648) üzerine IV. Mehmed'in henüz yedi yaşındayken tahta çıkması* zaman geçtikçe ocak ağalarının* idarede nüfuz kazanmalarına yol açtı. Yeniçeri ve sipahi ağaları* vezirlerin seçilmesinde en önemli rolü oynuyorlardı. Bu durum devletin siyasî yapısını ve malî durumunu bozdu. Her iş ağaların eline geçip* kendilerine hiç bir surette muhalefet edecek kimse kalmadı. Bunlar* asker mevcudunu yüksek göstermek suretiyle fazla ulûfe aldıkları gibi* yaptıkları tayinlerden de yüklüce rüşvetler çekiyorlardı. Bu ve benzeri olaylar* zaman zaman önlenmesine rağmen* 1656 yılında Köprülü Mehmed Paşa'nın sadârete getirilmesine kadar sürdü. Bu tarihe kadar defalarca sadrazam değişikliğine rağmen* devletin hayrına çalışan* Tarhuncu Ahmed Paşa'dan başkası çıkmamıştı. Merkezde süren bu bozukluk devresinde* cahil ve iktidarsız vezirlerin* eyaletlere rüşvetle adam tayin etmeleri* halkın yine zorbalar eline düşmesine sebep oldu. Yapılan mezalimler yüzünden* köylü halkın bir kısmı çiftini bozup eşkıyalığa başlamış* bir kısmı da şehir ve kasabalara sığınmıştı. Kalanlar ise eziliyordu. Önce Kuyucu Murad Paşa'nın ve daha sonra IV. Murad Hanın şiddetli darbeleriyle bu isyan ve şekavetler önlenmişse de* merkez zayıf düştükçe yine baş kaldırmalar meydana çıkıyordu. IV. Mehmed Hanın ilk sekiz senesinde bu durum bütün şiddetiyle devam etti. Padişah* 15 yaşına geldiğinde* kudretli vezir Köprülü Mehmed Paşayı işbaşına getirerek devlete tekrar içte istikrar ve dışta itibar kazandırdı. Köprülü Mehmed Paşa (1656-1661) ve Köprülü Fazıl Ahmed Paşa (1661-1676) dönemlerinde Osmanlı Devleti* Kanunî Sultan Süleyman devrindeki gibi huzurlu bir devre yaşadı. Bu müddet içinde tek bir kapıkulu ayaklanması görülmedi. Arasıra yenilgiler görülmesine rağmen* Türk orduları yeni bir zafer çağı yaşadı. Avusturyalılar'ın çok güvendiği Uyvar Kalesi 1663'te fetholundu.

Nihayet* Fazıl Ahmed Paşa'dan sonra Osmanlı sadâret makamına gelen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa* 1683 yılında Viyana'yı kuşattı. 100-120 bin kişilik Osmanlı ordusu* Dük Şarl dö Loren kumandasındaki Avusturya ordusunu yenerek bütün ağırlıklarını zaptetti. Avusturya İmparatoru Leopold* bu yenilgi üzerine bütün ümidini kaybederek Viyana'yı bırakıp kaçtı. Şehirde kalan Kont Stahramberg* bütün eli silah tutan erkekleri asker yazıp savunma tedbirleri aldı. Sadrazam Kara Mustafa Paşa* kaleyi kurtarmak için gelebilecek Haçlı kuvvetlerine karşı durmak üzere Tuna Köprüsünü tutma görevini* Kırım Hanı Murad Giray'a vermişti. Düşman buradan geçtiği takdirde* Budin beylerbeyi İbrahim Paşa bunlara karşı çıkacaktı. Viyana'nın fethedilmesiyle Alman-Avusturya İmparatorluğu geri atılacak* böylece Macaristan'da güçlü bir Macar Krallığı kurulabilecekti. Macaristan ayakta durdukça* Avusturya'nın artık* Türk Devleti için önemli bir tehlike oluşturması düşünülemezdi. En büyük düşman olan Avrupa'ya karşı böyle kuvvetli bir savunma duvarı kurulması* Türk Devletini uzun yıllar rahat ettirecekti.

Avrupa'da şok etkisi yapan Viyana kuşatmasının ilk iki aylık süresi içinde Türkler* şehrin bir çok dış tabyalarını ele geçirdiler. Şehrin düşmesine sayılı günler kalmıştı. Bu sırada Papa'nın önderliğinde* Viyana'nın kurtarılması için Avusturya* Lehistan* Saksonya* Bavyera ve Frankonya arasında bir kutsal ittifak kurularak 120 bin kişilik bir kuvvet oluşturuldu.

Türk tarihi için bir dönüm noktası olan Don-Volga kanal projesinde olduğu gibi bu defa da en büyük ihanetlerden biri* yine bir Kırım hanı olan Murad Giray tarafından işlendi. Haçlı ordusu* Tuna Köprüsünü geçerken* kendi askeriyle bir tepeye çekilip seyreden Tatar Hanı* hücum etmesi için kendisine yalvaran Hanlık imamına şunları söyledi: "Sen bu Osmanlı'nın bize itdüği cevri bilmezsin. Bu düşmanın kovalanması benim için hiçbir şeydir ve bu işin dinimize ihanet olduğunu da bilirim. Ama isterim ki* onlar kaç paralık adam olduklarını görsünler. Tatarın kıymetini anlasınlar."
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Gerileme ve Çöküş (1699-1923) - I
Böylece Tuna'yı geçip Türk kuşatma kuvvetlerinin üzerine doğru gelen Haçlı ordusuna* bu defa da* Viyana kuşatmasının aleyhinde olan ve bu sebeple sadrazamla arası açık bulunan Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa yol verdi ve kendisi askerini toplayıp Budin'e çekildi. Yetmiş bin kişilik düşman ordusu karşısında* yanında o sırada on bin kadar askeri bulunan Kara Mustafa Paşa* akşam vaktine kadar yiğitçe çarpıştı ise de* bunca ihanet karşısında her şeyin bittiğini görerek* büyük bir gayretle oradan uzaklaşıp darmadağın çekilen orduyu Yanıkkale önlerinde topladı.
Viyana bozgunu aslında Türk kuvvetleri arasında fazla bir zayiata yol açmamış* ancak psikolojik etkisi büyük olmuştu. Macaristan'daki kaleleri takviye eden Sadrazam* Belgrad kışlağına çekildi. Ancak bu sırada Sadrazama karşı olan merkezdeki paşalar* Viyana bozgunu sebebiyle onun idamına ferman çıkarttırmayı başardılar. Böylece Kara Mustafa Paşanın idamı* Osmanlı ordusunu derleyip toparlayabilecek ve muhtemel bir bozgunun önüne geçebilecek kudretli bir paşadan* devleti yoksun bıraktı.

Nitekim ertesi yıl* Venedik de kutsal ittifaka katıldı ve böylece Osmanlı kuvvetleri* Avusturya* Lehistan* Rusya ve Venedik olmak üzere dört cephede çarpışmak zorunda kaldı. Osmanlı kuvvetleri* zaman zaman başarılar kazanmasına rağmen* savaşların uzun sürmesiyle ağır kayıplara uğradı ve 1699'da Karlofça Antlaşması'nı imzalamaya mecbur kalındı. Osmanlı İmparatorluğu* bu hadiseyle ilk defa* büyük eyaletlerini düşmana bırakmış ve artık devrin aleyhine döndüğünü anlamıştı. Nitekim bu antlaşmayla Türkler* hemen hemen bütün Macaristan'ı Avusturyalılara* Ukrayna ve Podolya'yı Lehlilere* Azak Kalesini Ruslara* Dalmaçya sahillerini ve Mora'yı da Venediklilere terk etti. Sadece Timaşvar vilayeti* müdafilerin kahramanlığı sayesinde bir müddet için kurtarılabildi. Bu ağır yenilgi ve kayıplar* Türkler üzerinde o kadar acı bir tesir bıraktı ki* "Aldı Nemçe (Avusturya) bizim nazlı Budin'i" diye feryat etmelerine sebep oldu.

Karlofça Antlaşmasının imzalanmasından sonra Osmanlı Devleti* bilhassa sınırların kuvvetlendirilmesi* idarî* malî ve iktisadî durumun ıslahı* ordu ve donanmanın yeniden düzene konulması ile uğraştı. Diğer taraftan* ötedenberi Türkleri taklit eden Avrupa ve Rusya* ilim ve teknikte hızla ilerliyor ve Osmanlıları daha kuvvetli bir şekilde kuşatıyorlardı. Artık* Avrupa karşısında Türkler* askerî ve teknik sahalarda onlardaki ilerlemenin sırrını araştırmaya tenezzül etmeye mecbur oldular. Bu suretle 17. yüzyılda* Osmanlı Devletini kendi bünyesine göre ıslah etme düşüncesi* 18. asrın başında yerini Avrupa'dan iktibas etme fikrine bıraktı. Sultan III. Ahmed zamanında (1703-1730) Damad İbrahim Paşa'nın Pasarofça Barış Antlaşması'nın verdiği huzur sayesinde giriştiği kültür ve imar faaliyetleri arasında* Avrupa'nın tesirleri de mühim rol oynadı. Avrupa'nın önemli merkezlerine ilk defa elçiler gönderildi. Böylece Türkler* Garp (Batı) medeniyetini sathî de olsa tanımak fırsatı buldular. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi ile ile birlikte Paris'e giden Said Çelebi* orada matbaanın önemini kavrayarak* dönüşünde bir Macar mühtedîsi (İslâm'a girmiş) olan İbrahim Müteferrika ile birlikte* İstanbul'da matbaa kurulması için teşebbüse geçti. Şeyhülislâmın fetvası ve padişahın fermanı ile tasdik edilen rapor neticesinde* Batı'nın bu önemli buluşu Türkiye'ye girdi. Matbaa ile* bir yandan büyük ilim ve kültür eserleri çok sayıda basılıp dağıtılırken* bir yandan da padişah ve sadrazam İstanbul'daki ilim* kültür ve sanat çevrelerini yakından desteklemek suretiyle* bu sahalarda büyük bir canlılık meydana getirdiler. Yalova'da kâğıt* İstanbul'da çini ve kumaş fabrikaları açıldı. Öte yandan bu barış devresinde* devlet adamları arasında görülen israf ve savurganlık genel bir hoşnutsuzluk doğurdu. Nitekim* Patrona Halil İsyanı'yla (1730) Lâle Devri diye de adlandırılan bu devir sona ererken* ilmî gelişmelere karşı gruplar da isyanı destekleyerek pek çok ilmî gelişmenin baltalanmasına sebep oldular.

Bütün olumsuz şartlara rağmen fevkalade dikkat ve ihtimamla yetiştirilen Osmanlı şehzadeleri* tahta çıktıkları zaman* devleti içine düştüğü bunalımlı durumdan kurtarmak ve eski haşmetli devrine ulaştırmak için azami gayret sarfediyorlardı. Nitekim III. Ahmed'in yerine geçen Sultan I. Mahmud (1730-1754) ve III. Mustafa (1757-1773) dönemlerinde humbaracı ve topçu ocaklarının Batı tarzında teşkilatlandırılmasına girişildi. Bir Fransız subayı iken Müslümanlığı kabul ederek Ahmed adını alan Comte de Bonneval* 1731'de humbaracı ocağının ıslahına başladı. Ocağın ihtiyaç duyduğu tâlimli askeri yetiştirmek üzere de 1734 yılında Üsküdar'da bir hendesehâne (mühendislik okulu) açıldı. Nitekim disiplinli ve modern tâlim ve terbiye ile yetiştirilen bu askerî sınıfın Rusya ve Avusturya ile 1736-1739'da yapılan savaşlarda büyük hizmeti görüldü. Ancak* bu sınıf 1747'de yeniçerilerin baskını sonucu kapatıldı. Sultan III. Mustafa da tahta geçer geçmez* Fransa'dan mühendisler getirterek Mühendishane ve Bahriye sınıfını ve mekteplerini modern usullere göre ıslah etmeye ve onları tâlim ve terbiyeye girişti. Batıdaki gelişmeleri öğrenmek amacıyla Fransa ve Almanya'ya elçiler gönderdi. Tıp ve Astronomi sahaları ile ilgili çalışmalar hızlandırıldı.

Karlofça Antlaşmasından sonra Osmanlı tahtına üst üste* devletin içine düştüğü durumu gören ve kurtarmak için çareler arayan padişahlar çıktı ise de* bunların önlerinde her zaman iki büyük engel oluştu:

Bunlardan birincisi* Türk ordusunun esasını teşkil eden yeniçerilerin modern askerî bilgi ve tekniğe kapalı ve uzak kalmaları* hattâ eski düzen ve ananelerini de terk ederek* askerlikle ilgilerini kesmeleriydi. Bu durum onları* sadece savaş zamanlarında cepheye giden* askerlikten habersiz bir yığın haline getirdi. Bu sebeple topçu veya humbaracı sınıfında yapılan değişiklikler* umumî neticenin elde edilmesini sağlayamıyordu.

Nitekim* Batının askerî tekniği Türkiye'ye girerken* 1768'de başlayan ve 1774'de sona eren Rus Harbi* Türk ordusunun (yeniçeri kuvvetleri) mukavemet edemediğini ve perişanlığını bütün dünyaya gösterdi. Bu ağır yenilgi üzerine imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması (1774)* Kırım Hanlığı'nı Osmanlılardan koparıyor ve bir Türk gölü olan Karadeniz'de Rusya* donanma bulundurma hakkını elde ediyordu. Modern bir ordunun çekirdeğini* topçu sınıfını teşkil ederek* geleceğe ümitle bakan ve yeni hamlelere girişen Sultan III. Mustafa* bu büyük kayıplara uğradıktan sonra ve bilhassa asırlarca süvarileriyle Avrupa'yı titreten ve Rusları atlarının ayakları altında tutan koca Kırım Hanlığının elden çıktığını görünce* çok muzdarip halde felç geçirdi ve az sonra da vefat etti (1774).

Yeniçeri ordusunun bozulması ve savaşların aleyhte gelişmesi* III. Mustafa Han'dan sonra Osmanlı padişahlarını daha köklü inkılapların içine itiyordu. I. Abdülhamid (1774-1789) zamanında sadrazam Hamid Paşa* orduda teknik sınıfların modernleşmesine devam etti. Ancak* Osmanlı Devletinin derlenip toparlanmasına fırsat vermek istemeyen Avusturya ve Rusya* devlete karşı devamlı cephe açıyorlardı. Bilhassa Rusların* 1783'te Kırım Hanlığını istilâ ve ilhak etmeleri* Türkler için unutulmaz bir ıstırap kaynağı hâline geldi. Çünkü* bütün nüfusu Türk olan Hanlığın kaybı* Macaristan ve Orta Avrupa'nın gidişine benzemiyordu. Ancak* 1787'de başlayan Osmanlı-Rus Harbi yine yenilgiyle sonuçlandı. 1789'da Özi Kalesinin düşmesi ve kalede Müslümanlara yapılan katliam* Sultan I. Abdülhamid'in üzüntüden vefat etmesine yol açtı (1789).

Türklerin ve genel olarak İslâm dünyasının* Avrupa'ya ilk önemli yaklaşma ve ve onun medeniyetinden ciddî faydalanma teşebbüsü* Sultan III. Selim'e aittir. Selim* şehzadeliğinden beri Avrupa usulünde modern bir ordu kurmayı ve bu sayede İmparatorluğa eski gücünü kazandırmayı düşünüyor* hep bu gaye ile meşgul bulunuyordu. Tahta geçtiği sırada Avrupa'nın ve komşularının Fransız İhtilali ile meşgul olmalarını fırsat bilerek* derhal ıslahata girişti. Viyana'ya elçi gönderdiği Ebu Bekir Râtıp Efendiye Avrupa'nın ahvaliyle Avusturya'nın ordu ve idare teşkilatı hakkında rapor hazırlamasını emretti. Çok zeki bir insan olan Ebu Bekir Râtıp Efendi* kısa zamanda Avrupa'nın ilmî* siyasî ve askerî durumu hakkında bilgiler topladı. Avusturya ordusunun teşkilatı* askeri okulları* subayların yetiştirilmesi ve başka bir çok meseleler üzerinde padişaha bir rapor sundu. Devlet adamlarından da* devletin bozuk tarafları ve bunların ne şekilde düzeleceğine dâir layihalar alan Sultan III. Selim* bu raporlar ışığında idarî* mülkî* ticarî* sınaî* ziraî* ilmî ve askerî sahalarda yeniliklere girişti. Bu ıslahatların hepsine birden Nizam-ı Cedid İnkılabı adı verilmektedir. Ayrıca III. Selim Han zamanında ilk defa Yeniçeri ordusunun yanında* Avrupa usul ve tarzında yeni bir Nizam-ı Cedid ordusu oluşturuldu. Gerçekten de modern metodlarla eğitilen* disiplinli Nizam-ı Cedid kuvvetlerinin kısa bir süre sonra önemli hizmetleri görülmeye başlandı. Mısır'ı işgal eden Napolyon'un* Akka'da küçük bir Nizam-ı Cedid kuvvetine sahip bulunan Cezzar Ahmed Paşa'ya karşı mağlup olarak geri dönmesiyle yeni ordunun ehemmiyeti anlaşıldı. Bu başarı umumî efkârı da Nizam-ı Cedid ordusu lehine çevirirken* Napolyon'a da; "Türkler öldürülebilir* fakat korkutulamaz" sözünü söyletti. 1806'da başlayan Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşları sırasında Nizam-ı Cedid kuvvetleri* Avrupa yakasına geçirildi. Bu küçük kuvvetin daha da büyütülmesi için çalışmalara başlandı. Fakat bu teşebbüs de yeniçerilerle Rumeli âyanlarının harekete geçmeleriyle önlendi. Nitekim Edirne'de Nizam-ı Cedid'e dâir Padişah fermanını okuyan memurların öldürülmesiyle başlayan isyan* neticede Sultan Selim'in tahttan indirilmesine kadar devem etti (1807). IV. Mustafa tahta çıkarıldı. Akabinde III. Selim'i tekrar tahta çıkarmak üzere* Rusçuk âyanı Alemdar Mustafa Paşa'nın 16.000 kişilik kuvvetiyle İstanbul'a girmesi* âsilerin Selim Hanı şehit etmelerine yol açtı (1808).
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Kurduğu cihanşümul nizamı ile tarihte müstesna bir mevkie sahip olan Osmanlı İmparatorluğu* başa geçen padişahların çalışmalarına rağmen* yeniçeri askerinin bozulması* idarenin sarsılması* ağır mağlubiyetler ve isyanlar dolayısıyla artık kendi nizamını koruyamaz hâle geldi. Kırım Hanlığı gibi* halkı Türk ve Müslüman olan koca bir devletten başka bir çok eyaletler de düşman eline geçmiş; Kuzey Afrika* Mısır ve Arabistan gibi uzak ülkelerin devletle ilişkileri hemen hemen kesilmiş bulunuyordu. Anadolu ve Rumeli'de timarlı sipahi teşkilatları bozulunca* bunların yerlerini bir takım âyanlar aldı. Âyanlar sonunda merkezdeki otorite boşluğundan yararlanarak* padişah fermanlarını dinlemeyen* devlete vergi ve asker vermeyen derebeyleri hâline geldiler. Böylece devlet âdeta kendi bünyesi içinde parçalandı. Nihayet Alemdar Mustafa Paşa'nın merkezde nüfuzunu kurması ve Mahmud Han'ı tahta çıkarması ile de âyan ve eşkıya* eyaletlere resmen hakim oldu. İstanbul'da âyanlarla hükümet arasında Sened-i İttifak adı ile bir anlaşma imzalandı. Buna göre; bir yandan âyanların padişaha sadakatleri* devlete vergi ve asker göndermeleri taahhüt ediliyor* öte yandan da hükümet* bunların varlıklarını ve evlatlarına da intikal eden haklarını tanıyordu.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen* III.Selim'in yerine 24 yaşında tahta geçen Sultan II. Mahmud* daha büyük bir cesaret ve ****netle Nizam-ı Cedid'i genel anlamda gerçekleştirdi ve sadece modern ordu ile kalmayarak tamamıyla yeni bir düzen kurdu. 1808'de "Alemdar Vakası" denilen ve Mustafa Paşanın öldürülmesi ve yeni oluşturulan Sekban-ı Cedid'in lağvedilmesiyle neticelenen yeniçeri isyanı* genç padişahın ümit ve cesaretini kırmadı. O* büyük bir iradeyle mücadelesine devam etti. Bu sırada devlet dört bir taraftan içte isyanlar ve dışta düşmanlarla karşı karşıya idi. Ruslar* Osmanlı topraklarını Kuzey Bulgaristan'a kadar istilâ etmişlerdi. Arabistan'da Vehhâbî ve Mora'da Rum isyanları tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. Ruslarla Bükreş Anlaşması'nı imzalayan II. Mahmud Han* öncelikle mukaddes beldeleri Vehhabîlerden temizledi. Mora İsyanını bastırdı. Ve nihayet 15 Haziran 1826'da* 18. asrın başından itibaren her hayırlı hareketin önüne geçen* içte padişahına ve halkına karşı canavar* cephede düşman önünde kuzu kesilen yeniçerileri ortadan kaldırdı. Yeniçeri Ocağı* devletin yükselişinde ne kadar büyük ve şerefli bir mevkie sahip idiyse* son bir asırlık felaketlerine de o derece sebep olmuştu. Bu sebeple* Yeniçeri Ocağının kaldırılması hayırlı bir hadise kabul edilerek "Vaka-i Hayriye" denildi.

Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra toplanan divanda Asâkir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni bir askerî sınıfın teşkiline karar verildi (1826).

Sultan II. Mahmud* bundan sonra* Türkiye'yi yeni nizama eriştiren müesseselerin temelini atmaya başladı. Avrupa'ya askerlik ve yeni silahların kullanılmasını öğrenmek için talebe gönderdi. Askerî Tıbbiye ve Harbiye mekteplerini kurarak* bu müesseselerin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa'dan hocalar ve uzmanlar getirtti. İstanbul'da Türkçe* Arapça* Fransızca* Rumca ve Ermenice olarak Takvim-i Vekâyi adıyla ilk resmi gazete yayımlandı (1831). Bunu daha Ceride-i Havadis (1840)* Tercümân-ı Ahvâl (1860)* Tasvîr-i Efkâr (1862) gibi özel gazeteler takip etti (Bkz. Osmanlı Basını). Sultan Mahmud'un giriştiği bu yenilikler* Türk tarihinde yeni bir dönüm noktası teşkil etti. Ancak* batılı devletler ve özellikle İngiltere* uyguladığı sinsi ve planlı metodlarla* Sultan Mahmud Handan sonra* gelişme yolunu Osmanlı Devleti aleyhine ve kendi lehlerine değiştirmesini bildiler. Babası II. Mahmud Han'ın vefatıyla henüz 16 yaşında tahta çıkan Abdülmecid Han'ın (1839-1861) tecrübesizliği; ülke için çok ağır ve zararlı bir hatâya düşmesine sebep oldu. Öyle bir hatâ ki* Osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktasının başlamasına ve bu koca devletin bir yok olma devrine girmesine yol açtı.

Ülke düşmanlarının* Sultan Abdülmecid Han'ı yenilikçi diye överek örtbas etmek istedikleri bu hatâ* padişahın* İngilizlerin tatlı dil ve vaadlerine aldanarak* İskoç masonlarının yetiştirdikleri cahil devlet adamlarını işbaşına getirmesi ve bunların devleti içeriden yıkmak siyasetlerini hemen anlayamamasıdır.

Sultan II. Mahmud Han'ın giriştiği inkılaplarla* Osmanlılarda millî hayatiyetin tekrar canlandığını gören İngilizler* bu muazzam devletin içten çökertilmedikçe yıkılamayacağını anladılar. Bunun için Osmanlı tahtına genç ve tecrübesiz bir padişahın geçmesini fırsat bilerek* İslâmiyet'i yıkmak üzere İngiltere'de kurulmuş bulunan İskoç Mason teşkilatının kurnaz üyesi Lord Rading'i elçilikle İstanbul'a gönderdiler. Lord Rading* daha önce Paris ve Londra'da Osmanlı sefiri olarak görev yaparken aldatılan ve mason yapılan Mustafa Reşid Paşa'yı sadrazamlığa getirebilmek için çok dil döktü. "Bu aydın* kültürlü ve başarılı veziri sadrazam yaparsanız* İngiltere ile Devlet-i Aliyye arasındaki bütün anlaşmazlıklar ortadan kalkar. Devletiniz ekonomik* sosyal ve askerî sahalarda ilerler" diyerek padişahı aldattı. Reşid Paşa* iş başına gelir gelmez* Hâriciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) iken Rading ile birlikte hazırladığı Tanzimat Fermanı'nı ilan ettirdi (1838). Sonra bu fermana dayanarak* büyük vilayetlerde mason locaları açtı. Casusluk ve hıyanet ocakları çalışmaya başladı. Fatih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen ve matematik dersleri kaldırıldı. "Din adamlarına fen bilgileri lâzım değildir" diyerek kültürlü ve bilgili âlimlerin yetişmelerine mâni olundu.

İkinci kez Hariciye Nazırlığına tayin edildiği 1837 tarihinden 17 Aralık 1858'de ölümüne kadar 21 yıl süreyle devlete fiilen yön vermiş olan Mustafa Reşid Paşa* arkasında bir çok gâileler ve ülkede sosyal sarsıntıya yol açan ve bugün hâlâ devam eden şeklî Avrupalılığın temelini atan insan olarak tarihe geçti. İhanetleri ile tanınan Tanzimat paşaları* devleti sıkıntıya sokmak pahasına* başka devletlerden borç aldılar* İngilizlere destek olmak için savaşa girdiler. Mustafa Reşid Paşa ve onun yetiştirmeleri Âli ve Fuad paşaların şekilci Batıcılık hareketiyle birlikte ülkede* Avrupa'nın etkisi ve hattâ himayesi altında kaldığı şüphe götürmez bir takım karanlık fikirli cemiyetler de ortaya çıkmaya başladı. Bunlardan ilki olan Jön Türk (Genç Türk) Cemiyeti* sonradan devam edecek ve Osmanlı İmparatorluğunun ipini çekecek gizli komitecilik hareketlerinin sonuncusu olan İttihat ve Terakki Cemiyetine kadar dayanacak ve bu muazzam imparatorluk tasfiye edilecektir.

Bu cemiyetin açtığı ihanet yolu üzerinde* o devletin ekmeğini yiyip semiren nice vezirler* sadrazamlar* seraskerler* ordu kumandanları* subaylar ve hattâ ulemâ takımı yürüyecektir. Ancak bu son dönemde* içte ihanet şebekesinin önünü kesmek* dışta ise Avrupalı devletlere denk bir devlet vücuda getirmek üzere iki güçlü padişah tahta çıktı.

Sultan Abdülmecid vefat ettikten sonra* 1861 yılında Abdülaziz Han tahta oturdu. Her hâli ve tavrıyla ceddine benzeyen Sultan Abdülaziz* devleti kuvvetlendirmek* kuvvetli bir ordu yanında* kudretli bir donanma yapmak* böylece* devletin etrafında dolaşan tehlikeleri bertaraf ederek* Avrupa'nın hasta adama benzettiği devletini iyileştirmek için ciddî teşebbüslere girişti. Abdülaziz Hanın tahta çıktığı yıllar* Avrupa'da tekniğin büyük bir hızla değiştiği ve bu sahada bir ihtilalin meydana geldiği yıllardı. Avrupa'nın yaptığı ihtilali* daha şehzadeliğinden beri dikkatle takip eden Sultan Abdülaziz* bu ihtilalin meydana getirdiği teknik ilerlemeyi aynen kabul etmekte tereddüt etmedi ve devlete eski kudret ve şevketini iade ettirmek hususunda her fedakârlığı göze aldı.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Tolunoğulları Beyliği
Dokuzuncu asırda Mısır ve Suriye’ye hâkim olan Türk-İslâm devletlerinden.
Tolunlular* İslâm halifeliği toprakları içinde kurulan ilk müstakil Türk siyasi teşekkülüdür. Kurucusu* Oğuz Türklerinden Ahmed bin Tolun idi. Halifelik merkezi* Bağdat yakınlarındaki* Samarra’da bulunuyordu.

Ahmed’in babası Tolun* Abbâsi Halifesi El-Mu’tasım (838-842) zamanında* cesareti ve bilgisiyle şöhret yapmış bir zâttı. Ahmed de aynı derecede cesur ve bilgili bir şahsiyetti. Abbasi valisinin vekili olarak Mısır’a geldi. Mısır valisi oldu. Nüfuzunu Filistin ve Suriye’ye kadar genişletti. Ülkesinde imar faaliyetlerinde bulunup* lüzumlu askerî tedbirleri alarak* kuvvetli bir ordu kurdu. Abbasiler* Irak’taki zenci esirlerle meşgul olurken* istiklâlini ilan etti (868).

Ahmed bin Tolun* Mısır maliyesinde ıslahat yaptı. Mısır ahalisini darlıktan kurtarması sebebiyle çok sevilip* tutuldu. Kısa zamanda Şam* Halep* Antakya şehirleriyle birlikte Suriye’yi idaresine aldı. Adana ve Tarsus bölgesini de ülkesine bağladı. Ahmed bin Tolun’un 884’te vefatıyla* yerine* oğlu Humâreveyh geçti.

Humâreveyh (884-896) zamanında* Tolunoğullarının ikbali daha da parladı. Devletin sınırları; Toroslar* El-Cezire ve Irak’a kadar genişledi. 892’de yeni Abbasî halifesi olan El-Mu’tezid* hilâfete gelişinde Humâreveyh ve onun vârislerine* üç yüz bin dinar vergi mukabilinde* otuz yıl süreyle* Mısır ile Toros sıradağlarına kadar Suriye’yi ve Musul hariç* El-Cezire’yi verdi. Antlaşma* daha sonra* Tolunluların çok az lehine olacak şekilde yeniden tanzim edildi. Humâreveyh* kızı Kadr-ün-Nedâ’yı* Abbasî halifesine* destanlaşan bir merasimle verdi. Humâreveyh* Suriye’ye yaptığı bir sefer sırasında* köleleri tarafından* otuz iki yaşındayken öldürüldü (896). Humâraveyh’in genç yaşta öldürülmesi* Tolunoğulları Devleti ve Mısır için büyük bir talihsizlik oldu.

Yerine geçen oğlu ve kardeşleri* istiklallerini koruyamadılar. Suriye çölündeki sapık Karmatileri kontrol edememeleri* halifenin büyük bir ordu göndermesine sebep oldu. Mısır ve diğer ülkeleri* Abbasi Halifesi El-Muktefi’nin kumandanı Muhammed bin Süleyman tarafından ele geçirilerek* bölge valilerinin idaresine verildi. Tolunoğlu hanedanı mensupları* Bağdat’a götürüldü (905).

Tolunoğulları zamanında Mısır* altın çağını yaşadı. İktisadî ve ticarî bakımdan gelişip zenginleşti. Halkın üstündeki ağır malî yükler kaldırılarak refah seviyesi yükseltildi.İmar faaliyetlerinde bulunulup* büyük mimarî eserler yapıldı. Güçlü bir donanma kuruldu. Ahmed bin Tolun* Kahire yakınlarına Fustât şehrini inşa ettirip* burayı başşehir yaptı. Tolunlulardan kalma Tolunoğlu Ahmed Camii* 9. yüzyılda yapılmasına rağmen* çeşitli istilâ ve zamanın tahribatına uğradığı halde* hâlâ ibadete açıktır. Tolunoğlu Ahmed Camii yanında* vakıf olarak hastane* eczane ve iki de hamam vardı. Yeni inşa edilen Fustât ve El-Ketâ’i’de hükümdarın sarayı etrafında* kumandanların konakları; iktisadî* ticarî ve sosyal hayatın vazgeçilmez müesseseleri olan pek çok cami* çarşı* han* hamam* değirmen ve fırın vardı. El-Ketâ’i’de askerî iskân* milliyetlere göreydi. Her kavmin mahalleri ayrıydı. Tolunlular ordusunun mevcudu* yüz bine yaklaşırdı. Ordu* Türk ve Sudanlılardan meydana gelirdi. Ordunun kışlaları* kumandanların konakları etrafındaydı.

Tolunoğulları devrinde Mısır* başta edebî* tarihî* dînî ve felsefî ilimler olmak üzere muhtelif ilim sahalarında* büyük gelişme gösterdi. İlme ve âlimlere önem veren emirlerin evleri* birer ilim merkezi hâlindeydi. Tolunoğlu hükümdarları* halka karşı cömert davrandıklarından* şair ve edipler* onların ihsanlarına nail olmak için etraflarına toplanmışlardı. Bu devirde Arap dili ve edebiyatı üzerinde çalışan El-Velid bin Muhammed et-Temîmî* Ahmed bin Câfer ed-Dineverî ile tefsir* hadis* fıkıh ve kıraat ilimlerinde Kadı Bekkar bin Kuteybe* Debi bin Süleymân el-Murâdî ve Ebû Câfer Tahavî* bölgede yaşayan âlimlerin ileri gelenlerindendiler.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
İhşidoğulları Beyliği (İhşidîler)
Mısır’da* 935-969 tarihleri arasında hüküm sürmüş bir Türk hânedânı.
Devletin kurucusu Muhammed bin Tuğç* iki nesilden beri Abbasîlerin hizmetinde bulunan bir Türk ailesindendir. Muhammed bin Tuğç* 935 yılında Mısır valisi oldu ve istiklâlini ilan ederek* Halife Râzi’den İhşîd unvanını aldı. İhşîd “şahlar şâhı” mânâsına geliyordu. Ayrıca* Muhammed’in ataları da Fergana’da İhşîd unvanıyla meliklik yaparlardı.

İhşîd* Mısır’da tam bir hâkimiyet sağladı. Ancak bu sırada* Bağdat’ta hâkimiyeti ele geçirmiş olan Muhammed bin Râik* Mısır’a kadar geldi. Bu tehlikeli durum üzerine Muhammed bin Tuğç* vergi vermek şartıyla Remle’ye kadar olan bölgeyi geri aldı. Beş sene devam eden barış devresinden sonra* iki emîrin arası yeniden açıldı. Laccun mevkiindeki savaşı* iki taraf da kazanamadı. Fakat* tesis edilen ailevî münasebetler* iki emîri yeniden birbirine yaklaştırdı. İhşîd* senelik 140.000 dinar vergi verdi.

Emir Raik’in ölümünden sonra* İhşidîlere* Hamdânî ailesinden yeni bir rakip ortaya çıktı. Ancak *Muhammed bin Tuğç* sulh devresini iyi değerlendirmiş ve devleti en kudretli mevkiine çıkarmıştı. Emîrü’l-ümerâlık mevkiini elde etmek için mücadeleye başladı. 944 yılında* Rakka’nın karşısında* Fırat kenarında Halife el-Mütteki ile karşılaştı. Ancak* bu sırada Hamdânî ailesinden emir Seyfüddevle* Mısır’ı tehdit etmeye başladığından* geri döndü. Böylece yeniden başlayan mücadelede* İhşidîler galip geldi. Muhammed bin Tuğç* Şam’ı ele geçirdi ise de 964 yılında öldü. Yerine iki oğlundan Ebü’l-Kâsım Unûcur tahta geçti.

Unûcur ve kardeşi Ali zamanında İhşidîlerin* Mısır’daki hâkimiyeti sözde kalmıştı. Gerçek iktidar* İhşîd’in ölümünden biraz önce* çocukları için saltanat nâibi olarak tayin ettiği Nubyalı köle Kâfûr’un elindeydi. Oğullar ise* kukla bir vaziyetteydi. Nitekim 966 yılında Ali’nin ölümü üzerine* Kâfur* idareyi tam olarak ele alınca* halife bu valiliği tanıdı. Kâfûr* Mısır ile Suriye’yi tehdit eden Hamdânîlere karşı başarılar kazandı. Kâfur’un ölümü* Mısır’ı kuvvetli bir idareciden mahrum bıraktı. Yerine İhşîd’in torunu Ahmed* vali tâyin edildi. Ancak* bu zayıf ve kısa ömürlü emirin idaresi zamanında Mısır* Afrika’nın kuzeyinden gelen Fâtımîlerin baskısına dayanamadı ve 969 yılında bu devletin hâkimiyeti altına girdi.

İhşidîler hânedânının en önemli iki şahsiyeti* şüphe yok ki İhşîd ile Kâfûr’dur. İhşîd* çok kuvvetli ve mücadeleyi seven bir emirdi. Ömrü* Mısır’da kuvvetli bir hâkimiyet sağlamak için çalışmalarla geçti. Bu zor şartlarda* Mısır’da imar faaliyetlerini de ihmal etmedi. Devletin ikinci mühim şahsiyeti olan Kâfûr* zenci bir köleyken sırf zekâsı sayesinde* devletin iktidar mevkiini elde etmiştir. İhşîd ve Kâfûr* Mısır’da sanat ve edebiyatın da hâmisi olarak tanınmışlardır.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
İzmir (İzmiroğulları* İzmiroğlu) Beyliği (1081-1097)
Anadolu'nun fethi sırasında* Malatya dolaylarında faaliyet gösteren ve Oğuzların Çavuldur boyundan olduğu sanılan Çakan (Çaka Bey)* İstanbul'da uzunca bir müddet kaldıktan sonra 1081'e doğru* İzmir'e gelerek bir beylik kurmuştur.
Bizans İmparatorluğunun zayıf noktalarını iyi bilen Çakan* Foça'yı ve civarını aldıktan sonra 40 parça gemiden kurulu kuvvetli bir donanma yaptırarak Ege Denizi'nde Sakız* Midilli* Sisam* Rodos adalarını zapt etti ve Çanakkale'ye doğru ilerledi. Üzerine gönderilen Bizans donanmalarını* birkaç kere mağlûp etti. İstanbul'u ele geçirip İmparator olmak istiyordu.

Kara kuvveti kâfi gelmediği için* Balkanlar üzerinden Trakya'ya doğru ilerleyen Peçenek Türkleri ile işbirliği yaptı. Onlar* karadan İstanbul'u baskı altına alırken* Çakan Bey de denizden hücuma geçecek ve Bizans başkenti düşürülecekti. Fakat* plân başarıya ulaşamadı. Çünkü* İmparator Aleksios Komnenos* Tuna boyundaki Kuman Türkleri'ni* Peçenekler üzerine saldırtmış ve aralarında cereyan eden* Meriç kıyısındaki Lebonium Savaşı'nda (Nisan 1091) Peçenekler ağır mağlûbiyete uğramışlardı.

İzmir Beyi Çakan* Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan tarafından ortadan kaldırıldı (1097). Yine bu sıralarda Efes bölgesinde de çok küçük bir Türkmen beyliği daha görülmektedir ki* başında Tanrıvermiş Bey bulunuyordu.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Dilmaçoğulları Beyliği
Doğu Anadolu’da Erzen ve Bitlis’te* 1085-1192 yılları arasında hüküm sürmüş olan bir Türk beyliği.
Kurucusu olan Dilmaçoğlu Mehmed Bey* Malazgirt Savaşı'ndan sonra* diğer Türk beyleri gibi* Anadolu’ya akınlarda bulundu. 1085 senesinde Diyarbakır alındıktan sonra* Bitlis ve Ahlat da Selçuklu kuvvetleri tarafından fethedilmişti. Bitlis ve havalisi Dilmaçoğlu Mehmed Beyin idaresine bırakıldı ve kendisine timar olarak verildi. Bir süre sonra bu bölgede beyliğini kuran Mehmed Beyin ölüm tarihi bilinmemektedir.

Mehmed Beyin yerine Toğan Arslan geçti. Toğan Arslan önce* Türkiye Selçuklu sultanı Birinci Kılıç Arslan’a* onun ölümünden sonra da Sökmenliler'e bağlandı. Toğan Arslan* Meyyâfârıkîn'e (Silvan) bağlı yirmi beş köyü ele geçirince* İbrahim Sökmen’in idaresinin zayıflığından faydalanarak* bağımsızlığını ilan etti. Fakat bu hâl uzun sürmedi. Daha sonra Artuklular'a bağlanan Toğan Arslan* İlgâzi ile birlikte* Haçlılara ve Gürcülere karşı savaştı.

Toğan’ın Artuklulara bağlanması* Sökmenli Beyi İbrahim’i kızdırdı. Neticede* Dilmaçoğulları üzerine* 1124 yılında sefere çıkarak* Bitlis’i muhasara altına aldı. Fakat* başarı elde edemedi.

Musul Atabegi İmâdeddin Zengî’nin ordusuna 10.000 dînâr haraç ödeyerek* ülkesini tahrip olmaktan kurtaran ve 1134 veya 1137 senesinde öldüğü rivayet edilen Toğan Arslan’ın yerine oğlu Hüsâmüddevle Kurtî geçti. O da babası gibi Artuklular ile birlikte Gürcülere karşı yapılan seferlere katıldı. 1130 senesinde Dovin’i zaptetti. Bir sene sonra Gürcü Kralı İvane* Anadolu’ya saldırdı ise de* Hüsâmüddevle tarafından hezimete uğratıldı. Hısn-ı Keyfâ Artukluları Beyi Rükneddin Davud’un saldırısı üzerine* Kurtî* Mardin’e giderek yine Artuklulardan Timurtaş’ın himayesine girdi. 1143 senesinde ölünce* yerine kardeşi Yâkut Arslan geçti. Ancak* Yâkut Arslan da kısa bir süre sonra öldü ve yerine kardeşi Fahreddin Devletşah* idareyi eline aldı.

1161 senesinde* Gürcistan üzerine yapılan seferlere katıldı. Bu seferden sonra* Artuklularla Danişmendliler arasında çıkan savaşta* Devletşah* Artukluların yanında yer aldı. Bir süre sonra Devletşah ile Mardin Artuklu Beyi Necmeddin Alp arasında anlaşmazlık çıktı. Devletşah* Artuklu hükümdarına karşı koyamayacağını anlayınca* 1168 yılında Meyyâfârıkîn’e kadar giderek* itaatini bildirdi ve çıkması muhtemel bir savaşın önüne geçti. Devletşah* 1192 senesinde öldü. Aynı sene içinde* Ahlat Emîri Begtimur* Dilmaçoğullarının merkezi Bitlis’i ele geçirdi.

Bundan sonra Dilmaçoğulları Beyliği* siyasî ve askerî bir varlık gösterememesine rağmen Erzen ve havalisinde 1394’e kadar varlığını korudu. Bu tarihte* Akkoyunlular tarafından tamamen ortadan kaldırıldı
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Danişmendliler (Danişmendoğulları)
1071-1178 yılları arasında Sivas* Malatya* Kayseri* Tokat* Amasya ve civarında hüküm süren bir Türkmen hanedanı.
Danişmendliler beyliğinin kurucusu Gümüştekin Danişmend Ahmed Gâzi* âlim ve faziletli bir zâttı. Bir rivayete göre Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın dayısıydı.

1063 yılından itibaren Sultan Alparslan’ın hizmetine giren Danişmend; ilmi* cesareti ve yiğitliğiyle onun dikkatini çekmiş ve en güvenilir emirleri arasında yer almıştır. Malazgirt Savaşı'na da katılan Danişmend Ahmed Gâzi* zaferin kazanılmasında önemli rol oynadı. Sultan Alparslan* savaşa katılan emirlerinden* Anadolu’da fetihlerde bulunmalarını istemiş ve fethedecekleri yerlerin kendilerine ıktâ edileceğini bildirmişti. Zaferi müteâkip* fetihlere girişen beyler* Anadolu’nun muhtelif şehirlerini zaptederek* buralarda kendi adlarıyla anılan beylikler kurmuşlardı. Danişmend Ahmed Gâzi de* zaferden sonra Bizanslılardan Sivas’ı aldı ve Danişmendli Hanedânını kurdu (1071).

Sivas’ı bir üs olarak kullanan Danişmend Gâzi; Çavuldur* Tursan* Kara Doğan* Osmancık* İltekin ve Karatekin adlı emirleriyle Amasya* Tokat* Niksar* Kayseri* Zamantı* Develi ve Çorum’u fethederek* beyliğine kattı. Danişmend Ahmed Gâzi* daha çok Haçlılar ve Rumlara karşı yaptığı mücadeleleriyle meşhur oldu. 1097 yılında İznik’i kuşatan ve zapteden Haçlılara karşı* Sultan Birinci Kılıç Arslan'la birlikte* Eskişehir’de* büyük bir meydan muharebesine girdi. Binlerce Haçlı askerinin ölümüyle neticelenen savaşta* Kılıç Arslan ve Danişmend Gâzi* düşman kuvvetlerinin çokluğunu düşünerek geri çekildiler. Bundan sonra* vur-kaç taktiğini kullanan Türkler* Antakya’ya ulaşıncaya kadar* Haçlıların büyük bölümünü yok ettiler. Danişmend Ahmed Gâzi* 1098 senesinde büyük bir orduyla Sivas’tan Malatya üzerine yürüdü ve şehri kuşattı. Üç yıl devam eden kuşatma sonunda Danişmend Gâzi’ye mukavemet edemeyeceğini anlayan Gabriel* Antakya Prensi Bohemond’dan yardım istedi. Karşılığında da* Malatya’yı ve güzelliğiyle meşhur kızı Morfia’yı vermeyi teklif etti.

Bunu fırsat bilen Bohemond* pek çok Haçlı reisini ve bir kısım Ermeni prenslerini toplayıp* Malatya’ya hareket etti. Haçlıların topraklarına gelişlerini önce memnuniyetle karşılayan Ermeniler* zulümlerini görünce endişeye düştüler ve durumu Danişmend Ahmed Gâzî’ye haber verdiler. Bohemond kuvvetleri* Malatya’yı Aksu Vadisinden ayıran dağlık bölgeye girdiğinde* pusuda beklemekte olan Danişmend Gâzî’nin askerlerince kuşatıldı* çok kısa süren çetin bir savaştan sonra* Haçlı ordusu imha edilirken* Müslümanlara zulümleriyle meşhur olan Bohemond ve ileri gelen adamları esir alındı.

Danişmendlilerin* Haçlılara karşı kazandıkları bu muhteşem zafer* bütün Müslümanları çok sevindirdi. Bohemond gibi bir kontun* Müslüman Türkler tarafından esir edilmesi ise* Haçlıları derin bir üzüntüye soktu. Ayrıca* Danişmendlilerin şöhretini arttırdı. Gümüştekin Danişmend* 1100 senesinde kazandığı bu zaferden sonra* Sivas’a döndü.

Gümüştekin Ahmed Gâzî* bundan sonra* Rumlar elinde bulunan Malatya üzerine yürüdü ve kısa bir süre içerisinde şehri fethetti (1101). Ahmed Gâzî* sıkıntı içindeki Malatya halkına* kendi ülkesinden buğday ile ziraat için* öküz ve diğer ihtiyaçları getirterek halka dağıttı. Önceleri zulüm altında inleyen Malatya halkı* bu davranışa memnun ve hayran kaldılar. Pek çoğu İslâmiyet'i kabul etti. Danişmend Gâzî* elinde esir bulunan Bohemond’u iki yüz altmış bin dinar karşılığı serbest bıraktı. Ancak bu hareketi* Kılıç Arslan’la arasını açtı. Maraş civârında yapılan savaşta mağlûp olan Danişmend Ahmed Gâzî* 1105 yılında vefat etti. Beyliğin başına* 1105’ten 1134 senesine kadar hüküm süren oğlu Emir Gâzi geçti. Danişmend Gâzi’nin vefatından istifade eden Birinci Kılıç Arslan* Malatya’yı ele geçirdi. Emir Gâzi* Rükneddin Mesud’un kızıyla evlenip damadı oldu. (Bir rivayette ise kayınpederi oldu.) Emîr Gâzi zamanında Danişmend ülkesi* Fırat ve Sakarya’ya kadar uzandı. Kısa zamanda Kastamonu’yu alıp* Bizans’ın eline geçen topraklarını kurtardı. Başarılarından dolayı Büyük Selçuklu Devleti sultanı Sencer’in ve Abbasî halifesinin takdirlerini kazandı. Abbasî halifesi* onun melikliğini bir fermanla tasdik edip* ayrıca dört siyah sancak* bir kös ve çeşitli hediyeler gönderdi. Bunları getiren elçiler* yanına ulaştıkları sırada* Emîr Gâzi ağır hastaydı.

Emîr Gâzinin vefatından sonra* 1134 yılında* yerine oğlu Mehmed* emir oldu ve 1146 senesine kadar saltanat sürdü. Melik Mehmed* fetih hareketlerinden geri kalmadı ve Finike’ye kadar uzandı. Bizanslıları yendi* Sivas’ı başşehir yaptı. Vefat edince* Kayseri’de bir medreseye defnedildi ve yerine büyük oğlu Zünnûn geçti. Ancak* kardeşi Sivas Emîri Yağıbasan* emirliğini tanımadı ve kendi melikliğini ilan etti. Duruma hakim olan Yağıbasan* 1146’dan 1164 senesine kadar hüküm sürdü. İstanbul’a sefere çıktı* fakat başarılı olamadı. Yağıbasan zamanı* beyliğin Selçuklularla münasebetlerinin en bozuk olduğu bir dönemdir. Yağıbasan* dışta Selçuklularla* içte de kardeşleriyle çarpıştı. Ağabeyi Zünnûn* Kayseri’yi; Yağıbasan da Malatya’yı ele geçirmişti. Selçuklularla münasebetlerini bozan ve Saltuklular'la da iyi geçinemeyen Yağıbasan* 1164 senesinde Kayseri’de vefat etti. Oldukça karışık bir dönem yaşayan Danişmendliler* yine de kültür faaliyetini devam ettirdiler. Sivas ve Niksar’da medreseler kurdular. Yaptıkları medreseler* tarihe ilk kubbeli medreseler olarak geçti.

Danişmendli Hükümdarı Yağıbasan’dan sonra* kardeşi İsmail* gençliğinin ilk yıllarında bir müddet emirlik yaptı. Bundan sonra Zünnûn tekrar melik oldu. 1175 senesinde Danişmendliler beyliği sona erdi. Toprakları İkinci Kılıç Arslan tarafından Selçuklu topraklarına katıldı. Danişmendlilerden bir kol* Malatya’da bir müddet daha hüküm sürdü. Fakat bunlar da* 1178 senesinde Selçuklu sultanı İkinci Kılıç Arslan tarafından* Selçuklu ülkesine katıldı. Böylece* Danişmendli Beyliği tarihe karışmış oldu. Ancak bu beylikten pek çok emir* Anadolu Selçuklularına itaat edip* onlar safında hizmete devam ettiler. Anadolu’da bir asra yakın hüküm süren Danişmendliler* büyük şehirlerde camiler* medreseler ve pek çok hayır eserleri yaptırmışlardır. Bu eserlerin zamanla tamirler sebebiyle hususiyeti değişmiştir. Yaptıkları eserler* plan itibariyle* 13. yüzyıl Anadolu mimarisi için dikkat çekicidir.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Saltuklu Beyliği (Saltuklular* Saltukoğulları) (1092-1202)
Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra Erzurum ve civarında kurulan beylik.
Malazgirt Zaferi'nden sonra Anadolu’da ilk kurulan Türk beyliği budur. Başşehri Erzurum olan beyliğin kurucusu* Malazgirt Zaferinin kazanılmasında önemli rol oynayan Emir Saltuk’tur. Sultan Alparslan* Malazgirt Zaferinden sonra* Bizans İmparatoru Dördüncü Romanos Diogenes’in ölümü ile* anlaşma şartlarının yerine getirilmemesi üzerine* emrindeki kumandanlara Anadolu’da fetihlere devam edilmesini emretmişti. Buna dayanarak Emir Saltuk* Erzurum ve civarını fethederek* Saltuklular Beyliğini kurdu. Önceleri* Büyük Selçuklu Devleti'ne tâbi olan beyliğin* Emir Saltuk zamanındaki siyasî tarihi hakkında* kaynaklarda fazla bir bilgi bulunmamaktadır.

Ebü’l-Kasım Saltuk’un ölümünden sonra* yerine oğlu Ali geçti. Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk ile kardeşi Muhammed Tapar arasındaki saltanat mücadelesi sonunda varılan anlaşma neticesinde* Saltuklu toprakları* Melik Muhammed’in hâkimiyet bölgesi içinde kaldı. 1121 Senesinde Artuklu Emîri İlgâzi’nin* Gürcülere karşı çıktığı sefere Saltukoğlu Ali Bey de katıldı. Fakat bu seferde Gürcüler galip geldi.

Emîr Ali’nin ölümünden sonra Saltukluların başına* hakkında kaynaklarda fazla bir bilgi bulunmayan kardeşi Ziyâüddin Gazî geçti. Bina kitabelerinden anlaşıldığına göre* Erzurum’daki Kale Camii ve Tepsi Minareyi yaptıran* bu beydir. Ziyâüddin Gazi* 1126 senesinde Gürcülere karşı tertiplenen sefere katıldı. 1131 senesinde İspir ve Pasinleri geçerek Oltu’ya kadar gelen Gürcüleri* büyük bir bozguna uğrattı. Artuklu Timurtaş Bey* Ziyâüddin Gazinin kızıyla evlenince* iki hanedan arasında akrabalık bağı kuruldu.

Emîr Gâzî’nin 1132 senesinde ölümünden sonra beyliğin başına* yeğeni İkinci İzzeddin Saltuk geçti. Kaynaklarda* İzzeddin Saltuk’a ait bilgiler* bir evlilik sebebiyledir. Ani Emîri Fahreddin Seddâd* İzzeddin Saltuk Beyin kızlarından birine talip oldu. Fakat bu isteği reddedildi. Buna içerleyen Ani Emîri* 1154 senesinde* Gürcülere karşı koruyamayacağını söyleyerek* şehri satın alması için* İzzeddin Saltuk’a haber gönderdi. Bu dikkatlice hazırlanmış bir intikam planıydı. İzzeddin* şehri teslim almak için Ani’ye geldiğinde* Fahreddin Şeddâd bir günlük mesafede bulunan Gürcü Kralı Dimitri’yi* şehre davet etti. Gürcü Kralı* âni bir baskınla Saltuk’u mağlup ederek* onu ve maiyetinden birçok kimseyi esir aldı. Daha sonra* damadı Ahlatşah İkinci Sökmen ve Artuklu beylerinin teşebbüsleriyle yüz bin dînâr karşılığında* İzzeddin Saltuk* serbest bırakıldı. İzzeddin Saltuk Bey* 1168 senesi Nisan ayında vefat etti. Hıristiyan tebaasına da iyi muamele ederdi. Bu yüzden* onların da sevgi ve saygısını kazanmıştı. Devrinde Saltuklu Beyliği toprakları* Tercan’dan başlayıp* Tahir Gediğine kadar uzanırdı. Erzurum* Bayburt* Avnik* Micingerd* İspir* Oltu gibi şehir ve kasabaları içine alırdı.

İzzeddin Saltuk’un ölümünden sonra yerine* oğlu Nâsırüddin Muhammed Bey geçti. 1189 senesinde basılan bir sikkeden* onun* Irak Selçukluları sultanı Üçüncü Tuğrul ve asıl iktidarı elinde tutan Atabeg Kızıl Arslan’a tâbi olduğu anlaşılıyor. Nâsırüddin Muhammed zamanında Gürcüler* Erzurum önüne kadar geldiler. Kraliçe Tamara’nın kocası David’in kumandası altındaki Gürcü kuvvetleriyle Saltuklular arasında* iki gün süren* şiddetli çarpışmalar oldu. Saltuklu kuvvetleri* şehre kapandılar. Gürcü kuvvetleri* muhasaraya girmeden aldıkları ganimetlerle yetinerek* geri döndüler. Nâsırüddin Muhammed’in ölümünden sonra beyliğin başına* kız kardeşi Mama Hatun geçti.

Kaynaklar* 1191 senesinde Erzurum’a* Mama Hatun’un hakim olduğunu yazmaktadır. Selâhaddîn Eyyûbî’nin yeğeni Meyyâfârikîn Hâkimi Takiyyeddin Ömer* Ahlat ülkesini ele geçirdiği ve Malazgirt Kalesini muhasara ettiği sırada Mama Hâtun askerleriyle ona yardım etti.

Ancak* çok geçmeden* kendisine karşı olan emirler tarafından tahttan indirilen Mama Hatun’un yerine Muhammed’in oğlu Melikşah geçti. Bunun zamanında* Anadolu’daki diğer beylikler gibi* Saltuklular da Türkiye Selçuklu Devleti'nin tehdidine maruz kaldı. Türkiye Selçukluları sultanı Rükneddin İkinci Süleyman Şah* 1202 senesinde Gürcistan Seferine çıktı ve bağlı hükümdar ve beylere haber gönderip* kendisine katılmalarını istedi. Süleyman Şah* 25 Mayıs 1202’de* Erzurum önlerine geldi. Kendisini karşılamaya gelen Saltuklu beyi Melikşah’ı yakalatıp hapsettirdi. Böylece* Saltuklu Beyliği* sona ermiş oldu. Süleyman Şah* bölgenin idaresini kardeşi Mugiseddin Tuğrul Şaha verdi. Melikşah’ın topraklarının elinden alınışına* Süleyman Şahı karşılamada ağır davranması sebep gösterilmektedir.

Saltuklular zamanında Erzurum* diğer Anadolu şehirleri gibi* iktisadî ve ticarî açıdan oldukça önemli bir şehirdi. Akdeniz limanlarından ve Suriye’den yola çıkıp* Konya* Kayseri* Sivas ve Erzincan yoluyla Âzerbaycan’a* İran’a giden ve Türkistan’dan Erzurum’a gelip aynı yoldan Akdeniz ve Trabzon limanlarına ulaşan büyük bir ticaret yolunun üzerinde bulunuyordu. Bu bakımdan Erzurum’da ekonomik hayat oldukça canlıydı. Bunun yanında* geniş otlaklara sahip olması sebebiyle* bölgede hayvancılık çok gelişmişti.

Saltuklu beyleri* kültür ve sanata çok önem vermişler ve sahip oldukları yerlerde çeşitli mimarî eserler yaptırmışlardır. Melik Gâzi; Kale Camii ve Tepsi Minareyi inşa ettirmiştir. Erzurum’da 1179’da inşa edilen Ulu Camiyi Nâsıreddin Muhammed yaptırmıştır. Üç kümbetler ismiyle bilinen türbelerden biri* İzzeddin Saltuk’a aittir. Bu türbenin yanında bir de zâviye vardır. Tercan’da* Mama Hatun tarafından bir kervansaray ve türbe yaptırılmıştır. 1232 senesinde* Ebû Mensûr tarafından inşa ettirilen Micingerd Kalesi* Saltuklulara ait önemli eserlerdendir. Bunlar zamanımıza kadar ulaşmıştır.

Saltuklu Beyleri / Tahta Geçiş Tarihleri

Saltuk Bey / 1072
Ali bin Ebü’l-Kâsım / 1102
Ziyâüddîn Gâzi (takriben) / 1124
İzzeddîn İkinci Saltuk / 1132
Nâsırüddîn Muhammed / 1168
Mama Hâtun / 1191
Melikşâh bin Muhammed / 1200
Türkiye Selçukluları Hâkimiyeti / 1202
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Ahlatşahlar (Ermenşahlar* Sökmenliler) Beyliği
Van Gölünün batı sâhilinde bulunan Ahlat’ta* 12. asrın başlarında kurulmuş olan bir Türk devleti. 1100 senesinde Sökmen el-Kutbî tarafından kuruldu. 1207 senesinde Ahlat şehrine Eyyûbîler'in davet edilmesiyle son buldu. Ahlat’ta kurulan bu devlete Ahlatşahlar ve Ermenşahlar denildiği gibi* kurucusu olan Sökmen’den dolayı* Sökmenliler de denilmektedir.
Sökmen (Sökmen-I)* Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın amcasının oğlu Kutbeddîn İsmâil’in kölesiydi. Bu yüzden Sökmen el-Kutbî diye tanındı. Kendisini yetiştirip* Muhammed Tapar’ın kumandanlarından oldu. Adaleti ve iyiliğiyle şöhret kazanan Sökmen* Mervânîlerin Ahlat Emîri halka kötü davranınca* bu şehre çağrıldı ve ordusuyla o sıralarda Doğu Anadolu’nun en kalabalık ve müstahkem bir şehri olan Ahlat’a geldi. Savaşmadan şehri teslim aldı. O zamanlar Âzerbaycan ve Arran (Karabağ) melîki olan Muhammed Tapar* bu hizmetlerinden dolayı Ahlat ve Van çevresine* Sökmen’i vali tayin etti. Böylece 1100 (H.494) senesinde* Ahlatşahlar Devletinin temeli atılmış oldu.

Gittikçe kuvvetlenen Sökmen* Meyyâfârikîn'i (Silvan) topraklarına kattı. 1109’da* Haçlılara karşı* Sultan Muhammed Tapar’ın teşkil ettiği ittifaka katıldı. Musul Emîri Mevdûd ve Artuklu Emîri İlgâzi ile birlikte* Haçlıların elinde bulunan Urfa’yı kuşattılar. Urfa Kuşatması iki ay sürdü. Haçlılara yardım geldiğini gören Türk müttefik kuvveti* muhasarayı kaldırarak* Harran’a doğru geri çekildi. İki ay süren muhasarada Türk askeri* epey zayiat vermiş ve yorulmuştu. Askerlerini daha fazla zayi etmek istemeyen müttefikler* çekilmeyi daha uygun buldular.

Sultan Muhammed Tapar* 1111 senesinde Musul Emîri Mevdûd komutasında bir orduyu* Haçlılara karşı görevlendirdi. Hasta olmasına rağmen* Sökmen de askerleriyle birlikte bu orduda yer aldı. Fakat* 1112 senesinde* ordu* Haçlılarla çarpışırken* vefat etti. Sökmen’in cenazesi* askerleri tarafından Ahlat’a götürülerek defnedildi. Onun zamanında* Sökmenli Beyliği* başşehir Ahlat olmak üzere Malazgirt* Erciş* Adilcevaz* Eleşkirt* Van* Tatvan* Erzen* Bitlis* Muş* Hani* Meyyâfârikîn (Silvan) ve Bargiri şehirlerini elinde bulunduruyordu. Sökmen’den sonra; beyliğin başına* oğlu İbrahim* onun vefatından sonra diğer oğlu Ahmed* Ahmed’den sonra İkinci Sökmen geçti (1128).

Sökmenli (Ahlatşahlar) Beyliği* çocukluk dönemi hariç* İkinci Sökmen Bey zamanında en iyi devresini yaşadı.

Bu sırada Selâhaddîn-i Eyyûbî* 1174 senesinde bağımsızlığını ilan ederek* Eyyûbî Devleti'ni kurdu. Ülkesini genişleten Selâhaddîn Eyyûbî* Doğu Anadolu’yu da topraklarına katmak istiyordu. 10 Temmuz 1185'te vefat eden İkinci Sökmen’den sonra tahta geçecek bir kimsenin olmayışı* Selahaddin Eyyubî’ye arzusunu gerçekleştirme fırsatı verdi. Amcasının oğlunu* bir ordu ile Ahlat üzerine gönderdi. Fakat* Sökmenlilerin dirayet ve kuvvet sahibi beyi Seyfeddin Begtimur* duruma hakim olarak tahtı ele geçirdi. Yedi senelik bir iktidardan sonra* 1193 yılında damadı Aksungur tarafından tahttan indirildi. Aksungur* kayınpederinin yerini aldı ve kayınbiraderini hapsetti. 1197 senesinde ölen Aksungur’un yerine* Sökmen’in kölesi Atabeg Kutluğ geçti. Yedi günlük bir saltanattan sonra* halk tarafından tahttan indirildi. Yerine Begtimur’un oğlu Muhammed geçtiyse de* karışıklıklar bir türlü durmadı. Gürcülerin saldırısı* Erzurum melikinin yardımıyla atlatılabildi. Beyler arasında kavga devam etti. Halkın davet etmesi üzerine* Necmeddin Eyyûbî* 1207 senesinde Ahlat’a geldi ve şehri teslim alarak* Sökmenliler Devletine son verdi.

Kültür ve medeniyet: Her Türk-İslâm devleti gibi* ülkelerin tamiri ve insanların maddî ve manevî refaha ulaşmasını gaye edinen Sökmenliler (Ahlatşahlar) de* belde halkını huzura kavuşturmak için ellerinden gelen gayreti gösterdiler. Hükümdar ailesi ve çevresindeki devlet büyükleri* şanlarına yaraşır eserlerle beldelerini süslediler. Ahlat* Bitlis* Muş gibi* hakimiyet sahalarına giren şehirlerde* camiler* hastaneler* hamamlar* köprü ve medreseler yaptırarak* halkın sosyal ihtiyaçlarını gidermeye çalıştılar. Şehirlerin kale ve surlarını tamirle de* savunma tedbirleri aldılar. Emirlerinde bulunan insanların eğitimine çok önem verdiler. Onların* dinlerini en iyi şekilde öğrenmelerini temin için* üstün vasıflara sahip din adamı yetiştiren medreseler açtılar. Derviş gâziler için dergâhlar açıp* hürmet gösterdiler.

Toprakların en iyi şekilde değerlendirilmesi için* ziraî çalışmalara ehemmiyet verdiler. Elde edilen ürün ve temin edilen huzurla* insanlar refah içinde yaşadılar. Sağlanan refah sayesinde* kültür faaliyetleri hızlandı.

Ahlat’ta yetişen âlimler ve sanatkârlar* çevre memleketlere yayıldılar. İlmiyle âmil âlimlerin ve mücahid gâzilerin yurdu olarak tanınan Ahlat* Kubbet-ül-İslâm adıyla anılmaya başlandı. Ahlat’tan* Safiyüddîn Ebü’l-Berekât* Şeyh Mü’min ed-Darîr* Yahyâ bin Ahmed Hudâ-dâd* Muhammed bin Melik-dâd gibi âlimler yetişti. Konya Alâeddin Camiinin mimarı Hacı el-Ahlâtî* Tercan’da Mama Hatun türbe ve kervansarayının mimarı Mufaddal el-Ahlâtî ve Divriği Dârüşşifâsının mimarı Hurremşâh el-Ahlâtî gibi sanatkârlar* Ahlat’ta meydana gelen kültür ve medeniyet muhitinde yetiştiler. Yine Ahlatlı kimyager İbrahim bin Abdullah da boyacılıkta* bilhassa lâcivert imalinde mahir* tıp ve başka ilimlerde meşhurdu.

Çok çalışkan olan Ahlatlılar* Van-Tatvan-Vastan limanları ile Ahlat-Erciş arasında* büyük gemiler çalıştırdılar. Ticaret yaptılar. Van Gölü'nde acemiliklerini çıkaran Ahlatlı gemiciler* Karadeniz’de de ticarî faaliyetlere giriştiler. Tebriz’den gelen ticaret yolu üzerinde bulunan Ahlat* iki milyon altın vergi tahsil edebilecek bir şehir hâline geldi. Ticaret yolları üzerinde* hanlar ve kervansaraylar yaptıran Ahlatşahlar* tüccarlara kolaylıklar sağladılar. Buranın sanatkârları* demircilik ve çilingirlikle meşgul oldular. Ayrıca* Ahlat civarındaki kuyulardan çıkarılan kırmızı ve sarı renkli arsenik* komşu memleketlere ihraç edildi.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Artuklular
Üç kol halinde Hısnkeyfa (Hasankeyf) ve Amid (Diyarbekir)* Mardin ve Meyyafarikin (Silvan) ve Harput’ta hüküm süren bir Türkmen hanedanı.
Hanedanın atası ve isim babası olan ve Oğuzların Döğer boyuna mensup bulunan Eksük oğlu Artuk* Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın kumandanlarındandı. Anadolu’nun fethine katılıp* Yeşilırmak Vadisine kadar ilerledi. Anadolu’nun Türkleşip* İslamlaşmasına hizmet etti. Sultan Melikşah döneminde* Karmatileri itaat altına almak için* Bahreyn seferine çıktı. Melikşah’ın kardeşi Tutuş* ona gördüğü hizmetler karşılığı olarak Filistin’in idaresini verdi. Bununla beraber* Kudüs’te kısa bir müddet hüküm süren Artuk Bey* 1091 senesinde vefat etti.

Artuk Beyin ölümünden sonra oğulları* Haçlılar ve onlarla işbirliği yapan Fatımîlerin baskıları sonucu bu bölgede fazla kalamadılar. Oğullarından Muinüddin Sökmen* Mezopotamya emirleri arasındaki çekişmeden faydalanarak ele geçirdiği Hısnkeyfa’da* Hanedanın birinci kolunu kurdu (1102).

1. Hısnkeyfa (Hasankeyf) Artukluları (1102 - 1281)

Sökmen* 1102 yılında Hısnkeyfa’da tesis etmiş olduğu beyliğini sağlamlaştırmak için* Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar’a bağlılığını arz etti ve onun hizmetine girdi. Sultanın emri üzerine* kardeşi İlgazi ile birlikte bazı ayaklanmaları bastırdı. Yeğeni Yakuti* 1103 yılında* Mardin’i ele geçirdi. Bu sırada Urfa* Antakya* Trablus ve Kudüs gibi şehirleri ele geçiren Haçlılar* Mardin ve Harran yörelerine de taarruzda bulunuyorlardı. Sökmen Bey* emir Çökermiş'le birlikte* Haçlıların bu faaliyetlerine karşı harekete geçerek* Urfa Haçlı Kontu Joscelin ile Kudüs Kralı Baudouin’in kumandasındaki Haçlı ordusunu* büyük bir bozguna uğrattılar. Joscelin ve Baudouin’in esir edildiği savaşta* Haçlılardan 30 bin kişi öldürüldü. Böylece* Haçlı ilerlemesine mani olan Sökmen* Dımaşk Atabegi Tuğtekin’e yardıma giderken yolda hastalanarak* 1104 yılında vefat etti.

Sökmen’den sonra yerine geçen oğlu İbrahim Bey* muktedir bir hükümdar olamadı. O* daha çok Mardin’de hakimiyetini tesis eden amcası İlgazi’ye tabi oldu. Daha sonra Davud ve Kara Arslan dönemlerinde* Anadolu Selçukluları'na tabi olan Artuklular* Nureddin Muhammed devrinde* Eyyubîler'in hakimiyeti altına girdiler. 1231 yılında* Hısnkeyfa ve Diyarbekir üzerine sefere çıkan Eyyubî Hükümdarı Melik Kâmil* Artukluların bu şubesine son verdi. Hükümdarlığını kaybeden Hısnkeyfa kolunun son Artuklu emiri Melik Mes’ud* Moğollar tarafından öldürüldü. Hısnkeyfa ve Amid Artuklularına kurucusundan dolayı* Sökmenliler de denir.

2. Harput Artukluları (1185 - 1233)

Artuk Beyin torunu Belek bin Behram* 1112 yılında* Harput ve Palu’ya hakim olarak* bölgede kendi beyliğini kurmuştu. Amcaları Sökmen ve İlgazi ile birlikte* bütün ömrünü haçlılarla mücadeleye harcayan Belek Bey'in gösterdiği kahramanlık* İslam âleminde destanlaşmıştır. Belek Bey* 6 Mayıs 1224’de muhasara altında tuttuğu Menbiç kalesinden atılan bir okla şehid edildi.

Belek Beyin ölümünden sonra Harput* 1185 yılına kadar Hısnkeyfa Artuklularının idaresi altında kaldı. Bu tarihte Artuklu hükümdarı Nureddin Muhammed’in ölümü üzerine oğulları arasında başgösteren saltanat mücadelelerinde* İkinci Sökmen* hakimiyeti ele geçirdi. Bu durum üzerine* diğer oğlu İmadeddin Ebu Bekr* Harput ve çevresine hakim olarak* beyliğini ilan etti. Ebu Bekr* 1204 yılında ölünce* yerine Nizameddin İbrahim geçti. Nizameddin İbrahim’in ölümünden sonra* Harput Artukluları* Eyyubîlere tabi oldular. 1185 yılında ise* Anadolu Selçuklu Devleti kumandanlarından Kemaleddin Kayar* Eyyubîleri* Harput civarında bozguna uğrattıktan sonra* şehri alarak Artukoğulları Beyliği Harput şubesine son verdi.

3. Mardin Artukoğulları (1106 - 1409)

Artuk Beyin ölümünden sonra* beş yıl* kardeşi Sökmen ile beraber Kudüs valiliğinde bulunan Necmeddin İlgazi* buradan ayrıldıktan sonra* Selçuklu meliki Dukak’ın yanına giderek* Haçlılarla mücadeleye atıldı. Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar döneminde* dört yıl* Bağdat şahneliği görevinde bulundu. İlgazi* bu vazifeden alındıktan sonra* yeğeni İbrahim’in elinden Mardin’i zaptederek* burada Mardin Artukoğulları veya İlgaziler denilen Artukoğulları kolunu kurdu.

Mardin’den sonra Nusaybin’i ele geçiren İlgazi* Sultan Tapar’ın emriyle Haçlılara karşı düzenlenen 1112 seferlerine katıldı. Emir Mevdud komutasında olarak Urfa’nın kuşatmasına katılan İlgazi* kalenin zaptına muvaffak olamadı. Ancak* Harran* Haçlıların elinden alındıktan sonra* İlgazi’ye devredildi. 1117’de Halep’i alan İlgazi* buranın idaresini oğlu Timurtaş’a verdi. Antakya Haçlıları üzerine sefer düzenleyip* 1119’da şehir civarında yapılan muharebede* büyük bir zafer kazandı. Bu savaşta Antakya kontu Rogen dahil* Haçlı ileri gelenleri öldürüldü. Akdeniz sahiline kadar ilerlenip* çok ganimet alındı. İlgazi* Haçlıları kuzeyde de takip edip* Göksun’a kadar ilerledi. Böylece* Haçlıların kuvveti kırıldı* karşı tedbir almalarının önüne geçildi. Selçuklu Sultanı Mahmud* İlgazi’nin muzafferiyetinden ziyadesiyle memnun olup* 1120’de Meyyafarikin’i (Silvan) ona verdi.

1122 senesinde vefat eden İlgazi* adaleti* ihsanı ve halka hizmeti ile meşhurdu. Diğer memleketlere kıyasla Mardin ve Halep'te vergileri hafifletmek suretiyle halkın sevgisini kazandı. Hakim olduğu bölgede Asayiş* nizam ve intizamı sağlayan İlgazi* imar faaliyetlerine de büyük önem verdi.

İlgazi’nin ölümünden sonra oğullarından Süleyman* Meyyafarikin’e; Timurtaş* Mardin’e; yeğeni Süleyman da Halep’e hakim oldular. Bu sırada diğer yeğeni Belek de* Harput ve Palu civarında kendi beyliğini kurdu. Süleyman’ın ölümünden sonra Hüsameddin Timurtaş* Mardin şubesine daha geniş bir şekilde sahip oldu. Timurtaş’ın 1154 yılında ölümünden sonra yerine oğulları arasında en liyakatlisi olan Necmeddin Alp geçti. Bu bey döneminde Mardin Artukoğulları ile Hısnkeyfa Artukluları arasında sıkı bir dostluk ve işbirliği sağlandı. Güneydoğu Anadolu Bölgesi* bu sayede imar ve medeniyet yolunda ilerledi. Necmeddin Alp* yirmi iki yıl saltanat sürdükten sonra 1176 senesinde vefat etti. Necmeddin Alp dönemi* Artukoğullarının en parlak yılları oldu. Bundan sonra Artuklu ülkesi* önce Eyyubîler* sonra da Moğolların baskısı altında kaldı. Moğollara bağlı olarak saltanatlarını devam ettiren silik beyler döneminden sonra* Mardin Artukoğulları 1408 yılında Karakoyunlular tarafından ortadan kaldırıldı.

Artuklular* Büyük Selçuklu Devleti'ne tabi olduklarından* devlet teşkilatı* müessesesi ve idare tarzı Selçuklulara benziyordu. Devletin temel siyaseti cihad* Haçlılar ve İslam alemindeki sapık ideolojiler ile mücadele idi. Anadolu’nun Türkleşip İslamlaşmasında büyük hizmetleri geçti. Artukluların hakim oldukları bölgelerde Türklerden başka Arap* Süryani* Rum* Ermeni ve bir miktar da Yahudi vardı. Her millet* kendi lisanını konuşurdu. Türkler ve Araplar Müslüman* Ermeni ve Rumlar Hıristiyan* Süryaniler kendi mezheplerinde idiler. Artuklu hükümdarları ve devlet adamları* ilme meraklı olup* ilim ve irfan müesseseleri kurup* âlimleri himaye ettiler. Meşhur fıkıh alimi Şihabüddin-i Sühreverdi* Artuklulardan çok hürmet görüp; Elvah el-İmadiyye adlı eserini İmadüddin Ebu Bekr’e arz etti. Kemaleddin Ebu Salim* Ebu Ali el-Sofi* Cezeri ve Bedi’uzzeman* eserler yazıp* Artuklu hükümdarlarına ithaf ettiler. Ayrıca* pek çok âlim* nakli ve akli ilimlerde eserler yazdılar.

Artuklu hükümdarları saray ve şehirlerde kurdukları kütüphanelerde* binlerce ciltlik kitaplar toplamışlardır. Artukluların inşa ve imar faaliyetleri* mimari eserleri çok meşhur idi. Artuklular* Orta Asya ve İslam alemindeki mimariyi birleştirip kaynaştırarak* kıymetli eserler inşa ettiler. Artuklu ülkesindeki iktisadi yükselişe paralel olarak* ihtiyaca ve lüzumuna göre; hükümdar* devlet adamları* hanedan mensupları ve hayırseverler; cami* medrese* imaret* zaviye* türbe* hastane* hamam* çarşı* han* köprü* kervansaray* kale ve surlar ile memleketi süsleyip* medeniyet diyarı haline getirdiler. Bunlardan en meşhurları:

Mardin’de Emineddin ve Cami’ el-Asfar da denilen Necmeddin külliyeleri; Harput* Silvan* Mardin* Koçhisar (Kızıltepe) Ulu Camileri* Harput Alacalı Cami* Mardin’de Latifiye de denilen Abdüllatif Camii* Bab-es-Sur da denilen Melik Mahmud Camii; medreselerden ise Mardin’de Hatuniye de denilen Sitti Radviyye* Ma’rufiye* Şehidiye* Melik Mensur* Altunboğa* Zinciriyye de denilen Sultan İsa* Harzem’de Tacüddin-i Mes’ud* Diyarbekir’de Mes’udiyye ve Zinciriyye medreseleri; hamamlardan Mardin’de Maristan* Radviyye* Yeni Kapı ve Ulu Cami. Harput’ta dere hamamları* Hısnkeyfa* Haburman Botaman Suyu* Deve Geçidi köprüleri* ayrıca Hısnkeyfa Sarayı* Diyarbekir İçkale Sarayı* Mardin’de Firdevs Köşkü* Silvan’da Darü’l-Acemiyye Sarayı* Diyarbekir’de Ulu Beden* Yedi Kardeş Burçlar* Harput Kalesi ve zamanın tahribatına uğramış pek çok eser inşa ettirdiler. Bunlardan bazıları hala kullanılıp* hizmet vermektedir. Artuklu şehirlerinden Mardin* Diyarbekir* Hısnkeyfa (Hasankeyf)* Meyyafarikin (Silvan)* Duneyser (Koçhisar* Kızıltepe)* Nusaybin* Dara* Harput ve Halep havalisindeki Artuklu eserlerinin mimari yapısı* sanatkârlığı* zarifliği* tezyinatı* kullanılan malzemenin seçimi çok ustaca olup* şaheser mahiyettedir
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
İnaloğulları Beyliği
Diyarbakır’da (Amid) bir asra yakın hüküm sürmüş olan Türk beyliği.
Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra çıkan karışıklıklar sırasında* son Mervânî Emîri Nâsırüddevle Mansûr* Meyyâfârikîn’i alarak Diyarbekir bölgesindeki emirliğini tekrar kurmaya çalıştı. Fakat Suriye Selçukluları Sultanı Tutuş* daha önce davrandığı için* Diyarbekir’i ele geçirerek* Sultan Emir Tuğtegin’i vali tayin etti. Tuğtegin* Sultan Tutuş ile birlikte Berkyaruk’a karşı savaşırken* esir düştü. Bu sırada Tuğtegin’in yokluğundan faydalanan Türk beyleri* Diyarbekir bölgesini paylaştılar. Sadr adlı bir Türk beyi de* Diyarbakır’a hâkim oldu. Musul emîri Kürboğa’nın şehri ele geçirme teşebbüsünü başarıyla önleyen Sadr* kısa süre sonra öldü. Yerine* beyliğin kurucusu olarak kabul edilen Türkmen beylerinden İnal geçti. Emir İnal da az sonra ölünce* yerine oğlu İbrahim geçti.

Emîr İbrahim* Suriye Selçukluları Dımaşk kolunun sultanı Dukak’a tâbi oldu. 1098 senesinde* Haçlıların elindeki Antakya’yı geri almak için harekete geçen Musul Emîri Kürboğa idaresindeki Selçuklu ordusunda* İnaloğulları da yer aldı. Türkiye Selçukluları Sultanı Birinci Kılıç Arslan* 1105 senesinde Meyyâfârikîn’e gelince* Emîr İbrahim* tâbiiyetini bildirdi ve Sultan’la beraber* Musul Seferine katıldı. Birinci Kılıç Arslan* bu seferde ölünce* İnaloğulları kısa bir süre bir yere tâbi olmadılar. Ahlat Emîri Sökmen el-Kutbî’nin* 1108 senesinde Meyyâfârıkîn’i ele geçirmesiyle Diyarbekir bölgesi emîrlerinin yanında İbrahim de ona bağlandı. İnaloğlu İbrahim* 1109 senesinde ölünce* yerine oğlu Sa’düddevle Ebû Mansûr İl-Aldı geçti. İl-Aldı* 1115’te Cur Nehrinin doğusundaki* Meyyâfârıkîn’e bağlı kırk köyü ele geçirdi. 1124 senesinde* Diyarbakır’da faaliyetleri artan bozuk itikad sahibi İsmailîleri ortadan kaldırdı. Böylece* İsmailîlerin bozuk itikadı* bu bölgede yayılma imkânı bulamadı.

Emîr Zengî* 1127 senesinde Musul’da* Aksungur’un yerine geçtikten sonra* topraklarını genişletmek istiyordu. Mardin Artuklu Emîri Timurtaş ile İl-Aldı birleşerek* Emîr Zengî’ye karşı koymaya çalıştılar. Fakat başarı sağlayamadılar. Emîr Zengî* Sercî’yi zaptetti. Bir müddet sonra Timurtaş* Zengî ile birleşerek* eski müttefiki İl-Aldı’nın hâkim olduğu Amid şehrini kuşattı. Bunun üzerine İl-Aldı* Harput Artuklu Emîri Davud’dan yardım istedi. Emîr Davud* yardım için Amid’e gelince* 1134 senesinde* şehir önlerinde* iki ordu karşılaştı. İl-Aldı ve Davud yenilerek kaleye çekildiler. Zengî ile Timurtaş* muhasaraya devam ettilerse de* kuvvetli surlara sahip olan şehri ele geçiremediler. Emîr İl-Aldı* 1142 senesinde vefat etti.

Emîr İl-Aldı’nın ölümünden sonra* veziri Nisanoğlu Müeyyeddin ile çocukları* beyliğin idaresini ele aldılar. Vezir Müeyyeddin* İl-Aldı’nın oğlu Cemâleddin Şemsülmülûk Mahmud’u* emîrlik makamına geçirdi. 1144 senesinde* Atabeg Zengî* yeniden Diyarbekir bölgesine girerek İnaloğullarına ait Ergani* Hâlar* Tulhum ve Çermik gibi kale ve kasabaları zaptetti.

İnaloğullarının merkezi Diyarbakır* 1160 yılından itibaren Artuklular'ın tehdidi altına girdi. 1163 senesinde* Artukluların* Şemseddin Sevinç kumandasında gönderdiği ordu* Amid’i (Diyarbakır) kuşattı. İki tarafın da mancınık gibi muhasara aletleri kullandığı bu kuşatma* dört ay sürdü. Şehrin düşeceğini anlayan Emîr Mahmud ve vezîri Ebü’l-Kâsım Ali* Danişmendli Yağıbasan’dan yardım istediler. Yardım isteğini kabul eden Yağıbasan* Artuklu Emîri Kara Arslan’ın damadı olmasına rağmen* onun topraklarına girdi ve bazı şehirlere taarruz etti. Kara Arslan* Amid kuşatmasını kaldırmak zorunda kaldı. Ertesi sene Kara Arslan* Amid’i tekrar kuşattı ise de* başarılı olamadı ve geri çekildi. Amid kadısı Nasiheddin* 1165 senesinde Hısnkeyfa’ya giderek* Kara Arslan ile İnaloğulları arasında bir anlaşma sağlamaya muvaffak oldu. 1179 senesinde Vezir Ebü’l-Kâsım Ali ölünce* yerine Mesud geçti.

Hısnkeyfâ Artuklu emirliğinin başına* Fahreddîn Kara Arslan’ın ölümünden sonra Nureddin Muhammed geçerek Selahaddin Eyyûbî’ye tâbi oldu. Nûreddin’in tek isteği* Amid şehrine sahip olmaktı. Sultan Selahaddin de* Amid’i alınca* ona vereceğini vaad etti. Nitekim* 1183 senesinde* Selahaddin Eyyûbî kuvvetleri ile gelerek* şehri kuşattı ve uzun muharebelerden sonra* Nisan ayının yirmi dokuzunda Amid’e girdi. Selahaddin Eyyûbî* şehrin idaresini Nureddin’e verdi. Çok yaşlanmış olan İnaloğlu Mahmud’a hürmet ederek* maaş bağladı. Amid şehri* Artukoğullarına verildi. İnaloğulları beyliği de son buldu.

İnaloğulları zamanında Amid (Diyarbakır)* iktisadî ve kültürel bakımdan çok ilerledi. Şehirde önemli imar faaliyetlerinde bulunuldu. İl-Aldı zamanında yanan Ulu Cami* tekrar inşa edildi. İnaloğulları zamanında Amid’de dokuma sanayii çok gelişti. Bilhassa* halı* kumaş ve çadır bezleri îmâl ediliyordu. 1122 senesinde* Amid’e bağlı Zülkarneyn ve Ergani kaleleri civarında bakır madeni bulunmuş ve işletilmiştir.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Mengücükler (Mengücükoğulları* Mengücekler* Mengücekoğulları)
Erzincan* Kemah ve Divriği’de* on birinci yüzyılın sonundan* on üçüncü yüzyılın sonuna kadar hâkim olan Türk beyliği.
Kurucusu olan Mengücük Gâzi* Büyük Selçuklu Devleti sultanlarından Alparslan’ın kumandanlarındandır. Onun; Oğuzlar'ın* Kayı* Bayat* Karaevli veya Alkaevli boylarından birine mensup olduğu hakkında görüşler mevcuttur.

1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra* Anadolu’nun zaptı için vazifelendirilen beylerden biri de Mengücük Gâzi idi. Süratle harekete geçen Mengücük Gâzi* Erzincan* Kemah* Divriği ve Şarkî Karahisar’ı hâkimiyeti altına alarak* kendi adıyla anılan beyliğini kurdu (Bkz. Anadolu Beylikleri). Ömrü Gürcüler* Rumlar ve Abhazlara karşı cihadla geçen Mengücük Gâzinin* 1118’de şehit düştüğü rivayet olunmaktadır. Kemah yakınlarında* Karasu kıyısında bulunan bir kümbetin Farsça kitabesinde Mengücük Gâzi hakkında; “Âlim* âdil* ülkeler fetheden* halkın sığınağı; Erzurum* Erzincan* Kemah* Diyarbakır ve bunların kalelerini alan; dinsizlerin ciğerlerini dağlayan* boyunlarını kılıçla vuran Mengücük Gâzi. Allah ruhunu şâd eylesin* kabrini nurlandırsın* günahlarını bağışlasın” yazılıdır.

Mengücük Gâzinin yerine* oğlu İshak geçti. Babasının genişleme siyasetini takip eden İshak Bey* 1120’de Artukoğlu Emir Belek’e esir düştü. Daha sonra esaretten kurtuldu ise de* beyliği* Danişmendliler'in hâkimiyeti altına girdi.

Danişmendli Melik Gâzinin hükümranlığı altında yirmi beş yıl hüküm sürdükten sonra* 1142’de vefat etmesiyle* Mengücükler ikiye ayrıldı. İshak Beyin oğullarından Davud Şah* Erzincan* Kemah; Süleyman Şah da Divriği kolunun ilk beyleri oldular. Anadolu Selçuklu Devleti'ne tâbi olan Mengücük Devletinin Erzincan - Kemah koluna* 1228 yılında son verildi. Siyasî tarihi* bütünüyle bilinmeyen Divriği kolu da* Moğol hükümdarı Abaka’nın* 1277’de şehri tahrip etmesiyle sona erdi.

Doğu Anadolu’da Erzincan* Kemah* Divriği ve Şarkî Karahisar’a sahip olan Mengücükler* siyasî faaliyetlerinden ziyade* inşa ettirdikleri sanat eserleriyle tanınırlar. Her biri birer sanat şâheseri olan hayır müesseseleri yaptırdılar. Erzincan’daki eserleri* şehrin zelzelelerde gördüğü zararlardan dolayı zamanımıza kadar gelememiştir. Erzincan civarındaki kitabesiz kümbetin* Mengücüklere ait olduğu kabul edilir. Kemah ve Divriği’de* pek çok Mengücük eseri mevcuttur. Kemah’takiler* harabe hâlindedir. Divriği’de Ahmed Şahın yaptırdığı Ulu Cami* sanat tarihi bakımından kıymetlidir. Ulu Cami'nin yanında* 1231’de yapılan bir de Darüşşifa (hastane) vardır. Dârüşşifâ* Mengücük ailesinden Turan Melek Hatun tarafından yaptırılmıştır.

Erzincan’ı ilim ve kültür merkezi hâline getiren Mengücük beyleri* ilim ve sanat adamlarının hâmisiydiler. Mengücük hânedan mensupları* öksüz* fakir ve zavallıların sahibi olup* onları himaye ederlerdi.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Çobanoğulları Beyliği
On üçüncü asırda Kastamonu ve çevresinde faaliyet gösteren Türkmen beyliği.
Beyliğin kurucusu Hüsameddin Çoban Bey* Kayı boyuna mensup olup* Anadolu Selçuklu Devleti'nin ileri gelen devlet adamlarından biriydi. Bunun isminden dolayı* kurduğu beyliğe* Çobanoğulları beyliği denildi. Hüsameddin Çoban* Birinci İzzeddin Keykâvus’un sultanlığı sırasında* Bizans’a karşı düzenlenen seferlere katıldı. Birinci Alâeddin Keykubad tahta çıkınca* bağlılığını arz etti.

Moğollar* 1223'te Kıpçak ilini işgal edince* bunu fırsat bilen Rumlar* Kırım sahilindeki Suğdak şehrini kontrolleri altına aldılar. Sultan Alâeddin Keykubad* Hüsameddin Çoban’ı Suğdak’ı zaptetmek için görevlendirdi. Hüsameddin Çoban da* sefere çıkarak Suğdak’ı zaptetti. Kıpçak hanının ve Rus hükümdarının Sultan Alâeddin’e itaatini sağladı. 1227 senesinde Kastamonu’ya döndü. Ölümünden sonra yerine* oğlu Alp Yürek geçti. Alp Yürek hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.

Alp Yürek’ten sonra yerine* oğlu Muzafferüddin Yavlak Arslan geçti. Yavlak Arslan zamanında Anadolu’da* birçok karışıklıklar oldu. Yavlak Arslan* İlhanlılara muhalefete başladı. Bunun üzerine İlhanlı hükümdarı Geyhatu* bir Selçuklu-Moğol ordusunu Kastamonu’ya gönderdi. Yapılan muharebede Yavlak Arslan öldü. Selçuklu sultanı İkinci Mesud* bu muharebede kendisine büyük yardımı dokunan Şemseddin Yaman Candar’a Kastamonu ve havalisinde Eflâni’nin idaresini verdi.

Yavlak Arslan’dan sonra yerine* oğlu Mahmud Bey geçti. Mahmud Bey zamanında Bizans topraklarına akınlar düzenlendi. Sakarya Nehrinin civarına kadar olan yerler fethedildi. Ancak* 1309 senesinde Candaroğlu Süleyman Paşa* bir baskın ile Kastamonu’yu fethederek* Çobanoğulları Beyliği’ne son verdi.

Çobanoğulları devrinde Kastamonu ve çevresinde imar ve kültür faaliyetleri gelişti. Memleketlerine gelen âlimlere büyük önem verdiler. Meşhûr âlim Kutbüddin Şîrâzî* İhtiyârât el-Muzafferî isimli astronomi kitabını Yavlak Arslan için yazdı. Nüzhet-ül-Küttâp* Kavâ’id-ür-Resâ’il adlı eserler bu devirde yazıldı. Bu devirdeki en muhteşem yapı ise; Taşköprü’deki Muzafferüddîn Yavlak Arslan Medresesi külliyesidir.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Karamanoğulları (Karamanoğlu) Beyliği
On üçüncü asırda* Konya ve havâlisine hâkim olup* 1487 senesine kadar devam eden büyük Türk beyliği. Karaman aşîreti* Oğuzlar'ın Avşar boyuna mensuptur.
Türkiye Selçuklu sultanı Birinci Alâeddin Keykubad (1219-1237)* Türkmen aşîretlerini Bizans ve Kilikya hudutlarına yerleştirmişti. Bu sırada* 1228 senesinde Kilikya* Ermenilerden alınınca* Ermenek taraflarına da Karaman aşîreti yerleştirildi. O zaman* Karaman aşîretinin beyi Sadeddin oğlu Nûre Sufî idi. Türkmenler üzerinde nüfuz sahibi olan Nûre Sufî* Hıristiyanlara ait yerleri zaptederek topraklarını genişletti. Ölüm tarihi bilinmeyen Nûre Sufî’den sonra oğlu Kerîmüddin Karaman* aşîret beyi oldu. Bu sıralarda Türkiye Selçukluları Devleti* Moğol-İlhanlıların kontrolüne girmişti.

Karaman Bey; Ermenek* Mut* Gülnar* Mer’a ve Silifke kalelerini muhasara etti. Ermenek’i ele geçirdi. Sahip olduğu topraklarda* serbestçe hareket ediyordu. Bundan dolayı Türkiye Selçuklu sultanı Dördüncü Kılıç Arslan* Karaman Beyin hadise çıkarmasından çekinerek ona* Lârende (Bugünkü Karaman) Kalesini iktâ olarak verdi. Aynı zamanda kardeşi Bunsuz da* Selçuklu sultanının sarayında “candar” yani muhafız olarak görevlendirildi. Fakat* uç beylerinden bazılarının cezalandırılmasından endişelenen ve bir gün sıranın kendilerine geleceğini düşünen Karaman Bey* beraberinde kardeşi Zeynül-Hac ve Bunsuz olduğu halde* 20.000 kişilik bir kuvvetle Konya üzerine yürüdü. Ancak* Gevele Kalesi önünde yapılan muharebede Selçuklu veziri Muînüddin Pervâne* Karamanlıları mağlup etti. Karaman Beyin kardeşleri Zeynül-Hac ve Bunsuz yakalanarak Konya’da idam edildi.

Karaman Beyin* 1262 senesinde vefatı üzerine* Sultan Dördüncü Kılıç Arslan* bunun oğullarını Gevele Kalesine hapsettirdi ise de* Vezir Muînüddin Pervâne’nin müdahalesi ile serbest bıraktı. Kardeşlerden en büyüğü olan Şemseddin Birinci Mehmed Bey* Ermenek tımarına sahip olarak Karaman Beyi oldu. Mehmed Bey* aşîret reisi olduktan bir süre sonra isyân eden Hatiroğlu ile birleşerek Selçuklulara karşı faaliyete geçti ve Bedreddin Hutenî komutasında üzerine gönderilen Selçuklu-İlhanlı ordusunu* Göksu Derbendinde* âni bir taarruzla bozguna uğrattı. Daha sonra Konya üzerine yürüyerek* Cimri lakabı verilen Alâeddin Siyavuş’u Selçuklu sultanı ilan etti. Mehmed Bey* yanında Alâeddin Siyavuş olduğu halde* 1277 senesi Mayıs ayının on ikisinde Konya’ya girdi ve Siyavuş’un veziri oldu. Toplanan dîvânda Türkçe'den başka dil kullanılmamasına karar verdi. Bir süre sonra Akşehir ve civarında Sâhib Atâoğulları idaresindeki bir orduyu yendi. Bu sefer dönüşü Konya’ya sokulmayan Karamanoğlu Mehmed Bey* Ermenek’e çekilmek mecburiyetinde kaldı. Bu sırada Sâhib Cüveynî komutasındaki Selçuklu-İlhanlı ordusu* Konya’ya geldi. Bu ordu ile yaptığı çarpışmada yakalanarak bazı kardeşleri ile birlikte öldürüldü (1277). Bu hâdise* bir süre için Karamanlıları sindirdi.

Mehmed Beyin yerine* kardeşi Güneri Bey geçti. Bu da* Selçuklu şehzadeleri arasındaki saltanat mücadelesinde büyük rol oynadı. Güneri Bey* 1286 senesinde Tarsus üzerine yürüdü. Aynı sene İlhanlılar* Lârende ve havâlisini tahrip ettiler. Güneri Bey* dağlara çekildi. Karamanoğulları* bu tarihten sonra Moğollarla bazen anlaştılar* bazen savaştılar. Güneri Bey* 1300 senesinde vefat edince* yerine kardeşi Mahmud Bey geçti. Mahmud Bey* 1308 senesinde* Ermenilerle savaşırken öldü. İki oğlu arasında çıkan ihtilaflar* beyliğin birliğini sarstı ve beylik* Memlûklar'ın tesir sahasına girdi. Bu sırada beyliğin başına Yahşi Bey geçti. Yahşi Bey zamanında Karamanoğulları* tekrar Konya’ya hâkim oldu. Anadolu beylerinin kendi başlarına hareket etmeleri üzerine* İlhanlı Valisi Emîr Çoban idaresindeki Moğol ordusu* Anadolu’ya girdi (1314). Emîr Çoban* Konya’yı Karamanoğullarının elinden aldı. Yahşi Beyin ölümü üzerine Karamanoğullarının başına Bedreddin Birinci İbrahim geçti. Karamanlılar* bunun zamanında da Konya’ya hâkim oldular. Bedreddin İbrahim* 1319 senesinde Tarsus Ermenileri üzerine sefer düzenleyerek bazı yerleri ele geçirdi. İlhanlıların Anadolu Valisi Timurtaş’ın 1327 senesinde Mısır’a kaçması üzerine* diğer Anadolu beyleri gibi* Karamanoğulları da serbestçe hareket etmeye başladılar.

İlhanlıların çöküşü ile Karamanlılar hudutlarını genişletmeye devam ettiler. 1328 senesinde Gevele Kalesine kadar ilerlediler. Beyşehir’e hâkim oldular. 1333 senesinde Birinci İbrahim Bey* beylikten çekilerek yerini* kardeşi Alâeddin Halil Beye bıraktı. Bu beyin vefatından sonra* yeniden Birinci İbrahim Bey* Karamanlıların başına geçti. Ölümü üzerine yerini oğullarından Fahrüddin Ahmed bey aldı. Beyliği çok kısa süren Ahmed Bey* Moğollarla savaşırken öldü (1350). Bundan sonra kardeşleri Süleyman ve Şemseddin beyler* kısa süreler ile başa geçtiler. Karamanoğulları Beyliğinde bu iki kardeşi* Burhâneddin Musa Bey takip etti. Bu bey* hastalığı yüzünden Seyfeddin Süleyman ile Karaman Beyi* Lârende’ye göndererek kendisi Mut’a çekildi. 1356 senesinde* Musa Beyin yerine Süleyman Bey geçti. Beş sene kadar saltanat süren Süleyman Bey* Sivas Emîri Eretnaoğlu Mehmed Bey tarafından bir hileyle öldürüldü (1361). Bundan sonra* Ebü’l-Feth lâkabını taşıyan Alâeddin Ali Bey* Karamanlıların başına geçti.

Alâeddin Ali Bey* başa geçer geçmez* Osmanlılar'la münasebet kurdu. Ali Bey* faal* mücadeleci ve azim sahibi bir hükümdardı. Osmanlı Sultanı Murad Hüdâvendigâr’ın kızı Nefîse Sultan ile evlenerek iki sülale arasında akrabalık tesis etti. Osmanlıların Anadolu’ya yayılmalarından ve beylikleri elde etmelerinden çekinen Alâeddin Ali Bey* Eretnaoğulları ve diğer Türk beyleri ile bir ittifak kurma gayretine düştü. Fakat Sultan Birinci Murad’ın aldığı yerinde tedbirler* bu gayretleri neticesiz bıraktı. Alâeddin Ali Bey* daha sonra Kıbrıslıların elinde bulunan Gorigos (Kız Kalesi) üzerine yürüdü ve kaleyi muhasara etti. Kendisini bu sefere teşvik eden Moğol kumandanı Yelboğa Nâsırî’nin muhasara sırasında ölümü üzerine* Karamanlılar muhasarayı kaldırarak geri çekildiler. Alâeddin Ali Bey* daha sonra komşu beyliklerin arazisinden bazı yerleri zaptetti. 1376 yılında Kayseri’yi muhasara edince* Eretnaoğlu Ali Bey Sivas’a çekildi. Fakat Eretnaoğlunun veziri Kadı Burhâneddin* Alâeddin Ali Beyi geri çekilmek zorunda bıraktı.

Alâeddîn Ali Bey* kayınpederi ve Osmanlı Sultanı Birinci Murad Hanın* Rumeli’de fetihlerde bulunmasından faydalanarak* Osmanlılara ait olan Beyşehir’i ele geçirdi. Bunun üzerine* Rumeli’den Anadolu’ya geçen Sultan Murad Han* yaptığı muharebede Karamanoğullarını mağlup ederek* Konya’yı muhasara etti ise de* Kızı Nefîse Hâtunun ricası ile* aldığı yerleri iade ederek barış yaptı (1386). Bu sulh* 1389 senesinde* Sultan Murad Hüdâvendigâr’ın Kosova Savaşı'nda şehid olması üzerine* Karamanlılar tarafından bozuldu. Alâeddin Bey* tekrar Osmanlı topraklarına girdi. Bu durum karşısında* Osmanlı sultanı olan Yıldırım Bayezid Han* Batı Anadolu’ya geçerek* Saruhan* Aydın ve Menteşe beyliklerini Osmanlı topraklarına ilhak ettikten sonra* Karamanoğlu Alâeddin Ali Beyi mağlup ederek* tekrar barışa mecbur etti. Daha sonraki senelerde* Timur Han'ın Doğu Anadolu’ya hâkim olmasıyla* Alâeddîn Ali Bey* ona tâbi oldu. İki düşman arasında kalan Kadı Burhâneddîn* Karamanlılara karşı harekete geçti ve 1396 senesinde Konya önlerine kadar gelerek* beylik topraklarının bir kısmını ele geçirdi. Bu hâdiseden iki sene kadar sonra Alâeddin Ali Bey* Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid Hanın Rumeli Seferinde olmasından faydalanarak* tekrar Osmanlı topraklarına girdi ve Ankara’ya baskında bulundu. Bu olay üzerine Yıldırım Bayezid Han* büyük bir ordu ile Karaman seferine çıktı. Arpaçay Muharebesinde* Karaman ordusunu bozguna uğrattı. Alâeddin Ali Beyin Konya’ya sığınması üzerine* Yıldırım Bayezid Han* Konya’yı muhasara etti. On günlük bir muhasaradan sonra Konya halkı* şehri Sultan Bayezid’e teslim etti. Alâeddin Bey* yakalanarak öldürüldü. Böylece* Karaman Beyliğinin toprakları Osmanlılara geçerek* beylik sona erdi (1398). Yıldırım Bayezid* kız kardeşi Nefîse Hâtun ile iki oğlu Ali ve Mehmed Beyleri Bursa’ya gönderdi. Bu iki kardeş* Ankara Savaşı sonuna kadar burada kaldılar.

Yıldırım Bayezid’in 1402’de Ankara Savaşında* Timur’a yenilmesi üzerine* Karamanoğullarından Mehmed ve Ali Bey* Bursa’da hapisten çıkarıldı. Timur Han* Karaman Beyliğinin başına Alâeddin Beyin büyük oğlu Mehmed Beyi geçirdi. Kardeşi Ali Bey* ona tâbi olarak Niğde emîri oldu. Mehmed Bey* fetret devrinde* Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht mücadelelerinden istifade etmesini bildi. Sultan Çelebi Mehmed Hanın müttefiki Germiyanoğlu Yâkub Beyin arazisine girdi. Bursa üzerine yürüyüp şehri tahrip etti (1413). Buna karşılık olarak Çelebi Mehmed Han da* Karamanoğulları arazisine girdi ve 1414 senesinde Konya önlerinde Mehmed Beyi mağlup etti. Mehmed Bey* çok geçmeden tekrar Osmanlı topraklarına girdi. Fakat* Bayezid Paşa karşısında bozguna uğrayıp* esir düştü. Sultanın huzuruna getirilen Karamanoğlu Mehmed Bey özür dileyince* 1415 senesinde sulh yapıldı. Antlaşmaya göre* Osmanlılar* zaptettikleri Akşehir* Beyşehir ve Seydişehir’e hâkim oldular.

Ramazanoğlu Ahmed Bey* Timur Hanın Anadolu’da bulunduğu sırada* Karamanoğullarına ait Tarsus şehrini ele geçirip* Memlûk Sultanı Melik Müeyyed Şeyh adına hutbe okuttu. İki sene sonra Mısır ve Şam emîrleri arasındaki ihtilâftan istifade eden Mehmed Bey* oğlu Mustafa Bey kumandasında bir ordu ile Tarsus’u tekrar ele geçirdi. Bu durum Memlûk Sultanıyla arasının açılmasına sebep oldu. Memlûk Sultanı Müeyyed* oğlu İbrahim kumandasında bir orduyu Anadolu’ya gönderdi. Mehmed Bey* Memlûk kuvvetlerinin Niğde* Konya Ereğlisi ve Lârende’yi zaptetmesi üzerine Taşeli’ne kaçtı. Karamanoğulları toprakları Memlûk Devleti'nin himayesinde olarak* Mehmed Beyin kardeşi ve Niğde emîri Ali Beye verildi. Bu hâdiselerden sonra* Karamanoğlu Mehmed Beyin Kayseri’yi ele geçirme teşebbüsü neticesiz kaldı. 1420 senesinde yapılan muharebede* Ramazanoğlu Nâsıreddîn Mehmed Bey tarafından esir alınarak Kahire’ye gönderildi ve burada hapsedildi.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Diğer taraftan* Memlûk Sultanlığı ile Dulkadiroğulları arasındaki ihtilaftan faydalanan İbrahim Bey* Kayseri’yi ele geçirdi. Bu durum* Osmanlılarla Memlûkların arasını açtı. Kayseri’den sonra Osmanlı topraklarına giren ve Amasya Kalesini muhasara eden İbrahim Beye karşı* Sultan İkinci Murad Han* kendisinden yardım isteyen Dulkadiroğlu Süleyman Beye yardımcı kuvvet gönderdiği gibi* Tokat sancak beyine de bu kuvvetlere katılarak Kayseri’yi zaptetmelerini emretti ve şehir 1436 senesinde alındı. Bundan sonra İbrahim Beyin kardeşi olan ve Osmanlıların yanında bulunan İsa Bey* Karaman arazisine yaptığı akınlarda Akşehir’i ele geçirdi. Karamanoğlu üzerine yapılan akınların birinde* İsa Bey öldü. 1437 senesinde İbrahim Beyin* Osmanlı Devleti ile sulh yapması üzerine* Anadolu’da sükûnet hâsıl oldu.

İbrahim Bey* 1444 senesine kadar* Osmanlı Devletine karşı hiçbir harekette bulunmadı. Fakat Osmanlılar Sofya’ya kadar inen Haçlı kuvvetlerini karşılamaya gittiklerinde* Osmanlı Devletini arkadan vurmakta da tereddüt etmedi. Karamanoğlu kuvvetleri* Ankara ve Kütahya’ya kadar olan yerleri tahrip ettiler. Sultan Murad Han* Macarları mağlup ettikten sonra* Anadolu’ya geçerek* Karamanoğulları üzerine büyük bir sefer düzenledi. İslâm âleminde suçlu duruma düşen ve çaresiz kalan İbrahim Bey* yemin vermek suretiyle* ağır şartlar altında* Osmanlı Devleti ile sulh yaptı. Bu ahidnâmede İbrahim Bey* her sene* bir oğluyla kendi askerini Osmanlı Devleti hizmetine göndermeyi taahhüt ediyordu. Edirne-Segedin antlaşması bozulup* Haçlılar* taarruz ederek Varna önüne geldikleri zaman* İbrahim Bey yeminine sadık kalarak* antlaşmaya aykırı bir harekette bulunmadı. İkinci Kosova Savaşı'nda (1448) Haçlılara karşı Osmanlı ordusuna yardımcı kuvvetler gönderdi.

Hıristiyanlara karşı yapacağı bir seferin* üzerindeki kötü intibâı sileceğini hesaplayan İbrahim Bey* henüz Kıbrıslıların elinde bulunan Gorigos’a taarruza karar verdi ve 1448 senesinde* Gorigos’u fethetti. 1451 senesinde* Osmanlı tahtına Sultan İkinci Mehmed Han'ın (Fatih) geçmesi* İbrahim Beye yeni ümitler vermişti. Fakat* Sultan Mehmed’in Karaman üzerine yürümesi* onu tekrar barışa mecbur etti. İstanbul’un fethi hazırlıkları sırasında Karamanoğulları* Venediklilerle ticaret antlaşması yaptılar. Aslında antlaşmada zikredilen düşman* Osmanlı Devletiydi. İbrahim Bey* 1456 senesinde Tarsus* Adana ve Külek taraflarını ele geçirmek için sefer düzenleyince* Memlûklar* bir ordu göndererek Karaman topraklarını tahrip ettiler. İbrahim Bey* Fatih Sultan Mehmed’in Kastamonu ve Trabzon seferlerinde* antlaşma gereğince oğlu kumandasında asker yolladı (1461).

İbrahim Beyin son günleri ıstırap içinde geçti. Oğulları* sağlığında Karaman tahtına geçebilmek için* mücadeleye başladılar. İbrahim Bey* büyük oğlu İshak Beyi veliaht ve İçel valisi yapmıştı. İshak Bey* babasının sağlığında idareyi bizzat ele aldı. Fakat* taht mücadelesinde babasıyla beraber Kavala Kalesine çekildi. Diğer oğlu Pir Ahmed* Konya’da hükümdarlığını ilan etti. Bu sırada İbrahim Bey* Kavala’da öldü. İshak Beye rakip olarak Pir Ahmed’in çıkması; Osmanlı* Memlûk ve Akkoyunlu devletlerinin* beyliğin iç işlerine karışmalarına sebep oldu. Neticede Pir Ahmed* Osmanlıların yardımını sağlayarak Antalya Valisi Hamza Beyin kuvvetleriyle Karaman’a girdi. İshak Bey* yenilerek Silifke’ye çekildi ve yardım için Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın yanına gitti. Pir Ahmed* Karamanoğullarının başına geçince* Osmanlılara yardımları karşılığında Beyşehir ve Ilgın’ı verdi. Fakat* Ahmed Beyin bir süre sonra Akkoyunlu ve Venediklilerle anlaşması* Fatih Sultan Mehmed Hanın Karaman üzerine sefere çıkmasına sebep oldu. Osmanlı kuvvetleri Konya’yı aldı. Ahmed Bey* Lârende önlerinde Mahmud Paşa'ya yenilerek Tarsus’a kaçtı. Fatih Sultan Mehmed* oğlu Şehzade Mustafa’yı* Karaman vilâyetine tâyin etti ise de* Karaman’ın yerli halkı* beylerine sadıktı. Pir Ahmed Bey* kardeşi Kasım Beyle barışarak Karaman Beyliği için beraberce mücadele etti. Akkoyunlu Uzun Hasan ve Venediklilerin teşebbüsleri* Karaman topraklarının Osmanlılar tarafından ele geçirilmesini önleyemedi. Osmanlılar* Otlukbeli Savaşı'nda Uzun Hasan’ı yendikten sonra* Karamanoğlu topraklarına tamamıyla sahip oldu. Gedik Ahmed Paşa* önce Ermenek* sonra da Mennan Kalesini ele geçirdi ve Silifke’yi zaptetti. Şehzade Mustafa da Develi-Karahisar’ı teslim aldı. Bu sırada Pir Ahmed öldü ve Karamanoğullarının başına Kasım Bey geçti. Kasım Bey devrinde* bütün mücadelelere son verildi.

Karaman valiliğine gönderilen Şehzade Cem Sultan* Karaman beyleri ile dostluk tesis ederek* onların kalbini kazandı. Karamanoğullarının son varisi olan Kasım Bey* Karaman valisi tayin edilen Şehzâde Cem Sultan ve Sultan İkinci Bayezid Han ile anlaşarak* Osmanlı himayesinde* ölüm tarihi olan 1483 Şubatına kadar* İçel taraflarında hüküm sürdü. Onun ölümü ile* Karamanoğulları Beyliği sona erdi. Kasım Beyin damadı Turgut’un oğlu Mahmud Bey* 1487 senesine kadar İçel’de sancak beyliği yaptı. Onun* beyliği yeniden ihya etme faaliyetlerine karşılık* üzerine kuvvet gönderildi. Karşı duramayan Mahmud Bey tutunamayıp* Memlûklara sığındı* Karamanoğulları toprakları Sultan İkinci Bayezid devrinde* bütünüyle Osmanlı Devleti sınırları içine alındı.

Karamanoğulları* Anadolu beyliklerinin* Osmanoğullarından sonra en mühimi* en büyüğü* en kudretlisi ve en devamlısıdır. Konya’yı* yani Türkiye Selçukluları’nın merkezini elinde tutan Karamanoğulları* kendilerini Selçukluların halefi saymışlardır. Fakat Osmanoğullarının* manevî* siyasî ve jeopolitik durumları* gazâlarının kazandırdığı itibar ve hükümdarlarının emsalsiz dehası karşısında* bu iddiaları* hayalden öteye gidememiştir. Karaman-Türkmen Beyliği* 1250 senelerinden 1487 yılına kadar* yaklaşık iki yüz otuz yedi sene hüküm sürmüştür.

Kültür ve medeniyet: Karamanoğullarının siyasî ve ticarî ehemmiyeti* memleketlerinin coğrafî durumuna göreydi. Bunlar* kuvvetli düşmanları karşısında sarp yerlere çekilerek korunurlar* tehlike geçince tekrar İçel ve Lârende taraflarına gelirlerdi. Karaman Beyliğinin ilk hükümet merkezi* Ermenek’ti. Sonraları toprakları genişleyince* Lârende kasabasını uzun müddet merkez olarak kullandılar. Konya’yı ele geçirince* devlet merkezini buraya taşıdılar. 1463 senesinde* Konya Osmanlılara geçince* Lârende’yi tekrar merkez yapan Karamanoğulları* ikiye bölündü. Bu zamanda* muvakkat olarak Niğde ve Silifke’yi de hükümet merkezi yaptılar. Karamanoğullarında* memleketin bütünü* baştaki bey ile ailenin diğer fertleri tarafından idare edildiğinden* bu beylikte hükümranlık* aileye münhasır idi ve beylerinin resmî ve umumî bir unvanı yoktu.

Şehâbeddin Ömer* Mesâlik-ül-Ebsâr isimli eserinde* 14. asrın ilk yarısında* Karamanoğulları’nın 25.000 atlı ve 25.000 yaya askeri olduğunu kaydetmiştir. Bunlardan başka aşîret kuvvetlerinden de faydalanmışlardır.

Geçitler vasıtasıyla Konya’ya ulaşan ticaret yollarını kontrol eden Karamanlılar* Ceneviz ve Kıbrıs tâcirlerinden aldıkları vergilerle* mühim bir gelir temin ediyorlardı. Lamos* Silifke* Anamur ve Manavgat gibi kendilerine ait limanlardan tahsil ettikleri gümrük resmi de belli başlı gelirlerindendi.

Karamanoğullarının Ermenek* Anamur* Lârende* Aksaray* Niğde ve Konya’da inşa ettirdikleri mimarî eserler* Selçuklu sanatının takipçisi olduklarını göstermektedir. Karaman’da Nefîse Sultan tarafından Mimar Nûman bin Hoca Ahmed’e yaptırılan Hâtuniye Medresesi* Selçuklu mimarî tarzının özelliklerini taşır. Yine Karaman’da 1388 senesinde yaptırılan Alâeddin Bey Kümbeti* kesme taştan on iki köşeli olup* üzeri yivli konik bir külah ile örtülüdür. Bu eser* Selçuklu mimarisi tarzından farklı bir üslupla yapılmıştır. Karamanoğulları* ayrıca birçok yerde cami* medrese* han ve kervansaraylar inşa ettirmiştir. Niğde’de Ak Medrese* Zinciriye Medresesi* Aksaray Ulu Cami; Karaman’da İbrahim Bey İmareti* Nefîse Sultan Camii* Aktekke Camii; Ermenek’te Havâsıl Camii ile Ulu Cami ve Tol Medrese; Konya’da Nâsuh Bey Dâr-ül-Huffâzı* Has Bey Dâr-ül-Huffâzı ve Hasbeyoğlu Mescidi* Karamanoğlu beyleri tarafından yapılmış eserlerdir.

Çini sanatı* Türkiye Selçukluları zamanında zirveye çıkmış* Karamanoğulları zamanında da bu durumunu muhafaza etmiştir. Alçı sanatı da aynı kuvvetle devam etmiştir. Karamanoğullarından Alâeddin Ali Bey ve haleflerinin* gümüş sikkeleri görülmektedir.

Karamanoğulları (Tarih Sırasına Göre)

1. Nûre Sûfî Bey (başkenti: Ereğli) (1250?-1256?)
2. Kerîmeddin Karaman Bey (Başkenti: Ermenek) (1256?-1261)
3. Şemseddin I. Mehmed Bey (1261-1283)
4. Güneri Bey (1283-1300)
5. Bedreddin (Mecdeddin) Mahmud Bey (1300-1308)
6. Yahşı Han Bey (1308-1312) (Başkenti: Konya)
7. Bedreddin I. İbrahim Bey (1312-1333* 1348-1349)
8. Alâeddin Halil Mirza Bey (1333-1348)
9. Fahreddin Ahmed Bey (1349-1350)
10. Şemseddin Bey (1350-1351)
11. Hacı Sûfi Burhâneddin Musa Bey (Başkenti: Mut) (1351-1356)
12. Seyfeddin Süleyman Bey (1356-1357)
13. Damad I. Alâeddin Ali Bey (1357-1398)
14. Sultanzâde Nâsıreddin (Gıyâseddin) II. Mehmed Bey (1398-1399)
15. Damad Bengi II. Alâeddin Ali Bey (1418-1419* 1423-1424)
16. Damad II. İbrahim Bey (1424-1464)
17. Sultanzâde İshak Bey (1464)
18. Sultanzâde Pîr Ahmed Bey (1464-1469)
19. Kasım Bey (1469-1483)
20. Turgutoğlu Mahmud Bey (1483-1487
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.